SURİYE’DE SELEFİ ŞİDDET İŞ BAŞINDA

Söyleşi: Tuba Çameli
21 Şubat 2025
Resim: Tammam Azzam
SATIRBAŞLARI

4 Şubat’ta Ebu Muhammad el-Colani, cumhurbaşkanı unvanıyla, Suudi Arabistan’ın ardından ikinci ziyaretini Türkiye’ye yaptı. İşbirliği ve kardeşlik mesajları verildi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın önceki açıklamalarından Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ile zaten yıllardır işbirliği yapıldığını öğrenmiştik. Türkiye’nin Suriye’deki rolü ve beklentileri nedir?

Hamide Rencüs: Adının önüne ne yazarsanız yazın, yollarına turkuaz halılar serilen kim? Saçını sakalını kesseniz de, takım elbise giydirseniz de, kanal kanal dolaştırsanız da bir cihatçı teröristten söz ediyoruz. Hepimizin gözlerin önünde adım adım yeni Colani imajı inşa edildi. Hatta 2021’de, “Hey Colani, takım elbise giysen de sen bir teröristsin!” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Başta İnsan Hakları İzleme Örgütü olmak üzere, birçok kuruluşça raporlanan ve teşhir edilen, Irak’tan Suriye’ye savaş suçu, insanlığa karşı suç işlemiş ve hesap sorulması gereken bir terörist ve HTŞ hâlâ Türkiye gibi birçok ülkenin terör örgütü listesinde. Böyle bir teröristin Türkiye’de ne işi var, nasıl devletin uçağı tahsis edilir? Suriye’de Alevi kanı akıtan birinin Türkiye’den ve Suriye’den defolmasını Alevi kurumları dile getirdiler.  

Gazeteci-yazar Patrick Seale, Suriye için Mücadele adlı kitabında “Ortadoğu’yu yönetecek olan güç, Suriye’nin kontrolünü elinde bulundurmalıdır” diyor. Bu nedenle, Suriye sahasında kanlı bir satranç oynanıyor ve pozisyon almaya çalışan güçler kapışıyor. Türkiye açıktan Suriye Savaşı’na müdahil oldu. Başından itibaren Alevi karşıtı söylem üzerinden yürüdü bu savaş. Cihatçıların arkasında duran Türkiye’de, buna karşı oluşacak tepki öngörülerek, Suriye’deki Aleviler ile Türkiye’deki Aleviler ayrıştırıldı. Suriye’deki Aleviler için özellikle “Nusayri” tanımı kullanıldı. Erdoğan Beşar Esad için “Şam’daki Nusayri” dedi mesela. Algı böyle yönetildi. Şam’ın düşmesiyle birlikte Alevilere yönelik saldırılar başladı. Şam’ın düşüşü çok ani olduğu için ülkede tam bir belirsizlik hâkim ve savaş suçları işlenmeye devam ediliyor.

HTŞ’nin İdlib’de dokuz yıldır sürdürdüğü bir İslâm Emirliği var. Pratikteki şeriat uygulamaları dokuz yıldır gözümüzün önünde. Şimdi bunu Suriye geneline yaymak istiyorlar. 8 Aralık’ta HTŞ’nin yönetimi ele geçirmesi ilk aşamaydı.

Colani’nin 4 Şubat’ta Ankara’ya yaptığı ziyaretten sonra, uluslararası ajanslarca Türkiye’nin Suriye’de iki üs kuracağı söylendi. Suriye’de kentlerin yeniden inşasından ulaşım ve iletişim altyapısının kurulmasına, enerji alanına kadar pek çok konuda işbirliği yapılacak haberleri yayınlandı. Cihatçı bir yönetimle “stratejik ortaklık” geliştirileceğinin tüm sinyalleri verildi. Bu arada, Erdoğan-Colani görüşmesiyle eş zamanlı olarak, ABD’de Netanyahu-Trump görüşmesi yapılıyordu. Aslında, Türkiye’nin bu süreçte nasıl bir rol oynayacağına, bu iki ülke başta olmak üzere, emperyalist güçler karar verecek. Tüm bunların sonunda Türkiye’nin payına ne düşeceği belli olacak.

Hamide Rencüs

Türkiye, kurduğu ve eğitip donattığı Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO), yeni adıyla Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) Suriye’nin resmi ordusunun parçası olmasını istiyor. Yani Türkiye’ye bağlı bir Suriye ordusu…. SMO için 60 bin rakamı vermiştim daha önce. Bunu artık kesin olarak bilmek mümkün değil, çünkü HTŞ’ye katılanlar oldu. Ancak Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan da özellikle ordu mevzuunda masada ve onlar bugün Suriye’nin en çok ihtiyacı olan şeye, paraya sahipler. Onlar Türkiye’nin etkisini sınırlamak isteyecekler. Yazılıp çizilenlere göre, başta istihbarat alanı olmak üzere, birçok alanda heyetler arası görüşmeler sürüyor.

Öte yandan, yıllardır HTŞ ile yapılan işbirliğinin başka yansımalarını görüyoruz: İlk üst düzey atama Ayşe el-Dips’in “Suriyeli kadınlar için yasal, sosyal, kültürel ve siyasi konulara” odaklanacak Kadın İşleri Ofisi’ne liderlik edeceği belirtildi. Dips’in geçmişte Türkiye’de yaşadığı ve Suriyeli Dernekler Platformu’nun dönem başkanlığını üstlendiği söyleniyor. Hem Türkiye Cumhuriyeti hem Suriye vatandaşı. Dips “Suriyeli kadınların gerçekliğine uygun bir hükümet modeli kurulacağını, bu modelin temelini İslâmi şeriat hukukunun oluşturacağını” açıkladı. Dışişleri bakanı olarak atanan Esad Hasan el-Şibani de yüksek lisansını İstanbul’da tamamlamış bir HTŞ mensubu.  

