TBMM gündeminin anti-demokrasi listesi uzun, muhalefet ise malûm. İktidarın ilk halleneceği konulardan biri “çocuk istismarcılarına af”. Ama bu “af” şartı nedamet olan bir atıfet değil, zorla ve erken yaşta evlendirmenin kapısı. Ve o kapının açıldığı yer AKP’nin toplum modeli. Eşitlik İzleme Kadın Grubu sözcülerinden Hülya Gülbahar’ı dinliyoruz.
Meclis açılır açılmaz bekçilerin yetkilerini artıran yasa kabul edildi. Seçim mevzuatı değişikliği, sosyal medyaya sansür, meslek odalarına yönelik düzenleme ve TCK 103’te yapılacak değişikliğin Meclis gündemine geleceği konuşuluyor. Hızla üç muhalefet vekilinin dokunulmazlıkları kaldırıldı ve HDP demokrasi yürüyüşü başlattı. Tüm bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hülya Gülbahar: Meclisin böyle bir gündemle açılması devletin ve toplumun iktidar tarafından şekillendirilmesi sürecinde önemli bir aşamanın daha geçildiği anlamına geliyor. İktidar muhalefetin muhalefet kapasitesini bir kez daha sınıyor. Ve ne yazık ki, bu muhalefet ile iktidarını sürdürmenin ne kadar kolay olduğunu bir kez daha gördü. Sözünü ettiğiniz yasa teklifleri ve yapılan açıklamalar, otoriterlikte son derece tehlikeli ve kaygı verici bir tırmanışın yaşandığını gösteriyor. Ama milletin meclisinin, o meclisin vekillerini apar topar meclisten atarak açılması tarihi önemde bir gösterge oldu. Bu süreçte ana muhalefet partisi mecliste “oyalanarak oy kullanmak” gibi oldukça manidar bir protesto yöntemi seçti. Bu sırada sırtından yumruklanınca da, “acımadı ki, acımadı ki” diyerek rutin muhalefetsizliğine geri döndü. HDP’nin Edirne ve Hakkari’den başlatıp Ankara’da sonlandıracağını duyurduğu Darbeye Karşı Demokrasi Yürüyüşü ise 10’u aşkın ilde getirilen giriş-çıkış yasağıyla kolaylıkla engellendi.
“Bu muhalefet ile iktidarını sürdürmenin ne kadar kolay olduğunu bir kez daha gördü” dediniz, bunu somutlar mısınız?
İktidar yıllardır “yeni bir Türkiye kuruyoruz” diyor, yeni bir rejim, yeni bir toplum inşa etmeye çalışıyor. Muhalefet ise bunu bir türlü duymak, görmek istemiyor. Olağanüstü rejimde, olağan muhalefette kalmakta ısrar ediyor. Böylece sadece ve sadece iktidarın demokrasi varmış gibi, hukuk ve adalet varmış gibi yapmasına hizmet etmiş oluyor.
Son düzenlemeler siyasetin alanını iyice daraltmış durumda. Bekçilerle ilgili düzenleme sayıları on binleri bulan, geniş ve sınırları belirsiz yetkilerle donatılmış, silahlandırılmış yeni bir ordu yaratmak demek. Üç ayda zor kullanma ve silah eğitimi verilip toplumun üzerine salınacak bunlar. Paramiliter güçleri resmi militer güç haline getiren bir düzenleme bu.
Seçim yasası değişikliği hakkında konuşulanlara bakın. ABD’de tuhaf coğrafi seçim bölgeleri oluşturulduğu için bir tür kertenkele kuyruğuna benzetilerek “gerrymandering” adı verilen seçim bölgelerinde, bir oy fazla alanın her şeyi aldığı antidemokratik sistem getirilmek isteniyor. “Dar bölge” ya da “daraltılmış bölge” adının çok da bir önemi yok, bu sistemde o bölgede ekonomik olarak güçlü olanın, heteroseksüel erkek olanın, inanç ve etnisite açısından çoğunlukta olanın kazanacağı, diğerlerinin en küçük bir şansının kalmayacağı bir sistem bu. Muhalefet bu sistemi topluma yeterince anlatmıyor, sanki alttan alta destekliyor gibi görünüyor.
Muhalefetin bütün parçalarıyla içinde bulunduğu atalet, ortak ve net bir karşı duruş sergileyememe hali çok can sıkıcı. Özellikle bu dönemde provokasyonlara gelmemek, camilerden ezan yerine Çav Bella çaldırılması gibi tuzaklarda sakin kalabilmek çok önemli. Ama bu, muhalefet etmekten vazgeçmek ve seçim günü bir mucize sayesinde sandıktan çıkıvermeyi beklemek anlamına da gelmemeli.
Seçilmiş yerel yöneticilerin iktidarın atadığı kayyumlara devriyle başlayan süreçte HDP’yi yalnız bırakan muhalefetin hâlâ sadece seçim odaklı muhalefet yürütmesi de ilginç gerçekten.
Kadın örgütleri olarak süreci kaygıyla izliyoruz ve kurduğumuz TCK 103-Çocuk İstismarına Karşı Kadın Platformu 2020 sayesinde Türkiye çapında bu affın çıkmaması gerektiğini anlatan çalışmalar yürütüyoruz. 2020 Platformu, 2016’da oluşan kadın platformundan daha da geniş. Her kesim ve siyasi görüşten kadınlar olarak bir araya geldik.
Tarihte de görüldüğü gibi, muhalefetin otoriter yönetimlere direniş için doğru zamanda sokağa çıkması ülkeye on yıllar kazandırıyor, yanlış zamanda çıkış ise en yürekli kadroların yanı sıra on yılların kaybına neden oluyor. Gezi Direnişi Türkiye toplumunun en doğru zamanda ve yöntemle siyasete kendi ağırlığını koyma girişimiydi. Toplum anayasal direniş hakkını kullandı. Ancak, dönemin üç muhalefet partisi de toplumu iktidar karşısında yalnız bıraktı. Buna rağmen, halk hemen ardından gelen Haziran seçimlerinde yüzde 60’lık bir oy oranı ile otoriter siyasal iktidarı bir kez daha ve bu kez seçimde yendi. Ve fakat yine muhalefetin politikasızlıkları nedeniyle halkın bedeller ödeyerek muhalefete sunduğu iktidarı değiştirme olanakları heba edildi. Her partinin kendine göre çeşitli mazeretleri olabilir. Ama hiçbiri bu acı gerçeği değiştirmiyor ve siyasi sorumluluklarını ortadan kaldırmıyor.
