BARINMA KRİZİ VE BARCELONA-BERLİN MÜCADELELERİ

Ulus Atayurt
4 Mayıs 2022
SATIRBAŞLARI

Küreselleşme döneminin kredi dopingi işe yaramaz hale geldiğinde ve ‘para babalarının’ daimi diktatörlüğü henüz tesis edilmemişken geç kapitalizmin vurguncularının ne türden bir afyonla çıkageleceğini ancak merak edebiliriz. Ya da fikirlerinin suyunu çekeceğini umut edebilir miyiz?”

Wolfgang Streeck, How Will Capitalism End

Pandemi sonrasında, gerek kapitalist merkezlerde, gerek Türkiye gibi çeper kapitalist coğrafyalarda, gerekse Çin gibi “büyümenin motoru” bir ülkede, hızla katmerlenen barınma sorunu geniş kitleleri evsizliğin eşiğine sürüklerken, finansal kapitalizmin havsalayı zorlayan akıl dışılığı iyice ifşa oldu: Forbes 2021 raporuna göre, pandemi sırasında dolar milyarderleri listesine ortalama gelirleri iki milyar dolar olan 493 yeni isim eklenirken, en zengin ilk 10’un gelirleri 687 milyardan 1,15 trilyon dolara çıktı.

Öte yandan, bu eğilim pandemiyle birlikte hızlansa da aslında ne giderek ivmelenen eşitsizlik ne de barıma krizi yeni. 2008’de patlak veren emlâk piyasaları bazlı kriz sırasında, ABD’de her gün en az 10 bin aile evini kaybetti. Sonraki beş yıl boyunca da, ülkede en az 35 milyon kişi evinden oldu. Her yıl 90 milyar dolarlık konut satışı yapan ABD kökenli uluslararası Cushman and Wakefield emlâk hizmetleri şirketinin 2015 raporuna göre, aynı yıl 443 milyar dolarlık uluslararası konut satışı gerçekleşmişti. Şirket müteakip yıllarda piyasanın daha da ivme kazanacağını tahmin ederken yanılmıyordu.  2011-2017 yılları arasında “yatırım şehirleri” diye adlandırılan Hong Kong, Londra, Münih, Stockholm, Sydney, Barcelona, Vancouver ve benzeri metropollerde konut fiyatları yüzde 50’nin üzerinde değerlendi.

Zincirlerinden boşalan metalaşma

Emlâk piyasasında yaşanan, yakın zamana kadar sonu gelmeyeceği düşünülen bu muazzam genişlemenin asli faillerinin konuta ihtiyaç duyan geniş halk kitleleri olduğu yanılsamasına kapılmamalı. Gerek Pandora belgelerinde ifşa edilen vergi cennetlerine park eden yüklü meblağlar, gerekse 2011’de sıfır seviyesinden 2021’de üç trilyon dolar değere ulaşan ve emek-değer kuramını aşındıran kripto para birimleri, finansal kapitalizmin devletlerin fiyat-para ile denetleyebildiği dönemi bir avuç zengin adına sonlandırmaya niyetli olduğunu gösterse de, buz dağının asıl büyük kütlesini emlâk sektörü oluşturuyor. Ölçek yenilir yutulur gibi değil: 2008 krizinden dokuz yıl sonra, 2017’ye gelindiğinde, küresel ölçekteki varlıkların yüzde 60’ı emlâktan oluşuyordu ve toplam değerleri 217 trilyon dolara ulaşmıştı.  

Karl Polanyi kapitalist piyasaların devletin müdahaleleriyle sadece düzenlenmediğini, bizzat şekillendirildiğini, hatta bir ölçüde yaratıldığını söyler. Polanyi’ye göre, kapitalist gelişmenin nihai ütopyası ilerleme adına özünde her şeyin metalaştırılması, kendi kendine işleyen bir piyasaya dahil olmasıdır. Ancak, Polanyi’nin “kurmaca emtia” diye adlandırdığı emek, arazi (bu yazı itibarıyla konut) ve paranın tam mânâsıyla metalaşması, yani kullanım değerlerini tamamen kaybetmesi kapitalizmin kendi ilerleyişine, birikimine sekte vurur, ütopyasını tüm toplum adına distopyaya dönüştürür.

2017’de kurulan Kiracılar Sendikası dört senelik sıkı mücadelenin ardından İspanya’da kiracılar lehine Konut Yasasını çıkarmayı başardı

Bu nihai distopyayı bir nebze somutlaştırmak için kapitalist merkezlerde, örneğin Londra’da, sıfır gelirli bir iş akdiyle çalışan, tüm barıma imkânları yatırım bankalarının elindeki piyasa koşullarında şekillenen, parasal genişlemenin üretim-emek ile ilişkisinin koptuğu bir ortamda var olma savaşı veren bir evraksız göçmeni hayal etmek yeterli. Tüm toplumu bu evraksız göçmenin şartlarına itekleyen, son kertede kendi birikimine de sekte vuran günümüz finansal kapitalizmi, iktisatçı Wolfgang Streeck’in deyişiyle, “zincirlerinden boşalmış bir metalaşma” sürecinde ilerliyor.

