Slovenyalı filozof Slavoj Zizek’in yurttaşı ve meslektaşı Mladen Dolar, dünyanın bütün tiryakilerini birleşmeye çağırdığı “Smoking Communism” başlıklı yazısında, Wall Street civarında gökdelenler arasında gezinirken verdiği sigara molasında bir anlığına çakan bir kıvılcımdan bahseder; Lenin’in “Kıvılcım” mânâsına gelen siyasi gazetesi İskra’ya atıfla, birbirini tanımayan beş benzemez insan arasında oluşan komünizm ihtimalinden.
“O kısacık anda tuhaf bir direnç var –zamanın sultasına, işin, sorumlulukların, hayatta kalma buyruğunun baskısına ve tahsis edilmiş mevkilere direnen bir güç…” Bu ışıltılı ihtimalin sigara dumanı gibi dağılıp gideceğinin farkındadır elbet filozof. Sağlam tiryaki Marx’ın Manifesto’sunda dile getirdiği gibi, “Katı olan her şey buharlaşır”. Öyle de olsa, sigara içenlere dair verilen nevrotik, sapkın, habis, züppe, ehlikeyf gibi beyanların yanına bir beyan daha eklenebilir pekâlâ: Bir komünizm ihtimali.
Aynı ihtimal şair Turgut Uyar’ı da ısıtmış olmalı ki, üşümelerle açılan Tütünler Islak kitabı “Bütün mümkünlerin kıyısında…” diye başlar. “Bir Barbar Kendin Tartar Bir Barbar Aşağlarda”, büyük kıyıları boylamak hasretinde seslenir şair: “Ey yanan Bir şey, yanan ve içilen bir şey…”[i]
İçilen şeyin aynı zamanda yanıyor olması şiirsel olduğu kadar –belki de sırf bu sebeple– şeytanidir de. Amerikan yerlileri için kutsal tütün, Colomb’un kıtayı keşfiyle “medeniyetin” ciğerlerine varır varmaz soluğu engizisyonda alır; İspanyol denizci Rodrigo de Jerez, Amerika-İspanya yolculuğu sırasında tüttürdüğü için şeytanla işbirliği yapmakla suçlanır.[ii]
Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. 15. yüzyılda toprakları talana açılmış yerlinin barış çubuğundan tüten dumanla mücadele, 21.yüzyılda da hız kesmeden, “sulh içinde” sürdürülmekte. Barış adına savaştan kaçınmayanlar, dünya halklarının sağlığı söz konusuysa, ulusal ve uluslararası her türlü işbirliğine hazır, “Dumansız Hava Sahası”nda taarruzdalar. “Dünyanın en tehlikeli ve hızlı yayılan salgın”ı tüttürme alışkanlığı gelişmiş ülkelerde azalırken, gelişmekte olan ülkelerde artmaya devam ediyor.
Yoksula keyfi hak görmeyen “Sigara alacağına zeytin alsın” politik doğruculuğunun bunca taraftarı varken, “Neşet Baba”ya verilmiş söz tutulmuş, tutulmamış, ne gam. “Teröristin” karşısında milletini korumakla ne kadar yükümlüyse, sigara ve alkole karşı korumakla da o kadar yükümlü devlet anlayışında esas belli.
“Neşet Baba”nın suali
Yoksunluk nedir bilmeyenin yoksulluktan anladığı kadarını aklımızda tutarak kerâmeti kabul edelim. Sigara karşıtı söylemin korku, kaygı, keder ve istatistikler eşliğinde sunduğu sigarayı bırakma teklifine karşılık, Neşet Ertaş’la birlikte soralım. Bir TV programında, yine sigarayı bırakmak gereği ve bıraktırmak emeğinden söz eden Erdoğan’a cevaben hatırlatmıştı usta: “Özür dilerim, baban zengin mi, fukara mı diyeydin.”
Erdoğan “Bundan sonra derim” diyerek gülmüştü. Sözün gerisini aynı keyifle dinlemişti: “Zengin ise bıraksın, fukaraysa sigara içmese ne yapacak? Elektriğin parası verilmemiş, suyun parası verilmemiş, ekmeği zeytini gelmemiş…”
Yoksula keyfi hak görmeyen “Sigara alacağına zeytin alsın” politik doğruculuğunun bunca taraftarı varken “Neşet Baba”ya verilmiş söz tutulmuş, tutulmamış, ne gam. “Teröristin” karşısında milletini korumakla ne kadar yükümlüyse, sigara ve alkole karşı korumakla da o kadar yükümlü devlet anlayışında esas belli. Lâkin, Erdoğan’ın çok sevdiği bir Neşet Ertaş türküsü ile söylersek, “Rızasız bahçanın gülü derilmez”.
