2021 yılına dönüp baktığınızda başlıca dinamikleriyle nasıl bir küresel resim görüyorsunuz?
Cihan Tuğal: Çok mesele var, ama iki temel başlığa odaklanalım. İklim krizinin derinleşmesi ve radikal sağdaki konsolidasyon. Bu konsolidasyon zaten süregiden bir şey. Ancak, radikal sağ konsolidasyondaki dalgalanmaları da görüyoruz 2021’de. Üçüncü bir başlık olarak, liberal emperyalizmin krizi…
Tam bu noktada, Evrensel’deki 20 Kasım 2021 tarihli köşeyazınızda, 2022 seçimleri öncesi ABD merkez solunun zayıfladığını ve Demokratlar’ın çözümü giderek sağa kaymakta aradığını söylüyor, bunun yanlış bir strateji olduğunu belirtiyor, merkez solu bu stratejiden ancak işçi sınıfının vazgeçirebileceğini öne sürüyordunuz. Benzer bir tartışma Türkiye’de de var…
Merkez çökmeye devam edecek. ABD’de, Türkiye’de ve başka yerlerde de. Solda bir toparlanma yaşanamıyor. Bir sürü seçenek var, ama konsolide bir odak yok. Sağda ise daha net bir platform var. Ve dünya giderek bu tarafa çark ediyor. Merkez sağ tam sola meyledecekken reaksiyon korkusuyla tekrar sağa çekmeye başlıyor. ABD’de gördüğümüz bu. Türkiye’deki gelgitler de biraz böyle. Bunu biraz açalım. Son kırk yılın kalkınma modeli Batı’da da, Batı dışında da çökmüş durumda ve buna alternatif oluşturan Rusya ve Çin devlet kapitalizmleri var. Bunların bir versiyonunu Macaristan’da, başka bir versiyonunu Polonya’da görüyoruz.
Elbette Macaristan ve Polonya Batı ekonomilerine derinden bağımlı oldukları için küresel dengeler bunların devlet kapitalizmini Çin ve Rusya’ya nazaran daha kısıtlı kılıyor. Yine de neoliberalizmden uzaklaşma ve radikal sağcı bir devlet kapitalizmi kurma çabası oldukça yaygın. Ve Türkiye bu rotaya girmeye çalışan ülkeler arasında. Sağda böyle bir yön var. “Sınırları kapatalım” yaklaşımıyla ve “milli ekonomi”yle, askeri harcamalara ağırlık vererek, ihracatı vurgulayarak ve de neoliberalizmi bırakarak –ya da en azından yüzde 80’ini bırakarak– korumacılığa yönelen ekonomiler bunlar.
“Sınırları kapatmak” dediğimizde, bunun siyasal, kültürel sonuçları da var. Üstelik, söz konusu olan çok seçici bir sınır kapatma. Buradan radikal sağın yükselişine geliyoruz zaten. Yabancı düşmanlığı, ırkçılık, bunların hepsi yükselişte. Bu Rusya’da belki daha mutedil sürerken, Macaristan’da daha keskin gidiyor. ABD’de daha keskin bu yabancı düşmanlığındaki artış. Rusya zaten yabancılara görece kapalıydı, değişim yaşamak zorunda kalmıyor. Ama ABD çokkültürlülük ile neoliberalizmin iç içe gittiği bir yerdi kırk senedir. Şimdi neoliberal ekonomi yıprandıkça, yeni bir ekonomik yön arayışıyla birlikte, bir siyasal ve kültürel değişim de geliyor.
Buna bağlı bir de iklim boyutu var. İklimi ekolojiyle birlikte daha genel konuşacak olursak, bunun içine sağlık ve pandemi de giriyor. İnsanların ormanları ve dünyanın dengesini yok etmesi, daha önceden belirli hayvan popülasyonlarıyla sınırlı olan virüsleri bizim hayatımızın parçası haline getiriyor. Ya bu virüsler küresel şekilde kontrol altına alınacak ya da sınırlar kapanmaya başlayacak.
