MİDİLLİ’DE “BATILI” BİR GÖÇMENLERLE DAYANIŞMA AKTİVİSTİ

Söyleşi: Nagehan Uskan
2 Şubat 2021
SATIRBAŞLARI
Manchester’daki rahat düzenini bırakıp Midilli’ye göçen bir aktivist. Bir gönüllü göçmen. Dört yıldır Midilli’de zorunlu göçmenlerle örgütlü dayanışma faaliyeti içinde. Anonim kalmayı tercih eden Ruby’den geçmişiyle yüzleşmenin getirdiği dönüşümü, LGBTIQ+ Mülteci Dayanışması’nı, göçmenlerle dayanışan “Batılı” aktivist olmanın çelişkilerini dinliyoruz.


İngiltere’den Midilli’ye yolunuz nasıl düştü?

Ruby: 2017 yazında Midilli’de yaşayan bir arkadaşım davet etti. Adaya varınca anarşistlerin örgütlediği bir dayanışma mutfağına dahil oldum. Mutfak Mitilini merkeze yakın, Pikadakia adlı küçük bir köydeydi. Günler soğan, biber, patates doğrayarak, yemek pişirerek geçiyordu. Üniversiteyi yeni bitirmiştim. Manchester’da rahat bir hayatım vardı. Ama adada şahit olduklarım sayesinde perspektifimin ve deneyimlerimin ne kadar sınırlı olduğunu anladım. O dönemde, bugün hâlâ görüştüğüm sıkı dostlar edindim. Buraya gelip hayatlarını sıfırdan kurmaya çabalayan binlerce kişiyle duygudaş hissettim. Elbette pasaportumdan dolayı sahip olduğum ayrıcalıkların farkındayım. Adada yaşadıklarım kendi kimliğimle de yüzleşmemi sağladı. Kimliğim adına verdiğim mücadele onların mücadelesinin yanında bir hiçti. Burada dünyam büyüdü.

Yemek dışında neler yapıyordunuz?

Bağımsız bir sınır gözlem grubuna dahil oldum. Haftada üç gece sahilde botları gözlemliyorduk. Görevimiz yaklaşan botların tehlikede olmadığından emin olmak, göçmenler karaya vardıklarında kayıt işlemleri için polisle iletişime geçmelerini sağlamaktı. Gün doğarken, ufuk çizgisinde beliren botları her gördüğümde içimde tarifi imkânsız bir his uyanıyordu. Nöbet sonrasında denize giriyor, yorgun argın eve dönüyorduk. Ne yazık ki, 2020 martındaki faşist saldırıların ardında bu tür faaliyetlerin hemen hepsi sona erdi. Yunanistan sahil güvenliği de daha sık geri çevirdiği için şimdilerde adaya çok daha az bot ulaşabiliyor.

Stresle baş edebilmeleri için göçmenlere mandala çizim atölyesi dahi düzenleniyor. Savaştan kaçmış, denizde yakınlarını kaybetmiş, ölümün kıyısında yaşamış insanların stres sorunlarını mandala çizerek aşabileceklerini düşünmek gerçekten budalaca. Sorun atölyeleri düzenleyenlerin üstten bakışında yatıyor..

Midilli LGBTIQ+ Mülteci Dayanışması ile ilişkin bu dönemde mi başladı?

Evet. LGBTIQ+ Mülteci Dayanışması’nın kurulma amacı kampta yaşayan kuir bireylerin ortak sorunlarını hep beraber tartışıp çözebileceğimiz bir platform yaratmaktı. Kuir göçmenler kampta güvende değildi. Bırakın haklarını, hayatlarını korumaları dahi zordu. Kamp içinde başlayan küçük çaplı örgütlenmeyi yaygınlaştırmak gerekiyordu. Grubumuz hızla genişledi. Hukuki ve tıbbi destek sağlayan bir ağ oluşturduk, bürokratik hizmetlere ulaşımı kolaylaştırdık, güvenli konaklama için yardım ettik. Adadaki STK’ların çoğu kolektife destek veriyor, ama sadece “iyi göçmen” gibi kriterlere uyan insanlara yardım ediyorlar.