Kuşkusuz Erdoğan’ın gülüşü “Rıza üretimini bize bırakın siz” diyen de bir gülüş. 2018-2023 Ulusal Tütün Kontrolü Eylem Planı’nın da açık ettiği gibi, tütünle savaş yolunda her şey mubah; vatandaş ihbar hatlarından, “güleryüzlü” Bırak Kazan kampanyalarına, tüp bebek isteyenler, evlenecekler, öğrenciler, senaristler, askerler için “babacan” tekliflerden şirketler için vergi indirimlerine, dört başı mamur bir biyo-iktidar alanı.
“Ferman padişahınsa duhan tiryakinindir”
Çerçevesi Dünya Bankası ve Dünya Sağlık Örgütü işbirliğinde çizilmiş Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi, “TKÇS”, MPOWER politika paketiyle birlikte sunuluyor. Rehber niteliğindeki paketi açalım: Monitör’ün M’si, Protect’in P’si, Offer’ın O’su, Warn’un W’su, Enforce’un E’si ve Raise’in R’si. Türkçe meali: İzle, Koru, Öner, Uyar, Yasakla, Yükselt.
1980’de ülkeyi “karanlık”tan çıkarmak adına gencecik hayatları karartmakta beis görmeyenler efkâr hafızamıza katkılarını sunmaya devam ederken, Deniz Gezmiş’in son sigarası filtreli Samsun’u çekelim paketten.
Türkiye, pek çok konuda olduğu gibi, MPOWER paketine uyum konusunda da dünyada lider konumda. “Yükselt” buyruğuna karşılık sigara ve alkole getirilen yeni vergi oranlarının da gösterdiği gibi, hak edilmiş bir liderlik. Neden olmasın? Her harfin hakkı fazlasıyla veriliyor.
Lâkin görünen o ki, benzer yasaklarla tiryakiyi bezdirmeye çalışmış Osmanlı’da olduğu gibi, IV. Murat misali tebdili kıyafete gerek görmeyip bilâkis görüntüsüyle korku salmaya çıkan cumhurbaşkanına rağmen, değişen bir şey yok tiryakiler cephesinde. Ekonomik krizin buhran boyutuna vardığı bir zamanda dahi, “Ferman padişahınsa duhan tiryakinindir” diyen ecdadının izinde, “Türk gibi sigara içmek” sözünün hakkını veriyor Türkiye.
Dünyanın bütün tiryakilerinin ecdadı Kızılderililerin çemberinde, Sigaranın Saltanatı’nda yakalım öyleyse ilk sigarayı. Kitabı Türkçeye kazandırmış, günde iki paket sigara içen, “Bir şey olacak diye hiçbir şeyden vazgeçmeyen” Tomris Uyar’a selamla:
“Zamana kafa tutma gücüyle tütün, geçmişle geleceği kaynaştırarak, Kızılderilileri kendilerinde yansısını gördükleri atalarına bağlıyordu, atalarının verdiği cesaret örneklerine yaraşmak, onlardan geri kalmadıklarını kanıtlayarak geçmişin baskısından kurtulmak düşlerine dalıyorlardı özlemle…”[iii]
“Cibalide sarılan cıgaranın”
Tütünün 17. yüzyıldan beri toprağını bunca sevdiği bir coğrafyada özlemle anacağımız atalarımız da toprak kadar bereketliyken, şanslıyız; sigara kâğıtlarına şiirler döşenmiş Behçet Necatigil’den yazısını mutlaka sigarayla yazan Halide Edip’e, yasaklı alanlarda sigara içmekte beis görmeyen Mina Urgan’dan komünist tütün emekçisi Zehra Kosova’ya, “iç sıkıntısını memleketin tütünü ve şarkılarından gayri bir şey gidermeyen” Nâzım Hikmet’ten son sigarası gardiyanlarca içirilen Deniz Gezmiş’e, son sigarasını gönlünce memleketinde içememiş sürgün Ahmet Kaya’dan yersiz yurtsuz dumanın göçebe yoldaşı Ulus Baker’e, Ahmed Arif’in söylediği gibi, “Yalnız Değiliz”: “Sokaklardan / Kıyılardan / Gök Mavisinden / Ekmeğinden, / Canevinden ayrı düşmeye / Yani bütün hasretlerin kahrına / Ve zehrine çaresiz kalmaların, / İlk Nefesi Hızır gibi yetişir / Cibalide sarılan cıgaranın…”
1884’te Haliç kıyılarında kurulmuş Cibali Tütün Fabrikası, günümüzde Hızır gibi yetişecek cıgaralar değil, yeni bir nesil yetiştiriyor. Özal’ın özelleştirme politikalarının neticesi 1994’te kapatılan fabrika, 1997’den bu yana Kadir Has Üniversitesi. Semtin sakini Orhan Kemal’in Cemile romanında tütün işçilerinin sel olup aktığı sokaklar, şimdilerde Mavi Ay Yardım Derneği’nin afişlerinden geçilmiyor. Her köşeyi tutmuş, her bağımlılığı bir kefeye koymuş yardım dağıtıyorlar: “Sigara, kumar, alkol, uyuşturucu, teknoloji bağımlılığı, şiddet, obezite hakkında evlerde iş yerlerinde spor kulüplerinde, camide, köşe başlarında ÜCRETSİZ konferans verilir…”