Türkiye’deki parlamento içi ve dışı muhalefet bu kadar saldırı altındayken aşırı bir suçlama yapmak istemiyorum. Ama bugün geldiğimiz noktadan, iktidar kadar olmasa bile muhalefetin de sorumlu olduğunu düşünüyorum. Şöyle bir demokrasi düşünülebilir mi? Ülkenin eğitim politikaları ve kurumları dönüştürülüyor, toplumun geleceğine yön veren bu girişimi durdurmak ve alternatif yaratmak için muhalefet bir şey yapmıyor. Medyanın yok edilmesini seyrediyor ve alternatifini oluşturmak için bir şey yapmıyor. Ülkenin yargısının ve ordusunun tasfiyesini seyrediyor. Ana muhalefet partisi Adalet Yürüyüşü yapıyor, ama onu da yarım bırakıyor. Laiklik ilkesi tasfiye ediliyor, Diyanet İşleri Başkanlığı dev bütçe ve kadrosuyla neredeyse bütün bakanlıkların işlevlerini devralan paralel bir devlet yapılanmasına dönüşüyor; muhalefet seyrediyor. Nihayet, milletin meclisinin tasfiyesini seyrediyor. Böyle bir muhalefetin meslek örgütlerinin bölünüp parçalanarak etkisizleştirilmesi ya da siyasi partilerin temsiliyetini daha da sembolik hale getirecek, partilerin birbiriyle ittifakını engelleyecek yasa değişiklikleri konusunda etkili bir siyaset üretilebileceğine inanmıyorum. Karl Jaspers’in suçluluk ve siyasal sorumluluk arasında yaptığı ayrım açısından, hukuki bir anlamda sorumluluktan bahsetmesek bile bu sorumsuz muhalefet anlayışının siyaseten mahkûm edilmesi gerekiyor. Çünkü bu muhalefet kendi görevini yapmadığı gibi, alternatifinin çıkmasının da önünü kesiyor.
Bekçilerle ilgili düzenleme sayıları on binleri bulan, geniş ve sınırları belirsiz yetkilerle donatılmış, silahlandırılmış yeni bir ordu yaratmak demek. Üç ayda zor kullanma ve silah eğitimi verilip toplumun üzerine salınacak bunlar. Paramiliter güçleri resmi militer güç haline getiren bir düzenleme bu.
Muhalefet partilerinin sözcülerinin bu konudaki açıklaması: “Biz muhalefet yapıyoruz, ancak medyada yeterince görünür olmuyoruz”…
AKP liderliği ülkeyi de bölerek yönetiyor, muhalefeti de bölerek yönetiyor. Bu oyunu bozamadığı sürece muhalefetin işi zor. Yerel seçimler bu birliğin sağlanabileceğini ve birliğin başarıyı getirebileceğini gösterdi. Birlikte hareket seçim dışı zamanlarda neden sağlanmasın? İktidarın politikası da medya sansürü de aşılabiliyor. Kaldı ki, medya açısından alternatif oluşturmak da muhalefetin görevi. Akıllı telefonlar, yeni teknolojik olanaklar sayesinde toplumla iletişim içinde olmanın, sözünü duyurmanın sayısız olanakları var artık. Hepsinden önemlisi binlerce üyesi olan yapılar bunlar. 8 Şubat itibarıyla, CHP’nin 1.257.753, İyi Parti’nin 42.533, HDP’nin 39.334 üyesi var. Her bir üye onlarca kişiye muhalefetin mesajını, alternatif politikalarını iletecek ayaklı bir gazete gibi işlev yapabilir. Ama tabii ki öncelikle bu sözün üretilmesi gerek. Demokrasiden, eşitlikten, adaletten söz eden bir muhalefetin bu kavramların tüm partilerin, tüm partililerinin ve bu partililerin değebildiği herkesin hayat biçimi olması için çalışması gerek. Kendi alternatif demokratik toplum modelini ortaya koyması ve bunu yaratma işine bugünden girişmesi gerek.
Bu konuda kişisel gösterebileceğim tek olumlu örnek HDP’nin kadın politikası. Eşbaşkanlık sistemi, eşit temsil sistemi, iktidar olunan belediyelerde açılan kadın merkezleri, toplumsal cinsiyet kalıplarında dönüşümü zorlayan personel politikaları gibi uygulamalarla cinsiyetler arası eşitlik anlamında toplumsal bir zihniyet dönüşümü yaratıyorlar. Kayyum atanan her belediyede, atanan kayyumların ilk işinin belediyelerdeki kadın mekanizmalarına ve cinsiyet eşitlikçi uygulamalara saldırmaları, onları yok etmeleri tam da bu nedenle. Farklı bir modele, yaşam tarzına tahammülleri yok.
Muhalefet partilerinin itirazlarına rağmen Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun 14 Nisan 2020’de kabul edildi. Oylama sırasında TCK 103’te bir düzenlemeyle “çocukların cinsel istismarı” suçuyla ilgili af çıkarılmak istendi. Bu düzenlemenin önümüzdeki günlerde yeniden Meclis gündemine geleceği söyleniyor. Yapılmak istenen tam olarak ne?
Çocuk cinsel istismarını düzenleyen Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 103. maddesiyle ilgili yıllardır af çıkarılacağı söyleniyor. Fiili bir iktidar-hükümet programı niteliği taşıyan TBMM Boşanma Komisyonu Raporu’nda da yer almıştı bu konu. Bu affı çıkarmak için 2016’da bir atak yapıldı, kamuoyunun tepkisi üzerine vazgeçildi. Ama sürekli gündemde tutularak bir algı operasyonu sürdürülüyor ve af söylentisi, çocukları erkenden ve hatta tecavüzcü ile evlendirme uygulamalarının devamı için bir araç olarak kullanılıyor.
