Kamuoyu araştırma şirketi Konda’nın ocak ayı başında yayınladığı “10 Yılda Ne Değişti?” başlıklı “Hayat Tarzları” araştırması raporuna göre, Türkiye’de ateist oranı yüzde 1’den yüzde 3’e, “inançsızlar” ise yüzde 1’den yüzde 2’ye çıktı. Kendisini “dindar” olarak tanımlayanlar yüzde 55’ten yüzde 51’e düşerken, “inançlı” olarak tanımlayanlar yüzde 31’den yüzde 34’e çıktı.
Bu rapor üzerine bir basın kuruluşuna demeç veren din öğretmeni ve Eğitim-İş Sendikası yöneticisi Cemil Kılıç, başını Akit’in çektiği İslâmcı medyanın engizisyonuna maruz kaldı. Demecinde “Namaz, siyasi iktidara itaatin bir ifadesi olarak kılınıyor. Nitekim camilerde de siyasi iktidarın politikalarını yansıtan vaazlara artık daha sık tanık oluyoruz. Bugün ateist veya deistlerin pek çoğu Müslümanlardan daha ahlâklı ve vicdanlı” diyen Kılıç, yandaş medyanın hedef göstermesiyle birlikte, ölüm tehditleri almasının yanısıra, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından öğretmenlik görevinden alındı, kısa bir süre sonra da hakkında soruşturma başlatıldı. İktidar medyasının hedef göstermeyi sürdürdüğü Cemil Kılıç’ın o demecinin ardında nasıl bir İslâm anlayışı var? Kendisinden dinliyoruz…
İslâm’a bakışınızın iktidar ve medyasınınkinden farkı ne?
Cemil Kılıç: Biz Emevi Müslümanlığına karşı Muhammedî İslâm’ı, Kur’an Müslümanlığını savunuyoruz. İslâm’ı sosyal bir hareket, Hz. Muhammed’i de, Allah’ın bir elçisi olmanın yanısıra, büyük bir toplumcu önder olarak görüyoruz. İslâm mazlumların, ezilenlerin mücadelesidir. İktidarlara, Mekke kodamanlarına karşı mazlumların sınıfsal bir hareketidir. Hz. Muhammed bu hareketin öncüsüdür. Fakat İslâm, peygamberin vefatından yıllar sonra, Emeviler tarafından iktidar ideolojisi haline getirilmiştir. Bizimki de, iktidar ideolojisi haline getirilen, yani tersyüz edilen İslâm’ı asli kimliğine yeniden döndürme mücadelesidir. Çünkü, dediğim gibi, İslâm mazlumların, ezilenlerin davasıdır.
Peki sizi hedef gösterenlerin, İslâmcı medyanın temel rahatsızlığı ne?
Onlar iktidar ideolojisi haline getirilmiş bir İslâm’ı savunuyor. Bizim anlayışımızda ritüeller değil, ahlâki davranışlar ön plandadır. Dolayısıyla biz, insanların ahlâki değerlere ne kadar bağlı olup olmadıklarını kriter olarak tespit eder, onu göz önünde bulundururuz. İslâm’ı iktidar ideolojisi olarak kabul edenler ise ritüellere bakarlar. Namazını kılıyor mu, orucunu tutuyor mu, devlet başkanına itaat ediyor mu? Onların kriterleri bunlar. Hilafetçi, saltanatçı anlayışın bir yansımasıdır bu.
Emevi Müslümanlığı ile Muhammedî İslâm iki ayrı ekol mü, yoksa siz mi böyle bir tasnife gidiyorsunuz?
