13 Mayıs 2014’te Soma’da 301 maden emekçisi göz göre göre gelen bir faciada yaşamını yitirdi. Bazı kaynaklara göre 162, bazı kaynaklara göre 486 maden emekçisi yaralandı. Psikolojik destek için ilaç alan madenciler işsiz bırakıldı. Kalanlar madende çalışmaya devam ediyor. 433 çocuk babalarını, 255 kadın eşlerini kaybetti. Dört yıl sonra, 11 Temmuz 2018’de Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi kararını açıkladı. Beş kişiye toplam 75 yıl hapis cezası verilirken madenin sahibi Alp Gürkan beraat etti. Soma’da evlatlarını kaybeden Gülsüm Çolak, İsmail Çolak, Fatma Malkoç ve Bayram Şahin beş kentte altı gün süren “adalet buluşmaları” yaptı. Somalı aileler Çanakkale, İstanbul, Kocaeli ve Zonguldak’tan sonra geldikleri Ankara’da, 16 Temmuz’da, Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) önündeki basın açıklaması girişimlerinin polis tarafından engellenmesinin ardından baroya gittiler, sonra da Mülkiyeliler Birliği’nde düzenlenen foruma katıldılar. Forum sonrasında Madenci Anıtı’na yürüyerek “adalet buluşmaları”nı noktalayan ailelere ve onlara bu buluşmalarda eşlik eden avukat Sercan Aran’a andığımız duraklarda mikrofon tuttuk. Anlattıklarını forumda yaptığımız kayıtlarla ve tele-söyleşilerimizle birleştirerek dikkatinize sunuyoruz. Anlatılan hepimizin hikâyesi…
Gülsüm Çolak (26 yaşında yaşamını yitiren maden işçisi Uğur Çolak’ın annesi): Mahkemenin kararını açıklayacağı gün, 9 Temmuz’da Akhisar’a gittik yine. Hâkim rahatsızlandı diyerek 11 Temmuz’a ertelendi karar duruşması. Beklediğimiz kararın çıkmayacağını o an anladım zaten. “Mahkeme salonuna kitleriz kendimizi, çıkmayacağız” dedik. Avukatlarımız “burada olmaz, gözaltına alırlar; çıkın, dışarda karar verirsiniz” dediler. Mahkemenin önünde merdivenler var, oraya oturdum, bir daha da kalkmadım. İki gece oturdum, duruşma gününe kadar.
Mahkemede “her şeyi aldım” diyordu Can Gürkan. Her şeyi almış, bir tek işçi sağlığını ve iş güvenliğini almamış. Sözleşmeleri 1.5 milyon tondu yıllık, 3.5 milyon kömür çıkarttılar. Kamu yetkilileri, sarı sendika ve sermaye elbirliğiyle çocuklarımızı bu cehennemde çalıştırdılar.
11 Temmuz günü bizce dava cezasızlıkla sonuçlandı. Fatma (Malkoç) ablayla konuştuk ve Ankara’ya yürümeye karar verdik. Kimi mazotumuzu aldı, kimi yatacak yer buldu, ekmeğimizi verdi. İmece yaptık. Evlatlarımızın katillerine düz taksirden ceza verilmişti. Patronların korunduğu, zalimlerin ödüllendirildiği bu düzende adaleti aramak ve adalet arayanlarla buluşmak istedik. Evlatlarımız geri gelmeyecek, biliyoruz. Fakat başka anneler ağlamasın ve başka çocuklar ölmesin istiyoruz.
Yanımıza bir parça kömür aldık. “Bedeli ödendi” diye çocuklarımızın mezarlarından toprak alıp getirdik. Madende şehit olan çocuklarımız unutulmasınlar diye yol boyunca adalet arayanlarla buluştuk. Çanakkale’ye vardık önce, güzel karşıladılar bizi. 13 Temmuz’da –her ayın 13’ünde yaptığımız– anmamızı yaptık. Silivri’de yatan davamızın avukatı Selçuk Kozağaçlı’ya selam gönderelim diye bir de basın açıklaması yaptık. İstanbul’a geçtik.
Abbasağa’da forumumuz oldu. Kömür işletmelerinde araştırma yapan bir mühendis konuştu orada. 2006’da kömür havzalarında araştırma yaptıklarını, bu sonucu ta o zaman gördüklerini, ancak seslerini duyuramadıklarını söyledi. Tuzla’ya vardık sonra. Oradan direnen Flormar işçileriyle buluştuk Kocaeli’nde. Zonguldak’ta forum yaptık, işçilerle buluştuk. Ertesi sabah Ankara’ya doğru yola çıktık.
“BURAYI YAKIP YIKIN, YETER Kİ ANKARA’YA GİTMEYİN” DEDİLER
Ankara’ya gelmeyelim diye bize çok yalvardılar. Kararın açıklandığı gün Ankara’ya geleceğimizi basına ilan etmiştik. Akhisar’dan Soma’ya gelesiye baktık derneğe (Soma 301 Madenciler Sosyal Yardımlaşma Derneği ) polisler gelmiş. “Gözaltı mı var?” dedim. “Yoo” dediler. “Mahkeme nasıl gidiyor” diye ağız arıyorlar. Anlattık. Gittiler sonra. Telefon geldi “İsmail Bey aşağı insin, emniyet amiri çağırıyor” dediler. Gitti eşim de. Bir bakmış kaymakam ve emniyet amiri var karşısında.
Savcılığın mütalaasını sunacağı duruşmada, on dakika ara verildi. On dakika aradan sonra, savcı “mütalaamız hazır değil” dedi. Belli ki “sen mütalaa sunma” dediler ona.
“Gelin vazgeçin, bir ay burayı yakın yıkın, ama Ankara’ya gitmeyin” demişler. İsmail de “ben nasıl ikna edeyim, iki anne bu kararı aldı. Buyurun ikna edebilirseniz siz edin” demiş. Dertleri biz Ankara’ya gelmeyelim. Daha önce bir sanık (Mehmet Ali Gürayçelik) salıverildiğinde yolu kapatmıştık. İsimlerimizi duyunca “biz ikna edemeyiz o iki anneyi” demişler.
