23 Haziran seçimi üzerine Express’in Meram’ı. Yaz sayısından naklen…
Modest Mussorgsky’nin “Bir Sergiden Resimler”ine göz kırpalım, “bir sergiden heykeller” bahsine gelelim. Serginin –ismi şimdilik lâzım değil– “Kötü ruhlar ve iblisler” adı verilmiş bölümüne adım attığımızda, kapağı olmayan bir tabut karşılıyor bizi. Ve tabutun içindeki iskelet. Malzeme ahşap. Eserin adı, serbest çeviriyle, Tahtadan iskelet (Reis). Kısaca Tahtadan Reis denebilir. Daha serbest bir çeviriyle, Oyma veya Oyulmuş Reis de olabilir.
Gözümüzü tabuttan yukarı kaldırdığımızda, heybetli bir heykel görüyoruz. İskelet ahşap, o çelik. Fakat vücudunun ortasında, göğüs kafesi diyebileceğimiz yerde, bir boşluk var. Bir şeyler eksik. Sol tarafı sağlam, bedeni de oraya çekiyor. Sol avucu dışa dönük. Sağ tarafı düz, kütük gibi. Avucu içe dönük. Sol elinin aksine, sağ elinin parmakları ayrışmıyor.
Heykeltraş Thomas Houseago, eserin adı L’Homme pressé, düz çeviriyle, Acelesi olan insan. Pressé sözcüğünün öbür anlamlarını hesaba katarsak, Sıkıştırılmış, Bastırılmış, Ezilmiş İnsan. Yanındaki yazıda şöyle bir tarif var: “Bu masif, sağlam kütle kırılgan bir siluet izlenimi veriyor.”
Öyle ya da böyle, asıl izlenim şu: Bu heybetli kütle, bu acelesi olan, sıkıştırılmış-bastırılmış-ezilmiş insan tabuta, tabuttaki iskelete hamle etmeye hazırlanıyor. Belki tabutun kapağını kapatacak ve reisi defnedecek. Belki yarı yolda duracak bir süre. Kırılganlığını gidermeye, göğüs kafesindeki boşlukları doldurmaya bakacak. Ve yeniden hamle edecek. Eninde sonunda o tabut-kütle, ölü-diri ilişkisi bir sonuca bağlanacak.
O ilişkiyi bir sergi salonunda düşününce başka sanat eserleri de geliyor akla. Mesela, Beckett’ın Yankının Kemikleri’ndeki açılış cümlesi. Serbest bir çeviriyle, “Ölüler dokuz canlıdır”.
O cümleyi not edeli kaç zaman oldu acaba? Parmak hesabı yapalım. 2013, 14, 15, 16, 17, 18, 19. Yedi sene olmuş. Ama o yedi senenin bazılarında dönemeçler duble. Mevzu, Beckett’ın dediği gibi, dokuzsa, vakit doldu sayılır. “Sıkıştırılmış-bastırılmış-ezilmiş insan”ın acelesi o yüzden olmalı.
Fakat tabii, usûlünce defnedilmeyen ölüler hortlar. Lacan’ın deyişiyle: “Ölüler niye geri döner? Usûlünce gömülmedikleri için, yani cenaze törenlerinde bazı şeyler yanlış gittiği için.”
Sanat eserlerinden söz ediyorduk, araya bir anti-sanat parçası koyalım.
Payitaht Abdülhamit, başka birçok şeyin yanısıra, ama en başta, böyle bir geri dönüşün simgesi. Diriliş keza. Zombilerin istilası, iktidarı o yüzden. Hortlamamaları için usûlünce defnedilmeleri gerekiyor.
Zombi demişken, Jim Jarmusch’un bu seneki Cannes Film Festivali’nin açılış filmi olan Ölüler Ölmez’i (The Dead Don’t Die) es geçmeyelim. “Küresel köy”deyiz nihayetinde, zombiler her yerde. Her yerinki aynı değil tabii, ama hepsi zombi neticede.
Ölüler Ölmez’de, dünyanın ekseni kaymış, günler uzamış, geceler kısalmış. Derin ABD’deki Centerville adlı küçük kasabada “artık hiçbir şey normal değil”. Ölüler gözlerini aralamaya başlamış, kimisi hepten dirilmiş bile. Ve ahaliye savaş açmış. Komiser Cliff (Bill Murray) ve yardımcıları Mindy (Chloë Sevigny) ile Ronnie (Adam Driver) arasındaki diyagloglardan:
Cliff: Şimdiye kadar gördüğüm en kötü şey.