Neoliberal koşullar altında, ABD ve Avrupa Birliği’nin, Afrika’yı da koruyacak biçimde, iklimi ve pandemiyi düzeltmesini bekleyemeyiz. Ya toptan bir küresel sol yönetişim modeli oluşacak ya da sınırlar, duvarlar yükselecek. Macaristan’da yapılan bu, ABD’de radikal sağın yapmak istediği bu.
Neoliberalizmden uzaklaşma ve radikal sağcı bir devlet kapitalizmi kurma çabası yaygın. Türkiye bu rotaya girmeye çalışan ülkeler arasında. Bu tarz bir ekonomi bir diktatörlük kurmadan yapılabilecek bir şey değil. Serbest ve adil seçimlerle ayakta kalamazsınız. Türkiye liberal demokrasiymiş gibi davranmayı bile bırakacak.
Hem önceki yılda hem de 2021’de iklim krizine karşı uygulanan ekonomik politikaların sonuçlarına karşı ya da ırkçılığa karşı, bazen kitlesel, bazen de daha lokal ve inişli çıkışlı eylemler oldu. Bu hareketlenmelerde değişimin yönünü etkileme kabiliyeti görüyor musunuz?
Bunun da tabii çok boyutu var. En büyük başlığı atayım. Hem Avrupa’da hem ABD’de The Green New Deal ya da Yeni Yeşil Mutabakat denen fikri liberal soldan sosyalist sola kadar birçok hareket sahiplenmiş durumda. Hem neoliberalizmin çöküşüne hem iklim krizine hem pandemiye karşı öneriler içeren, sadece bir politikalar paketi değil, oldukça kapsamlı yeni bir kalkınma ve siyaset modeli bu.
Sosyalistler, sosyal demokratlar ve liberal sol farklı anlamlar yüklüyor bu fikre. Ve herkes kendi tarafına çekmeye çalışıyor. Fakat bir o kadar önemlisi, neoliberalleşmiş merkez sol tüm bu gruplara karşı cephe aldı ve savaşıyor. Yeni Yeşil Mutabakat’ı Batı Avrupa’nın ve ABD’nin yerleşik merkez solu istemiyor. Şu anda siyasetin tepesinde dönen savaş bunun üzerinden. Bu savaşı mesela Biden’ın altyapı paketinde gördük. Temel rakamlar üzerinden özetleyecek olursak, Yeni Yeşil Mutabakat’ın önderleri diyor ki, bize 8-9 trilyon dolarlık bir paket lâzım ABD’nin altyapısını yenilemek için. Merkez solun hafif sola çark etmiş hali olan Biden bunu 3,5 trilyona çekti. Fakat neoliberal senatörler ve lobi çevreleri 2 trilyonun altına çekiyor altyapı harcamalarını. Bu kadar az bir yatırım, yıkım ve felaket demek. Doğacak boşlukta radikal sağın mutlaka yükselmesi demek.
Biden sosyal demokratlarla bu neoliberal cephe arasında bir köprü işlevi görmeye çalışıyor, ama köprü çökmüş durumda. En azından şimdilik. Biden partiyi tamamen sosyal demokrat bir parti haline getirmeden hafif sola çekmeye çalışıyordu. Başarsaydı, parti sosyal demokrasi ve sol liberalizm koalisyonu haline gelecekti. Fakat neoliberaller buna izin vermedi. ABD’de buna izin verilmeyince, Avrupa’ya da yön gösteren ABD olduğu için, orada da tıkanıklık devam ediyor. Belki bu kadar kötü değil orada durum, ama balık baştan kokar.
ABD bu halde olunca, Avrupa’da sol neoliberalizmden sosyal demokrasiye gidilemiyor. Bu noktada grevler ve diğer toplumsal hareketler devreye giriyor: Ancak tabandan baskı gelirse bahsettiğim dengeler değişebilir. Grevler, sendikalaşma ve sokak hareketleri artarsa Biden gibi partiyi sola çekmeye çalışanların eli güçlenir. Ekim ve kasım aylarında grevlerde bir yükseliş gördük, ama bu dalgalı bir hal. Bir sene, iki sene ortalığın sallanması lâzım ki neoliberaller zemin kaybetsin.