Sizinle 2017’de yaptığımız söyleşide, “İdlib Türkiye’nin sorunudur” demiştim. Şimdi Şam da İdlib oldu ve artık tüm Ortadoğu’nun sorunu haline geldi. Suriye’deki bir yangın Türkiye dahil Ortadoğu’yu yakar ve bu yangın daha yeni başlıyor.

29 Ocak’ta, Şam’ı ele geçiren Askeri Operasyonlar İdaresi’ndeki grupların temsilcilerinin katıldığı Zafer Konferansı’nda Colani Suriye Arap Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı ilan edildi ve Suriye Ordusu, Ulusal İlerici Cephe partilerinin (Baas Partisi, sosyalist ve komünist parti vb.) yer aldığı Suriye Halk Meclisi’nin yanı sıra 2012 Anayasası feshedildi. Bugün Suriye’de nasıl bir yönetim yapısı var?

HTŞ’nin aşama aşama Suriye yönetimini nasıl ele geçirdiğine bakmak gerek. Suriye’de 13 yıldır devam eden cihatçı bir kuşatma var. Emperyalistlerin, küresel güçlerin vekil savaşçıları olan, 112 ülkeden gelen cihatçıların Suriye halkına yaşattıklarını saymaya kalksak ansiklopedilere sığmaz. Arap Baharı’nın ardından, Suriye’nin büyük oranda El-Kaidecilerin ve Irak ve Şam İslâm Devleti’nin (IŞİD) kontrolüne girmesi üzerine, ABD Suriye’de pozisyon aldı, onun karşısında Rusya da girdi sahaya ve dolayısıyla dengeler farklılaştı. Bu değişen dengeler kapsamında cihatçılar İdlib’e sıkıştılar. 8 Aralık’ta Şam’ı ele geçiren HTŞ’nin İdlib’de dokuz yıldır sürdürdüğü bir İslâm Emirliği var. Pratikteki şeriat uygulamaları dokuz yıldır gözümüzün önünde. Şimdi bunu Suriye geneline yaymak istiyorlar. 8 Aralık’ta Şam’ın düşmesi, daha doğrusu masada Suriye’nin satılması sonucunda HTŞ yönetimi ele geçirdi. Bu ilk aşamaydı.

HTŞ 19 farklı cihatçı grupla Şam’ı ele geçirdi. 2017’de kurduğu “Suriye Kurtuluş Hükümeti” ile İdlib’i yönetiyordu, şimdi bunu Şam’a taşıdı. Kurdukları “geçici hükümet”in ilk toplantısında “tevhid bayrağı” açıldı. Bu da ikinci aşama.

HTŞ’nin yaptığı açıklamalara karşılık olarak, 20 Aralık’ta, Şam’da Emevi Meydanı’nda yapılan ve binlerce kişinin katıldığı mitingde demokratik yönetim talebi dile getirildi. Laik bir devletin kurulması ve dinci uygulamaların sona erdirilmesi talebi, Suriye’deki halk hareketlerinin yeni bir yön alacağını gösterdi. İslâmcı terörist grupların iktidardan uzaklaştırılmasına ve halkın laik bir düzende yaşama hakkına vurgu yapıldı. Kendiliğinden oluştu bu miting ve oraya akın edenler HTŞ’nin başlarına nasıl bir karanlık öreceğini görenlerdi. Alevi katliamları henüz duyulmuyordu. Halk cihatçı karanlığa karşı 13 yıldır gösterdiği direnci Emevi Meydanı’na taşıdı. Özellikle kadınlar “Asla şeriata izin vermeyeceğiz”, “Gericiliğe hayır” pankartlarıaçtılar. Bu aşamada HTŞ Suriye’de geniş katılımlı ulusal bir konferansa gidildiği takdirde etkisiz kalabileceğini gördü. Geçici bir hükümet kuruldu, alelacele bakan atamaları yapıldı. HTŞ’nin 19 farklı cihatçı grupla Şam’ı ele geçirdiğini ve bunlara en son Türkistan İslâm Partisi’nin katıldığını hatırlayalım. HTŞ 2017’de kurduğu Suriye Kurtuluş Hükümeti ile İdlib’i yönetiyordu. Şimdi bunu Şam’a taşıdı. Kurdukları “geçici hükümet”in ilk toplantısında “tevhid bayrağı” açıldı. Bu da ikinci aşama.

Aleviler, Masyaf’taki protestoda “Suriye halkı birdir”, “Kaosa hayır” yazılı dövizler taşıdı. (Fotoğraf: El-Meyadin)

29 Ocak’ta yapılan Zafer Konferansı’nda Colani cumhurbaşkanı seçildi. Bu konferansta Alevi, Kürt, Hıristiyan, Dürzi, İsmaili, Şii temsilciler yoktu. Onların yerine Çin, Özbekistan, Mısır’dan gelen Sünni selefi cihatçılar vardı. Suriye bürokrasisinden eski rejim tümüyle uzaklaştırıldı. Yerine maalesef 112 ülkeden gelen bu cihatçılar arasından atamalar yapıldı. Suriye bürokrasisine Suriye vatandaşı olmayan çok sayıda cihatçı atandı. O yüzden birçok kurum şu anda işlevsiz. Tüm bu cihatçıları Suriye vatandaşı yapmanın da bir yolunu buldular, “Son beş seneyi Suriye’de geçiren yabancılara vatandaşlık vereceğiz” dediler. Bunun öncesince, İsrail Şam düştükten sonra yoğun bir biçimde kenti bombaladı, askeri hedefleri vurduğunu söyledi, ama vurulan binalardan biri de vatandaşlık ve pasaport dairesiydi. Yandı kül oldu bütün belgeler, Suriyelilerin kimliklerini ispat edeceği bir merkez yok. Colani’nin kimlere Suriye kimliği verecek, göreceğiz. Veya onun “efendileri” nasıl bir Suriye istiyorlarsa ona göre hazırlanacak bu kimlikler.