LGBTIQ+ göçmenlerin en önemli sorunları neler?

En önemli sorunlardan biri Moria kamp yönetiminin Evanjelik Hıristiyan ve homofobik bir kurum olan EuroRelief’in elinde olmasıydı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) düzenlediği Cinsel ve Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddet toplantılarına gidiyorduk. Biz kuir bireylerin hak savunuculuğunu yaparken muhataplarımız eşcinsellerin günahkâr olduğunu, değişmeleri ya da ortadan kaybolmaları gerektiğini düşünüyordu.

Bir yandan kolektifi görünür kılmak, öte yandan da beraber faaliyet yürüttüğünüz, dayanıştığınız göçmenlerin anonim kalmasına dikkat etme gerekliliği de çalışmalarınızı zorlaştıran bir unsur mu?

Bir araya gelmek ve kendini güvende hissettiğin yeni bir aile kurmak başlı başına bir direniş. Bu olumlu deneyimi ilk defa yaşayan, ülkelerinde böyle bir oluşuma dahil olamamış çok insan var. Normalde LGBTIQ+ örgütlerinde kimliğinle gurur duymak önemlidir. Ama küçük bir adada göçmen bir kuir birey olmak çok karmaşık bir durum. Burada kimliğin hayatını riske atıyor. O yüzden anonim kalmak zorundasın. Buradaki direnişi “anonim kalarak kimliğinle gurur duymak” diye özetleyebilirim.

Midilli LGBTIQ+ Mülteci Dayanışması’nın sanat çalışmalarından

Kolektifin finansal kaynakları neler?

Gruba dahil olan kişiler Avrupa’nın çeşitli yerlerinden tanıdıkları LGBTIQ+ dayanışma örgütleriyle iletişime geçti. Farklı şehirlerde destek amaçlı kuir partiler düzenleniyor ve toplanan para kolektife aktarılıyordu. Pandemiyle birlikte maalesef artık dayanışma partileri yapamıyoruz. Büyük bir bağış toplama çabamız olmadı. Şanslıydık, angaje örgütler bizi buluyordu. Pandemi şartlarındaysa durum belirsiz, destekler her an son bulabilir. Diğer yandan, insan bütün göçmen gruplarına niye aynı ölçüde destek verilmediğini sormadan edemiyor. Bazı insanların sığınmayı hak edip başkalarının etmediğini savunamayız. Herkese eşit hareket ve özgürlük hakkı talep ediyoruz.

Hukuki alanda LGBTIQ+ göçmenlerin yaşadığı zorluklar neler?

LGBTIq+ göçmenlerin kırılganlık statüleri tanınmış değil. Grup üyeleri LGBTIQ+ birey oldukları için değil, cinsel istismara uğradıklarında kırılgan statüde değerlendiriliyor. Sığınma başvurusu sürecinde ciddi anlamda dışlanıyorlar. Mülakatlarda cinsel tercihleriyle ilgili konuşmaları istendiğinde güvende hissetmiyorlar. Mülakatı yürüten kişiler LGBTIQ+ bireylere fazla batılı kodlarla yaklaşıyor. Tercümanların hakaretlerine de maruz kalıyorlar. “Kanıt” sunmadığı için birçok LGBTIQ+ birey ret alıyor.

Felsefe ve siyaset bilimi okumuştum; göçmenlerle bu alanda dayanışmak için ek derslerle hukuk diploması da edindim. Sonra adadaki bağımsız hukukçulara katıldım. Hukukun gerçek hayattan ne kadar kopuk olduğunu keşfettim, göçmenlere destek olamadığım birçok durumla karşılaştım.

Kolektif içinde “batılılar” ve göçmenler arasında bir ayrışma ya da bir hiyerarşi var mı?