Burada bir parantez daha açacağım. Radikal sağın on senedir dünya çapında konsolide olduğunu söylüyorum, ama bu süreçte de dalgalanmalar görüyoruz. 2021 o açıdan önemliydi. Adil ve özgür seçimlerle hükümete gelmiş, örgütlü radikal sağcı bir öndere Hindistan’da ciddi bir geri adım attırıldı. Modi’nin ilk büyük yenilgisini gördük bu sene. Bunu başaran, varlıklı çiftçilerin önderliğinde olsa da, milyonlarca yoksul köylüyü sokaklara döken bir halk ayaklanmasıydı. Modi kendi siyasi tabanı olan çiftçi ve köylülerin de yaşadığı bir eyalette tarım politikasını piyasaya teslim etti. Destekleri kaldırdı. Köylüler ve varlıklı çiftçiler, siyasi ve kültürel boyutu olmayan, fakat ekonomik anlamda militan bir hareketlenmeyle Modi’yi bu politikadan vazgeçirdiler.
Burada hemen kısaca bir Gezi karşılaştırması yapalım. Gezi’de zayıf olan ekonomik ve alt sınıf boyutları Hindistan’da çok güçlüydü, ama Gezi’nin tersi olarak, siyasi ve kültürel boyutu yoktu Hindistan’daki hareketin. Bir Arap Baharı hatırlatması da gerekiyor bu noktada. Tunus’u dışarıda tutacak olursak, mesela Mısır’da iki boyut da vardı: Hem Gezi boyutu hem de Hindistan’daki gibi alt sınıf boyutu. Ama ikisi birleşmedi Mısır’da. Arap Baharı’nın asıl sorunu oydu. Hindistan örneği üzerinden söylemeye çalıştığım, bu diktatörlere de, merkeze de geri adım attıracak, onları sola çekecek hareketler yaşanıyor, fakat bir ortak çatı, ortak proje yok. Dünya çapında on senedir durum bu. Orta sınıf uzmanların, solcu önderlerin kafasında bir şeyler olabilir, fakat çok geniş halk hareketleriyle birleşen bir vizyon yok.
Faize saldırı gibi görünen şey hem faize saldırı hem de cari açığa ve de serbest piyasaya dayanan modele saldırı. Zorla liranın değerini düşürüyorlar, halkı yoksullaştırıyorlar. Amaç ne? Türkiye’yi ihracatta daha güçlü yapmak. MGK’nın ekonomiye el atması bir kaza değil. Bu yeni model ancak askerileşerek, militerleşerek kurulabilecek bir şey.
2022’ye hangi dinamikler sarkıyor dünya ölçeğinde?
Radikal sağ konsolidasyonun devam edeceğini düşünüyorum. Brezilya ve Filipinler gibi ülkelerde bu konsolidasyon sansasyonel biçimde yürütülüyor. Polonya, Macaristan, Sırbistan, Bulgaristan gibi ülkelerde ise, çok gazete haberi olmadan, sessiz sessiz güçleniyor reaksiyoner rejimler. Önümüzdeki yıllarda, başka radikal sağcı rejimler de katılabilir bunlara. Bu rejimlerden bazıları düşebilir. Mesela Likud hükümeti 2021’de düştü, ama İsrail’de aşırı sağın işinin bittiği anlamına gelmiyor bu. Radikal sağın karşısında ne örgütleniyor diye bakıyorsunuz, darmadağınık bir koalisyon. Sağın karşısında, radikal sağdan merkez sola her bileşeninin farklı bir şey söylediği, ancak merkezin daha çok çökmesine hizmet edecek tutarsız ittifaklar var, İsrail’de de, dünya çapında da.