Streeck’e göre, “demokratik kapitalizm” sermaye ancak toplum tarafından mecbur bırakıldığı ya da “ikna edildiği”, böylece emek, konut ve paranın metalaşmasında değişen ölçülerde frene basıldığında hayatta kalabilir. Ancak finansal küreselleşmenin “ikna kapasitesinin” mecrasını, yani kamu otoritesini aşındırdığı, finans ve devlet arasındaki alanın silikleştiği günümüzde, fren mekanizmalarından büyük ölçüde mahrumuz.  

Goldman Sachs iktidarı

II. Dünya Savaşı’nın ardından emekçi sınıflar ve sermaye arasında geçici bir görece dengenin yaşandığı “demokratik kapitalist” ülkelerde devletlerin tercihini yurttaşlar yerine finansal sermayeden yana yaptığı bir dönemde olmakla kalmıyoruz, devlet ile finans arasındaki ayrım giderek kayboluyor. AB Rekabet Komisyonu’nun başında olduğu süre boyunca, Alman kamu bankacılık sistemini paramparça etmekle, böylece başta Yunanistan olmak üzere, birçok ülkeyi içi boş tahvil ve bono spekülasyonuyla borç batağına sürükleyecek altyapıyı kurmakla iştigal eden Mario Monti, görevinden ayrıldığında, çürük varlık üretiminin piri Goldman Sachs yatırım bankasına danışman olarak atanarak ödüllendirilmişti.

Finansal kapitalizm devletlerin fiyat-para ile denetleyebildiği dönemi bir avuç zengin adına sonlandırmaya niyetli ve buzdağının asıl büyük kütlesi emlâk sektörü. Ölçek yenilir yutulur gibi değil: 2017’ye gelindiğinde, küresel ölçekteki varlıkların yüzde 60’ı emlâktan oluşuyordu.

Yunanistan’ın sahte verilerle AB para birliğine alındığı, dolayısıyla kuzey sermayesinin ülkeye sağanak yağmur gibi akmaya başladığı dönemde Yunanistan Merkez Bankası’nın başında bulunan Lukas Papademos söz konusu verileri Godlman Sachs’a hazırlatmıştı. Yunanistan’da krizin zirve yaptığı 2011’de Lukas Papademos başbakan konumundayken, ülkeyi en az 2060’a kadar borç batağına saplayan planı hazırlayan AB Merkez Bankası başkanı Mario Draghi bu görevinden önce Goldman Sachs’ın tepesinde yer alıyordu.

Öte yandan, günümüzde “kapitalizme reset atmaktan” bahseden bir Dünya Ekonomik Forumu bulunsa da patronların eğilimi “eksik tüketim krizi”ni bir nebze dindirmekten ileri gitmesi zayıf ihtimal. Dolayısıyla, barınma sorununun çözümünün önemli ön şartlarından biri tabandan yükselen, kamu otoritesine baskı uygulayan ve paradigma değişikliğinin yolunu açan bir halk hareketinin inşası. Barınma hakkı alanında bu türden bir hareketin filizlendiği iki coğrafyaya, Berlin ve Barcelona’ya bakmadan önce, somut düşmanı yakından tanıyalım.     

Blackstone – Kiracılar Sendikası çatışması

Barcelona’nın kadim işçi ve göçmen mahallesi Raval’in Mağripli ve Pakistanlı bakkallar, kasaplar, manavlar, sokak satıcıları, evsizler, şehre yeni gelmiş göçmenlerle dolu meşhur Hospital Sokağı’ndaki 99 numaralı binanın önünde yüzlerce kişi rengarenk pankartlarla, canlı müzik eşliğinde kutlama yapıyor.

2017’de kurulan Kiracılar Sendikası’nın Temmuz 2019’da örgütlediği 15 günlük direniş festivalinin ardından, söz konusu binayı yakın zamanda satın alan, dünya ölçeğinde ipotekzedelerin evlerine, emekçi mahalle sakinlerinin dairelerine, sosyal konutlara çökmekle meşhur Blackstone adlı akbaba yatırım fonu yelkenleri suya indirdi: Binada yaşayan ailelerin tahliye edilmesi kararını geri çekti ve belediye ile binayı sosyal konut olarak kullanma konusunda anlaştı.

