Adalar’da faytonların yasaklanmasına karar verildi. Gerekçe atların gördüğü eziyete son vermek. Ama “eziyetten kurtulan” atlar neredeyse iki aydır ahırlarına kapalı. Akıbetleri de belirsiz. Çoğunda epeydir ciddi sağlık sorunları ortaya çıkmaya başladı. Hayatını kaybeden at haberleri geliyor sık sık. Ama kaç atın kritik durumda olduğunu, kaç atınsa canından olduğunu açıklayacak bir yetkili merci yok ortada. Atların vaziyetini, mesleği tarihe karışmak üzereyken ruh halini sormak üzere kırk küsur yıllık faytoncu Hayko Belek’in kapısını çaldık. Meğer, karantina adı altındaki hapislik döneminde onun atlarından biri de önce yavrusunu düşürmüş, sonra hayatını kaybetmiş. Yok olan mesleğin dününü bugününü Hayko Belek’ten dinliyoruz.
İBB meclisinde alınan faytonların kaldırılması kararından sonra ne hissediyorsunuz?
Hayko Belek: Tek hissettiğim bir boşluk. Gece yatamıyorsun, uyuyamıyorsun. Hayatımız kalmadı, dengemiz bozuldu. Haksızlık duygusu. Üzüntü. İnsanın zoruna gidiyor. Çok kötü bir duygu, vücudunun bir parçası koparılmış gibi. Birdenbire bir boşluğa düştük.
Beklemediğiniz bir gelişme miydi bu?
Birdenbire, darbe gibi bir şey oldu, çok ani. Gelişme değil ki bu. Alışkanlıklar değişti diye, teknoloji gelişti diye filan kaldırmıyorlar faytonları. Yeni teknolojiler uzun zamandır var. Ama bitirdiler işte faytonculuğu.
Kaç yıldır bu mesleği yapıyorsunuz?
‘79’dan beri bu işi yapıyorum. Kırk seneden fazla oldu.
Kardeşiniz Sefon da yine Büyükada’da bu işi yapıyor, değil mi?
Evet, beraber başladık. Biz bu işi sevdiğimiz için, severek yapıyorduk. Atın bütün huyunu suyunu, ne yaptığını, ne hissettiğini hep bilirdik. Bir insana nasıl aşık oluyorsun, bizimki de ata aşık olmak. Ama her şeyden soğuttular bizi.
Atıma iki sefer üst üste ruam iğnesi yaptılar. Kaldıramadı at. Yavrusunu attı, iki gün sonra da kendisi öldü. Ahırdan çıkaramıyorsun, gezdiremiyorsun, izin vermiyorlar. Öyle öldü.
Kaç atınız var?
18 atım kalmıştı. Biri de geçen gün ahırda öldü. Doğum yaptı, öldü.
Neden, nasıl öldü?
Ata iki sefer üst üste ruam iğnesi yaptılar. Kaldıramadı at. Yavrusunu attı, iki gün sonra da kendisi öldü. Ahırdan çıkaramıyorsun, gezdiremiyorsun, izin vermiyorlar. Öyle öldü. Çok büyük problemler var. Ruam iğnesi yapıldıktan sonra hayvan bozuldu. Yavrusunu attı.
Düşük mü yaptı yani?
Evet, yavrusunu attı, düşük yaptı.
Ahırda bağlıyken mi oldu?
Tabii, bağlıydı. Ben yüklü olduğunu bilmiyordum. Seyis bana söyledi, “Yavrusunu attı abi” dedi. “Hay allah” dedim, şaşırdım. Ondan sonra hayvanın keyfi kaçtı. Geçen gün sabah da öldü. Hayvanın hiçbir şeyi, hastalığı yoktu. Test için iki sefer üst üste iğne yaptılar. Aslında yirmi atım vardı, ikisini öldürdüler. Biri chip’li, biri chip’sizdi. 18 tane kaldı. Geçen gün düşük yapıp biri de ölünce 17 tane kaldı. O kadar üst üste iki sefer iğne yapınca kaldıramıyor ki hayvan. Nasıl kaldırsın? Bir iğne yapıyorsun, yirmi gün sonra yine yapıyorsun. Bu kadar kısa sürede iki iğne olmaz, hayvan taşımıyor o iğneyi.
