ARSENE WENGER’İN “KIRMIZI-BEYAZ” HAYATI

30 Aralık 2020
SATIRBAŞLARI

Arsène Wenger otobiyografi hevesi olmadığını söylemişti 2015’te, ama şeytan dürtmüş olmalı, 2020 Ekim’inde “Kırmızı-Beyaz Hayatım”ı yayınladı.
1949’da Fransa’nın doğusundaki Alsace’ta bir köyde dünyaya gelen, mücadeleci bir orta saha oyuncusu vasfıyla Fransa 1. Ligi’nde Strasbourg formasını giyen, 30’lu yaşlarının başında teknik direktörlüğe başlayan, Fransa’da Cannes, Nancy ve Monaco’nun  ardından Japonya’da Nagoya Grampus Eight’i çalıştıran, 1996’da Arsenal’in başına geçen ve üç lig, yedi FA Cup şampiyonluğuna imzasını atan, dahası futbol âlemine “Wengerball” namlı estetik öncelikli oyun anlayışını getiren, kırmızı-beyazlı Londra kulübündeki 22 yıllık hocalığını 2018’de noktalayan ve Kasım 2019’dan beri FIFA Küresel Futbol Gelişim programını yürüten bu müstesna futbol adamının otobiyografisini vesile eden The Guardian gazetesi Jeremy Corbyn’den Ken Loach’a, Jose Mourinho’dan Spike Lee’ye, birçok ünlü isimden ve Britanya’nın yanı sıra Danimarka’dan Malezya’ya, Hindistan’dan Fransa’ya, dünyanın dört bir yanındaki okurlarından aldığı soruları video konferans marifetiyle Wenger’e pasladı ve ortaya bol gollü bir söyleşi çıktı. Bize de, 2020’nin nadir güzelliklerinden biri diyerek, nakletmek düştü.    

 

MARK STRONG (Aktör)

22 yıl boyunca teknik direktörlük yaptığınız Arsenal’de öğrendiğiniz en önemli şey neydi? Ve şansınız olsa, Arsenal’e imza atan Wenger’e ne tavsiye verirdiniz?

Sahadaki davranış ve oyun şeklimizin bizi tüm dünyada sevilen bir kulüp haline getirdiğini öğrendim. Ve spor, özellikle de futbol dünyasının, bizimle aynı değerleri paylaştığının farkına vardım. Kazanmak her şey değildir. Tabii ki kazandığımız şampiyonlukların Arsenal’in popülaritesinin artmasında rolü vardı, ancak bu sevginin temelinde zaferlerin ötesinde bir şey yatıyordu. Bu kulübün değerleri ve kimliği en az kazandığı kupalar kadar önem taşıyordu insanlar için. 
Genç Wenger’e tavsiyelerime gelince. Daha iyi ol! (gülüyor) Daha fazlasını başar!

 

DIANE ABBOTT (Siyasetçi, İşçi Partisi üyesi)

Sizi motive eden neydi? Kaybetme korkusu mu, kazanmanın verdiği mutluluk mu, yoksa güzel oyunun kendisi mi?

Hepsi. Ama şunu da belirtmeliyim ki, motive olmak için dış etkenlere ihtiyaç duymadım hiç. Kendimi daima geliştirmeye çalıştım. Tabii ki, bir birey olarak kendimden daha büyük bir şeye hizmet ediyor olma fikri de yardımcı oldu bana. Şüphesiz spor dünyasındaki her insan gibi ben de kaybetmekten nefret ediyordum, ve her maçı kazanmayı arzuluyordum. Ama kaybetme nefretinin kazanma arzusuna dahi ağır bastığını söyleyebilirim. Zira kaybetmek kapanması zor yaralar açıyor kalbinizde. Günün birinde kalbimi açan biri olursa, aldığım her mağlubiyetin izlerini görecektir. 
 

En beğendiğim film galiba Midnight Express. Çünkü öğrenciyken bu film ve ABD-Türkiye ilişkileri konusunda bir çalışma yapmıştım. Son zamanlarda Bohemian Rhapsody’yi ve Rocketman’i izledim. Biraz daha düşünsem bazı Visconti filmlerini söyleyebilirim.

