GAZİANTEP’TEN BİR İŞÇİ ANLATIYOR

Söyleşi: Saner Şen
25 Mayıs 2020
SATIRBAŞLARI

Neoliberal ekonomik düzenin kâbusu haline gelen karantina koşullarına bir an önce son vermek isteyen dünya devletleri, “eski normal”e geri dönme gayretiyle, dünya nüfusunun en yoksullarını gözden çıkartıyor. İşsizliğin tavan yaptığı şu dönemi  fırsat bilen iş çevreleri, bununla da yetinecek gibi değil.  MÜSİAD’ın toplama kamplarını andıran “İzole Üretim Üsleri” projesi ilgili bakanlıklardan gerekli izinleri jet hızıyla alırken, Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) gururla, işçilerin boyunlarına takılacak elektronik kelepçe sistemlerini tanıtıyor.
Korona sürecinde kendine has önlemler geliştirenler de var, mesela biri Gaziantep’ten: Salgın günlerinde özel izinlerle çalışmaya devam eden Merinos Halı Fabrikası’nda vakalar artmaya başlayınca üretime bayram sonuna kadar ara verilmişti. Bayram sonrasında tekrar çalışmaya başlayacak fabrikada, işbaşı yapılana kadar virüse yakalanan işçilerin cezalandırılacağı duyuruldu.
Çalışma koşullarının salgın başlamadan önce de insanlık dışı olduğunu anlatan –gerçek adı bizde mahfuz– yirmi beş yıllık tekstil işçisinden, salgın koşullarında fabrikadaki durumu ve hastalık tehdidini gözardı etmek zorunda bırakan yaşam koşullarını dinliyoruz.

 

Kaç yıldır bu iştesiniz? Şu an çalıştığınız Merinos Halı Fabrikası’nda nasıl bir çalışma sistemi var?

Deniz Yılmaz: Yirmi beş yıldır bu işi yapıyorum. Daha önce iplik fabrikalarında da çalıştım. Altı yıldır Merinos Halı Fabrikası’nda çalışıyorum. Dokuma kalfasıyım. Fabrikada yüz yirmi dokuma makinemiz var. Her vardiyada binin üzerinde işçi çalışıyor.

Covid-19 salgını başladıktan sonra size bir bilgilendirme yapıldı mı? Fabrikada nasıl önlemler alındı?

Hiçbir bilgi verilmedi. Sadece mart ayının sonuna doğru işyeri girişine, yemekhane ve lavabo girişlerine dezenfektan konuldu. Yemekhanemiz, çay ocağımız kapatıldı. Üç-beş gün kadar yemeği makinelerin arasında, karton üzerinde yedik. Aynı serviste işe geliyoruz. Girişte parmak izi kontrolü için aynı yere parmak basıyoruz. Aynı soyunma odalarında yan yana giyiniyoruz. Bunlar sorun teşkil etmiyorken yemekhane ve çay ocağı kapatılınca, işçi arkadaşlarımız tepki gösterdiler. Sonra vardiya amiri kendi inisiyatifini kullandı. Dört kişilik masada çapraz vaziyette iki kişi oturarak, dönüşümlü bir şekilde yine yemekhanede yemek yemeye başladık. Ama sıcak yemek servisi yapılmadı. Yine jelatine sarılmış sandviç verdiler.

Halı üretilmezse hiçbir şey olmaz, ama devlet “çalıştırılması zorunlu fabrikalar hariç diğerleri kapatılsın” demedi. Halı bölümünde çalışan eleman iplik bölümünde çalışıyor gibi gösterilip izin alınıyor, o insan halı üretmeye devam ediyor.

Çalışma düzeninizde bir değişiklik oldu mu?