Elbette bunlar iki ayrı ekoldür. Tarihte de Emevi Müslümanlığına karşı Muhammedî İslâm’ın bir direnişi vardır. Bu direniş Ehlibeyt yoluyla, Ebu Zer Gıfârî, İmam-ı Azam Ebu Hanife üzerinden devam etmiştir. Tarihte egemenlerin İslâm anlayışı ile ezilenlerin İslâm anlayışı iki ayrı ana damardır. Biz ezilenlerin, mazlumların gözüyle geliştirilmiş İslâm yorumunu esas alıyoruz. İslâm tarihinin hemen her evresinde bu karşılıklı mücadelenin tezahürlerini, iktidarlara karşı mazlumların başkaldırısını, ezilmişliğini, zindanlara atılmalarını gördük. İmam-ı Azam Ebu Hanife zindana atılıp kırbaçlanarak şehit edildi. Çünkü o, Emevi ve Abbasilere başkaldırmış büyük bir İslâm bilginiydi. Bu mücadelenin kökeninde Ebu Hanife, Ebu Zer Gıfârî, İmam Muhammed Mâtürîdî, Hz. Ali var. Türkiye’deki iktidar medyası Muaviye’nin, Emevilerin İslâm’ını savunuyor. İktidara itaat, Allah’a itaat gibi telakki ediliyor. Namaz, Allah rızası için değil, sanki iktidara sadakatin siyasal gösterisi gibi kılınıyor. Nitekim, camilerde iktidarı destekleyen siyasi vaazlar veriliyor, hutbeler hükümetin politikaları doğrultusunda belirleniyor. Biz bunların İslâm’a, Kur’an’a, Hz. Muhammed’in nebevi sünnetine aykırı olduğunu söylüyoruz. Muhammedî İslâm açısından bakıldığında, insanların hangi inanca mensup olduklarından çok, onların ahlâki özellikleriyle ilgilenilir. Bu nedenle ateistlerin ve deistlerin, istisnalar dışında, çoğunluk itibariyle ahlâki açıdan Kur’an ahlâkına daha uygun bir hayat sürdüğünü söylüyoruz. Ben de bir Müslüman olarak bunu teşhis ediyorum.
Biz ezilenlerin gözüyle geliştirilmiş İslâm yorumunu esas alıyoruz. İslâm tarihinin her evresinde iktidarlara karşı mazlumların başkaldırısını, ezilmişliğini, zindanlara atılmalarını gördük.
Nasıl teşhis ediyorsunuz bunu?
İslâm dünyasındaki suç oranları ile ateizmin, deizmin daha yaygın olduğu toplumların, ülkelerin suç oranlarını karşılaştırın. Pakistanlı İslâm bilginlerinin yaptığı bir araştırma, Kur’an’daki ahlâki ilkelere uyum bakımından Batılı ülkelerin, İskandinav ülkelerinin, İslâm ülkelerinin önünde olduğunu ortaya koyuyor. Mehmet Akif Ersoy, Avrupa gezisinden dönünce, “Avrupa’da Müslüman yok, ama İslâm var, Türkiye’de Müslüman çok, ama İslâm yok” diyor.
İslâmcı medya tarafından hedef gösterilmeniz üzerine, sizin içinde olduğunuz ekole yakın kesimlerin desteğini gördünüz mü?
Hiç yalnız kalmadım. Gerçek İslâmî anlayışı savunanlar benim yanımdalar. Nitekim dindar kesime mensup, hatta İslâmi önder diyebileceğimiz pek çok kişiden de destek aldım. Uğradığımız zulmü doğru bulmayan bir yığın ilahiyatçı, din kültürü öğretmeni beni arayıp destek bildirisinde bulundu. Dolayısıyla, iktidar medyasının yansıttığının aksine, hiç de yalnız değilim. İktidar medyası dindar mı? Emevi Müslümanlığına göre dindar, ama Muhammedî anlayışa göre dindar değil ki! Onlar da, onların yanında yer alanlar da kesinlikle dindar değiller. Bizi din karşıtı olmakla suçluyorlar. Zamanında bunların ideolojik ataları İmam-ı Azam Ebu Hanife’yi de din karşıtı, deccal olmakla suçlamıştı. Bunların ideolojik ataları, Hariciler, Hz. Ali’ye bile kâfir dediler. İktidar medyası kendi kafasına göre kurguladığı bir sözde dine göre, bize birtakım elbiseler biçiyor, hüküm veriyor. Ama bunların hiçbirinin zerre kadar önemi ve değeri yok. Zira bunların İslâm’la alâkaları yok. Yolsuzluğu, hırsızlığı, arsızlığı İslâm’la bir arada değerlendirebilir miyiz? İktidar medyasında bu konularda bir tane habere rastlayabiliyor musunuz? Bütün meseleleri iktidarda olmak ve halka itaat ettirmek. Oysa İslâm, tarihin gördüğü en büyük başkaldırı hareketidir, ki sloganı “la ilahe illallah”tır. Bizi heyecanlandıran bu slogandır.