Homofobi, kuir düşmanlığı her yerde mevcut, ama Batılı ülkelerde yasadışı sayılmıyor, devlet tarafından idama varan cezalara çarptırılmıyor. Sorunlar yaşasak da göçmen arkadaşlarımızla eşit düzlemde değiliz. Kendimi bu yüzden sıklıkla sorguluyorum. “Bu grupta yerim ne, bu gruptaki insanların hak savunuculuğunu yapmaya hakkım var mı?” gibi sorular soruyorum. Bu yüzden, grup adına konuşmamaya çalışıyorum. Ama maalesef göçmenlerin grup adına konuşma imkânı yok. O nedenle bu sorumluluğu biz üstleniyoruz. Ama ağzımdan çıkan söz bana ait değil; kolektif bir birikimin, yıllara yayılan deneyimlerimizle, dostluklarımızla, omuz omuza verdikçe güçlenen bir bağın sonucu.

Göçmenlere hukuki danışmanlık yapmaya başlamanız nasıl oldu?

Felsefe ve siyaset bilimi okumuştum; göçmenlerle bu alanda dayanışmak için ek derslerle hukuk diploması da edindim. Sonra adadaki bağımsız hukukçulara katıldım. Göçmenlerin mülakat hazırlıklarında destek veriyorum. Birine destek verdiğinde ayrıcalıklı bir konum edinmiş gibi oluyorsun, bu da ilişkileri karmaşıklaştırıyor. Dostluk, dayanışma, yardım arasındaki çizgi kayboluyor. Yardım ettiğin insanlar yakın dostların olduğu zaman kendi konumunu sorgular hale geliyorsun. Aradaki çizgilerin netleşmesi daha sağlıklı, zamanla net çizgiler çizmeyi öğrendim. Hukukun gerçek hayattan ne kadar kopuk olduğunu keşfettim, göçmenlere destek olamadığım birçok durumla karşılaştım.

Moria yangınından sonra büyük bir kaos yaşandı, yasal süreç şimdi nasıl işliyor?

Moria yangınından sonra uygulamalar sil baştan düzenlendi. Önceleri herkesin anakaraya aktarılacağını düşünüyorduk. Ama sadece bir grup göçmen aktarıldı, diğerleri yeni kampa yerleştirildi. Ardından, 2020 sonuna kadar tüm mülakatların tamamlanmasına karar verildi. Eskiden mülakatlar göçmenlerin adaya varışından bir-iki yıl sonra yapılıyordu. Bu bekleme süresi de aslında bir tür şiddetti. Yangından sonra süreç hızlandı, çünkü adada daha az göçmen istiyorlar. Birkaç ay içinde yaklaşık 8 bin göçmeni mülakata aldılar. Şu an yetmişten fazla göçmenin iltica dosyasıyla ilgileniyorum. Son dönemde ilgilendiğim göçmenlerin birçoğuna bir gün sonrasına mülakat randevusu veriyorlar. Mülakat hazırlığı yapamıyoruz, kimi zaman sadece bir saatimiz oluyor. Mülakatın nasıl gerçekleştiğini anlatmak, başlarına gelen felaketleri dinlemek ve tüm bunlar arasından mülakat için önemli noktaları seçmek için hiç vakit kalmıyor. Hazırlık sırasında ne yazık ki acıları bir süzgeçten geçirmek gerekiyor. Mülakat tarihini öğrenmeye giden göçmenleri bir araca bindirip o an mülakata götürdükleri dahi oluyor. Bu aslında büyük bir suç. Yakın tarihte ardı ardına ret kararları verdiler. Meşru itiraz hakkımızı örgütlememize izin vermediler. Yaklaşık bin kişinin Türkiye’ye geri gönderilmesi için işlemler başlatıldı. Ama son aldığımız bilgiye göre, Türkiye kabul etmiyor.