Gelmeden, mezara gittik toprak almak için, baktım bir sürü polis var orada da. Minibüse bindik, Kınık’tan ileriye kadar polisler geçirdiler bizi, polis eskortu ile çıktık Soma’dan. (gülüyor) Her ilde polisler karşıladı bizi. En sonunda Ankara’da da biber gazları ve kalkanları ile karşıladılar. Ankara’ya geldik, şoför “garaja gireceğiz, polisler sizi götürecek” dedi. Arabadaki gençler şüphelendi. İndik arabadan. Taksilerle devam ettik yolumuza.
ADALETİ ALACAĞIZ
Fatma Malkoç (29 yaşında hayatını kaybeden maden işçisi Bilal Malkoç’un annesi): Adaleti alacağız bunlardan. “Vazgeçmeyeceğiz” dedik bir kere. Yerin altına gömdüler çocuklarımızı, adaleti oradan çıkaracağız, bugün değilse bile yarın. Biz çocuklarımız için değil, torunlarımız için yola çıktık. Ölmek var dönmek yok bir kere.
Bayram Şahin (22’sinde yaşamını yitiren maden işçisi Ali Şahin’in babası. Ali Şahin madende çalışmaya başlayalı dört gün olmuştu): Daha önce de Ankara’ya geldim, 10 Ekim 2015’te. Barış ve Demokrasi mitingine geldim. Koca bir otobüsle geldik. Topluma karışamadık, karışsaydık biz de parça parça olurduk. Benim oğlumu öldürdüler. Biz de (Ankara’da) ölür giderdik o gün. Orada da burada da adaleti vermediler bize, biz onu almak istiyoruz, sonuna kadar gideceğiz.
Bir adalet düşünün ki, baklava çalan çocuğa 20 yıl, 301 madencinin ölümüne neden olanlara 15 ila 22 yıl arasında ceza veriyor.
16 Temmuz 2018. Somalı aileler, daha önce ilan ettikleri gibi, yanlarında CHP’li ve HDP’li milletvekilleri, davanın avukatları, gençler ve akademisyenlerin de olduğu bir grupla öğle saatlerinde Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) önünde basın açıklaması yapmak istedi. Mahkeme heyetini değiştirerek kararı suçlular lehine etkilediklerini düşündükleri HSK’nın önünde polis, “ binin gidin, yoksa sizi süpürürüz” diyerek ailelerin ve destek veren grubun basın açıklamasını engellemeye çalıştı. HSK’ya girmeyi başaran aileler, “iki gündür sizi bekliyoruz” denmesine karşın Kurul Başkanı ile görüşemedi.
Gülsüm Çolak: Tüm hak arayanlar gibi kötü gözle bakıyorlar bize de. HSK önünde izin vermek istemediler basın açıklamamıza. Gençleri ve avukatımızı gözaltına aldılar. Biz halkız, ezilenlerin hakkını arıyoruz, adalet istiyoruz. İki anneden, iki babadan korktular resmen. Biz yola çıkınca duyduk ki, Soma’da kalan bazı aileler “bunlar Ankara’ya gitti, madenlerimizi kapattıracaklar” diyorlarmış. Biz kimsenin ekmeğiyle oynamayız, derdimiz çocuklarımız için adaleti bulmak. Açlık oyunları oynanıyor, açlık oyunları oynanmasın istiyoruz.
Bizim çocuklarımız gelemedi ama, madene giden gittiği gibi evine gelsin istiyoruz bundan böyle. Şimdi “başkan” olan kişi, o zaman başbakandı, bize söz vermiş ve demişti ki, “babamın oğlu bile olsa suçluyu yargıya teslim edeceğim”. Bakanlarını, denetçileri, katliamda sorumluluğu olan kamu görevlilerini vermedi. Biz onun babasının oğlunu istemiyoruz. Yargıyı, adaleti versin yeter!
Fatma Malkoç: Evlatlarımız için adalet aramak suç mu?
HSK ziyaretinin ardından, aileler demokratik kitle örgütleri temsilcileri ile Mülkiyeliler Birliği’nin bahçesinde buluştu. Foruma geçmeden önce, aileler aktivistler ve gazetecilerle sohbet etti.
TOPLU CİNAYETİN FITRATI OLMAZ
Gülsüm Çolak: Tarlaları ektirmediler önce, tütüne, pamuğa kota koydular. Sonra domatesi bitirdiler. Şimdi de zeytinliklere göz koydular. Kınık, Bölcek, Bergama ovasında buğday kalmadı. Şimdi sadece İsraillilere kiralanan tarlalarda mısır ekiliyor. Basıyorlar ilacı. Bizler de ırgatlık yapmaya gidiyoruz oraya. Sözün özü, kocalarımızı, çocuklarımızı madene inmeye mecbur bıraktılar.
Yol belli. İstinaftan sonra AYM, sonra da AİHM süreci var. AİHM süreci uzun zaman alıyor, sekiz-on yıl. O zamana sanıklar kalır mı, bilmiyorum.
Eşim de (İsmail Çolak) madenciydi benim. Evlendiğimizde inşaatlarda çalışıyordu, sonra madenci oldu. Maaşlarımız yüksek değildi. Uğur 1988’nin 12. ayında dünyaya geldi. Uğur’u büyüttüm. Kardeşi de arkadan geliyordu, Can İzmir’de Anadolu lisesini kazandı. Uğur da Eskişehir’i kazandı.