Daha önce de atlarınıza böyle iki iğne yapıldığı olmuş muydu?
Senede iki sefer, bir kere ilkbaharda, bir kere de sonbaharda tarama için geliyorlar. İğneyi yapıyor, hasta çıktıysa çıktı, sağlam çıktıysa çıktı. Geçen ilkbaharda o kadar hasta at çıktı, vurmadılar. Hasta çıkmış çıkmamış, hepsini bu kışa bağladılar. Sonra da bu darbeyi yaptılar. O atlar bütün yaz ötekilerin yanında kaldı, sonra da “81 tane hasta at çıktı” dendi. At iyice hastalanmışsa, akıntısı varsa, o zaman başka atlara bulaşır tabii. Kovasından, torbasından, kamçısından, kayışından geçer ruam hastalığı. Ama akarı falan yoksa geçmez. Geçen baharda çok hasta at çıktı, uyutmadılar. Onları uyutsaydılar, şimdi bu kadar at çıkmayacaktı ki.
İlkbaharda uyutulmayan o atların hasta olduğundan emin misiniz?
E tabii ki, ben görünce bilirim. Resmen burnu akıyordu hayvanın. Bir bakıyorsun, çenesinin altında üç-dört tane şiş var. Şiş varsa, bu şişler kaybolmuyorsa, biliyorsun ki ruam hastalığı var bu atta. Zaten bakıyorsun hayvana, yaraları var, bitkin, koşmuyor… Hissediyorsun. Diskalifiye bir hayvan yani. E bunları söylediğin zaman, “yok, bir şeyi yok” dediler. Akıntısı olan, şişleri olan hayvanları uyutmadılar.
Kış taramasında ise, tersine, sağlıklı olduğu halde uyutulmaya götürülen en az bir at da olmuş. Ruamlı teşhisi konan atlarınızın hasta olduğu konusunda bir şüpheniz var mıydı?
Yirmi atımdan ikisine hasta dediler. Bence onların bir şeyi yoktu. Biri, tamam, bitkindi. Ama, yavaş yavaş düzeliyordu. Sıraca dediğimiz bir hastalık var. İğneyle, antibiyotik iğnesiyle düzeltmiştim, zıpır zıpır oynuyordu. “Yok” dediler, “bunda da hastalık var”, ikisini vurdular.
19 Aralık’ta uyutulan 81 atın içinde miydi bu iki atınız?
Evet. Onları uyuttuktan yirmi gün sonra, gelip bütün atlara tekrar iğne vurdular. İşte onu kaldıramadı geçen gün ölen atım. On sekiz atta da, hiçbirinde hastalık çıkmadı. Boşuna yaptılar ikinci iğneyi. O iğneden sonra zaten başladılar hayvanlar dökülmeye. Taramadan atlar sağlam çıkmış, ama seni dinlemiyor işte. 105 atı telef ettiler.
Babam beni hortumla dövdü yapmayayım bu işi diye. Bir insana nasıl aşık oluyorsun, bizimki de ata aşık olmak. Biz bu işi sevdiğimiz için, severek yapıyorduk.
Atlar bir buçuk aydır ahırlarda, genel olarak durumları nasıl?
E bozuluyor atlar. Dışarda doğru dürüst hava almıyor ki hayvan. Hava alamıyor, antrenman yapamıyor. Antrenmansızlık var.
Atlarınızdan ayağı şişenler var mı?
Yok. Bir tek o yüklü atım düşük yaptı ve öldü. Başka sıkıntı yok şimdi. Ama diğer ahırlardaki atlarda sıkıntı var. Mesela Yörükali’dekilerde var. Çalışmaya çalışmaya atlar küsüyor.
Küsüyor ne demek?
Küsüyor işte, çöküyor yani. Devamlı bağlı, hava alamıyor. Mideleri, karınları şişiyor. Hareket etmediği için gaz yapıyor. Devamlı yiyip hareket etmezse de gaz yapar, öyle de ölebilir.
Atlarınızın yaş ortalaması nasıl?