Atinalı bir arkadaşım yaptığımız iş karşılığında para almadığımız için onların iş imkânlarını yok ettiğimizi söyledi. STK’larda yüksek maaşlar veriliyor, ama hemen hiçbirinde Yunanlar çalıştırılmıyor. Bu yüzden onlar katmerli bir yerinden edilmişlik hissi yaşıyor. Avrupalılar işlerini ellerinden alıyor, üstüne bir de ülkelerini hakir görüyor. Bu da bir çeşit şiddet.

Suriyeli göçmenlere karşı son dönemde kuralların çok daha katı uygulandığını duyuyoruz; doğru mu?

Türkiye’nin Suriyeliler için güvenli olmadığı bilinen bir gerçek. Her şeyden önce, Türkiye çok sayıda Suriye vatandaşını sınır dışı ediyor. Buna rağmen, 2020’nin başında Yunanistan’da yapılan bir yasa değişikliğiyle Türkiye Suriyeliler için güvenli ülke kabul edildi. Bu yasa yüzünden adada bulunan Suriye vatandaşlarının neredeyse hiçbirinin sığınma başvurusu yapmasına izin verilmiyor. Türkiye’yle sınırlar kapalı olduğu için aylardır geri gönderilmeyi bekliyorlar. Çok sayıda Suriyeli adada sıkışıp kalmış vaziyette, birçok hukuk derneği bu haksızlığa karşı mücadele veriyor. Fakat, Miçotakis hükümeti kulaklarını tıkamış durumda.

Yaklaşık dört yıldır adada göçmenlerle birliktesiniz, bu süreçte siz nasıl bir dönüşüm geçirdiniz?

Adada yaşadıklarım beni radikalleştirdi. Avrupa sömürgeciliğinin gaddarlığını canımı acıtacak raddede idrak ettim. Oxford’da okurken bölümdeki beyaz olmayan iki profesörden biri tez danışmanımdı. Post-kolonyalist kuramı anlattığında önemini kavrayamamışım. Burada sömürgeciliğe karşı mücadele etmenin ne kadar elzem olduğunu anladım. Bir İngiliz arkadaşım “Neden Midilli’ye yardıma gidiyorsun? İngiltere’de de yardıma muhtaç birçok insan var” diye sitem etti. Kendince haklı. Orada da adalet için mücadele eden dostlarımın harika işler yaptığına inanıyorum. Fakat Midilli de evimin kapısının eşiği. Burada insanlar beni ve dünyayı doğrudan ilgilendiren mücadeleler veriyor. Şiddete karşı burada ya da ülkemde mücadele etmek arasında bir fark yok. Meriç sınırı, Lampedusa Adası, Kanarya Adaları, Calais Avrupa’nın kapı eşikleri.

Uluslararası LGBTIq+ camiasından mültecilere destek: “Kuir dayanışması hudutları ezer geçer”

Adanın yerleşik halkı ile STK çalışanları ve bazı aktivistler arasındaki gerilim hakkında ne düşünüyorsunuz?

İlk geldiğimde, etrafımdaki herkes Yunanistan ve Yunanlar hakkında verip veriştiriyordu. Hiç Yunan arkadaşım yoktu, hatta Yunanistan’da olduğumun farkında bile değildim. Şimdi bunu söylemeye utanıyorum ama, önceleri ben de fark etmeden benzer söylemleri sahiplendim, kolaya kaçtım. Burada uzun süre yaşadıktan, harika insanlarla tanıştıktan sonra bu söylemlerin yersizliğini anladım. Elbette her toplumda olduğu gibi burada da sağcılar var, onlarla iyi anlaşalım demiyorum. Ama meseleler üzerine daha çok kafa yormamız lâzım. Mesela büyük STK’larda neden Yunan vatandaşları çalışmıyor? Atinalı bir arkadaşım yaptığımız iş karşılığında para almadığımız için onların iş imkânlarını yok ettiğimizi söyledi. Neredeyse hiç para harcamadan, komün hayatı yaşıyorum. Ama ona da hak verdim. STK’larda yüksek maaşlar veriliyor, ama hemen hiçbirinde Yunanlar çalıştırılmıyor. Bu yüzden onlar katmerli bir yerinden edilmişlik hissi yaşıyor. Avrupalılar işlerini ellerinden alıyor, üstüne bir de ülkelerini hakir görüyor. Bu da bir çeşit şiddet.