Herkes kendi makinesinin başında çalışır. Makineler arasında mesafe var, ama sonuçta body sistemi çalışıyoruz. Arkadaşımın makinesi durduğunda ben müdahale ediyorum, benimki durduğunda o müdahale ediyor. Makine çalıştırma butonuna onun da, benim de parmaklarımız değiyor. Kaçınmak mümkün değil. İşe gidip gelirken servise biniyoruz. Yirmi beş kişilik kısa otobüsler çalışıyor. Salgın başlamadan otobüsler doluyordu. Sonrasında işçi sayısı dörtte bire düşünce, koltuklara bir dolu bir boş oturtmaya başladılar. O servislerin dezenfekte edilip edilmediği de muamma… Ben iniyorum, altı saat sonra başkası biniyor.

İşçi sayısı ne zaman düşürüldü?

Nisan başında işçilerin dörtte üçünü izne ayırdılar, dörtte biri çalışmaya devam etti. Ben de 1 Nisan’dan bu yana çalışmıyorum. Galiba kısmi çalışma ödeneğine başvurmak için yeterli prim gününü doldurmuş olanları izne çıkardılar. Prim günü yetmeyeni çalıştırmaya devam ettiler.

Sizin çalıştığınız dönemde Covid-19’a yakalanan işçi oldu mu?

Ben işi bıraktıktan sonra hastalığa yakalananlar çıktı. Önce bir bölümde vaka çıktı. O vardiyadaki işçiler on beş gün boyunca izne gönderildi. Ama bölüm kapatılmadı. Sonra başka bir bölümde de vaka çıktı. Şu an 14-15 vaka olduğu söyleniyor. Bir işçi arkadaşımızın hastanede yoğun bakımda olduğunu duyduk.

2012’de Gaziantep Organize Sanayi Bölgesi’ndeki tekstil fabrikalarında olumsuz çalışma koşullarına ve düşük zamma karşı başlatılan grev altı fabrikaya sıçramış, beş bin işçinin katılımıyla on gün sürmüştü (Fotoğraflar: Evrensel gazetesi)

Gaziantep kısıtlamalara uymayan vatandaşlara en çok ceza verilen şehir. Sokağa çıkma yasakları da uygulanmaya devam ediliyor. Bu durumdayken fabrikalar kesintisiz çalışmayı sürdürüyor mu?

Sokakta görülen masum vatandaşa yazıldı o cezalar, patronlara yazılmadı. Sokağa çıkma yasağının olduğu günlerde Gaziantep’teki fabrikalar özel izinlerle çalıştırıldı. Buna bizim fabrika da dahil. Halı üretilmezse hiçbir şey olmaz, ama devlet “çalıştırılması zorunlu fabrikalar hariç diğerleri kapatılsın” demedi. Halı bölümünde çalışan eleman iplik bölümünde çalışıyor gibi gösterilip izin alınıyor, o insan halı üretmeye devam ediyor.
Çin’de insanlar kendini izole etti, herkes evine kapandı, sokağa çıkma yasağı titiz bir şekilde uygulandı, salgının önüne geçildi. Burada yayıldı da yayıldı…

Yeni ev almak için insanlar 180 ay borçlandırıldı. Ben şu an borçluyum. Benim borcum bitmeden oğlumun borcu başlayacak. O bitiremeden de onun oğlu borçlanacak. Sistem bu şekilde devam ediyor.

Fabrikadaki çalışma koşulları nasıl? İşçi sayısı dörtte bire düşürülünce fabrikada üretim nasıl devam edebiliyor?

Fabrika, üretiminin yüzde elli beşini çalıştığı uluslararası bir firma için yapıyordu. Kapılar kapatılınca, dışarıya üretim durdu. Şu an üretim sadece iç piyasa için devam ediyor.
Önceden bizim çalıştığımız makineler üç-dört kişiyle çalıştırılırdı. Şimdi bir ben, bir de yardımcım çalışıyoruz. Yardımcım arkamda ip değiştirir. Onu da iki makineden sorumlu yapıyorlar. Hem benim makineme hem bitişikteki makineye bakıyor. Şef gelip makinelerin ip durumuna bakıyor. Elemanı sorgusuz sualsiz alıp başka bir yere yollayabiliyor. “Bu adam bu makinenin sorumlusudur. İşini bitirdikten sonra rahat bir nefes alsın, bir şeyler öğrensin” diye düşünmez. O sekiz saatlik mesaide o adamı koşturacak. Sistem böyle çalışıyor. Az adam, çok iş…

Hep bu şekilde yoğun mu çalışırdınız?