MICHAEL ROSEN (Yazar)

Futbolun zirvesinde yer almak kişisel bir felsefenin gelişimine yardımcı oluyor mu?

Felsefesi olmayan bir bireyin o seviyede mücadele etmesine imkân yok. Bir rehbersiniz ve rehberin nereye gittiğini bilmesi gerekir, değil mi? Bu yüzden de etrafınızdakilerden ne beklediğinizi, oyuncularınızdan ne istediğinizi açık biçimde ortaya koyabilmelisiniz. Belirgin bir felsefeniz yoksa istikrar yakalamanız da zor. Neden orada olduğunuzun, ne yapmaya çalıştığınızın bilincinde olmanız şart. Bu bilinç, işler kötüye gittiğinde size dayanma gücü de veriyor.

 

NINES (Hiphopçu)

Benim gibi birçok sanatçı oyun stili ve sahaya birçok siyah oyuncu sürdüğü için Arsenal’i tutuyorduk. O yıllarda taraftar kitlesini farklılaştırdığınızın ve yeni kuşaklara örnek olduğunuzun farkında mıydınız? 

Dünyaya önemli olan şeyin yaptığınız işte iyi olmak olduğunu göstermek istiyordum. Spor bir liyakat düzeni. Önemli olan tek şey beceri, kifayet. Eğer söylediniz gelişmelerde bir rol oynadıysam ne mutlu bana. Benim için hayatta önem taşıyan şey yaptığın işte ne kadar iyi olduğun ve tabii ki davranış biçimin. Derinin renginin hiç mi hiç önemi yok.
 

Yer yer sertleşen Wenger-Mourinho rekabeti Premier Lig’e damgasını vurmuştu

JOSÉ MOURINHO (Teknik Direktör)

Seninle UEFA ve FIFA yemeklerinde ve toplantılarında birçok kez bir araya geldik. Kültür birikimin ve vizyonun sayesinde çok başarılı bir başkan ya da sportif direktör olabilirsin. Arsenal’de böyle bir görev almayı düşünür müydün, yoksa daima saha kenarında olmak mı istiyordun?

Arsenal yönetiminde, danışman olarak görev yapmayı isterdim. Açıkçası en üst düzeyde mücadele eden spor kulüplerinde ciddi bir bilgi eksikliği olduğunu düşünüyorum. Son dönemlerde futbolda başarılı olmanın birçok farklı yolu olduğunu gördük. Mesela Bayern [Münih] yolu: Nesilden nesile aktarılan kulüp değerlerini bilen, içselleştirmiş figürler getiriyor istikrarı ve başarıyı. Beckenbauer, Hoeness, Rummenige… İngiltere’de ise büyük yatırımlar sonucu çabucak başarıya ulaşan kulüpler var. Bunların ikisi de geçerli stratejiler. Burada önemli olan şey şu: Bir futbol takımı kimlik ve değerlerden oluşur, ve o kimlik ve değerleri de insanlar temsil eder. Benim görüşümü şekillendiren inanış buydu.

 

PATRICK MARBER (Oyun Yazarı)

Sizi en fazla etkileyen oyun ya da müzikaller hangileri?

İtiraf etmek gerekirse tiyatroya hiç gitmedim. Müzik konusunda da uzman değilim. Müzik dinlemeyi severim, ama benim hayatım futbola adanmıştı. Bu aslında utanç verici bir durum. Yirmi yıldır başkentte yaşıyordum ve beni ziyaret eden dostlarım “Londra’da nereleri gezelim?” diye sorduklarında “Bildiğim tek yer Arsenal, yani Emirates stadı ve antrenman tesisleri” diye cevap veriyordum. Londra’da neler var, hiçbir fikrim yoktu, hâlâ da yok. Şehri keşfetmedim yani.

Hiçbir zaman milliyetçi olmadım. Ülkemi severim ve saygı duyarım, ama sırf bu ülkedenim diye onun diğerlerinden üstün olduğunu düşünecek değilim.

PAUL GILROY (Akademisyen)

Japonya’daki hayatınızın spor ve estetik anlayışınız üzerinde nasıl bir etkisi oldu?