Berlin’de, sadece 12 şirketin elinde 247 bin daire var. Kent nüfusunun dörtte birini barındıracak kadar konuttan söz ediyoruz. Almanya’nın başkentine akbaba yatırım fonları çökmüştü. Berlin’de en çok konuta sahip şirkete atıfla “Deutsche Wohnen & Co.’yu Kamulaştır” şiarıyla örgütlenen referandum sonucunda, kamulaştırmaya yüzde 59,14 evet çıktı.

Barcelona sakinlerinin bu dirençli mücadelesi, Blackstone’un son yıllarda zaten yıpranmış imajını yerle yeksan eder, dadandığı başka coğrafyalarda Raval sakinlerine destek gösterileri düzenlenirken, dünya çapındaki barınma sorununda akbaba fonların payının araştırılmasına da ivme kazandırdı.

Trump’ın başdanışmanlarından, Çin lideri Xi Jinping dahil farklı coğrafyalarda siyasilerle içli dışlı, birçok şöhretin katılımıyla yatırımcılara verdiği ultra lüks yat partileriyle nam salmış Blackstone’un CEO’su Stephen Schwarzman, 2021 itibarıyla, 684 milyar dolarlık yatırım kapasitesinin başında. Bir karşılaştırma yapmak adına, tüm pandemi sürecinde AB’deki kamu desteklerinin 590 milyar dolar olduğunu belirtmekte fayda var.

Blackstone’un sadece İspanya’da, hemen tamamını 2008 krizinden sonra bir düzine farklı şirket üzerinden satın aldığı 100 binin üzerinde dairesi olduğu tahmin ediliyor. 2013’te, Madrid’de, dönemin Halk Partisi’nden (PP) belediye başkanı Ana Botella’nın oğlunun komisyonculuğunu yaptığı anlaşmayla satın aldığı 1800 sosyal konutun değeri sadece beş yılda yüzde 227 arttı. 2019’da, Birleşmiş Milletler konut hakkı raportörü Leilani Farha ve avukat Surya Deva, BM’ye yazdıkları bir dizi mektupla Blackstone’un Çek Cumhuriyeti, Danimarka, ABD, İrlanda, İspanya ve İsveç gibi ülkelerdeki ağır konut hakkı ihlâllerini ifşa etti.

Blackstone şimdilerde Kopenhag, Brooklyn ve Berlin’de sosyal konutlara çökmeye çalışırken, 2008 krizinin ardından sadece ABD’de borçlarını ödeyemeyen 80 bin ailenin evlerini ucuza kapatıp hepsini yerinden yurdundan ederken, New York’un düşük gelirli 30 bin kişiye ev sahipliği yapan, kira tahditli Stuyvesant Town-Peter Cooper Sitesi’ni ele geçirdi.

“Varoluşu tehdit eden gayrı sosyal, yüzde 200 kira artışı”, Berlin

Almanya seçimlerinin galibi

26 Eylül 2021 akşamı Berlin’de, özellikle merkezdeki Mitte ve Kreuzberg ilçelerinin sokaklarında büyük bir kutlama yaşanıyor. Ama kutlayanlar genel seçimlerden yüzde 25,7 ile kıl payı birinci çıkan Sosyal Demokrat Parti’nin taraftarları değil. Ellerindeki Almanca, İngilizce, Arapça ve Türkçe pankartlarda “Herkes için barınma, yüksek kiralara ve zorla tahliyelere karşı omuz omuza” yazan binlerce Berlinli, genel seçimlerle aynı gün, akbaba yatırım fonlarının elinde bulunan konutların kamulaştırılması için yapılan referandumda kazanılan büyük zaferin tadını çıkarıyor.

Rakamlar yine dudak uçuklatan cinsten: Berlin sınırları içinde, sadece 12 şirketin elinde 247 bin daire var. Yani, kent nüfusunun dörtte birini barındıracak kadar konuttan söz ediyoruz. Üstelik, referandum sadece üç binden fazla konuta sahip yatırım fonlarını kapsıyordu. Nüfusunun yüzde 17’sinin ev sahibi olduğu Almanya’nın başkentine ve en büyük şehrine, kelimenin düz anlamıyla, akbaba yatırım fonları çökmüştü.   

Berlin’de en çok konuta sahip şirkete atıfla “Deutsche Wohnen & Co.’yu Kamulaştır” şiarıyla örgütlenen, oy kullanma hakkı olan Berlinlilerin yüzde 74’ün katıldığı referandum sonucunda, kamulaştırmaya yüzde 59,14 evet çıktı. Bu oran Yeşiller ve Sol Parti’nin aksine, kamulaştırmaya karşı çıkan, Berlin’de birinci parti konumundaki Sosyal Demokrat Parti’nin Berlin eyaletinde aldığı oyun neredeyse üç katına tekabül ediyor. Üstelik, bu oldukça yanıltıcı bir rakam. Zira, Berlinli konut hakkı aktivistleri meseleyi referanduma götürmek için toplanması gerekli olan 175 bin imzanın iki katına, 375 bine ulaşsa da, imzaların yaklaşık yüzde 30’u geçersiz sayıldı. Çünkü Berlin nüfusunun yüzde 22’si, bir kısmı onlarca yıldır şehirde yaşasa da oy kullanma hakkından mahrum bırakılmış göçmenlerden oluşuyor. Aktivistlerin kampanya boyunca bir düzine dilde pankart hazırlamaları tam da bu yok sayılan hemşerilerini kapsama azminden kaynaklanıyordu. Kısacası, oy hakkı gasp edilen Berlinliler de referanduma katılabilseydi, her dört kişiden en az üçü kamulaştırma talebinde bulunacaktı.    