Colani “Anayasa üç yıla kadar çıkmaz, seçimler de dört yıldan önce yapılamaz” dedi. Colani bu süre içinde Selefi İslâmcı rejimini inşa eder. Sonunda bir El-Kaide devleti kurulur. Bu da son aşama! Ama Suriye, Afganistan’ın aksine, kendisine biçilen şeriat gömleğine sığmaz.

Güya 1 Mart’ta Ulusal Konferans olacaktı, orada alınan kararlara göre anayasa hazırlanacak ve ülke seçime götürülecekti. Di’li geçmiş zaman kullanıyorum, çünkü Colani “Anayasa üç yıla kadar çıkmaz, seçimler de dört yıldan önce yapılamaz” dedi. Dolayısıyla, Vatandaşlık Hareketi gibi çoğu liberal yapıların geniş katılımlı, tüm azınlıkların temsil edildiği Ulusal Konferans beklentisi suya düştü.  Colani bu süre içinde Selefi İslâmcı tek adam rejimini inşa eder. Sonunda bir El-Kaide devleti kurulur. Bu da son aşama! Ama, kimlik çeşitliliği itibarıyla Suriye, Afganistan’ın aksine, kendisine biçilen şeriat gömleğine sığmaz. Şu bilindik sözü tekrar etmekte yarar var: “Ortadoğu’da Mısır’sız savaş, Suriye’siz barış olmaz” Bu barış da ancak tüm azınlıkların ve Sünni sekülerlerin katılımıyla mümkün…

“Colani’nin efendileri” dediniz, kim onlar size göre?

8 Aralık sonrası HTŞ yönetimine temsilcilerini gönderenler. Kimler bunlar? ABD, Almanya, Fransa, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, Ürdün gibi pek çok ülke. Cihadist yapıların destekçileri olarak Katar ve Türkiye’yi burada özel bir yere koymak gerek. Rusya da dahil oldu bu kervana. Fransa ve Almanya Colani’nin cumhurbaşkanı olmasını büyük memnuniyetle karşılayan ülkeler arasında. Suriye’ye uygulanan yaptırımları ABD esnetti, AB bu konuda bir yol haritası hazırladı. HTŞ’nin Dışişleri Bakanı Davos’a çağrıldı. 4 Şubat’ta Colani Türkiye’ye geldi. Emevi Camii’nin dekorunu değiştiren Türkiye’nin cumhurbaşkanı da Şam’a gider, malûm namazını kılar.

Samandağ’da Suriye Alevilerinin katlini protesto eylemi

Geçtiğimiz iki ay itibariyle “efendiler” Suriye’deki insan hakları ihlâllerine gözlerini kapamış durumda. Suriye İnsan Hakları Gözlem Evi’nin (SOHR) ocak ayının ortalarında açıkladığı verilere göre, ülke genelinde HTŞ iktidarının ilk bir ayı içinde  öldürülen kişi sayısı 200. Bu kişilerin hangi inanç ve kimlikten olduğuna dair net bilgi verildi mi? HTŞ yönetimi buna dair bir açıklama yaptı mı?

SOHR müdürü Rami Abdulrahman bahsettiğiniz açıklamayı yaptığında, on Alevi köyüne yapılan saldırılar henüz gerçekleşmemişti örneğin. Açıklanan sayının büyük bir kısmı Alevi. Aleviler ülke içinde tehcire maruz bırakılıyor. Özellikle Humus ve Hama’nın merkezlerinin ve Sünni ağırlıklı kırsallarının Alevilerden arındırılmasına yönelik operasyonlar yapılıyor. Tartus ve Laziye’ye, sahile doğru sürülüyorlar. Alevilerin bir bölgede toplanması arzu ediliyor. Şu an kim nerede öldürülüyor, nereye göç ettiriliyor, gerçek sayılar üzerinden konuşmak çok zor. HTŞ katliamlara ilişkin hiçbir açıklama yapmadı, çünkü yok sayıyor. “Öyle bir katliam yok, bizden olmayan birilerinin husumeti var” deyip geçiştiriyorlar. Çok sistematik, çok bilinçli bir algı yaratılıyor. Güvenlik kontrolü bahanesiyle sivil yerleşimlere operasyonlar yapılıyor. Evler yağmalanıyor. Erkekler, kadınlar, bütün ev halkı dışarı çıkarılıp sokaklarda yerlerde sürükleniyor. Erkeklerin üzerine basılıyor, havlatılıyorlar, eşek sesi çıkartılıyor. Ve arkasından gençleri götürüyorlar…

Hama ve Humus kırsalları katliamlarla ve tehcirlerle Alevsizleştiriliyor. Yine Alevilerin yoğun olarak yaşadığı Tartus ve Lazkiye’deki bütün Alevi kamu çalışanları işten çıkarıldı. Sanayi tesisleri, fabrikalar İdlib’e taşınıyor. Alevilerin yaşadığı sahil bölgesinde artık kamu kurumu, banka, üretim alanı ve iş imkânı kalmadı. Ne yazık ki dünyanın gözünü kapattığı bir Alevi katliamı şiddeti artarak sürüyor.