Sekiz-on yaşlarında benimkiler. Çok genç çalışmaz zaten. Çok yaşlı da çalışamaz. Ama atına göre de değişir. Bende ilk zamanlarımda bir at vardı, otuz yaşına kadar çalıştı. O zaman atlar da daha kaliteliydi, daha güzel atlar vardı. Şimdi atın nesli de kurudu. Giderek atların nesli kuruyor. Atların sayısı da azaldı. Bu iş her yönden bitirildi.
Atlarınızı nereden, nasıl alıyorsunuz? Anadolu’dan mı gidip getiriyorsunuz?
Hayır, ben gidip almıyordum. Buradan, adadan alıyorduk. Urfa’dan getiriyorlar atları daha çok, Erzurum’dan getiriyorlar, Ege’den getiriyorlar.
Yarışlardan çıkan atlar geliyor mu?
Hayır. Onlar burada çalışmaz, randıman vermez. Burada çalışması için yerli at olacak. Benim atların hepsi yerli at, kırma.
Kaç faytonunuz var?
Üç faytonum var. Birini ben kullanıyorum, birini de sürücüye veriyorduk. Diğeri kayınpederin. Kayınpeder eski faytoncu. Yaşı ilerleyince onun namına ben onunkini de sürücüye veriyordum.
Kardeşinizin kaç faytonu, kaç atı var?
Kardeşimin iki faytonu var. 12 atı vardı, aralık ayında beşini vurdular. Birinci partide üç, ikincide iki atını vurdular. Onda yedi at, bende 17 at kaldı.
Bir fayton için kaç atınızın olması gerekir?
Normalde altı tane atın mutlaka olacak. Altı atın olmadı mı çalıştıramazsın faytonu. İki tane, üç tane kayışın olacak, değiştirmek için. Bir çift kayışın var diyelim, o kayış öbür hayvana uymaz.
Her ata aynı takımlar, kayışlar kullanılmaz mı?
Olmaz, uymaz. Hamut olmaz. Göğsüne takılan kayış var ya, hamut, o hamut olmaz. Her atınki ayrıdır. Ceket gibi, gözlük gibi. Benim gözlüğüm sana olmaz, senin gözlüğün bana olmaz. Bende otuz tane hamut var.
Eskiden böyle iş yoktu. Şimdi iş çok. Denetim yok. Denetim olmadığı için de başıboşluk oldu. Doğruyu konuşmak lâzım. Kontrol olmadığı gibi, bu vaziyete getirdiler.
Sürücüyle çalışma düzeni nasıl?
Sürücü günlük kazanıyor parayı, hakkını alıyor, kalanı sana veriyor. 100 lira kazanıyorsa, 20 lirasını alıyor. Dört işe giderse, 80 lira, 100 lira çıkarıyor. Araba ve atlar bizim. E bu da şimdi büyük masraf. Tekerlek döndükçe kayış eskiyor, araba eskiyor, nal istiyor… Yemini alıyorsun. Hepsi masraf. Bir nal 140 lira. 15-20 günde bir nal yapman lâzım, yazın haftada bir. 80 lira seyise veriyorsun. Bayağı masraflı iş.
Genelde herkesin seyisi var mı?
Tabii canım. Kendi atına baksan çalışamazsın.
Eskiden de böyle miydi?
Eskiden böyle değildi, herkes kendi atına kendi bakardı. Ama bu kadar iş de yoktu. Otuz yıldan fazla kendim baktım atlara, 10-12 seneden beri seyisim var. Şimdi herkeste seyis var.
Ne zamandan beri üç faytonunuz var?
Kendimi bildim bileli, iki fayton oluyordu, üç oluyordu, alıyordum, satıyordum… Dört faytonum vardı bir ara, bir kızdım, hepsini sattım.
Neye kızdınız?
Sürücüler para vermiyordu. Eskiden böyle iş yoktu. Ben de kızdım, birer birer sattım. Bir tane kalmıştı. Sonra gene bir tane aldım. Devam.
Geçiminizi hep faytonculuktan mı sağladınız?
Hep faytonculuk, hiç başka iş yapmadım.
Doğum yeriniz neresi?
İstanbul, Kurtuluş. Ama kütüğüm burası. Babam Büyükadalı, Ermeni. Babamın babası da Büyükadalı. Annem İstanbullu, Rum. Dedem de İstanbullu. Annemin babası Yedikuleli. Ben Kurtuluş’ta doğdum, ama hayvan sevgisi bizi buraya çekti. Babamız kızdı bize bu işi yapıyoruz diye. Ama, kısmet buymuş.
