BOLU FACİASINDA KATİLİ ARAMAK: KİM BU KAPİTALİZMİN YETKİLİSİ?

Burcu Arıkan
2 Şubat 2025
Resimler: Yaser Safi
SATIRBAŞLARI

1856 senesinde, Üsküdar’daki bir sermayedar bir bağı parça parça bölüp taliplerine satmak istediğini Saray’a iletmişti. Arşivde kendi başına duran bu belge kapitalist kentleşme tarihinde bir istisna gibiydi. Bunun anlamını kavramak için üzerine bir sene gibi bir süre kafa patlatmak ve mahalleye dair 200’e yakın başka belge okumak gerekecekti.

Soru tersinden başlamıştı: Kim bu adam? Aylarca, önemli olduğu kadar asli olmayan bu soru peşinde koşarken adım adım açılacaktı kapitalist kentleşmeye dair bir evre. Henüz meşhur kent planları yoktu, arazi kanunnamesi tazeydi, belediye gençti, kapitalizme geçişin yerel teşkilatları en acemi biçimlerindeydi ve her şey çok karışıktı.

Söz konusu adam Saray’a yakındı, demir-çelik işi de yapıyordu, başkaca bir arsa işi görünmüyordu, ama burada kafaya takılan şey, 60’dan fazla kişinin –ki Üsküdar’ın önde gelenleriydi bu kişiler– imzasını taşıyan bir itiraz dilekçesiydi: “Buralar bizim bağımız, bahçemiz, su kaynağımız, bu adama buraları sattırmayın.” “Bir ferman var” diyordu Üsküdar ahalisi, “bu araziye dokunulamaz doğal alandır” diyen. Bununla birlikte, bu arazinin içinde birkaç vakfın bulunduğu bir mülkiyet muamması da vardı. Dilekçeler, yazışmalar aniden “o arazi satılabilir, o ferman da oradan bahsetmiyor” diye bitiyordu.

Kapitalist bürokrasinin inşası: 19. yüzyılda kentleşme örneği

Gerçekten kimdi bu adam? Vakıfların mülkiyet iddialarını, bir fermanı, toplu bir dilekçeyi dandik bir cevapla aşıp parselleme iznini kapacak kudreti nereden bulmuştu? Literatürde buna benzer bir durum yoktu, dolayısıyla o adam çok mühim biri olmalıydı. Ama o adama dair basit birkaç belge bile muğlaktı, o kadar mühim biri değildi belli ki. Bu noktada soruyu değiştirmek ve “Literatür eksik olabilir mi?” demek gerekiyordu.

“Parça parça bölünerek taliplerine satılması” durumu literatürde olmadığı için istisnaydı, ama arşive bunu sorunca her şey değişti. 1839 tarihli Tanzimat Fermanı sonrasındaki yaklaşık 70 senede, buna benzer 600 civarı satış vardı. Kapitalizmin bu genç aşaması için iddialı bir sayıydı. Bu belgeler 20.yüzyılda kent merkezini oluşturan tüm mahalleleri kapsıyordu.

Kapitalizm için yönetmelikler büyük ölçekli işleri kotarmanın altlığı oldu. Yönetmeliklerde hep bir boşluk vardı. Cümlelerde hep bir muğlaklık vardı. İşte oralar yolsuzluk ve rüşvet için verimli topraklar üretti. Resmi evrak okuması olan herkes tanır o boşlukları. Kapitalizmin anadili hep bu oldu.

Karabet Kalfa diye bahsi geçen kişinin o kadar da önemli olmadığı kesinleşti. Burada başka bir hikâye vardı: Toprağın alınır satılır bir şeye dönüşmesi ve kapitalist kentin inşası. İcadiye Mahallesi bir istisna değildi, bir örnekti. Mahallenin oluşumuna dair hikâye, birden kapitalist kentleşmenin bürokratik ve fiziksel altyapısının inşası hikayesi olmuştu. Burası tam bir kaostu.