İnfaz Yasası’nın TBMM görüşmeleri sırasında tekrar gündeme getirildi. Buna göre, bu aftan yararlanmanın koşulları şunlar: Öncelikle çocuklara yönelik cinsel istismar/tecavüz nedeniyle yargılanıp mahkûm edilmiş ve cezası kesinleşmiş olanlar bu aftan yararlanacak. Ancak, olay tarihinde başka bir kadınla evli olmamaları gerekiyor. Mağdurun14 yaşına basmış olması koşulu var. Burada kamuoyunu yanıltmak amaçlı bir hile yapılıyor: Hukukta 14 yaşında sayılmak için 14 yaşını bitirmiş olmak gerekirken, 14 yaşına “girmiş olmak” denerek aslında 13 yaşındaki kız çocuklarından söz edildiği gizlenmeye çalışılıyor.
Mağdur ile tecavüz faili arasında en fazla 15 yaş farkı olması gerekiyor. Bu konu AKP MYK’sında da tartışılmış ve AKP’li kadın vekillerin akran sayılmak için “15 yaş fazla, bari 10 yaş fark olsun” taleplerini dinleyen olmamıştı. Taslakta ayrıca “mağdurun şikâyetten vazgeçmiş olması” koşuluna yer verilmiş. TCK uyarınca 15 yaşını doldurmamış çocukların rızasından söz etmek mümkün olmadığı halde, sarkıntılık hariç çocuklara karşı cinsel suç içeren tüm davalar kamu davası olması gerektiği halde, burada 13 yaşındaki çocuğun rızası olabileceği, şikâyetinden vazgeçip kamu davasını düşürebileceği söylenmiş oluyor.
Eğitim kurumları dönüştürülüyor; muhalefet bir şey yapmıyor. Medyanın yok edilmesini seyrediyor. Laiklik tasfiye ediliyor, Diyanet paralel bir devlet yapılanmasına dönüşüyor; seyrediyor. Milletin meclisinin tasfiyesini seyrediyor. Bu sorumsuz muhalefet anlayışının siyaseten mahkûm edilmesi gerekiyor. Çünkü kendi görevini yapmadığı gibi alternatifinin çıkmasının da önünü kesiyor.
Aftan yararlanmanın son koşulu ise yasanın çıkacağı tarihten önce resmi nikâh yapılması. Bu koşulların tümü gerçekleştiğinde çocuk istismarcısı cezasını çekmeden derhal serbest bırakılacak ve bu evlilik beş yıl sürdüğü takdirde hiçbir şekilde cezalandırılmayacak. Üstüne üstlük, çocuk istismarcısı/tecavüzcü, bu tecavüzünü beş yıl daha sürdürme hakkıyla “ödüllendirilmiş” olacak. Bununla da yetinilmiyor; çıkarılacak af çocuk cinsel istismarına/tecavüzüne iştirak edenleri, azmettirenleri, suçun işlenmesine yardım ve yataklık edenleri de kapsayacak ve bunlar hakkındaki tüm kamu davaları da düşecek. Burada en önemli ve olası tehlike, affın kapsamına yapılacak itirazlar sonucunda konunun Anayasa Mahkemesi’ne taşınması ve mahkemenin bu affı genel bir cezasızlık haline dönüştürmesi.
Sözünü ettiğiniz tehlike ne anlama geliyor?
Bugün bile TCK’nın 103. maddesiyle ilgili Anayasa Mahkemesi’ne iptal başvuruları yapılıyor. Af çıktığında da yapılacak. Örneğin, “yasanın çıktığı tarihe kadar yapılmış resmi nikâhlı evliliklere af geliyor, diğerlerini kapsamıyor” deniyor. Peki yasanın çıkarılacağı, örneğin 14 Temmuz tarihinden bir gün sonra resmi nikâh yapan biri, “beni neden kapsamıyor?” diyerek Anayasa Mahkemesi’ne başvursa ne olacak? Ya AYM “haklısın, bir günlük fark dışında tüm koşulları karşılıyorsun, sen de bu aftan yararlanmalısın” derse ne olacak? TCK’nın 103. maddesi tamamen değişmiş olacak ve yeniden değiştirilinceye dek, tecavüz ettiği çocukla evlendirilip beş yıl evli kalan herkese cezasızlık gelecek! Peki, Anayasa Mahkemesi “resmi nikâhla evlilik” şartındaki resmi nikâh bölümünü iptal ederse ne olacak? Çocukla imam nikâhıyla evlenen ya da fiilen evliymiş gibi yaşayan herkesi kapsayıverecek. Aslında, resmi nikâh şartının iptali fiilen yeterli, ama “bekâr olma” şartını da iptal ederse, işte o zaman tam şenlik olacak, erkekler bir-üç-beş, diledikleri sayıda evlenip duracaklar.
Çocuk cinsel istismarını düzenleyen TCK’nın 103. maddesiyle ilgili yıllardır af çıkarılacağı söyleniyor. Bu affı çıkarmak için 2016’da bir atak yapıldı, kamuoyunun tepkisi üzerine vazgeçildi. Ama sürekli gündemde tutularak bir algı operasyonu sürdürülüyor ve af söylentisi çocukları erkenden ve hatta tecavüzcü ile evlendirme uygulamalarının devamı için bir araç olarak kullanılıyor.
Aynı şekilde taraflar arasında 15 yaş fark olanlara af getirildiğinde, 15 yaş artı bir gün ya da bir yıl fark durumun olanlar AYM’ye başvurup yararlanmak isterlerse ne olacak? Bir iptal kararı ile aradaki yaş farkı 40 da olsa, 50 de olsa tecavüzcülerin aftan yararlanma hakkı doğacak. Niyet okumuyoruz ya da kuşkuculuğumuzdan bu vehimlere kapılmıyoruz, çünkü yapılmışı var: Anayasa Mahkemesi 2005’te, yeni TCK yürürlüğe girer girmez ilk iş olarak “Reşit olmayanla cinsel ilişkide beş yaştan fazla fark varsa ağırlaştırıcı nedendir” diyen 104/2 madde hükmünü eşitlik ilkesine aykırı bularak iptal etmişti. Kısacası, yapmışlığı var, yine yapabilir. Bütün bu durumlarda, “geçici olduğu, bir kerelik olduğu, geçmişe yönelik olduğu, sadece 264 kişiyi kapsayacağı” iddia edilen bir af, birdenbire tüm kız çocuklarını ve kadınları her yaştan tecavüz faili ile evlendirilme baskısı altında bırakacak genel bir cezasızlık uygulamasına dönüşecektir.