Hama ve Humus kırsalları katliamlarla ve tehcirlerle Alevisizleştiriliyor. İlk etapta Şam Alevisizleştirildi. Hemen sonra, Alevilerin sığındığı Hama ve Humus kuşatıldı. Aleviler ciddi bir soykırım tehdidiyle karşı karşıya.

Şam’ı ziyaret eden heyetler bu yaşananları görmüyor mu?

Şam’ı ziyaret eden Avrupalı temsilciler, yöneticiler Şam’ın dışında hiçbir mahalleye gitmediler. İlk etapta Şam Alevisizleştirildi. Bugün katliamların ana merkezi Hama ve Humus. HTŞ’ye sahip çıkan Sünniler ve cihatçılardan oluşan gruplar görkemli gösteriler yapıyor ve dünyanın gözünü boyuyorlar. Bu kitlenin büyük kısmı da Suriyeli değil. Suriye üzerinde ciddi bir medya dezenformasyonu yaşanıyor. Şam Alevisizleştirildikten hemen sonra Alevilerin sığındığı Hama ve Humus kuşatıldı. Aleviler ciddi bir soykırım tehdidiyle karşı karşıya.

SOHR’un açıklamasından sonra, “22 infaz” olduğunu duyurduğu Humus’ta, başta Şii köyü Fahel olmak üzere birçok köyde azınlıkları hedef alan katliamlar yaşandı. Yerel kaynaklar infaz sayısının en az elli olduğunu belirtti. SOHR geçen hafta yaptığı açıklamada “21 farklı saldırıda 41 kişi öldürüldü. Bu saldırıların büyük kısmı Hama kırsalındaki kasabalarda gerçekleşti” dedi. Humus ve Hama’da neler oluyor?

Yaklaşık yirmi gündür Humus ve Hama’da Alevisizleştirme operasyonları yürütülüyor. Humus’un Alevi köylerine, önce doğu ve kuzey kırsallarına saldırdılar. O bölgedeki Aleviler aşağılayıcı mezhepçi işkencelere tabi tutuldular. Ve buna sesini çıkaranları vurdular. Çünkü bunun hesabını soracak bir mekanizma yok. Biz hepsini belgeliyoruz. Çocukları, gençleri kaçırıyorlar. Onların canı karşılığında ailelerinden ellerinde tapulu ne varsa, ev, arazi, bahçe ne varsa hepsinin devrini yaptıklarına dair imzalar alıyorlar. Aksi takdirde çocuklarını öldürmekle tehdit ediyorlar. Yine de çocukları öldürülüyor. Cenazeleri köyün kenarına terk ediliyor. Sonra da aileler mülksüz bırakılıyorlar, evleri talan ediliyor. Onların boşalttığı evlere İdlib’den getirdikleri yabancı uyruklu cihatçıların aileleri yerleştiriliyor. Humus’un batı kırsalına yönelik saldırılarda Şiiler de hedef alındı. Sabah 6 itibarıyla operasyon başlattılar. Öncelikle kayıt almamaları için köylülerin ellerindeki telefonlara, bilgisayarlara el konuldu. Sonra da katliamlar yaptılar, gençleri tutukladılar, evleri yaktılar, tahrip ettiler. Geriye kalan kadınların, çocukların köyü terk etmeleri tebligatını yapıp çıktılar köylerden. Akşam saatlerinde katliamın izleri gelmeye başladı. Sokaklarda her yerde cesetler var. İnsanlara işkence ediyorlar, dövüyorlar ve sonra tutuklayıp götürüyorlar. Nereye götürüyorlar? Meçhule…

Strasbourg Alevi Kültür Merkezi’nin Suriye’yle dayanışma mitingi, 4 Ocak 2025

Bize bildirilen raporlara göre, üç köyden en az yüzer kişi olmak üzere, 300 kişi Asi nehri yatağına götürüldü. Onlardan hâlâ haber yok. Asi kanlıdır. Asi bunların Alevilere dönük ilk katliamının tanığı olan bir yer. 2011’de, Cisril Şuğu’da 120 polisin boğazları kesilerek Asi nehrine atıldığını hatırlayalım. Bunlar için Asi yatağı ritüeldir.

Son günlerde Hama’da da Alevilere yönelik saldırılar arttı. Hama’nın kuzeyindeki Arze köyünde en az dokuz Alevi katledildi. Baskınlar ve yargısız infazlar sürerken, cihatçılar resmen askeri geçit düzenliyorlar. Her geçen saat bu tür katliam haberleri artıyor. Bu aralar insan kaçırmalar başladı. Büyük kısmı akademisyen, mesleki olarak ağırlığı olan insanlar. Ortak özellikleri Alevi olmaları. Kadın akademisyen Raşa el-Ali kaçırıldı, bilim insanı Dr. Hasan İbrahim’in cesedi Şam’ın Maaraba kasabasında bulundu. Yerel kaynaklar bu tip kaçırılma olaylarının sayısının en az on olduğunu ifade ediyorlar, çoğu Şam’a çağrılıp dönemeyen kişiler. Gençler de, öğrenciler de kaçırılıyor. Hukuk öğrencisi Cafier Nebil Abdullah, iki hafta önce HTŞ’li terörist bir grup tarafından kaçırıldı. Cesedi işkenceye uğramış, dili ve eli kesilmiş, gözü çıkarılmış halde bulundu.