Kaldırımı kim yapacaktı? Su altyapısı nasıl oluşacaktı? Arazilerden yol, okul, cami, kilise vb. için pay nasıl çıkacaktı? Kamulaştırma fikrinin itiraz dilekçeleriyle tartışmaya açık olduğu, kaldırım için vergi vermeye halkın hiç de ikna olmadığı, devletin bağı bahçeyi imara açmak için mal sahiplerine altyapıyı yaptırma fikrini icat ettiği bir süreci okumak bir tarihçi için başlı başına heyecan verici bir şeydi.

Ama meselemiz bu değil. Evrak sirkülasyonu içinde birkaç senede bir kurumların açılıp kapandığı, kimsenin tam olarak ne yapacağını bilmediği bir icat süreci idi. O dönem birçok mahallenin adı İcadiye olmuştu, evet, yeni bir şey icat ediliyordu[1].

“Yetki kimde?” sorusunun yanıtını 19. yüzyılda bulmak zordu tabii, bildiğimiz anlamda her şeyin doğuşu sancılıydı, kapitalistler için de.

Kapitalizmin anadili

O günden bugüne çok şey değişti. Kadastral faaliyet hep ilerlemeye, yeni alanlar işgal etmeye, her adımda yeni kurumlar icat etmeye, var olanı kapatıp yenisini açmaya devam etti. Kapitalizm bu konuda oldukça mahirdir. Araç ve amaç konusunda da berraktır.

Kapitalizmin yönetmelikler konusunda da benzer bir aklı oldu hep. Onun için yönetmelikler en temelde büyük ölçekli işleri kotarmanın altlığı oldu. Ve muazzam bir esneklikle oyun hamuru gibi yapıp bozdu bunları. Kanunlar, yönetmelikler bütün metinler ihtiyacına hizmet ediyordu. Bu esnada tabii ki bir düzeyde işleyecek sağlam bir şehre ihtiyacı hep oldu. Ama aynı zamanda bunlar çok sağlam da olmamalıydı, sonuçta hayatta kalmak için sürekli yeniden üretmesi lâzımdı. Yıkılan binalar, yanan mahalleler sermayenin yakıtı olmaya hep devam etti.

Bolu’da yanan otel üzerinden kendimizi yine yetki tartışması içinde bulduk. Daha önce Masquerade gece kulübü yangını sonrasında yaşamıştık bunu. Aklımız bunları netleştirmek istese de nafile bir talepti, çünkü her şey net olursa ve yazılan ile yapılan aynı olursa, aradaki boşluk, yani rant nereden kendine yol bulabilir?

Kendi içinde, bulunduğu aşamaya göre, kurumları, metinleri evirip çevirme konusunda hiç tereddüt etmedi. İcadiye Mahallesi oluşurken kaldırımlara dair çeşit çeşit yönetmelik çıktı, binalara dair de. Bunların pek çoğu da yazıldığı gibi hayat bulmadı. Yönetmeliklerde, resmi yazışmalarda hep bir boşluk vardı. Cümlelerde hep bir muğlaklık vardı. İşte oralar yolsuzluk ve rüşvet için verimli topraklar üretti. İlk gününden itibaren yazıldığı gibi yapılmayan bir biçimi metinle birlikte kurdu. Resmi evrak okuması olan herkes tanır o boşlukları. Kapitalizmin anadili hep bu oldu. Muhtemelen evrenseldir, kendinde özgünlükleriyle.

Topraktan artı değer üretme işinde yolsuzluk, spekülasyon vb. her zaman o boşluklardan aktı, ilerledi. Kamu denetiminin en sıkı olduğu dönemlerde dahi kendisine kendi dilinde alan bırakmayı ihmal etmezdi. Kapitalizm çoğu zaman orada yazılı olmayanlardan okunacak başka bir görünmez metinle inşa etti tarihini.