Biz eskiden bu dokuma işini bir şevkle, zevkle yapardık. Bize sıkıntı vermezdi. Yıllar geçtikçe şartlar zorlaştırıldı. Artık fabrikalara girerken sanki biri ensemizden tutup bizi zorla içeri götürüyormuş gibi geliyor.
Makineler şimdi son sistem. Yüz devirle çalışırken, yüz otuz devire çıkartılıyor. Bakıyorlar işçi koşturuyor, yetiştiriyor, bu sefer yüz kırk devir deneniyor. Üretimin arttığını görünce “hadi yüz kırk beş devirde deneyelim” diyorlar.
Eski zamanda kölelere karın tokluğuna iş yaptırılırdı ya, şu an bizim yaptığımız işçilik modeli de aynı o hesap. Modern kölelik…  Asgari ücret tespit komisyonu bir araya geldiğinde, ne öldürecek ne güldürecek bir ücret belirliyor. İster bir ayda ye, ister bir günde…

Geçtiğimiz günlerde fabrika tarafından işyerinde asılan bir duyuru basına yansıdı. Olay nasıl gerçekleşti? 

Gaziantep’te bir terlik fabrikasında ve başka bir tekstil fabrikasında Covid-19 nedeniyle ölümler gerçekleşince fabrikalar geri adım attı. Bizim fabrika, geçtiğimiz hafta (16 Mayıs) çalışmayı durdurdu. Bayram sonrasına kadar on gün için fabrikayı kapattılar.

Birisi şikâyet kutusuna “bu adam falanca sendikaya üyedir” diye yazsa benim kovulmam iki günü bulmaz. Bahane olarak sendika demezler tabi. “Gözünün üstünde kaşın var” der, işine son verirler.

İşyerine asılan bir duyuruya, fabrikanın kapalı olduğu dönemde virüse yakalanan işçiler için cezai işlem uygulayacaklarını yazmışlar. Bende virüs çıkarsa ne yapacaklar? Kafamı mı kesecekler? Virüsü biz evden taşımıyoruz. Fabrikada bu kadar vaka, hepimiz bir arada çalıştığımız için görülüyor. Aslında bu duyuru, işçiye hangi gözle baktıklarını gösteriyor. Bizi köle olarak görüyorlar. Otur dediğinde oturacak, çalış dediğinde çalışacaksın… Terlik fabrikasında çalışırken Covid’e yakalanıp ölen arkadaşı da virüsü iş arkadaşlarına bulaştırdı diye suçlamışlardı.

Çalışmadığınız dönem için ücret alıyor musunuz?

İlk on beş gün senelik izinlerimizden gitti. Arada üç tane pazar günü, bir de resmi tatil eklenince yirmi güne çıktı. Sonrası için de kısmı çalışma ödeneğine başvuruldu. Her yıl bayramlarda aldığımız bir bayram harçlığımız vardı. Kâr payı adı altında veriliyordu. Geçen yıl her iki bayramda da 850’şer TL almıştık. Bu sene vermeyeceklerini söylemişler. Eksik maaşımıza eklenecekmiş. Geçen ay maaşı tam yatırdılar. Bu ay ne yatıracaklar, bilmiyorum.

Koronavirüsle beraber yemekhanenin kapatılmasını Facebook’ta protesto edince işten atılan Mehmet Boztepe mart ayı sonunda Merinos fabrikasının önünde tek başına eyleme geçti, yükselen tepki üzerine işe geri alınma sözüyle beraber tazminat hakları iade edildi

İşçiler arasında bu salgın şartlarında çalışmak istemeyen, çalışma şartları konusunda şikâyetini dile getiren oluyor mu?

