“Lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüel yurttaşlarımızın ayrımcılığa uğramadan çalışma ve barınma haklarına kavuşması, yaşamın her alanında kendini var edebilmesinin önünü açabilecek yasal güvenceler getirilmesi konusunda çalışmanız var mıdır?”
Bu sözler TBMM tarihinde ilk kez verilen bir soru önergesinden. Önergenin sahibi dönemin Demokratik Toplum Partisi (DTP) İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, muhatabı ise Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin. Sene 2008. Tuncel vekilliğinin gereği olarak bir soru önergesi verirken Meclis tarihinde bir ilke imza attığının farkında mıydı, bilmiyoruz. Hapiste olmasa sorup öğrenmemiz mümkün olurdu belki, ama LGBTİ+ haklarını TBMM’ye taşıyan ilk milletvekili beş yıldır tutuklu.
Sebahat Tuncel’in diğer birçok siyasi meselede olduğu gibi LGBTİ+’ların eşitlik ve özgürlük mücadelesinde de muazzam bir sıçrama yapabilecek adımları atarken olağan bir sadelik ve görev bilinciyle ilerlemesi siyasette pek de rastlamadığımız bir tutum.
TBMM tarihinde ilk
Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin de ayrımcılık temelleri arasında sayılması için verilen mücadelenin ve AKP’nin engelinin üzerinden dört yıl, AKP’li siyasetçilerin “Toplum hazır değil” nakaratı ile LGBTİ+’ların anayasal eşitlik talebini reddetmek için canhıraş çalışmaya başlamasının üzerinden ise çok değil, daha bir yıl geçti.
Tuncel LGBTİ+ haklarını TBMM’ye taşıdığı dönemde, “Meclis tarihinde ilk” manşetiyle KaosGL.org’un manşetindeydi.
LGBTT Hakları Platformu anayasal eşitlik talebiyle Meclis’e gittiğinde onları kapıda karşılayan ve basın açıklamalarına destek veren tek vekildir Tuncel. Sadece Meclis’te değil, bulunduğu her alanda LGBTİ+ haklarını savunmak artık Tuncel için tali değil, asli bir meseledir.
Soru önergesinin hemen ardından Kaos GL’nin düzenlediği 3. Homofobi Karşıtı Buluşma’ya da katılmıştı Tuncel. Buluşmanın bir diğer sürpriz ismi dönemin AKP Mersin Milletvekili Zafer Üskül’dü. Üskül’ün buluşmayı dinlemesi Vakit gazetesinin nefret radarına takılsa da, Tuncel olağan sadeliğiyle bunun sevindirici bir gelişme olduğunu söylüyordu. Güncel siyasetin ötesinde, LGBTİ+ haklarıydı Tuncel’in gündemi.
3. Homofobi Karşıtı Buluşma’dan sonra, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Kaos GL Derneği’nin Meclis ziyaretinde, Tuncel söz konusu soru önergesini neden, nasıl verdiğini şöyle anlatıyordu: “Meclis bu konuda ne düşünüyor, merak ettim, şu anda bekleme aşamasındayım, soru önergesi gündeme elbette gelecek ve LGBTT bireyler hakkında Meclis’in neler düşündüğünü öğrenmiş olacağız.”
Bu sadece Tuncel’in değil, LGBTİ+ hareketinin de merakıydı. TCK’daki taleplerini engelleyen, anayasa tartışmalarını LGBTİ+’larla açan AKP’nin cevabı ne olacaktı? Zafer Üskül’ün Kaos GL’nin etkinliğine katılması “sıradışı” bir durum olarak mı kalacaktı, yoksa AKP LGBTİ+’ların eşitlik talebini en azından dinleyecek miydi?
Meclis’te iki kutup
Bekleyiş uzun sürmemiş, önergeden bir ay sonra Adalet Bakanı M. Ali Şahin cevap vermişti. Bakan Şahin, ilerleyen yıllarda AKP’nin LGBTİ+ haklarına ilişkin stratejisine dönüşecek inkâr politikasını başlatmış, “Ayrımcılığın her türü yasak” diyerek topu taca atmıştı. AKP Şahin’den öğrendiği bu yöntemi ilerleyen yıllarda ülke içinde neredeyse tüm LGBTİ+ etkinliklerini yasaklarken ve Birleşmiş Milletler önünde “LGBTİ+’lara ayrımcılığın olmadığı” yalanını söylerken sürdürecektir.
Tuncel’in soru önergesi Meclis’te LGBTİ+ haklarına ilişkin iki ayrı siyasetin de ortaya konmasını sağlamıştı. Bir tarafta meseleye haklar, eşitlik ve özgürlük düzleminde bakan milletvekilleri, diğer tarafta ise inkârdan yasakçılığa ve hedef göstermeye uzanan LGBTİ+ düşmanları. Bu iki blokun temellerinin o senelerde atıldığını söylemek abartı olmayacaktır.