Kapitalist bürokrasi: Esneyen bir organizma

Bugün kafamızı kurcalayan yetki kargaşası, onu var eden bu türden bir muğlaklık. Kendi yazdığı metni kendine asla dar etmez. Kapitalizm, yazılanlar yapılırken ve yapıldıkça kendi çıkarını ustalıkla gözeten “kaliteli” bir düşmandır.

Bolu’da yanan otel üzerinden kendimizi yine yetki tartışması içinde bulduk. Daha önce Masquerade gece kulübün yangını sonrasında yaşamıştık bunu. Aklımız bunları netleştirmek istese de nafile bir talepti, çünkü her şey net olursa ve yazılan ile yapılan aynı olursa, aradaki boşluk, yani rant nereden kendine yol bulabilir?

Buna paralel bir fikir de sürekli kapitalizmin güçlü olduğu ve zaten bunlara hiç ihtiyacı olmadığı yönündeydi. Ama bu iki açıdan doğru değil. Öncelikle, neyse ki böyle mutlak bir güç anlayışımız yok, düşmanı yenilebilir görüyoruz. O da kendisini öyle görüyor ki, mücadelelerin önünü kesmeye büyük yatırımlar yapıyor. Kapitalizm tüm açıkları ve muğlaklığı ile hâlâ halkın hesap sorma ve isyan etme ihtimalinden korkar. Ve tarihin çeşitli dönemlerinde mücadele güçlü ise bu açıklar halkın lehine de dolmuştur.

Ama daha önemlisi ve en çok atladığımız, bu kadar büyük ölçekli bir işi kanun ve yönetmelik olmadan yapmak imkânsızdır. Üstelik yaptığı pek çok şey kendi yatırımı olduğu için öyle üç günde çöp olsun da istemez. Bir süre ayakta durması onun da işine gelir.

Biz bu metinleri hep bizim için var olan ve sermayenin hep ihlâl etmek istedikleri şeyler gibi düşünmeye meyilliyiz, ama her karmaşık işleyişin bir işleyiş metni silsilesine ihtiyacı vardır. Yüzlerce konuda imzalanan binlerce sayfalık uluslararası sözleşmeler gibi… Bunların çok azı bizimle ilgilidir.

Kapitalizm disiplinli bir işleyişle kendisini sağlam tutacak planlamayı ihmal etmez. Üstelik, örneğin bir ülkede, onlarca şehirde, yüzlerce köyde bu işlerin onun isteyeceği biçimde ilerlemesini yazılanlar ve boşluklar dahil, onun dilinde kaleme alınmış metinlere borçludur. Bunun biçimsel yansımaları da var, gittiğimiz her şehir birbirine benziyor gibi…

Bu esnada her şey kötüye gitmez, teknolojiyle yönetmelikler dönüşür, 19. yüzyıldan bu yana bu esnekliği hiç kaybetmedi kapitalizm. 2007 yangın yönetmeliğini düşünürsek, eski yapılarda olmayan onlarca önlemi de getirmiştir. Ekleyip çıkardığı her cümlede, kelimede kendi adına bir eksiği de gidermiştir.

Yolsuzluk kapitalizmin temel unsuru ve o şebekeler hep olacak. Burada bizi meşgul etmesi gereken şeylerden biri bunları anlamak ve teşhir etmek olmalı. Ama bunun amacı holdingci güçlerin bürokratik ayaklarını gayri meşru ve hükümsüz kılacak bir propaganda yürütmek olmalı. Teşhirin kendisi amaca dönüşürse iyi bir oyalayıcı olma riski de vardır.

Her yeni düzenleme gibi, 2007 yangın yönetmeliği de “mevcut binalar” açısından oldukça masraflı değişiklikler talep eder. Bu sebeple bundan da bahsetmesi gerekir. Bunları tamamen muaf bırakmadan yaratır yine kendi hareket alanını. Belli süreler içinde belli gereklilikler yerine getirilmezse işletme ruhsatları yenilenemeyecektir örneğin, ama bahsettiğimiz türden boşluklar ve yetki kargaşaları içinde mevcut haliyle devam edenler olacaktır.