Öte yandan, gençlik kollarının hararetle desteklemesine rağmen, “çakma” sosyal demokrat SDP’nin ileri gelenlerinin kamulaştırmaya karşı çıkmasında şaşılacak bir yan yok. 1993-2014 arasında, Berlin’in sosyal konut stoku yüzde 44’ten yüzde 20’ye düşerken, 2000’lerin ilk on yılında 200 bin sosyal konutu satan SDP bu durumun en büyük pay sahibiydi.

Tişörtte şu yazıyor: “Deutsche Wohnen ve benzerlerini kamulaştır!” Alinsky’nin izinde, Berlin’deki şenlikli direniş zaferle sonuçlandı

Paravan şirketler ağı

Berlin’deki bu manzarada tanıdık bir aktörün karşımıza çıkmaması imkânsız. Birkaç yıl önce, Kreuzberg’in sosyal koruma altındaki bir blokunun sakinleri Noel zamanı apartman kapılarında bir ihbarnameyle karşılaştı. İhbarname mülk sahibinin değiştiğini, yeni bir kira kontratı için başvurmaları gerektiğini bildiriyordu. Kısa süre sonra, fahiş kira artışını ödeyemeyeceği belli olan kiracılara tahliye emri geldi. Ancak, bu insanlar ne kadar uğraşsalar da yeni ev sahibinin kim olduğunu uzun süre öğrenemedi.

Eldeki bilgiler vergi cenneti Lüksemburg’daki, sonradan Blackstone’a paravanlık yaptığı anlaşılacak bir şirkete işaret ediyordu. İktisatçı Christoph Trautvetter’in yaptığı araştırmaya göre, Blackstone son yıllarda Berlin’de en az 3500 daire aldı. “En az”, çünkü Almanya yasaları tapu kadastro bilgileri konusunda çok sıkı davranıyor. Asıl önemlisi, Blackstone bir hayalete dönüşmek için elinden geleni yapıyor. ABD, vergi cennetleri, Lüksemburg, Almanya arasında 17 paravan şirket üzerinden iki yönlü para transferi yapan Blackstone bu şirketler arasında sahte borç-faiz ilişkileri kurarak Almanya’da gelir vergisi ödemiyor. Ve tüm bunlar gerek federal hükümetin gerekse eyalet yönetimindeki büyük ortak SDP’nin gözleri önünde oluyor.

Bir yandan da Berlin söz konusu olduğunda, Blackstone ”küçük” bir aktör. Aslında büyük oranda SDP’nin sattığı konutları alan ve arkasındaki gerçek aktör, Goldman Sachs’ın yatırım bankaları olan Deutsche Wohne’nin 113 bin, Vonovia’nın 43 bin dairesi bulunuyor.

Öte yandan, Berlin’de barınma şartları ağırlaşması ölçüsünde örgütlenme de müthiş bir ivme kazanarak siyasetçileri fena sıkıştırıyor. Ömrü boyunca oturduğu ev özelleştirildikten sonra emekli maaşının yüzde 60’ını kiraya vermek zorunda kalan Berlin Kiracılar Birliği’nin önde gelen sözcülerinden Barbara von Boroviczeny gibi deneyimli, ortalama gelirleri kentin konut stokunun yüzde 5’ine, kent merkezinde ise sadece yüzde 1’ine yeten genç aktivistler giderek el artırıyor.

İlk kazanımlar, utangaç girişimler

İlk kazanım 2014’te, sosyal konutları haraç mezat satmakla nam salmış dönemin SDP’li belediye başkanı Klaus Wowerheit konut kıtlığından yakınıp 2008’de park haline getirilen, Berlinlilerin futbol oynadığı, mangal yaptığı, uçurtma uçurduğu, güneşin keyfini çıkardığı eski havalimanı Temperhofer Feld’e 4700 daire ve AVM yapmaya soyunduğunda elde edildi. Dairelerin bazılarını sosyal konut olarak tahsis etmeyi önerip kentlilerin ağzına bir parmak bal çalmaya yeltenen Wowerheit’a, Berlinliler referandumda yüzde 65’le net bir hayır dedi.   