Anayasal eşitlik için bir araya gelen LGBTT Hakları Platformu, Şahin’in riyakârlığına sessiz kalmamış ve sormuştu: “Mehmet Ali Şahin başka bir ülkenin Adalet Bakanı mı?” Tuncel de Bakan’ın bu tutumuna sessiz kalmamış, KaosGL.org’da bakanı eleştirmişti:
“Sayın Adalet Bakanı’nın soru önergemize verdiği yanıt ne yazık ki ‘sorunun yaşandığını kabul etmezsek sorun da göz önünden kalkar’ yaklaşımının bir ifadesidir. Bu tutum ise hem dışlayıcı hem de LGBTT bireylerin maruz kaldığı ayrımcı uygulamaları ve fiziksel saldırıları meşrulaştırır, mazur görür niteliktedir. Adalet ve Kalkınma Partisi son dönemde seçim öncesindeki söylemlerinin aksine sadece LGBTT yurttaşlara değil, demokrasi ve özgürlük isteyen tüm toplumsal kesimlere karşı tahammülsüzlüğünü artık açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır.”
Kolay gerçekleşmeyen devrim
Aynı söyleşide Tuncel bir yandan da basının önergeye ilgisizliğinden şikâyet ediyordu. Görmezden gelmenin ve kenarından dolaşmanın da bir tutum olduğunu söylüyor, “LGBTT yurttaşların yaşadıkları sorunlar ve maruz kaldıkları ayrımcı uygulamaların Meclis içinde de takipçisi olacaklarının ve bunları gündeme taşıyacaklarının” sözünü veriyordu.
Nitekim öyle de oldu. LGBTT Hakları Platformu anayasal eşitlik talebiyle Meclis’e gittiğinde onları kapıda karşılayan ve basın açıklamalarına destek veren tek vekildi Tuncel. Lambdaistanbul’un kapatılması için açılan davada da LGBTİ+’ların yanındaydı.
Devlet DTP’yi kapatırken Siyah Pembe Üçgen de kurulur kurulmaz kapatma davasıyla karşı karşıyadır ve Tuncel nezdinde kapatmalar birdir. Zor zamanlar, LGBTİ+ haklarını savunmamak için bir bahane olmaz Tuncel için.
Sadece Meclis’te değil, bulunduğu her alanda LGBTİ+ haklarını savunmak Tuncel için tali değil, asli bir mesele olageldi. LGBTİ+ örgütlerinin davetiyle etkinliklerinde konuşuyor, “Meclis’te beş kişi de olabiliriz, ama ayrımcı politikaları değiştirebilecek miyiz, kendi partilerimizdeki yöneticilerle ne kadar tartışabiliyoruz, LGBTT’ler için parti politikalarımız var mı?” diye soruyordu. Tuncel tek başına vereceği mücadelenin yetmeyeceğinin farkındaydı. Kendi partisinden başlayarak bir dönüşümü hedefliyordu. Yolu uzun, işi zordu, ama katıldığı bir panelde dediği gibiydi: “Devrim kolay gerçekleşmez.”
Tam da o dönemlerde, 2009’da Tuncel’in partisi DTP kapatılır. Parti kapatmalara alışık olan Kürt hareketinin yeni partisi BDP’ye geçer Tuncel. Daha partisi kapatılalı üç ay olmuşken, 2010 Şubat’ında İzmir’de yeni kurulan Siyah Pembe Üçgen Derneği’nin etkinliğine katılır. Siyah Pembe Üçgen de kurulur kurulmaz kapatma davasıyla karşı karşıyadır ve Tuncel nezdinde tüm demokratik kurumların kapatılması birdir. Zor zamanlar, LGBTİ+ haklarını savunmamak için bahanesi olmaz Tuncel’in.
Ortak mücadele ve özgürlükçü bir hayat
Tuncel vekil olduğu süre boyunca soru önergeleriyle Meclis gündemine LGBTİ+ haklarını taşır. Aile Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın homofobisinin hesabını da sorar, nefret suçlarına karşı etkin mücadele için hükümeti göreve çağırır. Ankara’da polis trans kadınları geceyarısı gözaltına aldığında telefona sarılır ve karakolu arar. LGBTİ+’lara sığınak talebini TBMM’nin Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’na taşır. Kürtlere zorunlu göçleri konuşurken, “LGBTT bireylerin yoksulluk ve göçün yol açtığı diğer sorunların yanında ayrımcılıkla da yüz yüze geldiklerini, bu nedenle Kürt hareketinin ve bileşenlerinin eşcinsel ve transseksüellerin varolma mücadelesiyle ortaklaşması gerekliliğini” vurgular. Sözün özü, Tuncel için LGBTİ+ hakları özel bir konu değildir, vitrin değildir, “vb.” ekine sığdırılacak bir mesele hiç değildir.