Dolayısıyla, bunlara topyekûn iyi ya da kötü demek de doğru olmaz. Kapitalist bürokrasi kendi diliyle esneyen bir organizma gibi değişir, dönüşür. Her yerin yanması kimsenin işine gelmez, ama bir kısım yangın da talidir, olabilir. Hatta bazıları olmalıdır yeni yatırım alanları açılması için. Buralarda hikâyeler çeşitlenir.

Örneğin, “mevcut bina” kategorisinin muğlaklığı üç olumlu sonuç yaratır metin yazarları açısından: bir kısmına tebligat çekilir, gerekenler yaptırılır ve yapı stoku o kadar da yanacak durumda olmaz, bir kısmı “bu konuda ne yapabiliriz” der, ufak tefek rüşvet verir, cepler de dolar.

Bu ilk ikisinin yanında ciddi ilişki ağları olanlar içinde denetimde gözleri kör olabilir, gider bakar, çıkar, ne yap der ne ceza ister. O ilişki ağlarının elden alınacak rüşvetten daha büyük getirileri vardır. Her yönetmelik değişikliğine bu çeşitler paralel gelişir. Kentsel dönüşümde de olduğu gibi…

Holdingci güçlerin kılcal damarları

Bazı evlere kentsel dönüşüm ile yıkım tebligatı gider, yoksullara her zaman yeni çeperler vardır. Onlardan kalan ve dünün çeperi bugünün artık merkezi olan alanlara göz diken müteahhit hep bulunur. Arada da bu işi daha usulüne uygun yapacak orta gelir grubu muhitlerde başka bir hikâye ile kent yenilenir, rayiç yükselir. Bu esnada kolonların hepsini kesmiş otomobil galericileri yeterince mafyatikse ya da güçlü bürokratik ilişkileri varsa tamamen görünmez olabilir. Boşluklarda yolsuzluk tarihi gizlidir.

Bolu örneğindeki kadar büyük patronlar buralarda boşluk dahi aramaksızın, böyle bir yangın olmasa asla bilmeyeceğimiz sürelerce kaçak yaşarlar. Bunlar “denetlenemez” kategorisindedir. Ortalama birisi için imzalı tutanak görmezden gelinmez, bunun için kazanımın alınacak hukuki riske değer olması gerekir. Rüşvet ve yolsuzluk işleri attığın taş vurduğun kuşa değmez ise hayatını da kaydırabilir. Başına bir şey gelmediği sürece kaçaklık çok da sorun olmaz, alınan risk ölçüsünde. Mevcut binanın patronu masraftan kaçmak ister. Yangın olmadığı sürece de kaçabilir.  Çoğu zaman kaçmanın bedeli yapılacak işten daha az maliyetlidir. Eh, memurlara emeğini satarak yaşayamayacağı hayatlar vaadi yönetmelikte yazılamaz.

Bu esnada doğrusunda direten memur sürülür, yerine yenisi gelir, bunlar mesele değil. Zaten memur da mesele değil en temelde. Bu bir ilişki ağıdır. Bu suç ortaklığının bir imza çemberini tamamlaması gerekir aşağıdan yukarıya. Bu akışta sorun çıkaracak kimse var olamaz. Sermaye işlerini bu akışların kusursuz işleyişiyle yürütür.

Bu küçük şebekeler her yerde bulunur. Bunlar holdingci güçlerin en önemli kılcal damarlarıdır. Bunlar olmadan onlarca ilde, yüzlerce köyde işleri yürütmek zor olur. Yani, mümkün olmaz diyelim hatta.