Barınma krizi derinleştiği, dolayısıyla halk hareketi yükseldiği ölçüde gerek federal hükümet gerekse Berlin yönetiminin utangaç girişimleri iki kez mahkemeden döndü. İlkin, Merkel hükümetinin 2015’te çıkardığı, nüfus açısından yoğun kentsel bölgelerde yeni kontratlardaki kira artışının bölgenin ortalamasından en çok yüzde 10 fazla olabileceğini söyleyen Kiralara Fren Yasası mülk sahipleri arasında adaletsizlik yarattığı gerekçesiyle, 2017’de Berlin Eyalet Mahkemesi’nce reddedildi.

Barcelona Kiracılar Sendikası Nisan 2020’de kira grevinin düğmesine bastı ve Barınma Yasası’nın Katalunya Parlamentosu’nda kabul edilmesine önayak oldu. İspanya hükümeti 25 Ekim’de Katalunya’daki yasayı tüm İspanya’da geçerli kıldı.

Ardından, Berlin’de çığ gibi yükselen kiracı örgütlenmesinin 2019’da aldığı kamulaştırma referandumu kararının gölgesinde, SDP hükümeti 2020 başında kira tahdidi yasasını çıkardı. Yasaya göre, 2014’ten önce inşa edilmiş konutların kirası 2019 rayicinde dondurulacak, coğrafi konum ve altyapı durumu dikkate alınarak kimi konutların kiralarında yüzde 20’ye varan indirimler yapılacaktı. Ancak, Hristiyan Demokrat Parti, Hristiyan Birlik Partisi ve ultra liberal Hür Demokratik Parti’nden 248 milletvekilinin başvurusuyla Almanya Federal Anayasa Mahkemesi Berlin Eyaleti’nin böyle bir yasa çıkarmaya yetkisi olmadığına karar verdi. Üstelik, kiracılar “eksik” ödedikleri kiraları tamamlamak zorunda kaldı.

“Gerçekçi radikaller” ve mahir bir örgütlenme

Vahim barınma sorununu çözmekten uzak bu iki uygulama reddedilince Berlinliler referanduma yönelik örgütlenmeye dört elle sarıldı. Zira enflasyonun 2021’den önce sıfır olduğu, hatta ekside seyrettiği ülkede, başkent sakinlerinin gelirleri sabit kalırken kira fiyatları 2009-2019 arasında tam iki kat artmıştı. Referandum talebinin dile getirildiği 2019’daki yürüyüşe 40 binin üzerinde kentli katıldı.

Dahası, örgütlenmenin çekirdek kadrosu otuz yıl boyunca yer aldığı yerel örgütlenmelerden süzülen deneyimlerini Radikaller için Kurallar –Gerçekçi Radikaller için Pragmatik Bir Elkitabı’nda paylaşan Saul Alinsky’yi selamlarcasına, onun tüm önerilerini hayata geçirdi. Alinsky’nin “Sağlam bir taktik, halkınızın hoşuna gidendir” şiarına uygun olarak, yaptıkları gösterilerde rengârenk kıyafetleri, müziği, çok-dilliliği hiç eksik etmediler.

Daha da önemlisi, Alinsky yerel aktivistlere mümkün olduğunca “düşmanın uzmanlık alanının dışına çıkmalarını” önerir. Berlinli iki bin aktivist şehrin tüm mahallelerine dağılıp yatırım fonlarının gözler önünden itinayla saklanan mekanizmasını, emlâk gibi çakılı varlıklara kaçışının nedenlerini, faillerini ve sonuçlarını anlattı. Bu çekirdek iki bin aktivistin eğittiği yeni aktivistler ise bilginin dağılışı üzerinde bir çarpan etkisi yaratırken Londra ve Barcelona’daki yoldaşlar arasında bir ağ serpilmeye başladı.

Referandum sonucunun yasalar nezdinde bağlayıcılığı olmasa da, Polanyi’nin deyişiyle, tabandan neşet eden ve kamu otoritesini kendi saflarına katacak bir karşı hareketin ilk adımları atıldı. Üstelik, bu adımların pandemi şartlarında gerçeklemesi Berlin halkında bir zihinsel sıçrama yarattı. Zira, Berlin Senatosu’nca 28,8 ile 36,6 milyar avro arasında hesaplanan, aktivistlerin ise 18,1 milyar avro olarak tespit ettiği kamulaştırma bedeli AB’nin hızla 540 milyar avroluk bir yardım paketini, üstelik bu sefer bankaları pas geçip doğrudan kamuya yönelik örgütleyebilmesiyle beraber yüksek bir meblağ gözükmekten çıktı. İlaveten, vergi cennetlerine kaçacak yüksek kiralar yerine, Berlinlilerin gerçek ihtiyaçlarını giderecekleri, arzularını tatmin edebilecekleri bütçelerinin artmasının yerel ekonomiye kazandıracağı çarpan etkisi de göz ardı edilemez bir argüman.