AKP bu affı 264 ailenin mağduriyetinin giderilmesi olarak sunuyor kamuoyuna…
264 rakamını onlar veriyor, biz gerçek rakamın ne olduğunu bilmiyoruz. AKP muhalefet partilerini ikna edebilmek için rakamı küçük gösteriyor, kamuoyunu ikna etmek için ise abarttıkça abartıp 30 bin gibi rakamlardan bahsediyor. Ancak mesele iddia edildiği gibi, erken yaştaki evlilikleri nedeniyle cezaevinde olanlar meselesi değil. Eğer sadece 264 mağdur aile var ise, devlet sosyal devlet görevini yerine getirerek mağdur anne ve çocukların mağduriyetini giderebilir. Zaten cezaevinde görüşme yapabiliyorlar, hatta pembe odalarda buluşup yeni çocuk sahibi de olabiliyorlar. Geriye “istismar hükümlüsü” olarak damgalanmış olmak kalıyor ki, bu zaten mahkeme kararıyla kesin hüküm altına alınmış durumda, bu karar yok edilemez. Geriye birbirini özlemek kalıyor. Unutmamak gerekir ki, cezaevindeki her suçlunun geride bıraktığı mağdur yakınları ve ailesi olabilir. Aileler mağdur oluyor diye hırsızlık, insan öldürme, vb. suçlardan mahkûm olanları da mı serbest bırakmalıyız? Kaldı ki, geçtiğimiz ay çıkarılan infaz yasasıyla verilen Covid-19 izninden çocuk istismarcıları da yararlandırıldığı için, bu 264 çocuk istismarı hükümlüsünün bir bölümü salıverilmiş olabilir, kalanların bir bölümü de yıl sonuna dek bırakılabilir. Dolayısıyla, içeride 64 kişi mi kalacak, 4 kişi mi kalacak, bunu da bilmiyoruz ki… Çocuk istismarcılarının affedilmesi, tecavüzcünün evlilik ile aklanması gibi toplumda infial yaratan bir af yasasının 200-300 kişi için çıkarılmaya çalışılmasının hiçbir mantıklı açıklaması olamaz. Çocuk istismarcılarına af meselesi, çocuk istismarını evlilik adı altında aklama ve suç olmaktan çıkarma girişimidir. Bu düzenlemeyle yapılmak istenen bir toplum modelinin inşasıdır.
Nasıl bir toplum modeli?
Toplumun ve devletin organizasyonunda kadın meselesi kritik önem taşıyor. AKP iktidarının toplum modeli kız çocuklarının olabilecek en erken yaşta eğitimden alınıp evlendirilmesi ve bütün ömrünü ev içi her türlü hizmetini üstlendiği erkek işgücünün ve toplumun geleceğini oluşturacak çocukların bakımına adaması üzerine kurulu.
2014’te, TÜRGEV’in Fatih’teki Mevlanakapı Kız Öğrenci Yurdu’ndaki iftarı sırasında konuşan Tunus Ennahda Hareketi lideri Raşid Gannuşi’nin “Kızlar okurken evlensin” sözleri üzerine AKP lideri Erdoğan kız öğrencilere şu mesajı vermişti: “Evlilik olayını geri atmayın. Nasibinizi bulunca kararınızı verin. Çok seçici de olmayın. O zaman gülistandan boş çıkarsınız.” Boşanma vb. nedenlerle günde en az üç kadının erkekler tarafından öldürüldüğü bir ülkede eğitim çağındaki kız çocuklarına “hemen evlenin, çok seçici olmayın” deniyor. Evliliğin ölüm riskini göze almak anlamına gelmeye başladığı bir ülkede, buna çare bulmayıp erkeklere gül bahçesi güzellemesi yapmak da değişik bir bakış açısı.
Bu model milyonlarca yoksul kız ve erkek çocuğun erkenden –Diyanet’in kimi yayınlarında da dile getirdiği üzere, 9-12 yaşından itibaren– evlendirildiği ve hemen arka arkaya üç, mümkünse beş çocuk sahibi olduğu ailelerden oluşuyor. Tabii o ailenin ve çocukların bakım emeğinin hiçbir toplumsal destek olmadan, sıfır maliyetle kadının üzerine bırakılması, erkek çocuklarının da daha okul çağındayken “aile reisi oldun, elin ekmek tutmalı” diye ucuz emek gücü olarak çalıştırıldığı bir toplum. Kıt kanaat yaşayan reisli aileler toplumu ve milyonların böyle yaşadığı toplumsal bir düzen kurulmak isteniyor. Tabii ki sınıfsal ayrıcalığı olan bir avuç insan dışında kalan milyonlar siyasi iktidarların ucuz işgücü, sadık seçmen deposu, gözünü kırpmadan ölecek askerleri olacak. Yoksul ailelerin kız çocukları istismara uğradıklarında ya da ailenin geçim krizi derinleştiğinde, evdeki eski buzdolabının yenilenmesi fiyatına ya da çanak anten karşılığında “evlendirilebilecekler”. Çocukların erken ve zorla evlendirilmesi, kız çocuklarının ve her yaştan kadının tecavüzcüyle evlendirilmesi bu iktidarın ana politikalarından biri.
AKP iktidarının toplum modeli kız çocuklarının olabilecek en erken yaşta eğitimden alınıp evlendirilmesi ve bütün ömrünü ev içi her türlü hizmetini üstlendiği erkek işgücünün ve toplumun geleceğini oluşturacak çocukların bakımına adaması üzerine kurulu.
Tabii ki bir avuç zenginin çocuğu ise yurt içinde veya dışında kolejlerde okuyacak, istedikleri yaşta istedikleri kişiyle evlenme veya evlenmeme hakkı olacak, istedikleri zaman istedikleri kadar çocukları olacak veya hiç çocuk sahibi olmayabilecekler. Sadece cinsiyet açısından değil, sınıfsal açıdan da bugünkünden daha keskinleşmiş ve kutuplaştırılmış hiyerarşiler üzerine kurulu bir toplum.