Bir sene sonra çıktı geldi Uğur, “ben okumayacağım” dedi. Biraz iş aradı. Askerlik zamanı geldi. Duygu ile tanışmış. Gelinim çok güzeldir, aramız da çok iyi, bizime oturuyor. İki torunum var. Oğlum Can, siyaset bilimi okudu. Hatta sonradan öğrendik, Uğur onun imtihan harçlarını ödemiş, tercihleri beraberce yapmışlar. Sonra da hukuk okudu, geçen sene mezun oldu. İstinaf davasına girebilir stajı bitince. (fotoğrafını gösteriyor)
Şükür etmesini bilen insanlarız. Kadere de, fıtrata da inanırız. Toplu cinayetin fıtratı olmaz. Biri kalp krizi geçirir, o kaderdir, ona inanırız. 301 madencinin ölümüne yol açan, bile bile gelen ölüm ne kader ne de fıtrattır. Biz adalet, hukuk, mücadele nedir bilmiyorduk, 13 Mayıs 2014’a kadar. Devlete güveniyor, ona sığınıyorduk. 301 çocuğumuz karanlığa gitti, ama bize hak arama ve mücadele etmeyi öğrettiler.
Belediye başkanının, AKP ilçe başkanının ve bir vekilin bir telefonuyla işe girersin. İşe girenleri önce borçlandırırlar, kredi kartları gelir. Çalışma koşullarına itiraz edersen, mitinge gitmezsen, affedersin kırbaçla da çalıştırırlar. Bırakıp gitme şansın yoktur. Çoluğun çocuğun var. Biat etmek zorundasın.
RAPOR “BİR VARDİYADA 400 İŞÇİ ÇALIŞABİLİR” DİYORDU, İKİ KATINI DOLDURDULAR
İsmail Çolak (Uğur Çolak’ın babası ve Soma 301 Madenci Sosyal Yardımlaşma Derneği kurucu başkanı): Karanlık Dere derdik, sonra köyün ismini alan Eynez’deki ilk ocak 1950’li yılların başında maden yüksek mühendisi Nadir Hakkı Önen tarafından açılmış. Maden 1979’da zamanın Çalışma Bakanı Deniz Baykal tarafından kamulaştırıldı. 2006’ya kadar da TKİ işletti buraları. 2006’da Ciner’e, Park Holding’e redovansla verildi. Bir süre çalıştılar bu ocakta.
Park Holding bir araştırma raporu sundu bakanlığa, bu madendeki hayati risklerle ilgili olarak. Dönemin Enerji Bakanı Taner Yıldız bu rapor üzerine Park Holding’in sözleşmesini feshederek Soma Holding’e devretti madeni, kanuna aykırı bir biçimde. Maden açıldı ve hatta açılışına bakan geldi. Bizim mahkemede, şimdi tutuklu olan avukatımız Selçuk Kozağaçlı da Park Holding’in hazırlattığı raporu sordu sanıklara. Hiç kimse yanıt veremedi. Bu rapora rağmen nasıl işletmeye açılır bu maden?
Rapor bu madende bir vardiyada en fazla 400 işçi çalışabilir diyordu mesela, bunlar iki katını, 750-800 işçi doldurdular. Her şeyi yapmışlar; hep dedikleri gibi masraf etmişler, mahkemede “her şeyi aldım” diyordu Can Gürkan. Her şeyi almış, bir tek işçi sağlığını ve iş güvenliğini almamış. Sözleşmeleri 1.5 milyon tondu yıllık, 3.5 milyon kömür çıkarttılar. Kamu yetkilileri, baştakiler, sarı sendika ve sermaye elbirliğiyle çocuklarımızı bu cehennemde çalıştırdılar.
UĞUR’UN BORDROSU: 1003 LİRA
İsmail Çolak: Soma’nın yerlisi 1980-90’lara kadar madene inmezdi, çünkü topraktan kazanılan yeterdi. Bizim toprağımız yoktu, onun için 22 yaşındayken, askerden gelince madene girdim. Şimdi Soma Holding olan Soma Kömür A.Ş. adında küçük bir şirketti o vakit, orada başladım madenciliğe. Şimdi yönetim kurulu başkanı olan Can Gürkan, babası Alp Gürkan’ın yanında gezer dururdu moza (çam kozalağı) gibi. Onları o günlerden beri tanırım. Şimdi mahkemede çıkıp “ben finans okudum, madenciliği bilmem” diyor ya, yalan söylüyor, çocukluğu babasının yanında madende geçti.
Bizi eleştiriyorlar, Soma’da 301 kişi yaşamı kaybetti, hâlâ AKP birinci parti olarak çıkıyor diye. Haklılar, ancak ülke nasılsa Soma da öyle. Hâlâ baskı ve kuşatma devam ediyor.
Daha sonra Türkiye Kömür İşletmeleri’ne geçtim, yine madenci olarak çalışmaya devam ettim. Delikçiydim, 2000’de göçük altında kaldım. O ânı hiç unutmam. Tüm yaşamım, ailem, çocuklarım geçti gözümün önünden, yitirdiğim evladım Uğur da geçti gözlerimin önünden. Kemiklerimin kırılırken çıkardığı sesleri duydum. Bir seneye yakın yattım, her yanım kırılmıştı. Bir sene sonra madenciliği bırakmaya karar verdim. Olmadı. Kapalı madene inemedim bir daha, açık madende çalışmaya başladım. 25 senenin sonunda emekli oldum madenden.
Oğlum da benim gibi madenci oldu maalesef. Olmasın istedim, söyledim de ona. İş bulamadı, mecbur kaldı. Madene girmek için kim iktidarsa o iktidara yakın isimlerden referans götürmek gerekir. Buna razı olmadım, AKP’ye yakın birilerine gitmeye, ve eskiden tanıdığım maden mühendisi Efkan Kurt’a gittim. Onun sayesinde işe alındı Uğur. Düşünebiliyor musunuz, oğlumun madene girmesi için ben ricacı oldum. Mahkeme salonunda gördüm daha sonra, yüzüme bakamadı Efkan Kurt. Uğur öldükten sonra bordrosunu gördüm, 1003 lira alıyormuş. İşe girince bilgimi, tecrübemi anlatmaya çalıştım ona.