Orada yaşamanın çok faydasını gördüm. Bir kere çok daha açık fikirli biri yaptı beni Japonya. Unutmayın ki, Alsace’da doğmuş ve büyümüş, sonra Monaco’da çalışmıştım. Monaco, Alsace ile karşılaştırınca farklı bir ülke zaten. Sonra Japonya, daha sonra da İngiltere. Bunların hepsi çok farklı yerler. Bu beni daha hoşgörülü, daha anlayışlı bir insan yaptı. Ve anladım ki, her ülkenin kültüründe çocuk yaşlarda öğrenip içselleştirdiğimiz refleksler var. Başka kültürden biriyle tanışmak kendi benliğinizi terk edip karşınızdakinin gerçek anlamda kim olduğunu görmeye çalışmak demek. Ki teknik direktör olarak sürekli bu durumda buluyoruz kendimizi.
Japonya’da Japonca öğrenmeye çalıştım. Bir Japon asistanım vardı, bana bazı durumlarda nasıl davranmam gerektiğini gösteriyordu. Çok heyecan verici bir tecrübeydi ve eğer çok büyük bir kulüpten teklif almasam Avrupa’ya dönmeyecektim.

 

JAZZIE B (Müzisyen)

Japonya’da ve Londra’da bir yabancı olarak yaşadınız. Nasıl karşılaştırırsınız bu iki yeri?

 Japonya’dan İngiltere’ye geldiğimde kendimi eve dönmüş gibi hissettim, zira Japonya çok, ama çok farklı bir ülke. Oradaki hayatı ne kadar seversem seveyim, İngiliz yaşam kültürü bana daha yakındı. Ancak kariyerim boyunca yabancı bir ülkeye giden futbolcularıma hep şunları söyledim: “Tabii ki oradaki insanların sizi kabul etmelerini istiyorsunuz. Fakat unutmayın, eğer orada kabul görecekseniz, yerli halktan daha çok çalışmanız gerekecek.” Belki de bu yüzden yabancı ülkelerde çalışmaktan çok zevk aldım. Daha titiz, daha iddialı, daha talepkâr biri oldum bu sayede. Dediğim gibi, eğer yabancı bir ülkedeysem, oranın halkından çok daha fazla çalışmam lâzım.

Koyu bir Arsenal taraftarı olan Jeremy Corbyn zor günlerinde Wenger’in destekçisiydi

 
JEREMY CORBYN (Milletvekili, İşçi Partisi’nin Eylül 2015-Nisan 2020 yılları arasındaki lideri)

Yerele, yerel topluluğa bağlı bir felsefeniz var. Futbol dünyası gibi çok zor bir ortamda temel ilkelerinizi nasıl koruyabildiniz?

Genel olarak futbol seyircileri milli takımlarını sever. İnsanlar büyük takımları sever, ama aynı zamanda doğdukları yerin, yaşadıkları yöreni takımını tutar, destekler. Arsenal hem büyük hem de yerel bir kulüp olduğu için avantajlı durumda. Ancak yerellik ruhunu hep canlı tutmak gerekir. Emirates stadı da bizim için büyük şanstı, zira taraftarlarımızdan kopmamamızı, uzaklaşmamamızı mümkün kıldı.
Ne yazık ki, son yıllarda yerel kulüplere destek giderek azalıyor, hele alt liglerde durum daha da olumsuz. Şöyle: 92 kulüpten 20’si Premier Lig’de. Kalan 72’nin 65’i sürekli para kaybediyor çünkü yerel destek azalıyor.

 

JEREMY DELLER (Sanatçı)

Okuduğunuz son futbol-dışı kitap hangisiydi?

Sapiens’i [Yuval Noah Harari’nin insanlık tarihini konu alan kitabı] bitirmek üzereyim. İnsanları anlamama yardımcı olabilecek her şeyi okumaya gayret ediyorum. Toplum nasıl işliyor, demokrasi nasıl evrilebilir… Dünya zor bir süreçten geçiyor.

Fiziksel hızımızı daha fazla arttıramayız. Sınıra geldik. Karar verme hızımızı arttırmanın yollarını arayacağız. Nöroloji bu konuda çok faydalı olacaktır. Artık her futbolcu hızlı! Bir sonraki adım beynimizi hızlandırmak olacak.