Reisli aile yapısını, reisli bir toplumsal yaşam ve reisli bir devlet yaşamı ile her biri birbirine bağlı ve hiyerarşik, birbirine itaat eder halde en tepedeki reise bağlayan bir model bu. Kadın hareketinin “Ailede, toplumda, devlette reis istemiyoruz” sloganı bu açıdan yaşamsal önem taşıyor. Bu silsile içinde aile reisliğinin geri getirilmesi çabalarını gören kadınların bu tespiti ne kadar erken yaptığını da belirtmek isterim. Bu, erkeğin reisliğindeki aile, toplum ve devlet modeli kadınların sadece ve sadece erkeklere hizmet ve itaat ettiği takdirde “korunabileceğini, yükselebileceğini, hayatta kalabileceğini” vaat ediyor.
İtiraz edenin ölümle, sakat bırakılmakla tehdit edildiği bir model bu. Ama kadınlar bu bedeli hayatlarıyla ödemeyi göze alarak bu modele karşı mücadele ediyor. Eğitim, çalışma, evlenme, boşanma gibi en temel hakları için, özgürlükleri ve bağımsızlıkları için ölümü göze alıyorlar. 19 Haziran’da basında yer alan bir haber, milyonlarca kadının özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinin özeti gibi: İstanbul Zeytinburnu’nda yaşayan Nurtaç Canan 23 yıllık evliliği boyunca şiddet gördüğü eşi Ragıp Canan’dan boşanmak istediği için öldürülmek istendi. Vücuduna beş kurşun isabet eden Nurtaç öleceğini düşünerek yere kendi kanıyla “Annem babam, hakkınızı helâl edin. Üzülmeyin. Beni Ragıp vurdu. Kurtuldum” notunu yazdı. Nurtaç ölmedi, ama sakat kaldı. Eşinin öldürmekten vazgeçmeyeceğini söylüyor ve ne yazık ki, bu ülkede kendisini davullar çalarak gelmekte olan bu ölümden koruyabilecek hiçbir etkili devlet mekanizması yok. Güldünya Tören’i ve yüzlerce kadını böyle göz göre göre gelen ölümlerle kaybetmedik mi? Milyonlarca kadının, ailedeki, toplumdaki, devletteki erkekler tarafından cendereye alınmak istenen hayatlarının özeti, Nurtaç’ın ölümün yaşadığı esaret ve işkencenin sonu olduğunu söyleyen, kendisine başka bir çıkış yolu sunulmadığı gerçeğini yüzümüze çarpan bu “kurtuldum” kelimesinde gizli.
Reisli aile yapısını, reisli bir toplumsal yaşam ve reisli bir devlet yaşamıyla her biri birbirine bağlı ve hiyerarşik, birbirine itaat eder halde en tepedeki reise bağlayan bir model bu. Kadın hareketinin “Ailede, toplumda, devlette reis istemiyoruz” sloganı bu açıdan yaşamsal önem taşıyor.
Bulunduğumuz coğrafyanın hakim kültürü ve siyasal İslâm da bu modeli destekliyor denebilir mi?
Kesinlikle. İslâm coğrafyasında siyasal İslâm’ın, neoliberal kapitalizmi en vahşi şekilde uygulayan bir ideoloji olduğunu gördük. Doğayı, tarihi, kültürel varlıkları, sanatı imha eden bir yapısı var. Siyasal İslâm’ın kadınlara bu dünyada verebileceği ve hatta öteki dünya için hiçbir olumlu vaadi yok. Erkeklere ise, her birine en azından evde üzerinde tahakkümünü uygulayacağı bir kadın veya birkaç kadın sunuyor, öteki dünyada da yeme, içme, seksten ibaret bir hayat vaat ediyor. Bu nedenle, bugün Türkiye’de en Müslüman muhafazakâr kesimler bile İslâm dininin erkeklerin seks pratikleri konusuna indirgenmiş olmasına artık yüksek sesle itiraz ediyor.
Maalesef bazı muhalefet partileri de AKP’nin yaratmak istediği kadın ve çocukların hayatının erkekler, toplum ve devlet tarafından sıkı kontrolü üzerine kurulan bu yeni toplum modelinin tali bir konu olduğunu, kadınların kazanılmış haklarının tartışmaya açılmasının gündem değiştirme çabası olduğunu düşünüyor. Ya hiç ilgilenmiyor ya da buna karşı direnişi sadece kadınların işi olarak görüyor, kendi üzerine alınmıyor. Bu yanlış muhalefet stratejisi iktidarın gerçekleştirmek istediği toplum modeli konusunda daha hızlı ilerlemesine yardımcı oluyor, iktidarın elini kolaylaştırıyor, zaman zaman da destek anlamına geliyor.
Bakanlıkların planlama ve uygulamaları, tüm devlet teşkilatı bu toplumu yaratmak için seferber edilmiş durumda. Tek tek istisnai çıkışlar, birkaç protesto demeci dışında muhalefet seyrediyor. İlk iş olarak Kadın Bakanlığı gibi devlet içi kadın mekanizmaları yok edildi ya da işlevsiz hale getirildi; muhalefet seyretti. Eğitim sisteminin 4+4+4 şeklinde parçalı hale getirilmesi, böylece kız çocuklarının ilk dört yıldan sonra kolayca sistemin dışına çıkarılması politikası da etkili bir muhalefet yapılmadan hayata geçirildi. Oysa ki milyonları kapsayan bir veli hareketi yaratılabilirdi. İnsanların çocuklarına ve ülkenin geleceğine veli hareketi yoluyla sahip çıkması sağlanabilirdi. Kürtaj ve sezaryen tartışmaları da gündem saptırma olarak değerlendirildi. Müftülük nikâhının, hatta müftünün işaret edeceği kişilerin kıyacağı dini nikâhın resmi nikâh sayılmasına ilişkin yasa değişikliği sırasında tabandaki kadınların protestolarını partilerin kurumsal protestoları gibi gösterip aslında partinin kurumsal hiçbir itirazının olmaması da bunun bir örneğiydi. Müftülük nikâhı dahil, kadınları ilgilendiren konulardaki Anayasa Mahkemesi başvurularının göstermelik olması, peşine düşülmemesi de bir başka acı örnek.
Muhalefet bunu göremiyor mu?