Humus’un Alevi köylerine saldırdılar. O kırsaldaki Aleviler mezhepçi işkencelere tabi tutuldular. Hama kırsalının sakinleri zorla yerinden ediliyor ve infazlar yapılıyor. Tümüyle boşaltılan Alevi köyleri var. Alkeen kasabasına “kaybolan kasaba” deniyor. Burada yaşayan insanların nerede olduğu bilinmiyor.

Hama kırsalında Arza ve Tel Dehab köylerinin sakinleri de zorla yerinden ediliyor ve infazlar yapılıyor. Tümüyle boşaltılan Alevi köyleri var. Daraa vilayetine bağlı Alkeen kasabasına “kaybolan kasaba” deniyor. İddiaya göre, kasabanın tamamı boşaltılmış ve burada yaşayan insanların nerede olduğu bilinmiyor. Alevilerin yoğun olarak yaşadığı dört ilin –Tartus, Lazkiye, Humus, Hama– coğrafi olarak ortasında bulunan tarihi Masyaf yakınlarında bir aile, anne, baba ve oğulları kaçırıldı, altı gün sonra ölü olarak bulundular. Genç kadınlar kaçırılıyor, akıbetleri bilinmiyor, boy boy fotoğraflarını paylaşıyor yerel hesaplar. Akla HTŞ’nin geçmişte IŞİD’in kurduğu kadın köle pazarlarını tekrar canlandırmak istediği geliyor. Kaçırdıkları bazı kadınları öldürmeye de başladılar. Biri hamile iki kadının cesetleri işkence altında öldürülmüş olarak boş bir araziye atıldı. LGBTİ+ bireylere, özellikle translara yönelik cadı avı başladı, bu görüntülerini çekinmeksizin paylaşıyorlar. Ne var ki, uluslararası kamuoyu, medya tüm bunları görmezden geliyor.

Suriye’de kaçırılan dört kadın (Kaynak: Hamide Rencüs)

Alevilere yönelik katliamları nasıl takip ediyorsunuz? Bölgeye giden bazı gazeteciler “Olaylar münferit. Evet, Aleviler, Hıristiyanlar, Dürziler tedirgin, ama onlara yönelik bir katliamdan söz edemeyiz” dediler. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Külliyen yalan. HTŞ’nin dünyaya göstermek istediği imaja hizmet etmek için inkâr ediyorlar. Katliamları yok saymanın ötesinde, yalanlıyorlar.  Böyle yaparak aslında katliamları daha çok teşvik ediyorlar. HTŞ “temizlenmiş” güvenli koridorlar oluşturdu, buraları gösteriyor gazetecilere. Adeta reklam gezileri düzenleyerek basını kabul ediyor. Kırsallara gidilmiyor, halbuki katliamlar kırsallarda. Örneğin Lazkiye’nin güvenliğini yerel güvenlik güçleri ile HTŞ merkezi hareket dairesinin ortaklaştığı güçler sağlıyor, çünkü Suriye’ye gidenlerin geçecekleri koridor orası. Bir tür sahne, “biz ılımlıyız” sahnesi. Kontrol noktalarında temiz giyimli, güler yüzlü kişiler görevlendirildi, gazetecileri bunlar karşılıyor. HTŞ cinayetlerini karanlıkta işliyor. TikTok’ta, Facebook’ta, Twitter’da görebiliriz, bazı hesaplarda görebiliriz, ama dünya basını bunları vermiyor. Şunu hatırlayın: Takım elbise giymiş Colani’nin karşısına başını örten bir CNN muhabiri oturdu, Suriye kadınına reva görülen kılığa girdi. HTŞ kendisinin propagandasını yapacak gazetecileri kabul ediyor.

Anlattıklarım gerçek, hepsi belgeli. Suriye’de azınlıklara yönelik Hak İhlâllerini Belgeleme Merkezi var. İnsan Hakları Gözlemevi gibi bir web sayfası. Orada belgelenen dehşeti haftalardır yaza yaza bitiremedim. Elim titreyerek, ağlayarak paylaştım hepsini. Kişisel haber kaynaklarımı onların güvenliği nedeniyle açıklayamam, tümü tehdit altında. Hepsi yerel kaynaklar.

Şam’ın düşmesinden bir gün sonra Halep kalesinin önünde kadınlara burka dağıtıldı. Kadınlara şeriata uygun giyim kuşam kuralları afişlerle duyuruldu. Kadınlar otobüse arka kapıdan binecek ve arkada oturacak. Kadınlarla erkekler aynı asansöre binmeyecek, el ele gezmeyecek. Bazı yerlerde karma eğitime son verildi.  

HTŞ yönetime el koyduğunda Facebook’ta dört bin takipçim vardı, şimdi 20 bine yaklaştı, yeni takipçilerimin hepsi Suriyeli. Bir kısmı da beni buluyor. “Sesimizi duyurur musunuz” diye videolar ve vahşetin ses kayıtlarını gönderiyorlar, kesin yer, gün ve saat bildirerek paylaşıyorlar. Sonra, tıpkı teyitçilerin yaptığı gibi, bunlar eski görüntü mü diye Google’da aratıyorum. Yeni görüntü olduğunu teyit ettikten sonra paylaşıyorum. Eğer bir hata yaptıysam, başlarda bir-iki kez oldu, bunu da açıklıyorum.