Sendika 2019 yazında Barcelona’nın emekçi mahallesi Raval’de büyük bir direniş sergiledi

“Evimizde kalıyoruz”

Müzik endüstrisine kafa tutmasıyla tanınan Washington post-hardcore sahnesinin özgün grubu Fugazi, bir sabah bir ailenin evlerinden zorla tahliye edilişini anlattığı “Cashout” (Nakte Çevirmek) şarkısında, konut piyasasındaki siyaset-finans ilişkisini ortaya seriyor: “O küçük domuzcuk pazara inmiş, o yüzden kapı dışarı ediyorlar herkesi/ Seçilmişler ne de hevesli ortaklar/ Bakın maçın tüm biletlerini kimler alıyor / İnşaat talep ediyor ve kapıyor memurunu.”

Blackstone gibi akbaba fonlarına karşı, evlerine tahliye emri gelen ailelerin yanında, polise karşı göğüs göğüse mücadele eden Kiracılar Sendikası Barcelona’da kurulduğu 2017’den beri hızla büyüdü ve birçok etkili örgütlenme gibi Katalunya’dan başlayıp tüm İspanya’ya yayıldı. Tahliyelere karşı barikatlarla yetinmeyen Kiracılar Sendikası aynı zamanda yatırım fonlarının boş dairelerine barınma sorunu yaşayan kişi ve aileleri yerleştiriyor. Zira, Berlin’den farklı olarak, İspanya’daki fonlar kent merkezlerine yakın konutlarda kira spekülasyonuna giderken, kent çeperlerinde çöktükleri evlerin büyük kısmını fiyat dalgalanmaları sırasında hızla alıp satmak için boş tutuyor. Öyle ki, ülke nüfusunun beşte birinden fazlasını barındırabilecek, yaklaşık 3,4 milyon daireyle İspanya Avrupa’da boş konut stokunda liderliği elinde bulunduruyor.

2008 krizinden sonra üniversiteden mezun olan, ömürleri boyunca ev alma imkânı bulunmayan gençlerin, emekli maaşları kira ödemeye yetmeyen yaşlıların, evraklı-evraksız göçmenlerin meclis örgütlenmesiyle oluşturdukları Kiracılar Sendikası’nın hızlı yükselişi devlet-sermaye nezdinde alarm zilleri çaldırtmakta gecikmedi. Sendika üyesi üç kişiye, hareketin sözcülerinden Jaime Palomera ve #EnsQuedem (Evde Kalıyoruz) kampanyasına katılan diğer üç bin hane gibi, bir yatırım fonunun çöktüğü dairelerinden çıkmayı reddeden Alpha ve Fran’a, polise mukavemet ve şiddet uygulama suçlarını işledikleri iddiasıyla, toplam dokuz yıl hapis cezası talebiyle dava açıldı. Oysa Alpha ve Fran hızla soylulaşan Sant Antoni mahallesinde 10 yıldır yaşadıkları kötü durumundaki dairelerin kirasını bir kez bile sektirmemişti. Üstelik, 2019’da taban örgütlerinin baskısıyla Katalunya parlamentosundan geçirilen ve İspanya tarihinde bir ilk olan Barınma Yasası Alpha ve Fran’a pekâlâ evlerinde kalma hakkı tanıyordu.

Finansal kapitalizm mekânsal çözümlerin sınırına dayanır, sadece geniş kitleleri evsizliğe sürüklemekle kalmayıp kendi krizini de hayalet binalar ve şehirler vasıtasıyla sürekli geleceğe ötelemek için debelenirken, Barcelona ve Berlin’deki taban örgütlenmeleri konut hakkında muhtemel bir paradigma değişikliğinin işaret fişeklerini yaktı.    

Mücadeleyle gelen yasa

Bu dava halk nezdinde sendikanın görünürlüğünü artırmakla, suçlamanın yarattığı infial de yargılanan  üç sendika üyesinin beraat etmesine yol açmakla kalmadı, Barınma Yasası’nın uygulamasının yaygınlaşmasını da sağladı. Kiracılar Sendikası dahil, taban örgütleri tarafından eksik yanları bulunsa da, Barınma Yasası barınma sorunu mağdurlarına bir nefes alanı yaratıyor. Yasaya göre, 15’ten fazla daireye sahip şirket ve yatırım fonları yoksul ya da barınma sorunu yaşayan insanlara sosyal konut tahsis etmek zorunda. Ayrıca, kira kontratları üç yıldan yedi yıla çıkarılırken, altı aydır bir dairede kontratsız oturan, güvencesiz şartlarda yaşayan ailelere sosyal konut tahsis etmek zorunlu hale getirildi. Yeni bina yapacak şirketleri, inşaat alanının büyüklüğüne göre, yüzde 40-50 oranında kira tahditli konut tahsis etmek zorunda.  