Yeni bir toplum kurulurken kadın meselesinin ne kadar merkezi önemde olacağını göremiyor. Mustafa Kemal yeni Cumhuriyeti kurarken kadın-erkek eşitliğinin hayatın her alanında sağlanması için inanılmaz bir çaba harcadı, kadınların katılımı olmaksızın yeni bir toplum yaratılamayacağını biliyordu. Lenin sosyalist bir toplum kurarken eşit bir toplum kurmak için kadının her alanda sorumluluk alması için çaba harcadı. Dünyaya bakın, tarihe bakın, tüm vizyoner liderler, yeni bir toplum yaratmak için bütünsel bir kadın politikası ortaya koymak zorunda olduklarını bilirler. Bu açıdan bakıldığında Tayyip Erdoğan da vizyoner bir lider; ama sorun onun tasarladığı toplum modeli ile bizim yaşamak istediğimiz toplum modelinin birbirinin tam zıddı olmasında. Erdoğan için kadın meselesi merkezi önemde, birçok muhalefet partisi içinse yan bir konu. Türkiye ana muhalefeti bu vizyonu göremediği gibi, bunu gören ve mücadele eden kadın hareketini de çoğunlukla yalnız bıraktı.
Muhalefet için kadınlar merkezi önemde değil, peki laiklik?
Laiklik CHP’nin ne kadar umurunda bilmiyorum. İzmir’de camilerde ezan yerine Çav Bella çalınması provokasyonundan sonra CHP’li gençlere cami boyattı, Diyanet’in onca parası varken bu iş CHP’li gençlerin ücretsiz emeğine kalmış gibi, niye cami boyuyorsun? Müftülerin nikâh kıyması yasalaştığında, Kılıçdaroğlu “Biz müftülerimize güveniyoruz” dedi. Ben güvenmek zorunda mıyım? Muhalefet nasıl güveniyor, anlamıyorum. Meclisteki tüm partiler laikliği yeterince savunuyor olsaydı, bugün bu halde olmazdık. Kadın meselesini anlayamayan laikliği anlayamaz zaten. O kadar birbirine bağlı iki konudan söz ediyoruz ki… Kadınlar “laikçi teyze” etiketlemesine karşın neden laikliğe sahip çıkıyor? Çünkü günlük hayatın dini kurallarla düzenlenmesi demek, din adına konuşan herkesin kadınlara dini yaşam adı altında ataerkil bir yaşam dayatması demek. Kadınlar bu bağlantıyı biliyor, onun için sahip çıkıyor. Kıyafet özgürlüğü için, eğitim hakkı için, miras hakkı için, boşanma hakkı için, sevdiği ile evlenme ve eşini seçme hakkı için mücadele ediyor ve tüm bunların laiklikle bir bağı olduğunu biliyor kadınlar.
Nurtaç Canan evliliği boyunca şiddet gördüğü eşinden boşanmak istediği için öldürülmek istendi. Vücuduna beş kurşun isabet eden Nurtaç, öleceğini düşünerek yere kanıyla “Annem babam, hakkınızı helâl edin. Üzülmeyin. Beni Ragıp vurdu. Kurtuldum” notunu yazdı. Milyonlarca kadının hayatlarının özeti bu “kurtuldum” kelimesinde gizli.
İnfaz yasasına dönersek, yasanın özüne ilişkin itirazlarınızın siyasi partiler tarafından dikkate alınmadığını söyleyebilir miyiz?
Kadın hareketi en başından beri infaz yasasında yapılacak düzenlemenin gazeteci, hak savunucusu, avukat, iktidara muhalif olduğu için içerde tutulan herkesi kapsaması gerektiğini söyledi. Ama aynı zamanda, “Öldürülme tehlikesi bulunan kadınlar, yeniden istismara uğrama riski bulunan çocuklar için hiçbir önlem alınmadan tüm failler tahliye edilmeye çalışılıyor. Bu yasa tasarısı düşünce suçlularını cezaevinde ölüme terk ederken kadınları ve çocukları yapılacak tahliyelerle evinde ölüme terk ediyor. Buna karşı önlem aldınız mı?” diye sorarak tasarının yeniden düzenlenmesi talebiyle #İnfaz TasarısınıGeriÇekin etiketiyle siyasilere çağrı yaptık.
Muhalefet sanki cezaevindekiler için infaz eşitliğini sadece siyasi partiler savunuyor, kadın hareketi bunu talep etmiyor gibi davrandı ve kadın hareketinin “Salıverilecek olan kadına yönelik şiddet hükümlüleri ve potansiyel faillerine karşı kadınları koruyucu önlemler alın, İstanbul Sözleşmesi’nin 56. Maddesi gereğince kadınlara haber verin” talebini bile desteklemediler. Kendi taleplerinin önüne geçebilir bir talep olarak gördüler bunu ve kadınları yalnız bıraktılar. Muhtemelen herkes kendi tutuklu ve hükümlüsünün serbest kalabilme ihtimali olduğunu düşünüyordu. Bu iktidarın, cezaevine tıkacak kadar öfkelendiği muhaliflerini serbest bırakacağını umanların hayal kırıklığına uğrayacağı baştan belliydi.
Yasa görüşülürken çocuk istismarına af tartışması yaşandı. 14 Nisan 2020 gecesi ne oldu?
Biz kadınlar infaz yasası görüşülürken AKP’nin CHP’yi istismarcıya af konusunda ikna etmeye çalıştığı duyumunu almıştık. Son gece çıkarılmak istenen affa ilişkin teklif metni bize de ulaştı. O gece infaz yasası bitirilip meclis kapanmadan önce son dakikada af gündeme getirilecek duyumları üzerine #ÇocukİstismarınınAffıOlmaz etiketiyle bir sosyal medya kampanyası başlattık. Kampanya çok geniş kesimlerden destek aldı ve gece boyunca sosyal medyada en çok konuşulanlar listesinde kaldı. Bizim “Affa Hayır” kampanyamız sürerken, garip bir biçimde Cumhuriyet gazetesi ve Tele1 haber sitesi “istismarcıya af çıktı” diye haber yaptı. Bu yanlış haberi Cumhuriyet gazetesi daha sonra kaldırdı, Tele1’in sitesinde hâlâ duruyor. Sonradan öğrendiğimize göre, bu haberleri gören CHP tabanı “böyle bir yasanın çıkmasına nasıl izin verirsiniz” diyerek telefonlara sarılmış ve CHP’li milletvekilleri ile yöneticileri soru ve sitem yağmuruna tutmuş. Onlar da Zeynel Emre aracılığıyla bu kurumsal açıklamayı yapmışlar.