ASIF KAPADIA (Yönetmen)

En beğendiğiniz film hangisi?

En beğendiğim film galiba Midnight Express. Çünkü öğrenciyken bu film ve ABD-Türkiye ilişkileri konusunda bir çalışma yapmıştım. Son zamanlarda ise Bohemian Rhapsody’yi ve Elton John hakkındaki Rocketman’i izledim. Elton John’u bir parça tanırım. Biraz daha düşünsem bazı Visconti filmlerini söyleyebilirim.

 

PHILIPPE SANDS (Avukat)

Sizin döneminizde futbol, ırkçılık, ve milliyetçilik arasındaki ilişkide bir değişim yaşandı mı?

Futbolun dünyaya örnek olabileceğini düşündüm hep. Çünkü futbolda iletişim kurmak için dile gerek yok. Oyun biçiminizle iletişim kuruyorsunuz, ki zaten bu yüzden de sahaya farklı ülkelerden gelen oyunculardan oluşan bir takım sürüp başarılı olabiliyorsunuz. 
İşte bu yüzden futbolun dünyaya güzel bir örnek olabileceği kanısındayım. Hiçbir zaman milliyetçi olmadım. Ülkemi severim ve saygı duyarım, ama sırf bu ülkedenim diye onun diğerlerinden üstün olduğunu düşünecek değilim.
 

Thierry Henry’nin 9 Nisan 2004 günü Liverpool filelerini havalandıran tarihi golü

SPIKE LEE (Yönetmen)

Arsenal tarihinin en büyük oyuncusu Thierry Henry bir gün takımın başına geçip biz “Topçular”ı bir kez daha zaferden zafere koşan bir takıma dönüştürebilir mi?

Umarım. Henry’nin başarılı olmasını isterim. Eğer olursa da Arsenal’e hoca olarak dönebilir. Ama umarım o günler gelmeden şampiyonluk kazanabiliriz. Şu anda takımın başında Mikel Arteta var. Onunla niye şampiyon olmayalım? Bir kulüp kimliktir, kimlik ise değerlere dairdir, değerler de onları taşıyan insanlardır. O cephedeki süreklilik çok önemli benim için.

 

ADRIAN DUNBAR (Aktör)

1998 Dünya Kupası finalinde Manu Petit’nin [Fransa’yı Brezilya karşısında 3-0 öne geçiren] golünü izlerken neler hissettiniz?

Mutlu oldum. Çünkü birincisi, Fransa benim ülkem. İkincisi, Manu Petit uzun zamandır milli formaya hasretti. Onun adına çok mutlu oldum. Aimé Jacquet [dönemin Fransa milli takım teknik direktörü], ki çok zeki biridir, bana kulak verdi. Ona dedim ki: “Petit’yi milli takıma al. Seni hayal kırıklığına uğratmaz.” Bence 98 Dünya Kupası’nın oyuncusu Petit’ydi ve kupa onun hak ettiği bir ödüldü, zira Patrick Vieira gibi, Arsenal’de de duble yapmıştı. Çok mutluydum onun adına.

Bir kulüp kimliktir, kimlik ise değerlere dairdir, değerler de onları taşıyan insanlardır.

 
SAFFRON BURROWS (Sinema oyuncusu)

Arsenal’e veda ederken hayatınızın eserine veda ettiğinizi düşündünüz mü?

Tabii ki. Bir aşk hikâyesinin sonuna gelmiştik. Ve eğer aşık olduğunuz insanla konuşmuyorsanız, antrenmana ya da stada da gidemezsiniz. Onu göremezsiniz. Öylece durup kalıverirsiniz. 22 yıl boyunca yaptığım şeyi bir anda bırakmıştım. Çok, çok zor bir süreçti.
Kulüple olan tüm bağımı koparmak istiyordum, kulübün de arzusu bu yöndeydi zaten. Bu yüzden maçlara gitmeme kararı aldım. Ama hâlâ tutkulu bir Arsenal taraftarıyım. Elinizden geleni yapıyor, çok çalışıyorsanız ağlayacak, sızlanacak bir şey yok demektir. Önünüze bakmanız lâzım. Acı çekecekseniz de sessizce çekin. Ben tam da bunu yaptım!