STK’ların Avrupa ekonomisine faydalı birey, “makbul göçmen” yaratmak için düzenledikleri sayısız kurs, CV yazma atölyesi vb. hakkında ne düşünüyorsunuz?

Afganistan’dan gelen bir mühendisin ilk ihtiyacı CV değil, çünkü Yunanistan’da kendi alanında iş bulamayacağı aşikâr. Buraya göçmen olarak gelen doktor, hemşire ya da mühendisler kuvvetle muhtemel temizlik işçiliği yapacak. Gerçeklerle yüzleşmek yerine bu insanlara CV hazırlatmak büyük saçmalık. Stresle baş edebilmeleri için göçmenlere mandala çizim atölyesi dahi düzenleniyor. Savaştan kaçmış, denizde yakınlarını kaybetmiş, ölümün kıyısında yaşamış insanların stres sorunlarını mandala çizerek aşabileceklerini düşünmek gerçekten budalaca.

Adada yaşadıklarım beni radikalleştirdi. Avrupa sömürgeciliğinin gaddarlığını canımı acıtacak raddede idrak ettim. Sömürgeciliğe karşı mücadele etmenin ne kadar elzem olduğunu burada anladım. İngiltere’de adalet için mücadele eden dostlarımın da harika işler yaptığına inanıyorum. Fakat Midilli de evimin kapısının eşiği.

Geçenlerde büyük bir STK’nın sponsorluğunda kampı ziyaret eden Alman bir model gazeteye verdiği bir söyleşide dağdan gelen Afganların tuvalet kullanmayı bilmediğini söyledi. Bunun üzerine kamptaki göçmenler, kinayeyle “tuvalet atölyesi” talep ettiler.

Bu yapılanlar korkunç bir hapishaneyi süslemeye benziyor. Bu yüzden benim de dahil olduğum örgütler kampta doğrudan çalışmayı reddediyor. Göçmenlerin bu adadan en kısa zamanda ayrılmalarını, istedikleri yere gönderilmelerini talep ediyoruz. Mülakat tarihleri bir yıl sonraya verilen göçmenlerin bu süre zarfında kimi faaliyetlerle meşgul olmalarını anlıyorum. Bu yüzden de atölyelere rağbet var. Sorun atölyeleri düzenleyenlerin zihniyetinde, üstten bakışında yatıyor.

Aileniz, yakınlarınız göçmenlerle dayanışmak için burada bulunmanızı nasıl karşılıyor?

İlk başta anlam veremediler. Adadaki bir yılın ardından Noel için İngiltere’ye döndüğümde herkese hediye olarak soykırımlar, işgaller, savaşlar üzerine siyasi kitaplar aldım. Hediye paketlerini açınca çok şaşırdılar. Bir dönüşüm yaşadığımı böyle ifade ettim. Desteklerini esirgemediler, ama kafaları karıştı. Hukuk diploması almam yüreklerine bir nebze su serpti. Havaalanında ailemle buluştuğumda hüngür hüngür ağlamaya başladım. Ailesinden uzak düşmüş ya da onları kaybetmiş göçmen dostlarımı düşündüm. Elbette insan kendine sil baştan bir aile kurabilir. Ama insanı sevip destekleyen insanların varlığının ne kadar önemli olduğunu anladım. Kardeşim ve ben politikleştikçe annem ve babam da bir dönüşüm yaşadı. Artık annemle feminizm, sol politikalar, eşitlik üzerine konuşabiliyoruz. Hükümetteki yolsuzluklar, derin eşitsizlik İngiltere’deki insanları çok boğuyor. Son dönemde babamda da büyük bir dönüşüm gözlemliyorum.