Eğitim sisteminin 4+4+4 şeklinde parçalı hale getirilmesi, böylece kız çocuklarının ilk dört yıldan sonra kolayca sistemin dışına çıkarılması politikası da etkili bir muhalefet yapılmadan hayata geçirildi. Oysa ki milyonları kapsayan bir veli hareketi yaratılabilirdi. İnsanların çocuklarına ve ülkenin geleceğine veli hareketi yoluyla sahip çıkması sağlanabilirdi.
Görüldüğü gibi, konu CHP’ye yakın medyanın hatası, CHP tabanının hassasiyeti ve CHP yönetiminin kriz yönetmedeki başarısızlığından ibaret ve kadın hareketinin CHP’nin bu kendi krizinde en küçük bir sorumluluğu yok. Tam tersine, CHP açıklamasını görür görmez kendilerine ulaştık ve af teklifinin ortada dolaştırıldığını, ama muhalefetten destek bulmadığı ve kamuoyu tepkisinden çekinildiği için meclis başkanlığına verilemediğini ve yasalaşmayacağını anlattık. Ve de küçük bir düzeltmeyle krizin aşılabileceğini söyledik. Sakalımız olmadığı için dinletemedik! Biri dışında görüştüğümüz tüm kadın milletvekilleri de küçük bir açıklama yapılsın diye uğraştı, onları da dinlemediler.
Kamuoyunu yanıltan, kadınların kampanyasını destekleyenlerde kafa karışıklığı yaratan ve pasifize eden CHP’nin bu kurumsal açıklaması kadın örgütlerini yanlış bilgi verme zannı altında bıraktı. Daha sonra af teklifinin gerçek olduğu, siyasi partilerle bu konuda temas kurulduğu ortaya çıktı tabii ki…
CHP sözcüsünün açıklamasından sonra neler oldu?
Afişe ettiğimiz cinsel istismara af teklifinin gerçek olmadığı iması, hepimizi AKP trolleri ve yandaş medyası dahil, iktidar destekçisi MHP’liler, Süleyman Soylucular, Yeniden Refahçılar, Aydınlıkçılar, HakYolcular ve bilumum tarikatçıların hedefi haline getirdi. Günler süren bu karalama ve hedef gösterme kampanyası nedeniyle bir arkadaşımızın sütü kesildi, bir arkadaşımız anti-depresanlarla ayakta kalabildi, bir arkadaşımız günlerce telefonunu kapalı tuttu. Bunlar benim bilebildiklerim. Bana edilen küfür ve tehditleri anmıyorum bile. CHP’li yetkililer bunu bildikleri halde izlemekle yetindiler, bir düzeltme beyanı bile yayınlamadılar. Zeynel Emre dahil, CHP’li vekillerin hiçbiri bugüne dek bizden özür dilemedi. Aslında Muharrem Sarıkaya’nın 16 Nisan 2020 tarihli, muhtemelen bu krizi çözmek için yazılan ya da yazdırılan “Çocuk yaşta gelin liderlerden döndü” başlıklı yazısında süreç kadın hareketini doğrular biçimde özetlendi. Zaten bu CHP yalanlaması karşısında İyi Parti’li Lütfü Türkkan, AKP’nin kendilerine de geldiğini ve reddettiklerini açıklamıştı.
Bu ve benzeri örnekler hem Türkiye muhalefeti, hem de kadın hareketi için acı bir tecrübe oldu. Aslında CHP’nin ve muhalefetin bir kesiminin kadın meselesini AKP’nin beşte biri, onda biri kadar önemsemediğini gösterdi. Bizim kamuoyu ile paylaştığımız “çocuk istismarcısına af teklifi taslağı” Yargıtay Ceza Daireleri Başkanı Abdülhalik Yıldız’ın, ceza hukukçularının olduğu iletişim ağına attığı taslaktı. Bu nedenle gündemleştirdik. Tıpkı 2016’da olduğu gibi, gece yarısı hiçbir komisyondan geçirilmeden üç beş vekilin imzasıyla başkanlığa sunulabilirdi böyle bir teklif ve o anda orada çoğunluk varsa yasalaşabilirdi. Biz kadınlar “böyle bir şeyi aklınızdan bile geçirmeyin” diye mücadele ederken birtakım CHP’li vekiller “yok böyle bir şey” diyebiliyor! CHP Genel Başkanının sevdiği soruyla sorma zamanı: Böyle bir şey olabilir mi?
Meclisteki tüm partiler laikliği yeterince savunuyor olsaydı, bugün bu halde olmazdık. Kadın meselesini anlayamayan laikliği anlayamaz zaten. O kadar birbirine bağlı iki konudan söz ediyoruz ki…
CHP tüm bu yapılanların yaratılmak istenen AKP tipi biatçı toplum modelinin tesisi için olduğunu, biat ettirilmeye çalışılan en geniş kesimin de toplumun yarısını oluşturan kadınlar olduğunu ve kadınların bu nedenle AKP politikalarının temelinde/merkezinde yer aldığını hâlâ anlamıyor. Kadınların “itaat et, rahat et” baskısına karşı, evde, işte, sokakta ölümü göze alan bir mücadele vermekte olduğunu, bu özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinin her gün en az üç kadının hayatına mal olduğunu hâlâ göremiyor. Ne acı!
Başta AKP sözcülerinden Özlem Zengin olmak üzere, AKP milletvekilleri ve medyası bu af girişiminden vazgeçmediklerini açıkladılar. Hatta 15 Temmuz tarihinden önce affın mutlaka çıkarılacağı konuşuluyor. Kadınlar buna karşı neler yapmayı planlıyor?
Kadın örgütleri olarak süreci kaygıyla izliyoruz ve kurduğumuz TCK 103-Çocuk İstismarına Karşı Kadın Platformu 2020 sayesinde Türkiye çapında bu affın çıkmaması gerektiğini anlatan çalışmalar yürütüyoruz. 2020 Platformu 2016’da oluşan kadın platformundan daha da geniş bir platform. Her kesim ve siyasi görüşten kadınlar olarak bir araya geldik. Platformu oluşturan kadın örgütleri kendi yerellerinde zaten konuyu yakından takip ediyor, tüm kesimlere ulaşarak bilgilendirmeye çalışıyorlar.