Günümüzde, Tekel’in tamamen çokuluslu şirketlere devriyle, Cibali gibi memleketin dört yanına dağılmış sigara fabrikası binaları da değişimden paylarını aldı. Sigaranın dumanı dünya üzerinden çekildi çekilecekken, kimi AVM, kimi otel, kimi kültür merkezi, kimi atıl, bomboş, beklemede…
Kafeinsiz kahve, dumansız sigara
Sigara endüstrisinin en büyük yatırımcılarından Philip Morris’in dahi “dumansız bir gelecek” vaat ettiği bir dünyada, tam da olması gerektiği gibi, yeni nesil sigaralar, dünyanın “havasını değiştirmeye” aday. Zehir olan her şey buharlaştı. Dumanı, katranı, kötü tadı, kokusu çekildi sigaranın. Nikotini yerinde. Çilekli, muzlu, çikolatalı seçenekleriyle kafeinsiz kahvelerin, alkolsüz biraların yanında yerlerini almaya hazır. “İfrata kaçmadan tüketiniz” uyarısının “Sınırsızca tüketiniz” buyruğuna dönüştüğü bir çağın etik anlayışında, sözü Slovenyalı filozof Mladen Dolar’ın yurttaşı ve meslektaşı Slavoj Zizek’e bırakalım:
“Bugün, asli etik ihtar toplumun bizi topa tuttuğu bu ihtar artık kendini denetleme ihtarı değildir, uğraşılarını bastırma vesaire ihtarı değildir. Aksine, keyfini çıkarma, sonuna kadar gitme ihtarıdır. Bugün bize suçlu hissettiren şey budur… Beceremediğiniz, keyif alamadığınız zaman suçlu hissedersiniz –keyfi sadece dolaysızca seks veya içki içme hazzı vesaire anlamında almamalıyız. Gücün, toplumsal başarının, mesleki başarının keyfi olabilir bu, hatta ruhsal keyif bile olabilir, New Age anlamında kendi Ben’ini gerçekleştirmenin Gnostik anlamında vesaire. Bugün gördüğümüz şey, bu anlamda keyif alınamadığında suçlu hissedilmesidir.”
“Efkâr müessesesi”
Sigaranın dumanı tarihe karışmadan, bir sigara da “Sigaramın dumanına sarsam saklasam seni” nakaratıyla gönüllere kurulmuş “1980” şarkısı eşliğinde, söz yazarı, ses vereni Hüsnü Arkan ile birlikte içelim. “Ne yazık ki yazıp yazıp çizerken elinden düşürmediği” tütününü saradururken, “1980”den bir kuple dinleyelim: “Akşam vakti dolaştım sokaklarda, yırtık bir afiş, seni gördüm duvarda…”
Sigaraya karşı uygulanan sansürün nerelere kadar varacağı üzerine düşünürken, şarkının konserlerde hâlâ büyük bir coşkuyla söylendiğini belirterek ekliyor Arkan: “Neticede sağlığa zararlı diye bir efkâr müessesesini hafızamızdan silecek halimiz yok…”
1980’de ülkeyi “karanlık”tan çıkarmak adına gencecik hayatları karartmakta beis görmeyenler efkâr hafızamıza katkılarını sunmaya devam ederken, Deniz Gezmiş’in son sigarası filtreli Samsun’u çekelim paketten, hafıza tazelemeyi avukat Halit Çelenk’e bırakalım:
“O gece saat yarımda beni evden aldılar. Her taraf asker doluydu. Işıklar sönüktü. Cezaevi ışıldaklarla aydınlatılıyordu. Başgardiyanın odasına girdik. Oda görevlilerle doluydu. Deniz, köşedeki koltukta oturuyordu. Elleri arkadan bağlıydı. Ayağında pranga vardı. Beni görünce yüzü güldü. Hal hatır sorduk. Bir görevli ona sigara içiriyordu. Masanın üzerinde filtreli uzun Samsun paketi vardı. ‘Abi hep filtresiz Birinci içiyorduk. Son üç günümüzde filtreli içelim dedik’ dedi. Adeta bu ‘lüks’ için özür diliyordu…”[iv]
Bir John Berger parantezi: “Sigara süresi bir parantezdir, birisi ile paylaşılıyorsa iki kişi de aynı parantezdedir. Bir sahnenin perdesi gibidir sigara, sohbetin perdesini açar.”