Ayrıca, her kentte can güvenliği olmadığı için haber paylaşamayan yerel gazetecilerle haberleşiyorum. Genellikle gelen görüntüleri teyit için onlarla haberleşiyorum. Onlara da maalesef eski rejimin kalıntıları gözüyle bakılıyor, ki kendi evlerinde güvende olmadıkları gibi, hiçbir yerde de güvende olamazlar. Nitekim, Suriye Devlet Televizyonu’nun eski müdürü Salih İbrahim Şam’daki evinden kaçırıldı. O da tabii ki Alevi…

20 Aralık 2024’te Şam Emevi Meydanı’nda düzenlenen mitingden: “Laiklikten ve demokrasiden vazgeçmiyoruz. Gericiliğe ve ayrımcılığa hayır!”

3 Ocak’ta yayınlanan İslâmi Aleviler Meclisi bildirisi şöyle bitiyor: “Yaşananlar belirli bir mezhebi hedef alan sistemli bir intikam girişimi gibi görünüyor. Herkesin ortak olduğu geçmişteki hatalar bu mezhebin mensuplarına yükleniyor. Oysa bu mezhebin mensuplarının tek suçu ulusal devlet kavramına inanmak ve genel düzene karşı çıkmamaktır. Müslüman Alevilerin bu devlet anlayışına inanmaları, tüm diğer Suriye evlatları gibi önceki hükümetlere destek vermelerine neden olmuştur. Aynı Aleviler, umutlarını gerçekleştiren, güveni ve barışı sağlayan, sosyal ve ekonomik istikrar beklentilerini karşılayan sivil devlet modelini sunması halinde yeni yönetimi de destekleyecektir.” Nasıl yorumluyorsunuz bu metni?

Aleviler güvenliklerini devlete teslim etmişlerdir. 3 Ocak’ta bu açıklamayı okuyan Hoca Şeyh Salih Mansur, daha sonra kendi köyünden katledilen üç gencin cenaze töreninde şunları söyledi: “Sizinle uzlaştık, sizinle işbirliği yapacağız dedik. Siz hâlâ evlatlarımızı katlediyorsunuz. Eğer çocuklarımızı sırf Alevi oldukları için katletmeye devam ederseniz, Antakya’dan Lübnan’daki Cebel Muhsin’e kadar bütün Alevi şehirlerinden milyonlarca imza toplar, Birleşmiş Milletler’e sunarım. Fransa’nın korumasını da talep ederim gerekirse. Devlet kurulana kadar, barış sağlanana kadar koruma talep edebilirim.”

Bunun akabinde Şeyh Mansur gözaltına alındı ve geri adım attı. İslâmi Aleviler Meclisi (sonra “İslâmi Aleviler Yüksek Meclisi” oldu) özgün ve yerel dinamiklere dayanan bir oluşum değil. Çok kişi bu kuruluşun istihbarat örgütlerinin ürünü olduğunu söylüyor. Ama bu artık kimsenin umurunda değil, tek acil talep kanın durdurulmasıdır.

Suriye’de tekfirci azınlık diktasına bağlı unsurlar, İdlip’te olduğu gibi Hama ve Tartus’ta da peçe dağıtmaya ve İslâm’a uygun giyinme konusunda tebliğe başladı. En solda, şeriata uygun görselli hicab rehberi: Dar olmayacak, kafir kadınların ve erkeklerin giyeceklerine benzemeyecek, kokulu olmayacak, şeffaf olmayacak, tüm bedeni saracak (Kaynak: Hasan Sivri)

Suriye nüfusunun yüzde 12’sini oluşturan Aleviler örgütlü bir topluluk mu?

Maalesef değil. Çünkü devlete çok güvenen, devletine bağlı olan bir kesim. Şimdilik tümünü içine alan şemsiye bir yapı yok. Bir biçimde bu katliamlar durdurulursa örgütlenirler. Çünkü Alevi kesim her alanda mücadelenin en önünde yer almıştır. Kadın mücadelesinin içinde yer alanların büyük çoğunluğu Alevidir. Bunca zulüm ve eziyetten sonra, kimi Aleviler şu anda ayrı devlete bile razı, uluslararası güçlerin korumasını talep ediyorlar. “Fransız koruması talep ederiz” diyen de, “Batılı güçler gelsin” diyen de var. Bazıları da Ruslardan koruma talep ediyor. Bunlar can derdindeki insanların talepleri. Küresel güçleri harekete geçirmek istiyorlar.

Alevi toplumu Suriye’deki bütün örgütlenmelerde, bütün STK’larda, bütün ilerici mücadelelerde yer almış bir toplumdur, sadece bağımsız bir örgütlenme deneyimleri yok. Fakat inanıyorum ki, çok yakında artık devletsiz kaldıklarının idrakiyle hareket edecek ve siyasi örgütlenmelerini kurmaya başlayacaklar.

Samandağlısınız, Hatay’daki Arap Alevilerinin ruh hali nasıl?

Hatay’daki Aleviler Suriye’nin sahil bölgesine yapılacak bir saldırının doğrudan hedefi olacaklarını düşünüyorlar. Benim gibi birçok insanın orada yakın akrabaları var. Onların çoğu iletişim kurmaya bile çekiniyor bugün. Hatay halkı sınırlarında Selefi bir devletin olmasını istemiyor.