Altlı üstlü oturuyoruz. Yemekleri ortak yeriz. “Madende şartlar çok zor, sizin zamanınızdaki gibi değil” diyordu son zamanlarda. Son haftalarda yemeklere gelmiyordu. Gelinime sorunca “Yatıyor, dinleniyor, başı ağrıyor baba” diyordu. Oğlumla konuştum bunun üzerine, “neyin var” dedim. “Maden çok sıcak, resmen yanıyoruz” dedi.
İşverenin kâr hırsıyla, sarı sendikanın işbirliğiyle işçi sağlığı ve iş güvenliği hiçe sayıldığı için öldü çocuklarımız.
Buz götürüyorlardı madene, o buz eriyip sıcacık oluyormuş. İki-üç takım çamaşır götürüyorlardı içeriye, normalde bir takım götürülür. Bu madende benim gençliğimde de yangın vardı. Bunun için önlem alınırdı. Kömür yanınca baş ağrısı yapar, boyundan girer ağrı böyle. (eliyle gösteriyor) Bu meret öyle bir şeydir ki, insanın mizacına göre tepki verir.
“Bırak işi” dedim oğluma. “İçerde kömür hakkım var, onu alıp bırakacağım” dedi. 12 Mayıs günü işe gitmemişti, o gece uğradı bize. Büyük torunu bıraktı, o bizde kalıyordu. Yemekten sonra iyi geceler diledik birbirimize. O gece onu son kez gördüm. Ertesi sabah erkenden işe gitti.
HEP YALAN SÖYLEDİLER
Gülsüm Çolak: 13 Mayıs günü gelinimle çocuklara bakıyoruz. Apartmanda bir haber duyuldu, “madende kaza olmuş” diye. Herkesin madende bir yakını var. Ben ilk kapının önüne baktım. Uğur gelir gelmez eve geçmeden kirli elbiselerini kapının önüne koyardı. Günlük olarak üzerinden çıkanları iyice fırçalarız önce, sonra makineye atarız, tertemiz olur. Baktım kirli çamaşırları yok. “Gelmemiş herhalde” dedim. “Madende bir kaza olmuş” dedi halası. Komşuma “Beni hastaneye götürür müsün” dedim hemen. Çocuk da bana “Uğurgilin ocağı” dedi.
Neye uğradığımı bilmiyorum. Gelinim de üzülsün istemiyorum, çocuklar çok küçük, biri kundakta, biri kucakta. “Hastaneye gideceğim” dedim ona. Hastaneye vardık. Hep yalan söylediler orada da. “Yanık ünitesine gitti, hepsi yaralı çıkıyor” dediler. Bir umut, aileler bekleşiyoruz. Sağ çıkmadılar oysa oradan. Hastanede iki gün bekledik. Eve vardık, yarım saat sonra “Uğur bulundu” dediler. Tanınmaz haldeydi.
İsmail Çolak: Facianın yaşandığı vardiyada çalışıyordu Uğur. Ben de o gün cevizde çalışıyorum. Haber geldi, “madende trafo patlamış” diye. İnanmadım. Trafolar bu madende içerde olmaz. Hemen muhtarı aradım. “Trafo diyorlar ama, birçok ambulans gitti oraya, durum söylenenden daha ciddi” dedi. Hemen hastaneye gittim. Keşmekeş, kargaşa. Kimse bilgi vermiyor. Otuz-kırk kişilik bir liste var, dönüp dönüp sadece onu okuyorlar.
Meğer çocuklarımızın cenazelerini bizden kaçırmak için dağ yollarından aşırıp Kırkağaç’a ve çevredeki yerleşimlere götürmüşler. Bekliyoruz, aile geniş, herkese haber saldık, görev verdik. Herkes bulunduğu yerdeki yanık ünitesi olan hastanelere bakıyor. Oğlumu arıyoruz. Gece Gülsüm’e dedim ki, “artık onu canlı bulmamız çok zor”. Yakama yapıştı, “sen ne diyorsun” diye. İki gün sonra haber geldi. Kırkağaç’taki bir soğuk hava deposunda bulunmuş cenazesi. Kardeşim gitti teşhise. Kavunların depolandığı yerlere konmuş cenazeler. Bir düzen içinde de değil, üst üste istif etmişler.
Bizim için sadece Soma yok ki, Ermenek’i var, Ankara katliamı var, Roboski var. Biz artık sokakta öldürülen köpek için de, bizim orada Kolin İnşaat’ın kestiği zeytinlikler için de, HES’ler için de mücadele veriyoruz.
Gittim Kırkağaç’a. Sordular, “Bir izi var mı (vücudunda), tanır mısın?” Yara izi yoktu. Fıtık ameliyatı olmuştu sadece. O an aklıma geldi, askerliğini bahriyeli olarak yapmıştı, askerden sonra da koluna dövme yaptırmış, ismini yazdırmıştı. “Dövmesi var” dedim. “Uğur mu” diye sordu görevli. “Evet” dedim. Tanınmaz haldeydi. Defnettik sonra.
Yayınlanan görüntüleri izlerken gördük ki, önce madenden çıkmış Uğur, oksijen verilmiş. Sonra madene tekrar girmiş. Madencilik böyledir. Ailenden daha uzun zaman geçirdiğin mesai arkadaşlarınla kanlı bıçaklı bile olsan böyle bir durumda onları kurtarmak istersin. Uğur da öyle yapmış anlaşılan.
Bize kimse sahip çıkmadı, ne haberi duyduğumuzda ne de sonra. Ta ki Soma dışından insanlar ve avukatlar gelinceye kadar. Onlar, avukatlarımız ve bu gençler (gençleri gösteriyor) ve diğerleri hiç yalnız bırakmadılar bizi. Onlarla bugüne geldik.
SARI SENDİKA, KATİL SENDİKA
İsmail Çolak: Ben Türk-İş’e bağlı sendikanın üyesiydim çalışırken. Soma’da başka sendika yoktu ki. 90’larda DİSK’i getirmeye uğraştık, ama olmadı. Halen Türk-İş var madenlerde. Onları da böldüler 1. Şube, 2. Şube diye. Her ocağın şubesini de, sendikacılarını da ayırdılar. İşçiye sahip çıkan sendika o zaman da yoktu, şimdi de yok.