“Yerel kuvvetler” ve harcama kapasitesi

Dolayısıyla, Üsküdar’da arsasını satan o adam, Karabet Kalfa hiç önemli değildir, ama aynı zamanda çok önemlidir. Tarlasını satmayıp acele kamulaştırmaya direnen Hatice teyze de onun kadar önemlidir. Yani tek başına bakınca ikisi de bir şey ifade etmez belki ya da olduğundan fazlasını eder, ama bir araya gelip bir ağ olduğunda bu bir güç inşa eder. İşte merkezden yerele, yerelden merkeze çelişki ve çatışmaları da yöneterek böyle ilerler kapitalizm. Bizim sorunumuz ilkinin, yani kapitalizmin örgütlü bir güç olması, ikincisinin yani sermaye karşısında yaşamını savunanların orada burada tek başına bu ilişki ağlarına kafa tutmaya çalışan insanlar olmasıdır.

Dolayısıyla, bir yangına bakınca bir müdür ya da bir bakan görmek pek tabii mümkündür. Bunların harcanabilir oluşuna göre cezaları da vardır. Birilerini harcamadan yolsuzluk yapamazsınız. Bunlar her yerden işleyerek döndürür holdingci düzeni, en nihayetinde her biri holdinglerin maden için, otel için, enerji için bir yerlerde işgal yapabilmesi için gereken yerel kuvvetlerdir.

Burada en işine gelmeyeni kriz anında harcamak sorun olmaz, yerini birisi doldurur. Çok sıkışırsa bizlere gösteri olsun diye bakan da harcanabilir, belli olmaz. Örneğin, 15 kişinin hayatını kaybettiği tren faciası sonunda Sırbistan başbakanı istifa etti. Üç ay boyunca isyanı bastıramadıklarını da ifade ettiler. Sokakların üç ay boyunca isyana alışması bir başbakanın koltuğunu kaybetmesinden daha riskli bir şeydir.

Araçlar ve amaçlar

Bu kadim işleyiş adım adım kendisini geliştirdi. 19. yüzyıldan farklı olarak kafası o kadar karışık değil. Öğrendi, büyüdü. Bizi de kendisine ikna ederek. Kapitalist bürokrasiden bir beklentimiz var. Ama bunu hiçbir zaman tam olarak vermeyecek. Her metinde o boşluk olacak. Her zaman o muğlak alan olacak. Yolsuzluk kapitalizmin temel unsuru ve o şebekeler hep olacak.

Burada bizi meşgul etmesi gereken şeylerden biri bunları anlamak ve teşhir etmek olmalı. Ama bunun amacı holdingci güçlerin bürokratik ayaklarını gayri meşru ve hükümsüz kılacak bir propaganda yürütmek olmalı. Amaç ve araç konusunda kapitalizm kadar net olmalıyız. Teşhirin kendisi amaca dönüşürse iyi bir oyalayıcı olma riski de vardır. İkinci adım net bir şekilde fiili mücadeleyi, isyanı, holdingci güçlerin kendisini var ettiği her alanda ve ölçekte kendi tarafımızda olmayı örgütlemek olmalı.

Saldırıya karşı fiili mücadele dışında kazanım görmedik. Ancak, henüz bu mücadeleler yerelden merkeze birbirini gören, birbirinden güç alan bir örgütlenme düzeyine gelemedi. Holdingci güçleri korkutan bunun olması ihtimalidir. Bu korkuyla memleketin dört bir yanında kafasını kaldıran herkesi ezme işini daha da ciddiye almaya başladılar.

Kentsel dönüşüm yasası altında, 6A diye bilenen ve özel mülkiyeti askıya alan bir yönetmelik maddesi altı senedir mevcut[2]. Bununla devam ettik hayata. Bunun üzerine gelen rezerv alan tanımı değişikliği ve benzeri pek çok şey daha oldu. Bu esnada ÇED raporlarıyla aklımızla alay ettiler. Halkın fiilen müdahale etmediği her yerde başardılar. İsyanın olduğu her yerde geri adım atmak zorunda kaldılar. Yürütmeyi durdurma kararları çıktı talan projelerinde. “Kazanım” deyip dağıldığımızda geri geldiler dozerlerle. Ne olursa olsun nöbetine devam edenlerin kapısını o kadar rahat çalamadılar.  Saldırıya karşı fiili mücadele dışında kazanım görmedik. Ancak, henüz bu mücadeleler yerelden merkeze birbirini gören, birbirinden güç alan bir örgütlenme düzeyine gelemedi. Holdingci güçleri korkutan bunun olması ihtimalidir.