Pandemi sırasında Kiracılar Sendikası mücadeleyi yükseltmeyi sürdürdü ve 1930’ların en güçlü sendikası anarşist CNT’nin öncülüğünde başlayan, tüm Barcelona’ya hızla yayılan, geniş emekçi kitlelerin bir yıl boyunca kira ödemediği 1931 kira grevinden tam 99 yıl sonra, Nisan 2020’de kira grevinin düğmesine bastı. Bir yandan da Katalunya Parlamentosu’nda kira düzenleme yasasının tartışılabilmesi için gerekli 50 bin imzayı hızla toplayıp Barınma Yasası’nın Eylül 2020’de, Katalunya Parlamentosu’nda kabul edilmesine önayak oldu. Bu, İspanya’nın demokrasiye geçişinin ardından bir ilkti. Katalunya Parlamentosu’ndaki oylamada hayır diyen İspanya hükümetinin büyük ortağı Sosyalist Parti ise gerek ortağı Podemos’un bastırması gerekse seçim öncesi verdiği sözler nedeniyle, 25 Ekim’de Katalunya’daki yasayı tüm İspanya’da geçerli kıldı.

Hem yoğun kentsel alanlarda hem de barınma masraflarının hane gelirinin yüzde 30’unu aştığı belediyelerde uygulanacak yasaya göre, her bölgenin kira endeksi çıkarılıyor. Burada tespit edilen ortalama kirayla birlikte, hesaplamaya konutun altyapısını ilgilendiren bir dizi kriter eklenip metrekare başı ödenecek kiranın üst limiti belirleniyor. Halihazırdaki kira bunun üzerindeyse indirime gidiliyor, altındaysa kira artışı yapılmıyor. Yedi yıllık kontratlarda sıfır civarında seyreden TÜFE oranında artış yapılabiliyor. Buna ilaveten, boş evlerin emlâk vergisi yüzde 150 oranında artırılırken konut stokunun en az yüzde 30’unun kira tahditli hale getirilmesi hedefleniyor.

Kiracılar Sendikası dört yıllık mücadelenin ardından akbaba fonların üç senede bir insanları yerinden ettikleri, istedikleri kadar kira zammı yaptıkları, vergi indirimlerinden yararlandıkları, binlerce evi spekülasyon amaçlı boş tutukları vahşi bir ortamdan gelinen noktayı memnuniyetle karşılasa da, yasayı yetersiz bulduğunu açıkladı. Zira, yasa sadece 10’dan fazla konuta sahip şirketler için geçerli. Ayrıca, henüz tam anlamıyla adil kira seviyesine tekabül etmiyor. Dahası, Sosyalist Parti’nin kurnazlığıyla uygulaması İspanya Otonom Yönetimleri’nin takdirine bırakılıyor. Kiracılar Sendikası açsından yürünecek yolun ufku belliydi.       

Xi Jinping, Mao’nun devrimci güçlerin aşması gereken üç dağ söylemine atıfla, tırmanılması gereken üç dağdan bahsediyor: Barınma, eğitim ve sağlık.  Çin’in büyüme eğiliminin aşağı yönlü seyrettiği bir dönemde ortaya atılan bu yeni söylemin konutu hangi ölçüde bir finansal araç olmaktan çıkaracağını kestirmek güç.

“Üç dağ” söylemi

Eylül 2021’de Blackstone’un yerel uzantısı bir firma vasıtasıyla “Pekin’i kuran şirket” lâkaplı SOHO China’nın çoğunluk hisselerini 3,3 milyar dolar karşılığında satın alma çabası ikinci kez sonuç vermedi. İspanya’da konut satışları dibi gören Blackstone’un bu başarısız girişimi ortodoks ekonomi medyasında Çin Komünist Partisi yönetiminin, özellikle genel sekreteri Xi Jinping’in SOHO China’nın sahipleri Pan Shiyi ve Zhang Xin gibi zengin Çinlilerin varlıklarını satıp batı metropollerinde yaşama çabasından duyduğu rahatsızlığın bir ifadesi olarak yorumlandı.

Gerçekten de Çin’de pandemi sırasında her 36 saatte bir dolar milyarderi ortaya çıkarken toplam milyarder sayısı 242  adet artarak 698’e ulaştı. Emlâk, teknoloji ve eğitim sektöründeki ultra zengin Çinlilerin firmaları üzerinde denetimler son bir yılda çok sıkılaştırıldı. Bu yüzden Tencent ve Alibaba gibi internet platformları borsada yüzde 40 değer kaybetti. Ama denetimlerin en çok arttığı alan emlâk sektörüydü.  