Gülsüm Çolak: Biz derneğimizi kurduk. Soma küçük yer. Davetiye dağıtıyoruz. İmbat’ın sendika başkanına gittik, kabul etti bizi, çay verdi filan. Kalabalığız. “Siz” dedi, “sarı sendika, katil sendika diye bağırıyorsunuz”. Benim heyheyler geldi. “Katil değil misiniz?” dedim. Suratıma baktı. “Ben hâlâ bağıracağım, biliyor musunuz” dedim, “ta ki çocuklarımızın hakkı verilinceye kadar. Siz de katilsiniz” dedim.
Bir soru sordum: “Şu anda (madenciler) iki gün tatil yapıyor. 3000 -3500 lira maaş alıyor. Bunu yumruğunuzu masanın üzerine vurarak mı aldınız? Yoksa 301’in kanımı var bu pazarlıkta?” dedim. O anda geldi. Önümde diz çöktü, ellerimi tuttu ve “sen bağır annem, biz bir şey yapamıyoruz” dedi. “Ben bağırmaya devam edeceğim, ama siz bu çocukların hakkını söke söke alabilecek misiniz? Bir gün benim bağıra bağıra sesim kısılacak, susacağım, ama siz bu çocukları öldürmeye, öldürülürken göz yummaya devam edecek misiniz?” dedim. Ben istiyorum ki sendikacılar emekçilerin haklarını söke söke alsın. İşte o zaman vicdanım rahat eder.
DAVANIN SANIKLARI, RAPORUN TANIKLARI!
Sercan Aran (Soma davası avukatı, Ankara Barosu İnsan Hakları Merkezi başkan yardımcısı): Vicdanları rahatlatmayan, eksik ve yarım görülmüş, cezasızla sonuçlanmış bir davadır Soma. Tüm girişimlerimize karşın sorumluluğu bulunan hiçbir kamu görevlisi yargılanmadı. İlgili kurumlara bakanlıklar soruşturma izni vermedi. Danıştay önce itirazı kabul etti, “soruşturulması gerekir” dedi. Anlamadığımız bir biçimde Başbakanlık Teftiş Kurulu “soruşturmayı ben yürüteceğim” dedi.
Başbakanlık bir soruşturma yürüttü, evet. Dinlediği tanık ifadelerine dayanarak “kamu görevlilerinin sorumluluğu yoktur” diye karar erdi. Kimdi bu tanıklar? Bugün Soma davasının tutuklu bulunan sanıkları. Tekrar itiraz ettik. Aklımızla dalga geçtiler resmen. 2016’da Danıştay itirazımızı reddetti. Konuyu Anayasa Mahkemesi’ne taşıdık. Davanın kendisi bitti, istinaf süreci başladı AYM’den kamu görevlileriyle ilgili bir karar çıkmadı. Yarım, eksik kalmanın ötesinde, davayı “cezasızlıkla” bitirdiler.
İddianamede, iş cinayetleri için örnek teşkil edecek şekilde, sekiz sanık için –Soma A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan, Genel Müdür Ramazan Doğru, teknik nezaretçi Ertan Ersoy, İşletme Müdürü Akın Çelik, Üretim Müdürü, iş güvenliğinden sorumlu vardiya amirleri İsmail Adalı, Mehmet Ali Günay Çelik, Yasin Kurnaz ve Hilmi Kazık– olası kasttan ceza istendi.
“Olursa olsun” kastıyla hareket ederseniz, yapmanız gerekenleri yapmaz ve ihmal/imtina ederseniz hükmedilen bir cezadır olası kast. Soma’daki sanıklar için her iki durum da vardı. Bu durumda her bir sanık alt sınırdan, 21 yıl alacaktı ve 301 madenci için bu ceza her sanık için altı bin yıl civarında olacaktı, eğer ceza olası kastan verilseydi.
HSK ÖNCE SAVCIYI, SONRA DA HÂKİMİ DEĞİŞTİRDİ
Sercan Aran: Aslında bu davadaki cezasızlık süreci çok önce başladı. Dosyanın savcısı değişti önce. Diyarbakır’a gönderildi. Sonra da birtakım iddialar ortaya atılmaya başlandı, “sabotaj olabilir” gibi. Maalesef 15 Temmuz sonrasında, tüm davalarda, neredeyse hırsızlık davalarında bile görülen “bu bana kumpas”, “bunlar FETÖ’cülerin oyunu” iddiaları bu davada da gündeme geldi. Aynı savunma burada da işletildi.
Can Gürkan avukatı aracığıyla Manisa Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu, “çeşitli terör örgütlerince sabotaj gerçekleştirilmiştir” diye. Savcılık gizlilik kararı verdi 2017 Şubat’ında. Biz savcının mütalaasını bekliyoruz artık. Bu arada, bizden de, ailelerden de gizliyorlar sabotaj davası dosyasını. Halbuki o dosyanın da mağduru aileler.
Savcılığın mütalaasını sunacağı duruşmada, on dakika ara verildi. On dakika aradan sonra, savcı “mütalaamız hazır değil” dedi. Ve “sabotaj dosyasının akıbetini bekleyelim” diye ek süre istedi. Belli ki “sen mütalaa sunma” dediler ona. “Hele bir bekle” dediler. Bir yıl iki ay boyunca bu dosyayı bekledik. Sekiz tutuklu vardı o dönemde. Sonradan da iki kişi tahliye edildi.
Sanık avukatları mahkeme heyetine “sizi Ankara’ya şikâyet ettik” dediler. “Devletin üst makamlarıyla görüşüyoruz” dediler. “Tahliye taleplerimizi değerlendirmiyorsunuz, mağdur yakınlarının lehine söylemlerde bulunuyorsunuz”; iddiaları buydu. Bunlardan sonra bir kararnameyle mahkeme heyeti ve kıdemli üye değiştirildi, 16 Ekim 2017’de.