 

KEN LOACH (Yönetmen)

Futbol dünyasında eşitsizlik giderek büyüyor. Premier Lig kulüpleri milyonlarla ölçülürken, alt liglerdekiler ve yarı-profesyoneller hayatta kalmak, batmamak için çaba sarf ediyor. Diğer sanayi dallarında olduğu gibi, mevcut ekonomik sistem küçük bir kesim için büyük refah ve büyük kesim için de yoksulluk üretiyor. Taraftarlar, oyuncular ve teknik direktörler bir araya gelip bu durumu nasıl değiştirebilir?

Bir keresinde Paris’e giderken Ken Loach ile tanıştık ve sinema hakkında biraz sohbet ettik. Onun fakirlik ve zenginlik sorunu hakkında söyleyecek birçok şeyi var. Futbol şu andaki sorunun, yani zenginlerle yoksullar arasındaki büyüyen farkın üstesinden yoksullara destek olmadan gelemez. Eğer elit kulüplerin var olmalarını istiyorsak, küçük kulüplerin ölmesine seyirci kalamayız.
Futbol sahası olan yerlerde hayat vardır. Futbol mahallenin bir parçası, toplumun bir parçası. İnsanların düşlerinin bir parçası. Bu parçaları her yerde canlı tutmamız lâzım.

Sinema tarihinin gelmiş geçmiş en büyük futbol filmlerinden biri: Ken Loach, Kes, 1969

 

OKUR SORULARI

 

Hangi dilde konuşmayı ve okumayı tercih ediyorsunuz?

(Andrew Gogarty, Londra)

Fransızca. Almanca ve İngilizce de biliyorum, ama Fransızcam çok iyi. (gülüyor) İtalyanca ve İspanyolca da anlarım, biraz da Japonca. Ama bu dilleri az konuşabiliyorum. Eğer kısa bir süreliğine oralarda yaşayacaksam beni idare ediyor.

 

Şu andaki Arsenal teknik direktörü Mikel Arteta’ya ne tavsiye edersiniz?

(Stephen, Fransa)

Halihazırda yaptığı gibi, takımı kontrol altında tutmasını. Ve inandığı şey uğruna sonuna dek savaşmasını. İyi bir takım ruhu yakaladılar ve başarılı olma şansları var. Geçen sezon topladıklarından fazla puan toplamanın çok da zor olmayacağını düşünüyorum. İlk dörde girecekleri kanaatindeyim. Daha fazlası da mümkün. Bu sezonun sürpriz takımı olabilirler: İyi transferler yaptılar ve savunmalarını güçlendirdiler. Ve ellerindeki iyi oyuncuları kaybetmemeyi de başardılar. Başarılı olmak için gereken ne varsa Arsenal’de var.

 

Sosyal medya size hiç mi cazip gelmiyor?

(Anthony Thomas, Oxford)

Hayır. Oradan uzak durmaya, bağışıklığımı korumaya kararlıyım. Sosyal medyanın ilginç olan tek yanı bir şeyler öğrenmemizi sağlayacak potansiyeli olması. Ben çocukken bir şeyler öğrenmek için savaşmak zorunda kalırdık. Örneğin kütüphanede aradığım şeyi bulabilmek beni çok mutlu ederdi. Şimdiyse bilgi fazlalığı var. Bu yüzden de doğru bilgiye ulaşmanın önemi arttı. Sosyal medyaya karşı değilim, ama vakit kaybı olduğunu düşünüyorum. Bir de biraz fazla siyah-beyaz; hayat öyle basite indirgenecek bir şey değil. 

Futbol sahası olan yerlerde hayat vardır. Futbol mahallenin bir parçası, toplumun bir parçası. İnsanların düşlerinin bir parçası. Bu parçaları her yerde canlı tutmamız lâzım.


Kariyeriniz boyunca, özellikle de Arsenal’in başında geçirdiğiniz son yıllarda, eleştiri oklarının hedefi oldunuz? Sizi derinden etkileyenleri var mıydı bunların arasında?