2022’de de benzer bir tablo bekliyorum, eğer solda ciddi bir toparlanma olmazsa. Enerji krizi keskinleşecek. Merkez sol buna cevaben tutarsız ve yaptırım gücü olmayan şeyler evelemeye gevelemeye devam edecek. Ve “duvarları yükseltelim, petrol üretelim, kendi işçi sınıfımızı besleyelim, ama başka ülkelerin işçi sınıfına ve orta sınıflarına düşmanız” gibi çok net mesajlar veren radikal sağ dünya ölçeğinde yükselmeye devam edecek.
Aslında bu rejimlerin kendi işçi sınıflarına ne verebilecekleri de tartışmalı. Aralarında ciddi farklar da var. Mesela Macaristan’da toptan bir ücretli yoksullaşması görüyoruz, ama Polonya radikal sağı, tam da söz verdiği gibi, etnik çoğunluğa ait olan işçileri koruyor. İklim krizi, pandemi ve diğer sağlık sorunları ve merkezdeki çöküş şiddetlenerek devam edecek.
Burada dünya soluna çok büyük görevler düşüyor. Bir taraftan varolan irili ufaklı hareketleri desteklerken, ortak bir vizyon oluşturmak gerekiyor. Ulusal temellere dayanan, fakat küresel çapta da çözüm paketi olan bir vizyon çıkması lâzım. Çok farklı renkleri ve sesleri içeren, ama –çöken piyasa kapitalizmine ve bunun tek bütünlüklü alternatifi olarak yükselen devlet kapitalizmine karşı– sosyalist mesajı net olan bir çatı kurulması lâzım.
Türkiye’ye baktığınızda 2021’i nasıl görüyorsunuz ve 2022’ye neler kalıyor?
İki temel dinamik var: iklim krizi ve ekonomik kriz. Yangınlar ve müsilajın yol açtığı yıkımı gördük. Sorun, buradan bir siyaset üretilememesi. Bu konularda “bakın hükümet ne kadar kötü” dendi ve orada duruldu. Siyasallaşan bir süreç yaşanamadı. İklim krizinin başka görüngüleri de olacağını düşünüyorum 2022’de. Ekonomik olarak ise şu an büyük mesele kur krizi tabii. Kur meselesi deyip geçmemek lâzım. Bu aynı zamanda askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel bir mesele. Kur krizi bütün sistemin krizinin sadece görünen tarafı. Nedir bu? Dünyada bir kalkınma modeli çöktü. Türkiye’deki de çökmüş durumda. Ama bu çöküş 2008’den beri sürüyor. Bir yol arayışı var. ABD kendi yolunda ısrar ediyor. Obama ve Trump o yolu değiştiremedi. Trump’ın faşist danışmanı Steve Bannon yeni bir yol yaratmaya çalıştı, başaramadı. Macaristan ise kısmen yeni bir yola girmiş durumda. Polonya da neoliberal rotadan çoğunlukla çıktı. Türkiye Macaristan-Polonya modeliyle eski AKP modelinin arasında kaldı. 2020’de Türkiye radikalleşerek Macaristan-Polonya rotasına girmeye başladı. Faize saldırı gibi görünen şey hem faize bir saldırı hem de cari açığa ve de serbest piyasaya dayanan modele bir saldırı. Zorla liranın değerini düşürüyorlar, halkı yoksullaştırıyorlar. Buradaki amaç ne? Türkiye’yi ihracatta daha güçlü yapmak. MGK’nın ekonomiye el atması bir kaza değil. Bu yeni model ancak askerileşerek, militerleşerek kurulabilecek bir şey. AKP içindeki bazı unsurlar, radikal, militer, milli bir ekonomi kurmaya çalışıyor. Ama partinin elini, ayağını bağlayan çok şey var. Eski borçları, eski ittifakları vesaire…
AKP bazılarının “milli ekonomi” dediği projeyi sekiz senedir denemeye çalışıyor, ama hâlâ tam hayata geçirememiş durumda. Son iki aydır bu konudaki radikalleşme yaşandı, onun sancısını yaşıyoruz. MGK da partiye katılarak Türkiye’yi bu yönde ittirmeye çalışıyor. Bu ne anlama gelir? Halkın iyice yoksullaşması, ücretlerin düşmesi ve Türkiye’nin Macaristan-Polonya rotasına yavaş yavaş girmesi.