Bir işçi arkadaşımız, fabrikadaki durumla ilgili sosyal medyada bir yorum yaptı diye tazminatsız kapı dışarı edildi. Sendika devreye girip olayı sosyal medyaya yansıtınca hakları verildi. İki ay sonra da işe alma sözü vererek olayın üzerini kapatmaya çalıştılar…
İşçi adam kiracı. Faturaları var. Kredi kartı borçları var. Ben dokuma kalfası olduğum için 3 bin liranın üzerinde maaş alıyorum. Benim yardımcım benden 700-800 TL daha az kazanıyor. Üç çocuğum var, evde beş kişiyiz. Bizi kredi kullanmaya, borçlanmaya mahkûm etmişler. Köleleştirmişler.
Bundan 15-20 sene önce kırsal kesimde tek katlı evi olan, oğlu evlendiğinde kiraya gitmesin diye üst katına bir oda çıkardı. Şimdi yetmiş-seksen metrekare daireler yapıldı. Zaten yeni evlinin o evde kalması mümkün değil. Yeni ev almak için de insanlar 180 ay borçlandırıldı. Ben şu an borçluyum. Benim borcum bitmeden oğlumun borcu başlayacak. O bitiremeden de onun oğlu borçlanacak. Sistem bu şekilde devam ediyor.

Onların istediği sesini çıkartmayan, boyun eğen, evden işe, işten eve giden işçi. Şu an tam istedikleri işçi modeliyiz. Bizzat benim kendi eşim “aman ha sakın işinle alâkalı şikâyet etme, sosyal medyada paylaşımda falan bulunma, ekmeğinden olursan daha beter rezil oluruz” diye tembih ediyor.

İşçiler arasında bir örgütlülük var mı?

İşçi arkadaşlarımla birlikte sendikaya üye olalım, örgütlenelim istiyorum ama, insanlarda “işimi kaybederim” korkusu var. Birisi şikâyet kutusuna “bu adam falanca sendikaya üyedir” diye yazsa benim kovulmam iki günü bulmaz. Bahane olarak sendika demezler tabi. “Gözünün üstünde kaşın var” der, işine son verirler. Onların istediği sesini çıkartmayan, boyun eğen, evden işe, işten eve giden işçi. Şu an tam istedikleri işçi modeliyiz. Bizzat benim kendi eşim “aman ha sakın işinle alâkalı şikâyet etme, sosyal medyada paylaşımda falan bulunma, ekmeğinden olursan daha beter rezil oluruz” diye tembih ediyor.
Ben ancak “yarın acaba tok muyuz, aç mıyız” diye düşünebiliyorum. Çocuklarımın geleceğini düşünemiyorum. Onlara verebileceğim bir gelecek yok.
Geçen dayımla amcam beni aradı. Kazandığım paranın geçimimize yetmediğini bildikleri için fitrelerini bana vermek istediklerini söylediler. Üç çocuğa baktığımı bildiklerinden beni uygun görmüşler. Ağırıma gidiyor… Avrupa’da adam emekli olduğunda bisikletle dünya turuna çıkıyor. Gaziantep’te emekli çarşıya çıkınca bedava lavabo arıyor. Durum ortada.  

Bayramdan sonra işbaşı yapılacak mı?

Bayramdan sonra yetmiş makine üretime başlayacakmış. Her bölümün whatsapp grubu var. O gruba çalışacak olan personelin adı yazılıyor. Beni de yazmışlar, bayramdan sonra işbaşı yapıyorum. Güvenlik görevlilerine ateş ölçen cihazlar vermişler. Önlem olarak girişte ateşimizi ölçecekler. O kadar…  700-800 işçinin olduğu ortama gireceğiz.


Yüksek ateş gibi semptomlar göstermese de taşıyıcı olabilen vakalar var. Çalışacak işçilere herhangi bir test yapılacak mı?