“Sonu asmak değil mi?”
500 yıllık tarihi boyunca sinmediği “karanlık” kalmamış sigara dumanının zapt edilmezliği karşısında iktidarın mezalimine debboy önünden, bir Balıkesir-Gönen türküsü ile devam edelim: “Fenerler asılıyor / hep evler basılıyor / Mustafağ’ları sorarsan / gazeteye basılıyor / Ah deli, vah deli Arkasında iki eli, şeytana uydum yaptım, sonu asmak değil mi?”
“Debboy Önünde Diken” pek tiryaki Abdülhamid sigarası Ateshian’ı ateşlerken, hasta düşmüş imparatorluğu ayağa kaldırmak niyetine kurulan Düyunu Umumiye’nin tütün tekel imtiyazını devrettiği Fransız Reji şirketinin denetimindeki astığı astık kestiği kestik kolcular karşısında serden geçmişlerce yazılmıştı. 45 yıllık kara tarihi boyunca Reji’nin ardında bıraktığı “tütün şehitleri” için yakalım öyleyse sıradaki sigarayı; Société de la Régie co-intéressée des de l’Empire ottoman – Memalik-i Şahane Duhanları Müşterekü’l Menfaa Reji Şirketi’nden kurtuluşun “20. Yılı” şerefine üretilen özel paketten buyurun: “Dünü unutma, bugünü iyi anlarsın.”
“Bana bir şey söyleyecek gibisin”
Cumhuriyetle birlikte Tekel idaresinde yola devam edenler, dünü unutmamışlardı, ne Cibali Grevi’ni, ne ardından Samsun Tütün Fabrikası’nda kurulan sendikayı. Kolağalarının yerini tütün eksperlerinin aldığı vakitler de gelse, Necati Cumalı’nın Acı Tütün’ünde olduğu gibi, Urla Cumhuriyet Meydanı’nda yedi balya tütününü bir başına yakan Yusuf Uzun’ların sonu gelmez… Taze cumhuriyetin tütün emekçilerinden, Zehra Kosova’dan dinleyelim:
“Bir gün çalıştığımız işyerinde işçiler zam isteme talebini kulaktan kulağa dolaştırmaya başlamıştı. İsteklerini duyurmaya çalışıyorlardı. Ramazan Abi bana bir şey söyleyecek, ama çekiniyor. Ben sordum ‘Abi sende bir haller var, bana bir şey söyleyecek gibisin’ dedim. ‘Zehra kardeş, yarın işçiler daha iyi ücret almak için grev yapacaklar’ deyince, ‘Abi bunda çekinecek ne var? Aç da kalsak, tok da kalsak hepimiz biriz, hem ben açlığa alıştım’ dedim. Ertesi gün istenilen zammı patron vermek zorunda kalınca işbaşı yaptık.”
Zehra Kosova’nın söylediğini, telefonla sohbet ettiğimiz, Ankara sokaklarında başlayıp tüm memleketi sarmış 2009-2010 Tekel Direnişi’ne İzmir’den katılan Zahide Çınar’ın söylediğiyle buluşturalım: “Direnişten sonra 4C statüsünde bir hastanenin Yoğun Bakım Servisi’ne verildim. Eylemler sürerken ‘Yatarak para kazandınız’ dediler ya, tütün sıyırma atölyesinde 17 yıl çalıştım ben. Öncesinde konfeksiyon işçisiydim. Gençliğimizi Tekel aldı, posamızı hastane çıkardı.”
Bir parantez olarak sigara
Tam yerinde bir sigara da Asu Maralman’dan “Bağrı Yanık Dostlara” şarkısı eşliğinde içelim. Pencere kenarında sakin sakin tüten dumanın birden hesap sormaya kıvrıldığı yerden devam: “Kıvrılsa da tütünümün dumanı / Elimdedir şu aklımın dümeni / Bak buraya ey zalimin adamı / Vardır elbet her şeyin bir zamanı…”
“Otuz senedir, bir buçuk paket. Tamamen keyiften. Ha bir de asabiyet, sakinleştirici etkisi. Seviyorum ben, sevinçten içiyorum. Ot gibi de yaşanmaz ki.”