Eylül ayında, Çin’in en büyük gayrımenkul şirketi olan Evergrande uluslararası yatırım bankalarından topladığı kredilerin yükümlülüğünü üst üste iki kere ödeyemedi. “Batmak için fazla büyük” diye tabir edilen şirkete Çin hükümeti yardım elini uzatmaktan imtina etti. Üstelik 300 milyar dolarlık borç yükümlülüğü bulunan Evergrande tek örnek değildi. Aynı dönemde ülkenin diğer dört gayrı menkul devi Fantasia, China Properties Group, Modern Land ve Sinic Holdings kredi ödemelerini yapmakta zorlandılar.

2008 krizini izleyen 10 yılda Çin’in en büyük 35 şehrinde arazi fiyatları dörde katlanırken, daire fiyatları 2009-2019 arasından 2,1 kat arttı. “Teknoloji başkenti” diye adlandırılan ve 40 yılda küçük bir kentten devasa bir metropole evrilen Shenzhen’de iki odalı evlerin ortalama fiyatı 900 bin dolara ulaştı. Ancak, bu fiyat artışı konut eksikliğinden kaynaklanmıyordu. Bilakis, 2021 itibarıyla ülkede en az 65 milyon satılmayı bekleyen boş konut bulunuyor. Bu rakam Çin’deki tüm konut stokunun yaklaşık yüzde 20’sine denk geliyor. Yani, mesele yine kıtlık değil. David Harvey’e atıfla söylersek, finans sermayesinin konuttaki eksik tüketim krizini ötelemek için bulduğu bir “mekânsal çözüm”dü (spatial fix). Finansal sermayenin emlâk balonunu şişirmesiyle patlak veren 2008 krizi başka bir emlâk balonuyla geçiştirilmişti. Öyle ki, 2008-2009’da, Çin’in GSYH’sinin yüzde 40’ı kentleşme ve altyapı yatırımlarına gitmiş, ülke üç yılda bir ABD’nin 20. yüzyıl boyunca kullandığı kadar çimento harcamıştı.

Öte yandan, David Harvey Çin Komünist Partisi’nin 100. yılı münasebetiyle açıkladığı hedeflerin konut konusunda bir pardigma değişikliğine işaret edebileceğinin altını çiziyor.  Xi Jinping Mao’nun devrimci güçlerin aşması gereken üç dağ söylemine atıfla, tırmanılması gereken üç dağdan bahsediyor. Mao’nun feodalizm, emperyalizm ve ahbap çavuş kapitalizmi, yeni söylemde yerini barınma, eğitim ve sağlığa bırakıyor.

“Hedefini seç”

Çin’in büyüme eğiliminin aşağı yönlü seyrettiği ve dolayısıyla ortaya çıkan muazzam artık sermayenin aşağı damlatılarak geniş kitlelerin hayatlarını idame ettirmesinin zorlaştığı bir dönemde ortaya atılan bu yeni söylemin konutu hangi ölçüde bir finansal araç olmaktan çıkaracağını kestirmek güç. Ancak, ciddi bir dolar birikime sahip, kamunun elinde bulunan bankacılık sistemi ABD finans çevreleriyle aşık atacak seviyeye gelmiş Çin’in finansal kapitalizm ile konut arasındaki bağı koparmaya aday olduğuna kuşku yok.

Tüm bu ahvalde, finansal kapitalizmin mekânsal çözümlerin sınırına dayandığı, sadece geniş kitleleri evsizliğe sürüklemekle kalmayıp kendi krizini de hayalet binalar ve şehirler vasıtasıyla sürekli geleceğe ötelemek için debelenirken, Barcelona ve Berlin’deki kararlı, kapsayıcı taban örgütlenmeleri konut hakkında muhtemel bir paradigma değişikliğinin işaret fişeklerini yaktı. 

Öyleyse, bu değişen rüzgârlar ortamında her barınma aktivistine, tıpkı Berlin ve Barcelona’daki yoldaşları gibi, Alinsky’nin şu ilkesini uygulama mesuliyeti düşüyor: “Hedefini seç, odaklan, kişiselleştir ve kutuplaştır.” Zira finansal kapitalizme karşı kora kor bir mücadele verilmez, bu süreçte kamunun taraf değiştirmesi sağlanmazsa, Fugazi’nin şarkının nakaratında söylediği gibi “süreç ve şutlanma” kaçınılmaz olarak devam edecek.

1+1 Express, sayı 178, Kış 2022

KAYNAKÇA

Saul Alinsky, Rules for Radicals: A Practical Primer for Realistic Radicals, Vintage Books, 1989

Karl Polanyi, Büyük Dönüşüm: Çağımızın Siyasal ve Ekonomik Kökenleri, İletişim, 2016

David Harvey, Spaces of Capital: Towards a Critical Geography, Routledge, 2001

Wolfgang Streeck, How Will Capitalism End? Essays on a Failing System, Verso, 2016

^