Çöken sadece dünya çapında kırk yıldır kurulan ekonomik model değil, çöken ABD emperyalizmi. Türkiye kendisine yeni bir alt-emperyal rota arıyor. Rus-Çin odağına bir mini emperyal partner olarak katılmaya çalışıyor. Bu da zaten militerleşen ekonomiyle iç içe giden bir şey.
AKP genel başkan vekili Numan Kurtulmuş’un “Ekonomi tabii ki siyasal kararlardan uzak değildir” diye bir beyanı oldu. MGK bildirisini destekleyen bu söylemin ardından Orhan Gencebay da “Dolar dış güçler yüzünden yükseliyor” dedi ve sosyal medyada çokça tepki aldı.
Batsın bu neoliberalizm. (gülüyor)
Bu sürecin yeni dönemde de sertleşerek devam edeceğini öngörüyorsunuz…
Tabii. Bu tarz bir ekonomi bir diktatörlük kurmadan yapılabilecek bir şey değil. Rusya, Çin ya da Macaristan tarzı bir ekonomide serbest ve adil seçimlerle ayakta kalamazsınız. Artık tamamen “tedbirli seçimler”e geçilerek böyle bir ekonomi kurulabilir. Türkiye liberal demokrasiymiş gibi davranmayı bile bırakacak. Hâlâ öyle davrananlar var. O da yavaş yavaş bırakılır iktidarda kalabilmek için.
Pasif Devrim –İslâmi Muhalefetin Düzenle Bütünleşmesi adlı kitabınızda analiz ettiğiniz AKP pratiği ile AKP’nin günümüz Türkiye’sindeki pozisyonunu kıyaslarsanız neler söylersiniz?
Tabii o zaman neoliberalizme daha sıkı bir bağlılık vardı. Liberalizme de işlerine yaradığı kadarıyla sadıklardı. AKP o rotadan çoktan çıkmış durumda. En azından 2011’den beri bunun giderek keskinleşen biçimde yaşandığını söyleyebiliriz, ama el yordamıyla yeni yön aramalar 2007-2008 dünya krizinden beri devam ediyor. Liberalizmle de artık tamamen araçsal bir ilişkileri var. AKP’nin MHP ile ittifakı sadece bir seçim ittifakı değil, yapısal bir ittifak. AKP artık yer yer faşizan, yer yer muhafazakâr, ama aslolarak devletçi ve milliyetçi bir parti artık.
Kur dalgalanması sonucu TL’nin rekor düzeydeki değer kaybı ve art arda gelen zamlarla birlikte, 23 Kasım’da pek çok kentte hükümeti istifaya çağıran eylemler oldu. 25 Kasım’da polisin engelleme girişimlerine rağmen yine pek çok kentte şiddete ve yoksulluğa karşı güçlü bir kadın isyanı gördük. 2022’ye girerken bu dinamikler ve başka muhalefet potansiyelleri önümüzdeki dönemin fotoğrafını nasıl etkileyecek?
Toplumsal muhalefet güçlenerek devam edecek. Çünkü merkez çöktükçe ve sağ radikalleştikçe mutlaka bunun bir karşılığı olur. Türkiye’de de, dünyada da. Dediğim gibi irili ufaklı hareketler zaten devam ediyor ve ben bunların artacağını düşünüyorum 2022’de de, sonrasında da. Her yıl bu muhalefet güçlenerek devam edecek, iniş ve çıkışlar olsa da. Ama mesele, buradan bir proje çıkacak mı, bir çatı çıkacak mı? Bir radikal sağ opsiyon var, buna karşı bir sol opsiyon oluşacak mı? Mesele bu. Görev bu hareketlere bir yön verebilmek. Şu anda bir yönü yok çünkü bunların. Bir karşıtlık üzerinden yükseliyor her şey: AKP karşıtlığı. Bu yeterli değil. Yoksulluğa karşı sokak hareketleri, şiddet eleştirisi ve AKP karşıtlığı gerekli, fakat yeterli değil.