Malûmu ilam etmeye gerek yok. Ekonomik kriz hızla derinleşirken, devir hesap devri. Ekmeğin, sütün bile hesabını yapar hale getirilmiş vatandaş sigaranın hesabını yapmıyor, “Türk gibi sigara içmek” sözünün hakkını veriyorsa hâlâ, vardır bir bildiği.
Yeterince dumanaltı olduk içeride, bir John Berger parantezi ile dumanın izini sürmeye dışarıya çıkalım: “Sigara süresi bir parantezdir, birisi ile paylaşılıyorsa iki kişi de aynı parantezdedir. Bir sahnenin perdesi gibidir sigara, sohbetin perdesini açar.”[v]
“Önce şu zorluklar bir bitsin”
Teşvikiye’de, dört yanı yeni nesil kahvelerle çevrili kavşağın bir köşesinde hurda arabasını kenara çekmiş tellendiriyor hurdacı. “Yaz” diyor, “Hurdacı en doğrusu budur”. İçtiği sigaranın günlük maliyeti, son zamlarla, 43 lira. Günde bu kadarını kazansa da kazanmasa da içiyor. Sebep: “Köylü çocuğuyum, amma ekinimi ekemedikten, biçemedikten sonra… Elmam para etmediği için, borcu borçla ödediğim için… Yüz dönüm ektiğimi anca yirmi dönüm ekebildiğim için, çoluk çocuk Niğde’de, ben burada hurda aradığım için…”
“Bitlisliyim ben. Dedemin evinin arkası sırf tarla, tütün tarlası. Jandarma baskın yapıyor, her gün drone gönderiyorlar. Dedem keleş atıyor. Pablo Escobar’ın yan versiyonu. Ülkenin başına koysak dolar olur 50 kuruş.”
Aradığı hurdayı bir sokak ötede bulmuş hurdacı, inşaat yıkıntısından ayırdığı demirleri arabasına yüklerken, ateş başında sigara içiyor şantiye şefi: “Otuz senedir, bir buçuk paket. Tamamen keyiften. Ha bir de asabiyet, sakinleştirici etkisi. Seviyorum ben, sevinçten içiyorum. Ot gibi de yaşanmaz ki.”
Okul servisleri sıra sıra yokuş aşağı salınırken, hareket etmeyi bekleyen bir tanesinin önünde tüm gün içemediği sigarasını içiyor bir öğretmen çabuk çabuk. Bir zamanlar olduğu gibi öğretmenler odasında tellendirmek ne mümkün, sigara içmek için görünmez olmak gerek. “Bırakmak gerek elbet de, onca stres varken, bir de bunu eklemek… Önce şu zorluklar bir bitsin…”
“Sigara içmeyelim, sevişmeyelim de”
Bir elinde bir kese sıcak kestane, diğerinde sigarası, torunlarının yanına varmadan evvel bir sigara daha tüttürmek niyetinde, hızlı hızlı yürüyor bir beyefendi. Pek çokları gibi askerde başlamış sigaraya. Yaş 65, bırakmaya niyeti yok. “Meslek de izin vermiyor”, çizer. “Tiryakilik bu işte” diyor, “sonunu hastalık getirecek.”
Ana caddede bütün heybetiyle yükselen City’s alışveriş merkezinin arka yakasında, sigara molasında AVM çalışanları; döner kapının iki yanından uzanan taş basamağa sıralanmışlar. “Buyurun, oturun” diyor kahve zincirlerinin starında çalışan genç kız. İnce sigarasının ikincisini yakıyor: “Elli olsun, yüz olsun, yine içerim. Ailemle yaşadığım için. Ama gideceğim, Fransa’ya belki. Anestezi okuyorum aslında da, bu ülkede okusan ne olacak? Bu yaşta insana çeyrek altın biriktirtiyor bu ülke, düşünün.”
Sokağın köşesinde bir tütün torbasına eğilmiş tir tir sigara sarmaya çalışıyor iki üniversite öğrencisi, baş başa vermiş, zamlar sebebiyle tütün sarmaya yeni başladıkları için az acemiler bu işte.