Mindy: Bunlar vahşi hayvanlar mı?
Cliff: Senin fikrin ne?
Ronnie: Bence bunlar zombi.
Cliff: Ne?
Ronnie: Hortlaklar yani. Gulyabaniler…
Cliff: Bir zombi nasıl öldürülür?
Ronnie: Kafasını öldürmek lâzım.
Cliff: Kafasını?
Bir çiftçinin (Steve Buscemi) şapkası: “Amerika’yı yeniden beyaz yapalım.” Ve Adam Driver’ın dilinden düşmeyen cümle: “Bu işin sonu iyi bitmeyecek.”
Filmin açılışında radyoda Sturgill Simpson’ın baladı çalıyor, “The Dead Don’t Die”. Cliff: “Bu şarkıyı bir yerden hatırlıyorum.” Ronnie: “E tabii, filmin konusu bu çünkü.”
Trajik-komedi Ölüler Ölmez’de sayısız göndermeyle zombi filmleri külliyatına selam veren Jim Jarmusch’un Cannes’daki basın toplantısından: “Godzilla veya Frankenstein gibi canavarlar, toplumsal yapının dışında türüyor, topluma dışarıdan saldırıyordu. Romero’nun eserlerinde ise zombiler çöken toplumsal yapının içinden türüyor. Onlar bu yapının kurbanları aynı zamanda. Beni asıl endişelendiren şu: Bütün canlıları tehdit eden bu durumla mücadelenin yetersizliği.”
Jarmusch’un andığı George Romero, zombi filmlerinin “babası”; yazıp yönettiği Yaşayan Ölülerin Gecesi (Night of the Living Dead, 1968) ve Ölülerin Şafağı (Dawn of The Dead, 1978) kült mertebesinde. Ölülerin Şafağı damardan bir tüketim toplumu eleştirisi.
Kulağımızda Ölüler Ölmez diyalogları, sergiye ve sıkıştırılmış-bastırılmış-ezilmiş insana, o heyulaya dönersek… Tabutu kapatıp usûlünce defnedebilir mi? Ve her şey güzel olur mu?
Şeytanın avukatı Cioran’ın Ecartèlement adlı kitabındaki şu cümlelere bir bakalım:
“Varacağı sona bakarak kendini pohpohlayan bir toplum aldığı ilk darbelerle çöküverir; tepetaklak yıkımın çekimine boyun eğer. İktidar bir hayalet olduğu için Devrim (1789) muzaffer oldu; devrim kelimenin birinci anlamıyla hayaletlerle savaşmıştı. Hem zaten hangi devrim olursa olsun, bir devrim ancak, gerçekdışı bir düzenle çarpışıyorsa galip gelebilir. Bütün büyük yükselişler, bütün tarihsel dönüm noktaları için aynı şey geçerlidir. Gotlar Roma İmparatorluğu’nu değil, bir kadavrayı ele geçirdiler.”
Fransız devriminden ve Gotlardan bugüne ve sergi salonuna gelirsek… Evet, hayalet –daha doğrusu zombi– bir iktidar, gerçekdışı –ve bir o kadar gerçek– bir düzen ve bir kadavra var ortada. Ama, “ölüler dokuz canlıdır”. Bunun sadece bir metafor olmadığı, siyasal bir gerçek olduğu defalarca görüldü tarihte, uzak ve yakın tarihte ve en yakın tarihte.
L’Homme pressé’nin göğüs kafesindeki boşluklar ve kütlenin kırılganlığı malûm. Kendini ne kadar pohpohlarsa boşluklar ve kırılganlık o kadar artar, yıkımın çekimi devreye girer.
Paris’in Modern Sanat Müzesi’ndeki serginin adı, Adeta İnsan (Almost Human), teşbihte hata olmasın, adeta Türkiye’deki muhalefet. Sıkıştırılmış-bastırılmış-ezilmiş insanlar. Aceleleri var. Çünkü geçen her dakika aleyhlerine. “Her şey çok güzel olacak”ın benimsenip sloganlaşması da ondan. Zombiler iktidarından, gerçekdışı düzenden kurtuluş kapısının açılması, bu aşamada, “her şey”. O kapının açılması güzel olacak. Ölüme değil hayata, zombilerin değil insanların dünyasına açılacak çünkü.
Sonrası başka bir mücadele, uzun bir yol. Gelecekte ne olacağı hiçbir yerde yazılı değil. Yolda yazılabilir ancak, Houseago’nun Adeta İnsan’ından Camus’nün Başkaldıran İnsan’ına giden yolda…