CHP tüm bu yapılanların AKP tipi biatçı toplum modelinin tesisi için olduğunu, biat ettirilmeye çalışılan en geniş kesimin de toplumun yarısını oluşturan kadınlar olduğunu ve kadınların bu nedenle AKP politikalarının temelinde/merkezinde yer aldığını hâlâ anlamıyor. Kadınların “itaat et, rahat et” baskısına karşı ölümü göze alan bir mücadele vermekte olduğunu hâlâ göremiyor. Ne acı!
Size sadece, platformdan birkaç kadın olarak 11 Haziran gününü nasıl geçirdiğimizi örnekleyeyim: Sabah iki CHP’li milletvekiliyle konuştuk. Sonra İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’le ağırlıkla çocuk istismarına af konusunun konuşulduğu iki saatlik bir zoom toplantısı yaptık. Akşener’in tutumu çok netti. Af için mutabakat arayışı turlarına çıkan AKP grup sözcülerinden Özlem Zengin’in kendisine geldiğini, aynı süreçte HDP’ye de gittiğini, kendisinin de “Değil 264 kişi, 64 kişi de deseniz böyle bir affa destek vermeyeceğiz” dediğini aktardı. Akşener’in “Bu af yasasını meclise getirebileceklerini sanmıyorum, ama getirirlerse 7/24 kadın örgütleriyle birlikte her türlü mücadeleyi vermeye hazırım” sözleri umut vericiydi. Toplantının hemen ardından İstanbul-Harbiye Metro çıkışında Şişli HDP Kadın Meclisi’nden kadınların “Çocuk İstismarının Affı Olmaz” konulu dövizlerle yaptığı basın açıklamasına denk geldim. Eve dönüp sosyal medyaya girdiğimde, gün boyu çeşitli kentlerde, hatta Akhisar gibi ilçelerde –ortak eylem yapma kararı olmamasına rağmen– çeşitli gruplar ve partilerden kadınların çeşit eylemlilikleriyle ilgili haberler ve görsel yağmuruyla karşılaştım. Platform şu anda ülke çapında ortak bir ulusal ve belki de uluslararası kampanyaya hazırlanıyor. Bu arada, çeşitli siyasi partilerle merkezi ve yerel düzeylerde bilgilendirme görüşmeleri yapılıyor, bir takvim oluşturuluyor. Sanırım şu ana dek Türkiye kadın hareketinde oluşturduğumuz en geniş kadın platformu bu. Dolayısıyla, çocuk istismarcısına af girişimini durdurmak konusunda umudumuz var. Ama af girişiminden vazgeçilmesi yetmiyor. Siyasi iktidarın erken ve zorla evlendirme konulu tüm politikalarına karşı bir ortak duruş geliştirmek gerekiyor. Bu nedenle, sadece kadınların değil, tüm toplumun bu konuda duyarlı olması gerekiyor.
Siyasi partilerden beklentileriniz neler?
Tüm siyasi partilerin kurumsal olarak, genel başkan düzeyinde net bir açıklama yapması gerekiyor. Maalesef her nedense bu net karşı duruşu göremiyoruz. Başta kadın milletvekilleri olmak üzere, elbette tek tek muhalefetin çoğu milletvekili bu af girişimine karşı olduğunu açıklıyor. Biz bu bir yıl içinde Kemal Kılıçdaroğlu ile iki görüşme yaptık. Kendisi cinsel istismarcıya af girişimlerine karşı olduğunu bize net biçimde söyledi. Ama bu yetmez. CHP dahil tüm partiler kurumsal ve net açıklamalar yapmalı. Bu yapılmadığı sürece, konu gündemde kalıyor ve “acaba kapalı kapılar ardında bu konuda pazarlıklar mı yapılıyor” algısı oluşuyor. Son infaz düzenlemelerinde görüldüğü gibi, AKP’li istismar afçısı vekiller kurumsal ve net bir açıklama yapıldığı için İyi Parti’li milletvekillerinin peşinde fazla koşmadılar, MHP’li ve CHP’li kimi vekilleri ikna için uğraşıp durdular. Bu af girişimleri ülke gündeminden tamamen çıkmalı. Çünkü konunun gündemde tutulmasının iki çok ciddi sonucu oluyor. İlki, nasıl olsa af çıkacak beklentisiyle gençler ve aileler cinsel ilişki ve evlilik yaşı konusundaki yasal sınırlamaları umursamıyorlar; çocuk yaşta, erken ve zorla evlendirmeler sürüp gidiyor. İkincisi, çocuk istismarı vakaları ya yargıya yansıtılmadan aile ile istismarcı arasındaki pazarlıklarla kapatılıyor ya da Elbistan davasında görüldüğü gibi yargı eliyle beraat kararları veriliyor. Elbistan Ağır Ceza Mahkemesi kendisinden 9 yaş küçük olan 12 yaşındaki kuzenini istismar ettiğinde yaşını bilmediğini ve evlenmek istediğini söyleyen faili beraat ettirmiş, Yargıtay da oy çokluğuyla bu kararı onamıştı. Af söylentisinin gündemde tutulması TCK’daki cinsel ilişki yaşı ve Medeni Yasa’daki evlilik yaşıyla ilgili yasa maddelerinin fiilen uygulanmaması her iki yaşı da 12’ye kadar indiren fiili bir dini/yerel hukuk yaratılmasına neden oluyor.
Bugünlerde kulislerde dolaşan bilgilere göre, AKP artık diğer partileri iknaya çalışmaktan vazgeçmiş; kendi başlarına bir af çıkarmayı düşünüyorlar. Bu duyumlar gerçek ise, tüm muhalefetin meclisteki sayısı bu affı durdurmaya yetmeyecektir. Bu nedenle tüm muhalefeti hemen şimdi, bu teklif meclise gelmeden kadın hareketine daha aktif bir biçimde destek vermeye ve toplumun bu yasaya karşı direnişini örgütleyen bir noktada olmaya çağırıyoruz.