Başka bir mesele daha var. Türkiye dışı, ama Türkiye’yi de etkileyen bir mesele. ABD’nin Afganistan hezimeti 2021’in en büyük üç olayından biriydi. Bu kendi başına bir olay değil, bir dinamiğin dışavurumu. Çöken sadece dünya çapında kırk yıldır kurulan ekonomik model değil, çöken şey ABD emperyalizmi. Ama bunu çok muzaffer bir şekilde de söyleyemiyorum. Çünkü yerine gelen sürdürülebilir bir şey yok. Afganistan’da liberal emperyalizmin yerine Taliban geliyor. Irak’ta ve Lübnan’da, ABD’nin kurmaya çalıştığı liberal emperyal modelin kurulamamasının neticelerini görüyoruz. Liberal demokrasi yaşayamıyor bu ülkelerde, mezhep kökenli milis hükümetleri kuruluyor. Macaristan, Çin modelinden bahsettik. Irak ve Lübnan’da kurulan yeni dengeler bir “model” de değil. Ülkelerin yağmalanmasından başka sonucu olmayan, model olmayan modeller serpilip gelişiyor. Türkiye şimdi bütün bunların arasında sıkışmış durumda ve kendisine yeni bir alt-emperyal rota arıyor. AKP ve çevresindekilerin şu anda gördükleri, ABD emperyalizminin çöktüğü. Buna karşı Rus-Çin odağı var, onu yakından takip ediyorlar ve köprüler kurmaya çalışıyorlar. Ve bu odağa, Türkiye bir mini emperyal partner olarak katılmaya çalışıyor, ABD ve Batı ile bütün bağlarını koparmadan. Bu da zaten militerleşen ekonomiyle iç içe giden bir şey. Askeri harcamalar ve askeri üretim milli ekonominin olmazsa olmazı. Bunların hiçbiri birbirinden bağımsız değil. İklim de bunlarla ilintili, özellikle de dünya çapında yaşanan enerji krizini düşünürseniz. Ekolojik sorumluluk göstermeyen bir “milli ekonomi” Türkiye’nin ve bölge ülkelerinin kaynaklarını sorumsuzca ve yıkıcı biçimde tekelleştirmek ve tüketmek üzerine kuruluyor. Rus kapitalizmiyle net bir ideolojik-militer akrabalık da var burada. Ekonomi bunlara bağlı ve Türkiye’nin emperyal hevesleri de bütün bu tablodan beslenen bir dinamik. Bu emperyal hava ve heveslerin de şiddetlenerek artacağını düşünüyorum.
Türkiye ve dünya bakımından 2022’ye dair dileklerinizle bitirelim…
Anti-emperyalizmin, kadın hareketinin, iklim meselesinin, azınlık ve yerli hareketlerinin, işçi hareketinin birleştirilmesi, geniş bir cephe kurulması. Türkiye özelinde, bunun sadece AKP karşıtlığı üzerinden yapılmaması. Dileğim bu. Yepyeni bir dünya kurabiliriz ve kurmak zorundayız. Kuramazsak hepimiz çok büyük bedeller ödeyeceğiz. Bunu sadece solcular, merkezciler açısından söylemiyorum. Bütün insanlık çok ağır bedeller ödeyecek. Dünya, Türkiye ve bölgemizin toptan çöküşü, siyasi olarak liberal ve ekonomik olarak piyasacı politikalara geri dönülerek durdurulacak bir şey değil. Merkezin çöküşüne ve radikal sağın yükselişine zaten bu politikalar sebep olmadı mı? Tek çaremiz yeni bir odak oluşturmak.
1+1 Express, sayı 178, Kış 2021-22