İngiltere’deki Yarl’s Wood ve diğer göçmen alıkoyma merkezlerinin önündeki büyük kitlesel eylemler yapılıyor

İngiltere’deki göçmenlerin durumu nasıl?

1980’e kadar, sömürgeciliğin bakiyesi Milletler Topluluğu (Commonwealth) sistemi sayesinde göçmenler şu anki kadar baskıya maruz kalmıyordu. Eski sömürgelerde yaşayanlar özgür biçimde İngiltere’ye gelebiliyor, vatandaşlığa başvurabiliyordu. 1981’de çıkan İngiliz Vatandaşlık Kanunu ile insanların bu hakkı ellerinden alındı. İngiltere’nin yüzyıllar boyunca talan ettiği ülkelerde yaşayan insanlarla bağımız koparıldı. 1990’ların sonu ve 2000’lerin başında İşçi Partisi hükümetleri yeni yasalarla göçmenlerin tüm haklarını ellerinden aldı. Düşmanca davranırlarsa insanların gelmeyeceğini düşündüler. Okullarda, hastanelerde, ev, iş ararken, her yerde derin bir ayrımcılık uygulandı. Mısır kökenli İngiliz hukuk bilimci Nadine El-Enany [1] ve antropolog yazar Maya Goodfellow’un [2] kitapları bu korkunç ayrımcılığı çok iyi ortaya koyuyor.

İngiltere’de giderek artan göçmen düşmanlığının sebepleri neler?

Göçün nedenleri hakkında ciddi bir bilgisizlik hâkim. Sömürgeci tarihimiz konusunda cahil bir toplumuz. Okulda dünya savaşlarını, Rus devrimini, Maocu rejimi öğrendik, ama İngiliz sömürgeciliğiyle yüzleşmedik. Dahası sömürgeciliğin halen devam ettiğini de öğretmediler. Eğitimde “her şey geçmişte kaldı ve yaşananlar o kadar da kötü değildi” anlatısı hâkimdi. Zamanında istihdam açığı nedeniyle göçe teşvik edilen insanlar sonradan dışlandı. İngiltere’nin göçmen emeğiyle kurulduğunu herkes unutmuş gözüküyor. Geçen gün Gillo Pontecorvo’nun Fransız sömürgeciliğini anlattığı Cezayir Bağımsızlık Savaşı (“La Battaglia di Algeri”, 1966) filmini izledim. Müthiş. Bizim de İngiliz sömürgeciliğini anlatan benzer filmlere ihtiyacımız var.
Göran Hugo Olsson’un Frantz Fanon’un aynı adlı kitabından ilhamla çektiği 2014 yapımı Şiddet Hakkında (Concerning Violence) belgeselinde İngiliz sömürgeciliğine dair arşiv görüntüleri var. Küçükken anneannem Mısır’da kurdukları petrol şirketinden ve orada geçirdikleri günlerden bahseder, Süveyş Kanalı olayları patladığında (1956-57) ülkeden nasıl kaçmak zorunda kaldıklarını anlatırdı. Anlattıklarını masal gibi dinlerdim. Büyüyünce anneannem ve dedemin Cezayir Bağımsızlık Savaşı filminde gördüğüm Fransız sömürgecilerden farksız olduğunu anladım.

İngiltere’de göçmenlerin örgütlülüğü nasıl?

Göçmen haklarına odaklanmış çok sayıda taban örgütü var. Özellikle güvencesiz emek konusunda faaliyet yürütüyorlar. En sıkı örgütlerden biri Dünyanın Tüm Sesleri (United Voices of World). Londra’da yakın zamanda, çoğunluğu Latin Amerikalılardan oluşan üniversite ve hastane işçileri çok sıkı bir eylem düzenledi. Londra’da örgütlenen Göçmenleri Destekleyen Geyler ve Lezbiyenler (Lesbians and Gays in Support of Migrants) de oldukça faal. İsimlerini 1980’li yıllarda Thatcher hükümetine karşı kömür madencilerinin yanında yer alan Madencileri Destekleyen Geyler ve Lezbiyenler’den (Lesbians and Gays in Support of Miners) esinle koymuşlar. Manchester’da Afrika Gökkuşağı Ailesi (African Rainbow Family), Kadın Sığınmacılar Birliği (Women Asylum Seekers Together) ve Manchester Göçmen Dayanışması (Manchester Migrant Solidarity) gibi tamamen göçmenler tarafından örgütlenen yapılar var. İngiltere’deki en büyük kadın göçmen alıkoyma merkezi Yarl’s Wood’un önünde büyük, uzun soluklu direnişler gerçekleştiriliyor.