Yok, yapılmayacak. Hepimiz tedirginiz. Herkes birbirinden korkar vaziyete geldi. Birbirimize mesafeli durmaya çalışacağız, başka yapacak bir şey yok. İçerisi ne kadar dezenfekte edilecek, sosyal mesafe ne kadar korunacak, gidince göreceğiz. Benim tahminim, sadece ateşi çıkanı hastane yollayacaklar. Onlar için önemli değil ki. “Ölen ölsün, kalan kalsın” diyorlar. 
Üç aydır kapılar kapalı, yurtdışı siparişler kesildi. Mal gönderemeyince makineler tam kapasite çalışamayacak. Üç aydır işten çıkartmalar yasaktı. Şimdi “bayramdan sonra normalleşme başlıyor” diyorlar. Sonrasında istediğini gönderebilir de. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık.

Durum böyleyken ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Bana haklarım verilsin, tazminatım ödensin, çoluğum çocuğum mağdur edilmesin, ben işten çıkarılmayı kabul ederim. Gider tarlada çalışırım, amelelik yaparım, vakalar bu şekilde devam ediyorken o fabrikaya girmem. Ama yapacak bir şey yok. Bizimkisi “ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin” hesabı. Ben yarın işe gitmesem faturamı ödeyecek, bakkala verecek param yok. Çalıştığımız gün tokuz, çalışmadığımız gün açız.

Bu sene bayram harçlığı verilmeyecekmiş. Şüküre alıştırılmış arkadaşlar “patronun gönlünden koparsa verir, kopmazsa zorla alacak değiliz” diyor. Bir köleye köle olduğunu anlatmak çok zor iş.

Sorsan “ekonomimiz şu kadar büyüdü, milli gelirimiz bu kadar arttı”… Ben şu an cebimde para var mı, yok mu, ona bakıyorum. Kendime “en son ne zaman et alıp eve gelebildim” diye soruyorum. Cumhurbaşkanı çıkıyor, falanca bankaya gidip kredi alabilirsiniz diyor. Devlet bana yardım etmiyor ki… Beni faiziyle borçlandırıyor. Ben çoluğuma çocuğuma alamayacağım, gidip üç yıl faiziyle borç ödeyeceğim.

Çalıştırılması zorunlu olmayan bir iş kolunda, bu şartlar altında çalıştırılmak nasıl hissettiriyor?

Ben ikinci sınıf değil –çünkü o az gelir– üçüncü, dördüncü sınıf insan muamelesi gördüğüme inanıyorum. Allahtan reva mıdır? Ben bu ülkede vergi veriyorum. Faturalarımı ödüyorum.  Enerji şirketleri yıllardır sırtımızdan besleniyor. “İki fatura da bizden olsun” demediler. Her ay benim maaşımdan işsizlik primi diye para kesiliyor. Durumu olmayan, işi olmayan, sağlık güvencesi olmayan insanlara gidiyorsa bu para, helali hoş olsun. Ama verilmiyorsa haram, zehir, zıkkım, katran olsun. 
Benim kapı komşumun iftarda yiyecek yemeği olmadığında ben iftar yapamıyorum, içim burkuluyor. Camilerde şükürlerle kandırılıyoruz. Valla hocanın tuzu kuru… Maaşı yatmasa bize o lafı söylemez. Polise o maaşı vermesen gelip beni tutuklamaz. Zaten o maaş, ben haykırdığımda koluma kelepçeyi taksın diye veriliyor.
Bu sene bayram harçlığı verilmeyecekmiş. Şüküre alıştırılmış arkadaşlar “patronun gönlünden koparsa verir, kopmazsa zorla alacak değiliz” diyor. Bir köleye köle olduğunu anlatmak çok zor iş. Her sene verilen bayram ikramiyesi bu sene neden verilemiyor? Ne oldu? Bu sene patron para mı kazanamadı? Fabrikada yüz yirmi tane dokuma  makinesi var. Bir makinenin fiyatı yedi milyon Euro, hesabını siz yapın. Türkiye’nin dört bir tarafında milyar dolarlık yatırımlar yapıyorlar. Bizim ikramiyelerimizi toplasak yüz milyon etmez. Çok mu? Sahip oldukları servete bakınca, bırakın salgın dönemi üç ayı, bize otuz üç ay maaş verseler zerre dokunmaz. Biz üç bin kişi beş-altı kişinin geleceği için çalışıyoruz.

^