(Samrat, Hindistan)

Öncelikle hangi eleştirilerin haklı, hangilerinin haksız olduklarına karar vermek gerekiyor. Tabii ki etkileniyordum. Aksi mümkün değil, hele de elinizden gelenin en iyisini yaptığınıza inanıyorsanız. Eleştiriler 2016’da başladı, ligi ikinci sırada bitirdiğimiz, şampiyon olamadığımız için eleştirildik. Şimdi ikinci olsak herkes takdir eder bizi. Ama o yıl Leicester şampiyon olduğu için bizi başarısız ilan ettiler. Halbuki o çok iyi bir Leicester takımıydı ve sezon boyunca sadece üç mağlubiyet almışlardı. Ama bir kulüpte uzun süre geçirince bu tip eleştirilere hazırlıklı oluyorsunuz zaten.

Wenger daha başında Arsenal taraftarının gönlünü kazanmıştı


İngiliz milli takım teknik direktörlüğü teklif edildi mi size?

(Gavin Stamp, Kingston)

Birçok kez. Teklifleri reddetmemin başlıca iki nedeni vardı. İlk olarak, milli takımın başında bir İngilizin olmasının daha iyi olacağı kanısındaydım. İkincisi, olduğum yerde çok mutluydum. Çok sevdiğim bir kulüpte, çok sevdiğim bir işi yapıyordum.
Bayern, Juventus, Barcelona… Birçok kulüpten teklifler aldım. Bugün hayatımı yaşayış biçiminden gurur duyuyorum. Kulübüme çok zorlu bir zamanda, stadyumun parasının geri ödenmesi gerektiği dönemde, elimden geldiğince hizmet ettim. Mesele sadece şampiyonluk kazanmak değildi, bu zorlu süreçten en az zararla çıkmak zorundaydık. Bunu başarmaya çalıştım. Daha sonraları insanlar bana “Kulüpte gereğinden uzun süre kaldın” dediler, ama bana hiç de öyle gelmedi. (gülüyor)

 

Sosyalist misiniz?

(Nabhas, Hindistan)

Sizce sosyalizm nedir? Sosyalizm, bir toplumun sorunlarını çözmek için toplumsal bağlara güven duymaktır bana göre. Öncelikle, bireylerin kendilerini ifade etmelerini sağlayan bir kolektif ortam gerekiyor. Belirleyici olan böyle bir kolektif ortam bence.

 

Güzel futbol tutkunuzun bazı noktalarda başarılı olmanıza engel olduğunu düşünüyor musunuz?

(Matt, Highbury)

Bence futbolun bu kadar defansif bir hal almasının nedeni bilim insanlarının oyunun kontrolünü ellerine almış olmaları ve oyuncuların fiziksel güçlerinin inanılmaz seviyelere çıkmış olması. Ama bir noktada inisiyatif alan insanların ödüllendirilmesini sağlamak zorundasınız. Yoksa insanlar bu oyunu seyretmekten sıkılacaklar.
 

Sosyal medyanın ilginç yanı bir şeyler öğrenmemizi sağlayacak potansiyeli olması. Ben çocukken bir şeyler öğrenmek için savaşmak zorunda kalırdık. Şimdiyse bilgi fazlalığı var. Bu yüzden doğru bilgiye ulaşmanın önemi arttı. Sosyal medyaya karşı değilim, ama biraz fazla siyah-beyaz; hayat öyle basite indirgenecek bir şey değil. 


Britanya futbolunda diyet ve sağlık konularında bir devrime imza attınız. Şu anda da psikoloji çok moda. Sıradaki çığır açan gelişme nereden gelir?

(Dan Graham, Avustralya)

Nörolojiden. Neden mi? Çünkü fiziksel hızımızı daha fazla arttıramayız. Sınıra geldik. Bu da demek oluyor ki, karar verme hızımızı arttırmanın yollarını arayacağız. Ve nöroloji bu konuda çok faydalı olacaktır. Son on yılda oyuncuların fiziksel güçleri ve hızları çok gelişim gösterdi, bu doğru. Ama artık her futbolcu hızlı! Bir sonraki adım beynimizi hızlandırmak olacak.