HERKESE ADALET LÂZIM
İsmail Çolak: Dava geç açıldı. Hep oyaladılar bizi. En önemlisi, mahkeme heyetini değiştirdiler. Tüm sorguları yapmış, madene inmişti hâkim Aytaç Ballı ve heyeti, bizleri isim isim tanıyordu. HSK tarafından görevden alınan Aytaç Ballı’nın yerine, 2011’de Afşin-Elbistan Çöllolar kömür sahasında 11 işçinin yaşamını yitirdiği, 9 işçinin cenazesinin halen göçük altında olduğu davada sanıklara sadece para cezası veren mahkemenin başkanı Salih Pehlivanlı’yı atadılar. Bazı salıvermeler yaptı önce. 9 Temmuz’da da ertelediler açıklamayı, Ankara’daki başkanlık törenine denk gelmesin diye. Sonra neredeyse cezasızlık kararı vererek sonuçlandırdılar davayı.
Bir adalet düşünün ki, baklava çalan çocuğa 20 yıl, 301 madencinin ölümüne neden olanlara 15 ila 22 yıl arasında ceza veriyor. Adalet bir gün herkese lâzım. HSK’ya da, iktidara da lâzım adalet. Ellerimiz yakalarında, bu davanın sonucu mahşere kalmasın diye uğraşıyoruz.
SOMA DAVASI SİVAS DAVASI GİBİ OLACAK
Sercan Aran: Mahkeme heyeti değiştirilince bizde ve ailelerde adaletsiz bir karar verileceği kanısı pekişti. 7000 klasör 6 TB veriden söz ediyoruz. Bunlara hâkim olmadan karar vermek mümkün değil. Heyet değiştiğinde, süreç cezasızlığa doğru giderken hissiyatım şu olmuştu: Soma’yı Sivas davası gibi bir dava haline getirecekler. Düşük, sözde cezalar çıkacak, sanıklar bu sürelerini yatıp serbest kalacaklar.
Örneğin, taksirden 15 yıl alan Can Gürkan’ın cezası beş buçuk yıl olarak infaz edilecek. Dört yıldır tutuklu. Bir buçuk yıl sonra serbest kalacak. Hukukçu bakış açısıyla bakacak bir Yargıtay dairesi bulacağız belki ilerde ve “olası kast var” diyecek ve karar çıkaracak. Biz de Sivas davası gibi sanıkları bulamayacağız. Zaman aşımına uğrayacak, dosya kapanacak. Maalesef bu endişeler somutlaşıyor. Düşünebiliyor musunuz, Can Gürkan yaşamını yitiren bir işçi için altı buçuk gün ceza alırken yaralı veya psikolojik açıdan zarar gören işçiler için hiçbir ceza almadı.
İsmail Çolak: İstinafa kaldı davamız. Bunun için günlerdir yollardayız. Amacımız adaletin yerini bulması. Ankara’ya bunun için geldik. HSK’ya gidip bunu yüzlerine söylemek istedik. Madenci anıtına karanfillerimizi bırakmak adalet arayışımızı haykırmaktı. Avukatlarımızla bu dava nereye kadar giderse gideceğiz. Hiçbir kurum ve kuruluşa bağlı kalmadan 301 canımızı unutmamak, unutturmamak ve ebediyen yaşatmak için çalışacağız. Babasız kalan yetim çocuklarımıza birlik ve beraberlik içinde, ortak bir akılla daha iyi bir gelecek için çalışmaya devam edeceğiz. 301 can üzerinden siyaset yapıp çeşitli çıkarlar sağlayanlar, hakaret ve iftira edenler olsa da, biz acılı aileler olarak en doğal hakkımız olan adalet arayışımızı sürdüreceğiz.
Madencilik tarihinin en büyük işçi katliamında evlatlarımızı yitirdik. 13 Mayıs günü mahşer yerini yaşadık. Üç yılı aşkın süredir adliye koridorlarında, sadece evlatlarımız için değil, ölüm düzeninde çalışan tüm işçiler için adalet diye haykırdık. Biliyoruz ki, eğer bu davada adalet sağlanırsa, bu dava emsal teşkil eder ve patronlar pervasızca işçilerin kanı ile zenginleşmez, bir Soma, bir Ermenek bir daha yaşanmaz.
Sercan Aran: Aileler “bizim dosyadan yargılanmasını istediklerimiz Meclis’te, hatta yürütmenin başında, onlardan bir beklentimiz yok, onun için oraya değil, HSK’ya gitmek istiyoruz” dediler. HSK’nın davaya yaptığı müdahaleleri protesto etmek amacıyla gelmek istediler Ankara’ya. Bir topak kömür bıraktılar, ellerinde canlarını yitiren madencilerin, çocuklarının isimleri olan poster ve mezarlarından aldıkları toprak vardı. Aileler hep şunu söylediler: “Biz ne olursa olsun dosyayı bilen bir heyetin karar vermesini istiyoruz.” Yol belli. İstinaftan sonra AYM’ye, sonra da AİHM süreci var.
Biz avukatlar, hepimiz çok çalıştık. Karardan sonra çok üzüldüm, resmen gözlerim doldu. “Olası kast” diye başlayacaksınız, “bilinçli taksir” bile vermeyip “düz taksir”den ceza vereceksiniz. Evet, böyle bir kararı bekliyorduk. Nasıl olup da bunca delil varken böyle bir karar veriliyor? Daha az insan yaşamını yitirseydi, bir avukat ordusu takip etmeseydi davayı, aileler bu kadar ısrarlı olmasaydı da zaten şirket patronunun bu cezayı alması gerekiyordu.
Bugün geriye baktığımda diyorum ki, hiç değilse bu insanların dört yıl boyunca tutuklu olmasını sağladık. Bu ısrar ve takip olmasaydı ilk duruşmada salıverilirdi sanıklar. Son olarak AİHM süreci var. AİHM süreci uzun zaman alıyor, sekiz-on yıl. O zamana sanıklar kalır mı, bilmiyorum.