Bu korkuyla memleketin dört bir yanında kafasını kaldıran herkesi ezme işini daha da ciddiye almaya başladılar. Zira direnişler hiç az da değil. Ama önünü baştan keserlerse bunların örgütlü yaygın bir güç olmaması holdingciler açısından hayati bir amaçtır. Bu uğurda en büyük görünen aktörü bile bir saniyede harcayabilirler.

Sınıf cephesi

19. yüzyıldaki İcadiye Mahallesi’nde itiraz dilekçesi yazanlar, o dönemin ayanlarının da olduğu bir toplam iken bunları tek bir yazıda harcamıştır genç kapitalizm. Çünkü imparatorluğun dört bir yanında bağ, bahçe, orman ne varsa parsellere bölünüp satılacaktır. Gülhane Parkı’nda Tanzimat Fermanı’yla ilan edilen özel mülkiyetin inşası önünde bu önemli şahısların bir önemi yoktur. Bolu’daki facia bir sonraki adımda daha büyük bir isyana zemin olacaksa, dün kaçak otel işletmesine göz yumduğu patronu da böyle çizer. Aslolan isyanın hiç çıkmamasıdır.

Kapitalizmin işleyişi konusunda bugün holdingci güçler yetkilidir. Bu meselelerin hepsi onların yetki alanına girer. Cezalar dahil. Fiili meşru bir isyanı tüm Anadolu’da büyütecek bir havayı boğmak amacı için her araç da onların yetki alanındadır. Bizim yetki alanımız belli. Bir bakanın ceza alması örneğin, pek tabii bizim için büyük başarı olur, çünkü halkın basıncının büyüklüğünü gösterir. Ama bizi kesmemesi gerekir, daha fazlası bizim olandır.

Holdingci güçlerin bize sunacağı tadımlık hiçbir adalet bizi sakinleştirmemelidir. Biraz tepki ile işletme müdürü gözaltına alınıyorsa, biz güç olduğumuzda gözaltında tuttukları hayatımızın tamamını alabiliriz. Gece gündüz odağımız bu olmalı.

Kapitalizmin dilini çözmek, metinlerini anlamak, onun aklını ve planını görmek için elzemdir. Ama bu, bizim aklımızı ve planımızı inşa etmeye yaramalı. Her gün bir başka felâket için parça parça, başka başka köşelerde adalet istemenin ötesinde, bu kadim şebekeyi çökertmek planına yöneltmeliyiz öfkemizi. Bunun için de holdingci güçlerin tüm ilişkileri karşısında tavizsiz bir konumu içselleştirip Anadolu’nun dört bir yanındaki her karşı çıkışın bir mücadele cephesine evrilmesi için çalışmalıyız.

İbret olsun diye verilen cezaların da bahsettiğimiz dilin boşluklarına dahil olduğunu hiç unutmadan, adalet talebini askıya almayan, ama bununla tatmin olmayan, her bir kazanımı daha güçlü olmaya dair bir adım olarak gören bir sınıf cephesi kurmalıyız. Yaşamak için tek yolumuz budur.


[1] Burada bahsi geçen belgeler yazarın “19. yüzyılda bir mekân üretim biçimi olarak ifraz: İcadiye Mahallesi örneği” başlıklı tez çalışmasından.

[2] 6306 sayılı yasa ve 6A maddesine dair daha detaylı yorum için: 1+1 Express | Yeni bir imar rejimine doğru

^