Takvimler 2011’i gösterdiğinde yeni bir seçim kapıdadır. Tuncel, İstanbul 1. Bölge bağımsız adayıdır. Seçim kampanyasında “LGBTT bireylerle ortak mücadele yürütülmesi ve bu ataerkil sisteme karşı özgürlükçü bir hayat kurmak çok önemli” der. 2010’da ilk Kürtçe-Türkçe LGBTİ+ dergisi Hevjîn’e verdiği söyleşide de aynı şeyleri söylemektedir. Seçimden seçime LGBTİ+’ları hatırlayanlara inat, Tuncel’in mücadelesi kesintisizdir.
Daha önce Piramid LGBTT adıyla Diyarbakır’da bir araya gelen LGBTİ+’ların yeni örgütlenmesi Hevjîn’e başarılar dilerken örgütlenmenin önemini hatırlatmaktan da geri durmaz Tuncel. Örgütlenmek hayatidir onun için. Kişilerin ön plana çıkmasındansa, örgütlenmeyi önemser. Seçimi kazandıktan sonra Halkların Demokratik Kongresi’nin (HDK) kuruluş sürecinde de ısrarla yinelediği bir gerçektir bu. Çok önemser HDK’yi ve meclis fikriyatını. LGBTİ+’ları ve örgütlerini ısrarla, inatla davet eder HDK’ye. Ve örgütlenmek onun için Şişli’de Hatip Dicle’nin vekilliği düşürüldükten sonra yapılan eylemde polis saldırısının hemen ardından barikatları aşıp Taksim’de Onur Yürüyüşü’ne katılmaktır. Çünkü, katılacağının sözünü vermiştir. Yüzünde biber gazının izleri, aklında yaralananlar, elinde Onur Yürüyüşü’nün pankartı vardır.
Biz bu çarkı bozacak mıyız?
Benim Sebahat Tuncel’le tanışıklığım da tam o döneme denk gelir. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun seçim kampanyasında tanıştığım Tuncel’in LGBTİ+ haklarına yaklaşımını 2011 Onur Yürüyüşü gününde gördüm. Hatip Dicle için düzenlenen eylemde polis bize saldırdıktan sonra Onur Yürüyüşü’ne gelmeyeceğini sanıyordum Tuncel’in. İçten içe hak da veriyordum. Çok yoğun biber gazı yemiştik. Ama geldi. O, Ertuğrul Kürkçü ve Sırrı Süreyya Önder yürüyüşe en önde katıldı. Ben yorgunluktan bir kaldırıma oturduğumda onlar yürümeye devam ediyordu.
Sonrasında Tuncel’in HDK Eş Sözcüsü olduğu dönemde Merkez Yürütme Kurulu üyesi olarak, HDK LGBTİ+ Komisyonu’nu kurduğumuzda beraber sevinerek, eylem alanlarında birlikte gaz yiyerek daha yakından tanıdım Sebahat Tuncel’i. HDK içinde homofobik ve transfobik yaklaşımlarla karşılaştığımızda yanıbaşımızda onu gördükçe anladım zorlu ve uzun yolda yoldaş olmanın önemini…
Sebahat Tuncel 2016’dan beri hapiste. 2007’de vekil seçildikten sonra hapis çıkışı elinde çiçeklerle olan fotoğrafını tekrar görmek nasip olur mu, bilmiyorum. Ama 2008’den bu yana LGBTİ+’ların eşitliği için canhıraş çalışan Tuncel’e LGBTİ+’ların sesini taşımak gerektiğini biliyorum ve Tuncel’den alıntıyla başladığım yazıyı yine onun sözleriyle bitiriyorum:
“Biz en azından beş bin yıllık erkek egemen sisteme karşı mücadele ediyoruz. Bu sistem, tahakkümü, hiyerarşiyi, şiddeti her gün yeniden yeniden üreten, ayrımcılığı her gün her gün yeniden üreten, her gün ötekiler yaratan, aslında yaratılan bu ötekileri de birbirine ötekileştiren bir noktada bu sistemi devam ettiriyor. Biz bu çarkı bozacak mıyız, bozmayacak mıyız?
“Mesela diyelim ki Kürt meselesine, Kürt sorununa daha duyarlı iken aynı Kürtler kendi içerisindeki eşcinsellere aynı duyarlılıkla yaklaşmayabiliyor. Ya da Ermeni meselesinde Ermeni sorunu ile ilgilenirken, kendi içerisindeki Ermeni LGBT’leri dışlayabiliyor. Ya da mesela Kürt meselesine geldiğinde bu terör meselesi deyip kestirip atabiliyor. Yani bu kendi içimizde ayrımcılık yaşayanlar açısından da birbirini ötekileştiren yaklaşımı da ortadan kaldırmak gerekiyor. Birbirimize ördüğümüz duvarları kaldırıp yaşadığımız bütün bu ayrımcılıklara karşı ortak bir mücadele zemini yaratırsak ben önümüzdeki dönemin çok daha güçlü olacağını düşünüyorum.”