Forumun ardından ailelerin Madenci Anıtı’na karanfil bırakmasına ve basın açıklaması yapmasına da izin verilmedi. Soma aileleriyle birlikte bekleyen milletvekilleri ile polis arasında yapılan görüşmelerin ardından sadece ailelere anıta yaklaşma izni çıktı. Polis HDP İstanbul milletvekili Oya Ersoy’la HDP milletvekili Zeynel Özel’e “Sizi alamayacağım, bunu şova çevirmenize izin vermeyeceğim” dedi. Bunun üzerine Soma aileleri “Bizi yalnızlaştırmaya çalışıyorsunuz. Üç madenci ailesinden korkuyorsunuz. Sizin gösterdiğiniz yere karanfil bırakmıyoruz” diyerek, karanfili polisin yüzüne fırlatarak, geldikleri yolu yürüyerek, alkışlar arasında Mülkiyeliler Birliği’ne döndüler. 16 Temmuz gecesi, yol boyunca yanlarında olan gençlerle beraber Ankara’dan ayrıldılar.
KARANFİLDEN KORKTULAR
Gülsüm Çolak: Bizim madenci anıtına karanfil koymamızdan korktular. Demek ki o kadar da güçlü değiller. Karanfilleri polis amirinin yüzüne fırlattım. “Analarınız sizinle gurur duyuyordur, belinize silah takmışsınız, ama adam olamamışsınız” dedim yüzlerine.
Fatma Malkoç: Bize geçit vermeyen polislerin bazıları benim kızlarımdan bile küçüktü, bize neden diklendiler? Neden yaptılar bunu? Biz dört sene önce öldük. Bizi coplasa ne, gaz atsa ne? Bu devlet Sultan Selim’e kalmamış, bunlara da kalmaz.
AİLELERİ BÖLDÜLER
Fatma Malkoç: Biz aileleri üçe, dörde böldüler. Gülsüm (Çolak) benden daha iyi bilir, ben Savaştepe’de duruyorum, o Soma’da oturuyor.
Gülsüm Çolak: Bir, para böldü. Yani ailelere verilen tazminatlarla, “bak devlet size para veriyor, isyan etmeyin” dediler. Bunlar gelen yardımlardan toplanan paralardı. Evi Doğuş Holding ve TOKİ verdi. İkincisi, iş hakkı böldü. Benim gelinim de işe girdi, 600 lira maaş bağlandı. Tarikatlar, cemaatler böldü sonra. Bu yaşanan kaderde var, fıtratta var dediler. Bir de kalan aileler, biz kendi kendimizi böldük. Birileri diyor ki, “ben akıllıyım, sen benimle yürü”, diğeri diyor ki “ben daha akıllıyım”. Bir şeyler yapıyoruz, “bunlar gelmesin, şunlar gelmesin” deniyor. Aileler anmalara gelmez oldu. “Biz kendi kendimizi yönetemiyor muyuz” dediler. Dernek kuruldu. Bazıları “biz bu derneği de tanımıyoruz” dediler. Bugünlerde at izi it izine karıştı. Kim dost, kim düşman bilemiyoruz. Ama birbirine güvenen insanlar yeter.
ÖNCE BORÇLANDIRIRLAR
İsmail Çolak: Soma kozmopolit bir yer. Soma’nın yerlisi nüfusun yüzde 10’u. Soma’ya büyük bir göç yaşandı 80’li yıllardan sonra. Çünkü maden ocakları vardı. Soma’ya göç eden insanların büyük kısmı kırsaldan geldi ve bize göre muhafazakâr insanlardı. Ve o insanların geldikleri koşullar nedeniyle biat etmesi çok kolay oldu.
Sermaye de siyasi iktidarların elinde olduğundan, maden ocaklarında işe almak parti üyeliği aradı, o yoksa partili bir yakının olmasını istedi. Belediye başkanının, AKP ilçe başkanının ve bir vekilin bir telefonuyla işe girersin. İşe girenleri önce borçlandırırlar, kredi kartları gelir, bankalarla işbirliği yaparak. İstediğin kredi sana verilir. Mitinge de götürürler seni.
ŞIH-ŞEYH, KADER-FITRAT
Çalışma koşullarına itiraz edersen, mitinge gitmezsen, affedersin kırbaçla da çalıştırırlar. Bırakıp gitme şansın yoktur. Çoluğun çocuğun var. Biraz dikilmeye kalkarsın, sopayı yersin. Biat etmek zorundasın. Katliamdan sonra da Soma ve çevresinde yine böyle oldu. Hatırlayın, ilk günlerde yardıma, desteğe gelenlere kapatıldı Soma. Yasaklandı kent.
Ancak o dönemde Soma’ya sözde şıhlar, şeyhler servis edildi. Onlar rahatça girdi. O dönemden başlayarak ailelerin üzerinde büyük bir baskı uyguladılar. Kaderdir, fıtrattır diye. Sonra, “hayattaki çocuğuna kapı açtı, iş verdi” demeye başladılar. Ailelerin yüzde 60-70’i AKP’ye yakın, hatta üye hâlâ. Bu aileler hâlâ bu yaşananların fıtrat, kader olduğunu düşünüyor. Mahkemeleri takip eden, itiraz eden aile 100’ü bile bulmaz. Davaya müdahil olmayan alileler var. “Yaradan benden çok sevmiş, almış” diyorlar. İşe yerleştirilen özellikle genç kadınlar, gelinler üzerinde de çok fazla baskı var.
BAŞI YIKIKLAR
Bizim buralarda eşi ölen kadınlara “başı yıkık” denir. İşyerlerindeki amirleri, muhtarlar, belediyeler hepsi sürekli “başınız yıkık, anmalara, mahkemelere giderseniz doğru olmaz, başınıza bir sürü şey gelir” diyorlar. Herkes kademeli olarak onların üzerinde baskı kuruyor. Bizim burada deprem, sel olmadı ki, bizim evlerimiz de, yiyeceğimiz de, oturacak yerlerimiz de vardı. Madende babası ölen çocuğa bir değil, iki değil, üç bisiklet aldılar örneğin. Hiç bisikleti olmayan komşunun çocuğu imrenerek baktı, “benim de bisikletim olsa” diye. Böyle böyle komşular arasına, çocuklar ve kadınlar arasına husumet soktular.