AKP’nin Suriye politikası karşısında geniş kesimler suskun kalırken Hataylılar Suriye’ye yapılan müdahalelere karşı çıkıyordu. Suriye’ye yönelik cihatçı kuşatmanın kapısı Hatay’dan açıldı. Libya’dan, Türkmenistan’dan, çeşitli Asya ülkelerinden gelen cihatçılar Hatay’a götürüldü, Hatay’dan Lazkiye’ye geçirildi. 2011-2013 arası Hatay adeta bir cihatçı kentine dönüştürüldü. İşte bu süreçte çok ciddi eylemler oldu. İktidar ciddi bir örgütlü tepkiyle karşılaşınca, Hatay’ın Reyhanlı ilçesinin hemen karşısında bulunan İdlib’e bağlı Atme kasabasını mülteci kampına dönüştürdü. Sonra da bu merkezleri Antep ve Kilis’e taşıdılar.

Hatay’da gerçek anlamda bir mezhep çatışması kurgulandı. Ama Hataylıların iradesi bunun önüne geçti. Reyhanlı katliamından sonra Erdoğan “53 Sünni vatandaşımız şehit edildi” ifadesini kullandı, ki bu bir mezhepsel kışkırtma. Sünnilerin Alevilere saldırması beklendi, olmadı, Hataylıların sağduyusu bunun önüne geçti. Şimdi kent bu haldeyken, 6 Şubat depremlerinin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen yaraları sarılmamışken, hiçbir korumanın olmadığı ve HTŞ’nin iktidarla kurduğu ilişki biliniyorken bile, Alevi katliamına karşı ilk harekete gelen ve ilk mitingi örgütleyen de Samandağ oldu.

HTŞ halkı sindirmek için Lazkiye merkezde gövde gösterisi yaptı (Kaynak: Hamide Rencüs)

30 Ocak’ta Alevi kurumları Suriye’deki katliamlarla ilgili olarak BM’ye başvuruda bulunundu. Bu başvuru nelere işaret ediyor?

Avrupa Arap Alevileri Federasyonu, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu ve Alevi Bektaşi Federasyonu gibi demokratik kitle örgütleri BM Güvenlik Konseyi’ni ve insan hakları kuruluşlarını 8 Aralık’tan beri süren katliamların sona erdirilmesi için harekete geçmeye çağırdı. Şiddete hedef olan Hıristiyanlar, Dürziler, İsmaililer ve Aleviler zikredildi bu başvuruda. Özellikle Alevilerin kendi bağımsız savunma örgütlenmesi yoluna gitmeden demokratik yolların işletilmesini bekledikleri hatırlatıldı. Selefi grupların dini liderlerinin açıktan yaptıkları, Alevileri hedef haline getiren çağrılar ifade edildi. “Yaşanan bu yaygın ve tekrar ederek büyüyen şiddet insanlığa karşı suç boyutuna kadar ulaşmış ve gelecekteki toplu katliam, göç ve iskân ile asimilasyon politikalarına uzanacağına dair anlaşılabilir korkuları da açığa çıkarmıştır” dendi.

3 Ocak’ta Suriye’de Baskı Altındaki Topluluklar İçin İnsan Hakları İnisiyatifi imzasıyla bir metin yayınlandı. Bu inisiyatif nasıl kuruldu? BM’ye verilmek üzere hazırlanan yetmiş sayfalık dosya hangi bilgileri içeriyor?

Çağrıda Suriye’de cihatçıların baskı ve tehdidi altında olan topluluklara, Alevilere, Dürzilere, Ezidilere, Ermenilere, Kürtlere, Süryanilere, Çerkeslere, Rum Ortodokslara, İsmaililere, Sünni laiklere ve kadınlara işaret ediliyor. Suriye’de Baskı Altındaki Topluluklar için İnsan Hakları İnisiyatifi bin imzalı bir çağrıyla yetmiş sayfalık raporu BM ve Avrupa Parlamentosu’na sundu.

Bu inisiyatif Alevi katliamlarının ve baskı altındaki diğer azınlıklara yönelik ihlâllerin durdurulması için örgütlendi. Alevi kurum temsilcilerinin yanı sıra, bütün azınlık cemaatlerinin temsilcileri ile hak savunucuları, gazeteciler, avukatlar ve sanatçılardan oluşuyor. İnisiyatifin BM’ye ve diğer uluslararası topluma sunduğu raporda Alevilere yönelik katliam ve ihlâllerin belgeleri yer aldı. Ardından çağrı “bin kurum” imzasına açılarak yinelendi.

Humus halkı kırsaldaki Alevi ve Şii köylerine yönelik saldırıları valilik önünde protesto ediyor. (Kaynak: Hamide Rencüs)

Cihat Kıskacında Kadınlar kitabınızın arka kapağında “Topluma diz çöktürmenin en kritik aşaması kadınları teslim almaktır. Çünkü kadınlar toplumun en direngen yanıdır” diyorsunuz. HTŞ’nin iktidara gelmesiyle birlikte, 8 Aralık’tan bu yana kadınlar neler yaşıyor?   

Suriye’de kadınlar 13 yıldır cihatçıların zulmüne maruz kalıyor. Cihat savaşının başladığı ilk günlerden bu yana kadınların bedeni “ganimet” olarak vaat edildi. Hiç unutmuyorum, 11 yıl önce Selefi şeyhi Adnan Arur şunu söylemişti: “Ey Aleviler! Allah’a and olsun ki, hepinizi kıyma yapıp köpeklere yedireceğiz!” Cihatçılara çağrısı da şu olmuştu: “Cihad edin, Allah sizi Alevilerin toprakları ve kadınlarıyla ödüllendirecektir.” Bir diğer Selefi şeyh Yasin el-Acluni de “Alevi ve Dürzi kadınları alınız, ama bunlara nikâh kıymanız caiz değil. Nikâhsız istediğiniz gibi kullanınız!” demişti.