“Değil sigara içmek, kolsuz giyen kızlara bile laf ediyorlar bizim okulda abla” diyor Medeniyet Üniversite’sinde işletme okuyanı. Yıldız Teknik’te mühendislik okuyan diğeri “Prezervatife de zam geldi” diyor, “sigara içmeyelim, sevişmeyelim de”. Bir Katalan atasözüyle cevap vererek Taksim’e doğru kıvrılalım: “Şeytan oyun oynamayanın, sigara içmeyenin, aşk yapmayanın varını yoğunu elinden alır.”[vi]
“Hapishane filmlerindeki gibi, iki duman sonra söndürüp cebine koyuyor adam sigarasını, alamıyor çünkü. Söndürdüklerini yakıp içerler hapishanede, iyi bilirim Silivri’den, gittik geldik bir ara. Cezaevi sigarasının verdiği mutluluğu kimse veremez, anan, karın, çocuğun, yemeğin… Tarif edemezsin işte, tek arkadaşın sigara senin orada. Bir sigara içersin, bir gökyüzüne bakarsın.”
“Çember daralıyor”
Epeydir yenilenen Hilton Center’in Balo Salonu inşaatında çalışan işçiler öğle molasında. Yemek arkası kepçelerin yamacında sigaralar yakılmış, ısıtıyor güneş. “Çember daralıyor” diyor içlerinden biri, sözü alıyor:
“Yani iktidarın çemberi. Görüyor herkes, ülkenin yarısını yaktılar. Her gün her şeye zam geliyor. Çoğu yerde çalışıyoruz, paramızı alamıyoruz bile. Galataport’ta çalıştım mesela, altı-yedi ay geçirdim, hâlâ paramı alamıyorum. Çin restoranı yaptık, işimiz bitti, buraya geldik. Adam sigortamızı da yatırmamış doğru düzgün. Sekiz bin lira alacağım var, alamıyorum, bankaya borcum var.”
İlerleyelim, “Bahçeşehir-Taksim” hattı özel halk otobüslerinin son durağındayız. Alınalı dört ay olmamış otobüsün damlayan çatısını tartışıyor şoförler: “Al sana yerli malı.” Biri voltada, elinde sigarası, süveterindeki yanık delikleri tiryakiliğinin nişanesi sanki. Dalgınlığının, mutsuzluğunun, bezginliğinin işaretleri. “Şişmanlıyorum” diyor, “bıraktım, ama şişmanlık daha zarar, meslek böyle, otur otur, başladım yine.” Otobüste sigara içilebilen zamandan beri direksiyon sallamaktan sallamaz gibi artık hiçbir şeyi. “Kara tren gibi tütüyor” deyip gülen arkadaşını görmüyor bile sanki, dumana kapanmış.
Kimi amfizem tedavisi görmüş Tanpınar gibi, içmediği günleri sayarak geçirir vakti. Kimisi zayıf ciğerleri kalbini de etkilemiş Metin And gibi, doktorunun da izniyle, sıkıştığı zamanlarda bir-iki tane yakar ilaç niyetine. Kimi Ulus Baker misali, “haptikgöz”üne kondurduğu kırık gözlüğüne ne kadar aldırmıyorsa, o kadar aldırmadan ölüme, içmeye devam edecektir zincirleme…
Az ileride kış güneşinin keyfini çıkarıyor sevimli bir kahvenin önünde, kahvelerini içiyor iki ressam. Tütün sarıyor biri, diğeri tek tük içtiği bu kadarının da yettiği sigarasını söndürürken “İçe fokuslanmak için içiyor belki insan” diyor, “sigara bende öyle bir duygu; düşünceleri tasnif etmek, sörf yapmak. Dikkatli bakmak, kararlar vermek, muhakeme alanları için bir bağlayıcı. Temiz bir nefes çekmek gibi de. Sonra artık noktayı koyuyorsun.”
“Tuval karşısında çok fazla zaman geçirdiğimiz için, bir nevi arkadaş” diyor, diğeri ayrıntıyı es geçmeden, “dolusu tabii” diye ekliyor. Arkadaşlıktan açılmışken söz, salgın ve ekonomik sıkıntı sebebiyle nasıl yalnızlaştığımızı konuşuyoruz. Herkes kendince yoksullaşıyor, kapanıyor, mutsuzlaşıyor. Kara bir duman kaplamış ülkeyi, soluğumuzu kesiyor.
“Kimseyi maruz bırakma Allah’ım”
Karşı kaldırımda araç kiralama ofisinin önüne atılmış plastik masada kahvelerini yudumluyor iki çalışan. Öğle molası, son keyif sigaraları. Önündeki kahveyi gösteriyor kadın: “Bunu sigarasız düşünün.” Düşünemiyoruz. Bir çocuğu ile anne ve babasının yanında yaşadığı için bir sigara daha yakarak devam ediyor:
“Ruh sağlığımı korumak için son derece apolitik takılıyorum artık. Benim inancım kalmadı. İşten eve, evden işe işte. Eskiden ayda bir meyhaneye giderdik, arkadaşlarla toplanır. Şimdi kara kara düşünüyoruz. Şükrediyorum ki işim var çalışıyorum; bir dönem işsizdim, uzun süre kadın kuşağına maruz kaldım evde. ‘Kimseyi maruz bırakma Allahım’ dedim. Asgari ücret arttığı için işverenlerin çoğu küçülmeye gidiyor, televizyon karşısına çok insan mahkûm olacak.”