At sevgisi size nerden, nasıl düştü?
E dedem, annemin babası, bu işi yapıyordu. Kavun karpuz satıyordu. Dedemin, dayımın arkasından gidiyorduk. Merak işte. At merakı bu işi bize aşıladı.
Dedenizin, dayınızın atları nerede duruyordu o zaman?
Dolapdere’de hep bahçeler, tarlalar vardı, ahırlar vardı. Şimdi hiçbiri yok. Bu karşıda, Süreyyapaşa’da, Kartal’a kadar hep tarlalar vardı. Herkes atla çift sürüyordu. Atla gidiyorlardı işe. Ormana atla gidiyorlardı.
Babanızın mesleği neydi?
Babam Büyükada’dan İstanbul’a gidiyor, orada bu işte biraz çalışıyor, sonra gelip emlakçılık yapıyor. Biz bu işi severek yapıyoruz, sevdiğimiz için. Babam beni hortumla dövdü yapmayayım bu işi diye. Ama biz bu işi seçtik. Ben Yemiş iskelesinde yük arabası koşuyordum. Yemiş iskelesi dediğimiz, Eminönü. Perşembe Pazarı’nda çalıştım. Orada da araba koştum. Geçimimiz hep arabacılıktan.
Kaç kardeşsiniz?
Altı kardeşiz. Bir kız, beş erkek. Bedros, Sefon, ben atçı olduk. Ufak olan, Berç, kuyumcu oldu. Öteki de, Kirkor, İstanbul’da benim gibi, yazın at arabasıyla kavun karpuz satıyor. Kasımpaşa’da, İplikçi durağında. Bedros da Ayazağa’da. Binicilik kulübünde atlara bakıyor, seyislik yapıyor. Bakıcılık yapıyor. Niye? Çünkü atları seviyor.
İki-üç sene oldu. Fayton serbest, at yasak. Araba duruyor, at yok. Ben mi çekeceğim arabayı? Mecbur alacaksın. Kaçak at almayan yoktur. 200-300 at girmiştir böyle.
Faytonculuğa ilk başladığınız yıllarda size ustalık edenler var mıydı, kimler yapardı bu mesleği?
Eskiden Rum arabacılar vardı. Benim başladığımda Andon vardı, Rum. Heybeli’de Yorgo vardı. Bir Dimitro vardı, hem mezarlığa bakardı hem faytonculuk yapardı. Böyle insanlar vardı. Mezarlık arabasını bile atlar çekiyordu. İstanbul’da bile çöp arabasını atlar çekerdi.
‘79’da faytonculuğa başladığınızda mesleğin şartları bugüne kıyasla nasıldı?
O zaman fayton tur için, turistler için, gezinti için değildi. Adalılar biniyordu, mesela “Çarkıfelek’e” diyordu. Çarkıfelek’ten bir iş alıyordun, “Nizam” diyordu. Oradan alıyordun Maden’e… O zamanlar böyle bırakma; Maden’e gidiyorsun, beş-on dakika duruyorsun, at havalanıyor, nefesleniyor, siliyorsun, süpürüyorsun… Beyefendinin biri ya da hanımefendinin biri geliyor, “iskeleye” diyor. İskeleden Kulübe müşteri alıyorsun… Bugünkü gibi Araplar gelecek de tur yapacağız, büyük iş yapacağız diye bir şey yoktu. Ada turu pek nadirdi. Eskiden çok Museviler vardı. Onlar mesela Lunaparka giderlerdi, “bekle” derlerdi, yarım saat, bir saat beklersin. Sana “borcum ne kadar” diye sormazdı, çıkarır cömertçe verirdi. Şimdi kalmadı öyle kalburüstü insanlar. Artık adalılar her yere scooter’la gidiyor.
Ne zamandır böyle?
Aşağı yukarı 12-13 sene oldu. Hep turist. Arap turist. Yunanlı da çok gelirdi. İranlılar da gelir, onlar daha çok sonbaharda, sezonun sonunda gelir. Faytonlar çalışsaydı, şimdi burası Araplarla cıvıl cıvıldı.