İktidar medyası Emevilerin İslâm’ını savunuyor. İktidara itaat, Allah’a itaat gibi telakki ediliyor. Namaz iktidara sadakatin siyasal gösterisi gibi kılınıyor.
Neden?
Çünkü “la ilahe illallah”, güç odaklarına karşı söylenmiş bir sözdür. Bu sözün anlamı, Allah’tan başka bir otorite tanımamaktır. Allah’ın otoritesi de zaten mazlumların vicdanındadır. Mazlumların vicdanı, Allah’ın otoritesini yansıtır. Nitekim Allah der ki, “ben hiçbir yere sığmam, mü’min kulumun kalbine sığarım”. Vicdan, kalp, yürek… Biz İslâm’ı böyle yorumluyoruz.
Türkiye’deki AKP iktidarı, İslâmcı söylem üzerinden toplum üzerinde tahakküm kurdu, Suriye savaşında cihatçı örgütler katliamlarıyla nam saldı. Bunca zulme karşı sizin İslâm anlayışınızı savunanların sesi neden gür çıkmadı, çıkmıyor? “Gerçek İslâm nedir” sorusuna egemen söylem ve uygulamalar üzerinden yanıt vermek yanlış mı?
İslâm tarihinde de, günümüzde de bizim İslâm anlayışımızın izdüşümleri var. Mesela Mısır’da Hasan Hanefi’nin önderlik ettiği bir İslâmi sol proje, Pakistan’da bir Muhammed İkbal olgusu var. Yakın zamanlar açısından Muhammed Abduh, Cemaleddin Afganî, Reşit Rıza örnekleri var. İslâm’ı çağdaş değerlerle bir arada yorumlamak, güncellemek anlamında bu isimlerin yarattığı birikimden hâlâ istifade ediyoruz. Cumhurbaşkanımız “İslâm güncellenmelidir” dediğinde kendisine destek verdim. Çünkü bugünkü koşullar, bin yıl önceki koşullar gibi değil. Elbette İslâm da güncellenmelidir. Ama iktidar medyasının bazı organları o zaman da cumhurbaşkanına tavır aldı, hatta onu imana davet edecek düzeyde imalı yazılar yazıldı. Açıkçası cumhurbaşkanının da düşünce dünyası açısından bizden yana olduğuna inanıyorum.
Pakistanlı İslâm bilginlerinin yaptığı bir araştırma, Kur’an’daki ahlâkî ilkelere uyum bakımından Batılı ülkelerin İslâm ülkelerinin önünde olduğunu ortaya koyuyor. Mehmet Akif Avrupa gezisinden dönünce, “Avrupa’da Müslüman yok, ama İslâm var, Türkiye’de Müslüman çok, ama İslâm yok” diyor.