 

Tottenham hakkında ne düşünüyorsunuz?

(Jasmine Baba, Londra)

Aramızda düşmanlık, yok ancak rekabet var. Arsenal’de Tottenham maçlarını kazanmaya çok önem verilmesinin nedeni rakibe duyulan saygı. Belirli sınırlar içinde kaldığı sürece rekabet önemli ve sağlıklıdır, oyuncuları hazır tutar. Arsenal’deyken Tottenham maçlarından bir hafta önce sinirler hafif hafif gerilmeye başlardı.

 

Transfer etme fırsatınız varken elinizden kaçırdığınıza pişmanlık duyduğunuz bir oyuncu var mı?

(Ross Hamilton, Belfast)

Keşke bir olsa! Elli isim vardır herhalde. İlla bir isim vereceksem o dönem Manchester United’a imza atan Cristiano Ronaldo derim. Biz Sporting ile anlaşmaya varmıştık, ancak Manchester United Carlos Queiroz’u yardımcı antrenörlüğe getirdi ve bir anda United bizim teklifimizin üzerinde bir teklif yapıp imza attırdı Ronaldo’ya. Biz anlaşmaya varmıştık, hatta ona bir Arsenal forması vermiş, annesiyle birlikte tesislerde öğlen yemeği yemiştik!
Bu sadece bir örnek. Benzeri durumlarla çok karşılaşılır. Her büyük kulübün tarihi transfer edemediği yıldızlarla dolup taşar!

Muhteşem veda: “Bir aşk hikâyesinin sonu”


Zamanda yolculuk edebilseniz, Barcelona ile oynadığınız 2006 Şampiyonlar Ligi finalinde neyi değiştirirdiniz? [Kaleci Jens Lehmann’ın kırmızı kart gördüğü maçta Wenger Robert Pires’i oyundan almış ve Arsenal maçı 2-1 kaybetmişti.]

(Ade Solarin, Danimarka)

(İç çekiyor) Kendime bu soruyu defalarca sordum. Belki 2-1 yenik durumda olduğumuz son 13 dakikayı iki stoper ile oynardım. Asıl pişmanlık ne biliyor musunuz? Finale Zidane ve Ronaldo’lu Real Madrid ve İbrahimoviç, Trezeguet, ve Vieira’lı Juventus’u eleyerek çıktık. Gol yemedik bu takımlardan. Barcelona gibi bir takıma karşı neredeyse tüm maçı 10 kişi oynuyorsan, özellikle son 20 dakikanın çok zor geçeceğini biliyorsundur. Biz ikinci golü atmaya iki kez çok yaklaştık ama beceremedik.
Kısacası, bir sürü farklı şey hissediyorum. Her yenilgi için durum böyle. Ama ne yapmam gerekirdi değil de, ne yapabilirdim olmalı kendine sorduğun soru.

 

Dünya Kupası ile ilgili yaşanan bunca skandalın ardından, FIFA’nın Küresel Futbol Gelişim programının başındaki isim olarak, taraftarların güvenini geri kazanmak için neler yapmayı planlıyorsunuz?

(Matthew Chong, Malezya)

Şeffaf olmamız lâzım. FIFA şeffaf olmalı, bütün hesapları herkese açık olmalı. FIFA’nın sahibi yöneticiler değil, oyuna sevdalı insanlar. FIFA’nın bir eğitim misyonuna ihtiyacı var ve başında olduğum programla dünyanın dört bir yanına ulaşmayı hedefliyoruz. Şu anda Avrupa’daki futbol organizasyonu konusunda hiçbir sorun yok, ama dünyanın geri kalanı için aynı şeyi söyleyemeyiz. Halbuki oyunu oynayan herkes aynı şansı hak ediyor ve biz FIFA olarak bu hakkı garanti altına almak mecburiyetindeyiz.

 

Havalar soğuyor, balıkçı yaka kazak mı, hırka mı?

(Gary McAreavey, İrlanda

Balıkçı yaka, çünkü doğada, ormanda, ağaçların arasında vakit geçirmeyi seviyorum ve kazakla hareket etmek daha kolay.

The Guardian, 11 Ekim 2020
Çeviren: Bora İşyar

^