Son yıllarda faytonlarla ilgili şikâyetler giderek arttı…
Denetim yok. Bu işi bile bile denetimsiz yaptılar. Başıboş bıraktılar.
Eskiden denetim var mıydı?
Vardı. Belediye atına bakıyor, arabana bakıyor, tekerleklerine, kayışına bakıyor, arabanın boyasına bile bakıyordu… Ona göre onay veriyordu. İki senedir, üç senedir tamamen başıboş. Eskiden ruhsatlar da burada veriliyordu, sonra Büyükşehir’e, UKOME’ye gitti. Altı-yedi senedir ruhsat da verilmiyor.
Niye ruhsatlar yenilenmiyor?
Bu işi gözden çıkardılar.
Denetim varken, atların taşıdığı yük, faytoncuların atlara nasıl davrandığı da kontrol edilir miydi?
Tabii, bakarlardı tabii. Karakolun orada trafik polisi dururdu, bakardı.
Bu başıboşluk bilmeden, özenmeden bu mesleği yapanların önünü açtı mı?
Oluyor tabii böyle şeyler. Kötü muamele oluyordu, doğruya doğru. Görüyorsun bir yerde. Ama kimseye bir şey diyemezsin. “Şunu şöyle şöyle yap, hayvana hizmet et” dediğin zaman, kötü olursun. “Sana ne” diyebilir, hatta “ulan” diyebilir. Asayiş olacak, o denetleyecek. Biz müdahale edemeyiz yani. Ama görüyoruz kimin ne yaptığını. Bir şey diyemiyorsun, kötü olursun. “Sana ne der”, on kişi gelir, seni döver. Bu zabıtanın işi. Bizim işimiz değil.
Atlar aynı zamanda eskisine göre daha fazla mı çalıştırılıyordu?
Belli bir saati var atları çalıştırmanın. Sabahleyin yedide çıkarsın, ikiye kadar ne kadar iş yaptın, yaptın. Vakti geçti mi, çalıştıramazsın artık o hayvanı. İkide, iki buçukta değiştirirsin, altıya, yediye kadar çalışırsın, paydos edersin. Atın varsa çalışırsın, atın yoksa çalışamazsın. Eskiden böyle iş yoktu. Şimdi iş çok. Denetim yok. Denetim olmadığı için de başıboşluk oldu. Doğruyu konuşmak lâzım. Kontrol yok ki. Kontrol olmadığı gibi, bu vaziyete getirdiler. Ne zabıta yaptı işini, ne Büyükşehir geldi baktı, kimse bakmadı.
Son yıllarda adada fazla çalıştırılmaktan ötürü ölen çok sayıda at olduğu söyleniyor…
Yok, yok, onunla bir alâkası yok. Kontrolsüzlükten oluyor ne oluyorsa. Mahsustan ilgilenmiyorlar. Kontrol etseler, “Niye alâkadar olmuyorsun atınla güzelce?” diye sorsalar…
İyi bir faytoncu olmak için önce insan olmak lâzım. Delidolu olmayacaksın, sakin olacaksın. Atını seveceksin, onu sayacaksın. Sevmeden zaten bu mesleği yapamazsın. Sabır, sükûnet, saygı, sevgi…
Kiralama yüzünden işlerin çığrından çıktığı çok söyleniyor. Siz katılıyor musunuz o görüşe?
Aynen öyle. Adam para kazanacak ki kirayı versin. Biraz da kiracılar yüzünden böyle.
Adalara at girişi ne zaman yasaklandı?
İki-üç sene oldu. Fayton serbest, at yasak. Yasak, ama at gelmese ben faytonu nasıl çalıştıracağım? Kaçak at almaya mecbur bıraktılar. Peki, kaçak dediği atı ben nereden getiriyorum? Türkiye sınırları içerisinden. Kaçak dediğini Rusya’dan, Yunanistan’dan, Bulgaristan’dan getirmiyorsun ki. Türkiye sınırları içinde…
Siz hiç kaçak at aldınız mı?
Aldım. Kaçak at almayan yoktur. Araba duruyor, at yok. Ben mi çekeceğim arabayı? Mecbur alacaksın. Nasıl kaçak oluyor? 200-300 at girmiştir böyle. Sonra onları da bu son kontrolde chip’lediler.