Fakat ona bağlı olan Milli Eğitim Bakanı sizi görevden uzaklaştırdı…
Evet, devlet mekanizması içinde çelişen doğrultular olabiliyor, hatalar yapılabiliyor. Bu hatadan dönüleceğini düşünüyorum, buna inanmak istiyorum. Bugün Türkiye’de cemaat ve tarikatların temsil ettiği anlayışla İslâm’ı geleceğe taşımak imkânsız. İslâm tıkanıp kalır. İslâm’ın çağdaş değerlerle yeni bir direnişe, yeni bir ihyaya ihtiyacı var. Gelenekçi, Emevici anlayışın temsilcilerinin hedefindeyiz. Onlar kendilerince bize had bildiriyor. Ama bu onlar açısından sağlıklı sonuç doğurmaz. Çünkü onların da dayandığı toplumsal kesim bir noktadan sonra ellerinden kayıp gidecek. Gençler ateizme ve deizme yöneliyor. “Böyle bir dini anlayış olamaz” diyorlar. Artık iletişim çağındayız ve insanlar neyin ne olduğunu biliyor. İslâmi, dini tekeller yıkıldı. Gençler her türlü bilgiye ulaşabiliyor. Dolayısıyla bazı gerçekler artık manipüle edilemez.
Sizinki gibi bir İslâmcı anlayış, mevcut olandan farklı olarak nasıl bir Türkiye tahayyülü kuruyor?
Biz, barış içinde yaşayan, gelirleri adil bölüşen, yoksul-zengin uçurumunun olmadığı, tüm gençlerin iyi eğitim alabildiği, “komşusu açken tok yatan bizden değildir” anlayışının hâkim olduğu bir Türkiye hayal ediyoruz. İktisadi manada adaletin olduğu, fikir ve inanma ve inanmama hürriyetinin bulunduğu bir Türkiye için mücadele ediyoruz.
Geçtiğimiz gün sosyal medyada “10 years challenge” başlığıyla açılan bir hashtag’in altında onlarca kadın önceki başörtülü ve şimdiki başörtüsüz fotoğraflarını yayınladı. Siz bu vakayı nasıl yorumluyorsunuz?
Benim çevremde bir zamanlar başı kapalıyken şimdi başını açmış kadınlar var. Tabii tersi örneklerin de bulunduğunu görmezden gelemeyiz. Bir zamanlar başı açıkken şimdi kapatanlar da var. Başını açmak da, kapatmak da insanların kendi tercihleridir ve buna saygı duymalıyız. Başını açanlara yönelik saldırganlık yanlış bir tavırdır. İnsanlar tercihlerinde hürdür, hür olmalıdır. Fakat burada yeni olan, başını açan kızların bu kararlarını cesaretle savunuyor olmasıdır. Bugünün Türkiye’sinde başınız açıkken kapatmanız kolay. Belli çevrelerde takdir de görürsünüz. Ama başınız kapalıyken açmanız cesaret gerektiriyor. 28 Şubat sürecinde başı kapalı olanlara yönelik baskıdan bahsedebiliyorsak eğer, bugün de tam tersinin geçerli olduğunu görüyoruz. Çünkü güç odağı değişti. İnsanları başı açık veya kapalı olarak değerlendirme hakkımız yok. Kişi dürüst mü, adil mi, hümanist mi, barışçıl mı, özgürlükçü mü? Kriterlerimiz bunlar olmalıdır.
İslâmcı medyanın sizi hedefe koymasıyla beraber can güvenliği kaygısı yaşıyor musunuz?
Evet, birtakım tehditler söz konusu. Sendikamızın avukatı, yetkili makamları uyarma konusunda gerekli girişimlerde bulunuyor.
Önceki gün, hakkınızda bir soruşturma başlatıldığını açıkladınız. Soruşturmanın dayanağı ne?
2017 yılına ait bir dosyadaki suç isnadından dolayı ifade vermem için Emniyet Müdürlüğü’ne çağrıldım. Ama dosyayı henüz görmediğim için içeriğini bilmiyorum. Bu hafta sendikamız Eğitim-İş’in avukatıyla birlikte ifade vermeye gideceğim. Hakkımda daha önce açılmış çok sayıda soruşturma oldu, ama neredeyse tamamı takipsizlikle sonuçlandı. Hepsi basına verdiğim demeçlere dayanıyor. Öğretmenim ve Eğitim-İş Sendikası İstanbul 4 no’lu şube yöneticisiyim. Sendika yöneticisi kimliğimle, bize tanınan kanuni hak çerçevesinde bu açıklamaları yaptım.