“İflas edenlerin yeri”
A4 kâğıt üzerine “Kaçak Çay” yazılıp duvara asılmış kahvenin önündeyiz. Hava karardı. Soğuk yaman. Sırtını duvara dayamış ellerini bacaklarının arasına almış kahvenin çalışanıyla muhabbette bir müdavim. “Kendimi bildim bileli sigara içiyorum sanki” diyor. “Bizim oralarda erkek adam sigarasız olur?” sorarken kahkahayla gülüyor arkadaşı. Pek gülesi yok gibi dostunun.
“İradem sağlamdır, istesem bırakırım. Bıraktım da” diyor bir sigara daha yakarken. Neden başladığının cevabı kısacık: “Bulantı.” Bunalmak demek isteyip de bulantı diyor değil, bilâkis tercihi bu, bulantı.
Van’dan geleli yıllar olmuş, yaş 62, taksi şoförlüğünden halk ekmek kamyonu kullanmaya, uzun yol şoförlüğünden kaldırım mühendisliğine, yapmadığı iş kalmamış. Şimdi İş ve İşçi Bulma Kurumu’nda karşılık bulmasını bekliyor meziyetlerinin. Ne arayan ne soran var. Kendini bildi bileli bildiği Beyoğlu, bildiği gibi değil, “Param olsa ne işim var, bir dağ başına gider otururum tek başıma” diyor. Sohbet keyifli, kaçak çaylar eşliğinde uzadıkça uzuyor. Son sözü, “Format atılıyor ya bilgisayara, işte öyle formatlıyız biz de”.
Bir zamanların Jackie Club’ının ve Süper Restoran’ının, gazetecisi, yazarı, “serserisi”, esnafı, seks işçisi çeşit çeşit müdavimini mutlulukla ağırlayan meyhanenin yan tarafı Oflular Kıraathanesi. İçeride şansına dönüyor ahali. Demir Kafe kapandıktan sonra çoğu müdavim burayı mesken tutmuş. Sigara içmek isteyen dışarı çıkıyor, kimisi çok da mutsuz değil bu işten: “İçmeyeni de düşünmek gerek”. Dışarıda tüttürürken parmakları donmuş bir emekli, “Dünyanın bacasını temizliyorlar ya” diyor, “son demlerimizi yaşıyoruz, buyurun yakın bir tane”. “Eskiden masada olurdu, olmazsa ayıp olurdu” diyor arkadaşı, “artık herkesin cebinde”.
Oflular Kıraathanesi’nde yaktığımız sigarayı, bir arka sokakta, gül kurusu rengi duvara kırmızı boyayla “İflas Edenlerin Yeri” yazılmış kahvenin önünde söndürelim. Geç oldu, sandalyeleri üst üste sıralıyor çalışan, bu günlük mesai bitti.
“Samsun’u çorap içine, Birinci’yi cebe”
Beşiktaş Abbasağa Parkı’na çıkan yokuşta tahta duvarlar üzerine yazılmış “Bira Pahalı Merkez” ve “Ciğerimi Delen Pahalılığı Görün” yazılarıyla açıldı gün. Güneş bir gelip, bir gidiyor. Park şenlikli.
İlk çilingir sofrasına yanaşalım: Fonda Ahmet Kaya. Mide ilacının kutusu mendil gibi ceketinin cebinde, rakısını koymuş, muzunu dilimlemiş, demleniyor bankta biri, diğerinde kırmızı bira. Genç arkadaş votka kola içiyor. Rakıcı semtin eskisi. Biracı, torunları ziyarete gelip gittikçe dost olmuş parktakilerle, emekli maden mühendisi. Samsunlu. Sigarayı bırakmış, artık rüyalarında içiyor. Yeterince içmiş. Samsun sigarasının karaborsa olduğu zamanlardan başlıyor anlatmaya: “Samsun’u çorap içine koyardım, bulunmuyor pahalı, Birinci’yi cebe, ikramlık.”