Faytonda çalışamayacak kadar yaşlanan atları ne yapıyorsunuz?
Eskiden olsa karşıda satarsın, köylüye satarsın. Tek atla araba koşan bir arkadaşa verirsin. E şimdi adadan at çıkışı da yasak olduğu için satamıyorsun. Bu benim emektarım diyorsun, bakıyorsun. Benim çok vardı emekli atım. Bakıyorsun tabii, çünkü ekmek yemişsin ondan.
Oğlunuz olsaydı faytoncu olmasını ister miydiniz, yoksa siz de babanızın size davrandığı gibi mi davranırdınız?
Valla şimdi, erkek olmadığı daha iyi oldu. Heveslenseydi bu işe kötü olurdu, serseri olurdu. Biz vaktiyle aklı başında davrandık. Herkes bu işi devam ettiremez. Benim diyen insan bu işi yürütemez. Dirayetli olman lâzım. Ata sevgi göstereceksin, saygı göstereceksin. Nalı eskimişse nalını değiştireceksin, acıkmışsa yemini vereceksin, suyunu vereceksin. Adam ha babam de babam çalıştırıyor, akşama kadar susuz bırakıyor hayvanını. Öyle insanlar da var.
İyi bir faytoncu olmanın meziyetleri sizce neler?
E tabii ağır iş. Sabahtan akşama kadar deh çüş, deh çüş… Bir de insanlarla uğraşıyorsun. Yoldan geçenlerle uğraşıyorsun. İyi bir faytoncu olmak için önce insan olmak lâzım. Delidolu olmayacaksın, sakin olacaksın. Sakin sakin gideceksin. Güzel güzel. Hayvan nefeslenecek, yolda giderken, sağına soluna baktığı zaman sineklenecek. Ama sen nefes nefese koşturuyorsan, bir yerden bir zor yapıyor. Atını seveceksin, onu sayacaksın. Ben seni şimdi koşturayım Nizam köprüsüne kadar. Ne yaparsın? Çatlarsın. “Yeter” dersin, “arkadaş bırak” dersin. At da öyle. Güzel güzel gideceksin. Bayır yukarı yavaş çıkacaksın, bayır aşağı yavaş ineceksin. Böyle şeyler işte. En önemlisi sevgi, saygı olacak. İnsanı nasıl seviyorsan, hayvanı da seveceksin. Sevmeden zaten bu mesleği yapamazsın. Sabır, sükûnet, saygı, sevgi… Böyle işte.
Sizce faytonculuğun kaldırılmasının sebebi ne?
İstiyorlardı kaldırmak, kaldırdılar. Atlara eziyet ediyormuşuz biz. Bütün insanları aynı kefeye koyuyorlar. Birisi bir kabahat yapıyorsa, herkese yıkıyorlar. Eziyet yapıyorsa birisi, al numarasını şikâyet et.
İBB meclisinde alınan faytonculara araba başına 300 bin lira, at başına 4’er bin lira verilmesi ve her aileden bir kişinin işe alınması kararına ne diyorsunuz?
Bu saatten sonra ben Büyükşehir’de nasıl çalışacağım? 63 yaşından sonra ne yapabilirim? Beni bu saatten sonra işe alır mı adam? Ben 63 yaşındayım, kardeşim 62. Ne iş yapacağız? İş olmayınca o verecekleri para neye, ne kadar yeter? Kocaman kızım var, lise 2’ye gidiyor.
Faytonculuk yasak, ama isterseniz atlarınıza adada bakabilirsiniz dense, bunun gerçekleştirilebilirliği var mı?
Çalışmazsan nasıl bakacaksın? Çalıştıracaksın ki bakasın, kolay değil ki bakmak. İstesen bile tutamazsın atını. Bu kadar atı çayıra salamazsın. Kim bakacak? Yemini kim verecek? Yemi nerden gelecek? Bence bu konu kapandı. Faytonculuğu sonlandırıyorlar.
Sizce bundan sonra ne olacak?
Bekliyoruz. Paramızı verecekler, “unut bu işi artık” diyecekler. Sonra da oturacağız işte. Ne diyeyim ben? Benim gücüm yetmez ki adamlara. Her şey bitmiştir. Belki inek alırız, sütünü satarız. İnekler yasak değil şimdilik.