301 tane anne-baba var. Bir düşünün, biz iki anne ve iki baba yola çıktık. Bir bize mi lâzım adalet? Bir Ali Şahin ile Uğur Çolak için mi lâzım adalet? Bir Bilal Malkoç için mi lâzım adalet? Bizi eleştiriyorlar, Soma’da 301 kişi yaşamı kaybetti, hâlâ AKP birinci parti olarak çıkıyor diye. Haklılar, ancak ülke nasılsa Soma da öyle. Hâlâ baskı ve kuşatma devam ediyor.
ROBOSKİ, SOMA, ANKARA
İsmail Çolak: Bizim için sadece Soma yok ki, Ermenek’i var, Ankara katliamı var, Roboski var. Biz artık sokakta öldürülen köpek için de, bizim orada Kolin İnşaat’ın kestiği zeytinlikler için de, HES’ler için de mücadele veriyoruz. 10 Ekim’de kalktık geldik Ankara’ya. Derdimiz yine aynıydı. Oğlumuzun vefatından sonraydı, tesadüfen kurtulduk o katliamdan. Bizim hayatımızda hiçbir şey değişmedi dört yıl boyunca. Acılarımız sürüyor. Ne zaman adaletli bir karar çıkar, o zaman başka türlü olabilir.
Üretime önem vereceklerine cana önem verselerdi, 301 kişi yaşıyor olurdu bugün. 433 çocuk yetim, 255 genç dul kalmazdı. İşverenin kâr hırsıyla, sarı sendikanın işbirliğiyle işçi sağlığı ve iş güvenliği hiçe sayıldığı için öldü çocuklarımız. Ne tatbikat yapılmış, ne de eğitimler verilmiş madende.
Sercan Aran: Soldan, emekten yana olanlar bu halka ulaşamazsa, ne işçi ölümlerinin fıtrat veya kaza olmadığını anlatabilir, ne de onları örgütleyebilir. Toplum, Soma örneğinde olduğu gibi, gerici bir dayatmayla kuşatılır. 100 kadar ailemiz bunun kader ve fıtrat olmadığının farkında, geri kalanı maalesef bu kuşatmanın altında. Bu kuşatma altında olan aileler canları yanmasına karşın davayı inatla takip eden ailelere “artık bunu takip etmeyi bırakın, içimiz böyle soğumayacak” diye telkin etmeye çalışıyorlar. Aileler Soma üzerinden yapılan değerlendirmelere tepkililer, çünkü onlar 301 can için mücadele ediyor, onları yalnız bırakanlar üzerinden değerlendirilmek istemiyorlar.
BİR BAŞLANGIÇ OLSUN
Fatma Malkoç: Bu ülkede çok acı var, çok acılı anne var. Biz Cumartesi Anneleriyle de, Gezi anneleriyle de tanıştık. Onların acısı bizim acımız. Biz hep aynıyız. Acı çekmeyen biri bunları hissetmiyor, bu yüzden de bize destek vermiyorlar. İlla acı görmesi gerekiyor sanki.
Gülsüm Çolak: 13 Mayıs günü, facianın olduğu gün, Türkiye bizim yanımızda zannettik. Timsah gözyaşları dökmüşler. Biz şimdi hakkımız olan adaleti istiyoruz. Devlete isyan ettiğimiz için “terörist” gibi görüyorlar. Uğur’un canciğer arkadaşı vardı Kütahya’da. 15 Temmuz’da düğünü vardı. Evlendikten sonra hem çocuk hem de ailesi selamı sabahı kesti bizimle. Bizlerin yanında gözükürlerse iş haklarından olacaklarmış çünkü.
Fatma Malkoç: Hep korkuyorlar, yukardan korkuyorlar, bizim yanımıza sokulmuyorlar. İş arayan iş bulamaz, işi olanı işten çıkarır diye korkuyorlar.
Gülsüm Çolak: Oğullarımızın öldüğü yere, “S” panosunun olduğu yere duvar örüldüğü söyleniyor. Ama açılacağını da söylüyorlar. Bizim çocuklarımızın öldüğü iki ocak halen çalışıyor.
İsmali Çolak: Benim bildiğim madenciler var, o günden sonra psikolojileri bozuldu, doktora gidenler işsiz kaldı, gitmeyenler hâlâ madene iniyor. İnmek zorunda, ne yapsın? Eynez’deki madenin İmbat ve Demir Export’a verildiği söyleniyor. Maden kapanmasın diye örülen duvarlar açılmış…
Fatma Malkoç: Şimdi duvar ördüler, sonra göçertecekler, yine yüzlerce çocuk ölecek, yüzlerce anne bizim gibi olacak. İşte tüm bunlar olmasın diye yollara düştük. Benim eşim emekli, ben başkalarının hayvanlarına bakıyorum, yaşım altmışa yaklaştı, emekli olamadım. Bu adalet mi? Hep böyleydi. Bir de çocuğumu aldı benden. Devlet hep böyleydi.
Gülsüm Çolak: Evet, devlet hep böyleydi, ama bizim evlatlarımız (masadaki gençlere bakarak) için bir başlangıç olsun istiyoruz. Birleşmek lâzım. Ülkenin neresinden olursa, ister Zonguldak’tan, ister Soma’dan, ister 45 çocuğa tecavüz edilen yerden, yurtta yanan çocukların olduğu yerden, isterse Roboski’den, nereden başlatırlarsa başlatsınlar. Yürümekten bahsediyorum, ses çıkarmaktan. Duysunlar artık bizi istiyorum. Şuncacık caddeyi yürüyemedik Ankara’da. Karşımıza silahlı adamlarını çıkardı devlet. Bir şeyler yapmak lâzım. Hep “gelin, birlik olalım” diyorum. Çünkü zaman birlik olma zamanı….