Sömürgeci tarihimiz konusunda cahil bir toplumuz. Eğitimde “her şey geçmişte kaldı ve yaşananlar o kadar da kötü değildi” anlatısı hâkimdi. Zamanında istihdam açığı nedeniyle göçe teşvik edilen insanlar sonradan dışlandı. İngiltere’nin göçmen emeğiyle kurulduğunu herkes unutmuş gözüküyor.

Alıkoyma ve geri gönderme süreçleri İngiltere’de nasıl işliyor?

İngiltere’de göçmenlerin gözaltı süresine dair bir sınırlama yok. Belgelerindeki küçük bir eksiklik yüzünden yıllarca tutuklu kalabiliyorlar. Yarl’s Wood ve başka göçmen alıkoyma merkezlerinin önündeki kitlesel eylemler bu haksızlığa karşı başladı. Gösteriler sayesinde göçmenlerin çoğu serbest bırakıldı. Uçakların önünde eylem yapıp göçmenlerin sınır dışı edilmesini engelleyen gruplar var. En son İngiltere’ye gittiğimde, uzun yıllardır ülkede yaşayan evraksız Jamaikalıları geri gönderiyorlardı; marihuana bulundurmak gibi bahaneler uyduruyorlar. Bir taban örgütlenmesiyle birçok kişinin sınır dışı edilmesi engellendi. Birleşik Krallık’ta sınır dışı edilmeler üzerine akademik çalışmalar yapan araştırmacı Luke de Noronha son kitabında [3] Jamaika’ya geri gönderilen dört gencin yürek burkan hikâyesini çok güzel anlatıyor. 

İngiltere’nin AB’den çıkmasının göçmenler üzerinde nasıl etkileri olacak?

Midilli’den İngiltere’ye varmayı başarmış göçmen arkadaşlarım Brexit nedeniyle mutlu, çünkü Yunanistan’a geri gönderilme riskleri ortadan kalktı. Ama elbette Manş denizinin Fransa yakasında, Calais’de duvarların arkasına hapsedilmiş insanlar aynı hisleri paylaşmıyordur. Bazı gazeteciler göçmenler kanalı geçmeye çalışırken onlara mikrofon tutup röportaj yapmaya çalışıyor. Tek kelimeyle utanç verici. İngiltere’de çoğu insan güvenli bir gelecek uğruna hayatını tehlikeye atmak zorunda kalmanın ne demek olduğunu bilmiyor. Sosyal medyada kanalı geçerken ölen çocukların ardından “bir göçmen daha azaldı” diye mesaj atanlar dahi var. Sağın yükselişi İngiltere’deki arkadaşlarımı çok kaygılandırıyor. Dünyanın iyiye gideceğine dair pek umudum yok. Sınırlar giderek daha çok tahkim ediliyor. Ama ümitvar olmasak da direnmek zorundayız. Yorulduğumda omzuna başımı yaslayabildiğim dostlarım olduğu için şanslıyım.

[1] Nadine El-Enany, Bordering Britain: Law, race and empire, Manchester University Press, 2020.
[2] Maya Goodfellow, Hostile Environment: How Immigrants Became Scapegoats, Verso Books, 2019.
[3] Luke de Noronha, Deporting Black Britons: Portraits of Deportation to Jamaica, Manchester University Press, 2020.
^