O dönemde, Alevi kadınlara yönelik bu fetvalar nedeniyle, Lazkiye’de, Türkiye sınırına yakın Alevi köylerinde cihat adı altında işlenen cinayetlere tecavüzler eklendi. Bu saldırılar elbette Alevi kadınlarla sınırlı değildi. Ermeni, Yahudi, Ezidi, Süryani, Sünni seküler kadınlar Selefi gericiliğin saldırılarına maruz bırakıldı. Cihadizmin olduğu yerde kadın bedeni kullanılacak bir meta olarak görülür. Suriyeli kadınları köle pazarlarında sattılar, köleleştirdiler. Cihatçıların kontrolü altındaki bölgelerde, özellikle Sünni olmayan kadınlar kaçırıldı ve cihatçılara sunuldu.

Colani’nin HTŞ’si IŞİD’in izinden gidiyor, kadın köle pazarlarını canlandırmak için genç kadınları kaçırıyor, en az 22 genç kadın kaçırıldı bugüne kadar. Colani hükümetinin en az iki kadının infaz emrini veren Adalet Bakanı Şadi el-Veysi “kadın yargıçlara yer vermeyeceğiz” dedi. Şam’ın düşmesinden bir gün sonra, Halep kalesinin önünde kadınlara burka dağıtıldı. Kadınlara şeriata uygun giyim kuşam kuralları afişlerle duyuruldu üniversitelerde, Hristiyan ve Alevi mahallerinde. Kadınlar otobüse arka kapıdan binecek ve arkada oturacaklar. Kadınlarla erkekler aynı asansöre binmeyecekler, el ele gezmeyecekler. İlk ihtardan sonra tekrarı halinde seksen sopa cezası verilecek.  Bazı yerlerde karma eğitime son verildi. Müfredat da değişiyor. Örneğin, “şehit” kavramı “vatanı için ölen kişi”yi ifade ediyordu, “Allah için ölen kişi” olarak değiştirildi. Cihat kavramı müfredata dahil edilirken, evrim teorisi çıkarıldı. Ne kadar tanıdık, değil mi? 2015’te, IŞİD Kraliçe Zennubiye’nin (Zenobia) yönettiği Palmira kentini yok etti, şimdi de HTŞ Zennubiye’yi müfredattan çıkarıyor. Tanrıça İştar’dan Roma’ya başkaldıran Kraliçe Zennubiye’ye, Suriye kadın kimliğiyle bilinir. Bazı araştırmacılar Suriye isminin Süryaniceden geldiğini savunur. Buna göre Suriye “Kadınının Toprağı” veya “Kadınların Evi” anlamındadır.

Osmanlı ve sonrasında Fransız işgaline karşı verilen bağımsızlık mücadelesinde kadınların yeri muazzamdır. Birçok örnek var. Beyaz Mendilliler bunlardan biri: 1920’den 1945’e kadar süren Fransız mandası döneminde, yetmiş Şamlı kadın fısıltılarla örgütlendi. Fransız polisinin sıkı takibi altında olmalarına rağmen 10 Ağustos 1922’de Şam’da protestolarını gerçekleştirdiler. Ceplerindeki beyaz mendilleri sallayarak, tutuklamalara son verilmesi ve bağımsızlık için mücadele çağrısı yaptılar. İşlenen insanlık suçlarına karşı sessiz kaldığı için ABD ve İtalya konsolosluklarına yürüdüler. İngiltere Konsolosluğu’na çıkan bütün yollar abluka altına alınmıştı. Polisle çıkan çatışmanın ardından dağıldılar. Fransızlara karşı verilen kurtuluş savaşını tetikleyen bu eylemden bir sene sonra, 1945’te Suriye bağımsızlığına kavuştu.

Arapça’da “ard” ve “ırd” aynı şekilde yazılır. “Ard” toprak, “ırd” beden demektir. Suriyeli kadınların direniş şiarı, “Toprağım bedenimdir, bedenim de toprağım! Benim adım Suriye!” olmuştur. 2011’de kadınlar Şam’daki Emevi Meydanı’nda toplandılar ve süresiz oturma eylemi başlattılar. 16 Ekim’de beyaz çarşafları yerlere sererek saçlarını kestiler. Eyleme katılan kadınlardan Jansin Abaza daha sonra şöyle diyecekti: “Biz saçımızı kestik, yere attık, dönüp onu yerden almadık. Bunun anlamı şudur: kadim Arap geleneğine göre bir kadın saçını kesip atarsa, bir ateşi yakmış olur. Ve o saçı yerden almaz, ta ki hakkını alana kadar.”

Bu çağrı Lübnanlı kadınlara ulaştı daha sonra, mektuplar yazdılar, onlar da bir tutam saçlarını koydular zarfların içine ve kapı kapı dolaşıp direnişi anlattılar. Mahalle komiteleri kuran kadınlar oldu. Lazkiye ve sahil kentlerinde cihatçıların tutunamamasının sebebi oradaki kadın direncinin çok yüksek olmasıydı. Kadınlar her alanda cihatçılara karşı savaşa katıldılar. Kürtler ve Süryaniler de kadın savunma birlikleri kurdular.

Suriyeli kadınlar bu kez 20 Aralık 2024’te, Emevi Meydanı’ndaki mitingde tekrar seslerini yükselttiler. “Özgür kadınlar olmadan özgür ulus olmaz” gibi sloganlar yazan pankartlar vardı. Ben kadınların cihatçılara karşı yine direnişi örgütleyebileceğini düşünüyorum. Suriye’de bir söz vardır: “Kadınların öfkesi patlarsa eğer, önündeki duvarları deler geçer!”

^