Gülüşmeler sonrası Samsun Tekel Fabrikası’nı anlatıyor uzun uzun. Fabrikada çalışan komşularını, hayatlarındaki yerini, küçücük pencerelerinden merakla seyrettikleri tütünü… “Şimdi koca alışveriş merkezi oldu” diyor, “lüks şeyler satılıyor hep, parası olana. Baksanıza bir sigara olmuş 2,5 lira, al bu bira 25.” “Ne kadar zam gelirse gelsin, kolonya alıcam içicem, yine içicem” diyor rakısını yenilerken arkadaşı. Gerisi bol sinkaf. Yolluğu alıp devam ediyoruz.
“Stay True”
Boşalan bardağa viski dolduruyor iki erkek, üç kız gençlik çemberinin delikanlılarından biri. “Tam yerine geldin abla” diyor gülerek: “Bitlisliyim ben. Dedemin evinin arkası sırf tarla, tütün tarlası. Jandarma baskın yapıyor, her gün drone gönderiyorlar. Dedem keleş atıyor. Pablo Escobar’ın yan versiyonu. Ülkenin başına koysak dolar olur 50 kuruş.”
Lise üniformalı kız arkadaşları sıralandıkları bankta gülüşüyor. “Lise sonsa, üniversite?” diye sorunca, delikanlı devralıyor cevabı: “Öğrenci, iş adamı, boş gezen, bizde her şey var. Sokak okulu da var.” “Sokak?” “Seyrantepe. Ama oradaki parklar hep bonzai abla, burası iyi, kız arkadaşlarımız var hiç değilse. Mahalle son durak. Bir tek yatıya gidiyoruz.”
Gülüşmelerin ardından arkadaşı alıyor sözü, nedenini açıklıyor: “Benim baba sofu çok, namaz niyaz, 12 sene önce alkolikmiş, annemden ayrılınca tövbe etmiş. Belki bilmediğim 15 kardeş vardır. İşi düşen geliyor eve. Ben de otel olarak kullanıyorum. Önceden eve almıyordu babam, şimdi alıştı. İki sene gördüğü dövmeyi üçüncü sene soruyor.”
“Peki, başka nelere bağımlı olabilirim? Sosyal medya pekâlâ olabilir, selfie çekme hastalığı kılavuzlara girmiş olabilir. Belli gündelik hayat alışkanlıklarını aynı havuzda ağırlamanın da indirgemeci bir şey olduğu kesin.”
“Benim anne baba da Cüppeli Ahmet Hoca’nın yan kolu” diyor arkadaşı: “Babam tekmeyle namaza kaldırıyor. Soğuk banyoda bekleyip çıkıyorum işte, öyle bilsin. O Elazığ’daki çocuk mesela, intihar eden Enes, kaç gitsin, senin canından kıymetli mi?”
“Parasız kaçmak?” “Üç beş iş oluyor, yapıyoruz. Şimdi söyleyemem” diyor arkadaşı. “Baksana böyle spor ayakkabı var mı kimsede?” diye soruyor diğeri. “Cuma namazına gittim, istediğim ayakkabı yine gelmemiş” deyip güldükten sonra ekliyor: “Bizim yolumuz yol değil, ama güzel be abla.”
Viskiye enerji içeceği eklerken not aldığım deftere bakıp “Destan yazsan bir şey olmaz. Bizim gibileri kimse duymaz” diyor. Diğeri aynı fikirde değil: “Herkes konuşsa o ondan görür, o ondan görür, olur” diyor bir sigara yakarken. Sigara ateşleyen elinin beş parmağında dört harf kara kara: “S, T, A, Y”. Diğerinde dört daha: “T, R, U, E”. İki elini birleştirip uzatıyor: “STAY TRUE”. “Yani?” “Yani doğru kal işte. Hayatın içinde değiştiremediğin şeyler, sabit düşünceler olsa da kendini bozmadan yaşamak gibi bir şey.”
“Ne felsefe yaptın be” diyor arkadaşı. Durumu kendince açıklıyor: “Yapacağımız tek iş ayağını kaydırmak, o kadar.” “Kimin?” “Başta kim varsa onun. 2023’te. İşte o vakte kadar ayıya dayı.”
“Sıkılmıyoruz, intiharın eşiğindeyiz”
Tekel Bayii’nde noktalayalım gezintiyi; sigaralar tükendi belki, belki yakıt iyi gelmiştir, gerisi gelebilir… İstinye-Tarabya hattında, “Tedavi Merkezi”ndeyiz. Tekel Bayii’nin ismini böyle vermeyi tercih etmiş sahibi. Vitrininde Kolpaçino filminden Aydemir Akbaş “Sıkılıyorum be abi, bunalıyorum” diyor Kemal Sunal’a karşı. “Perişan durumdayız” diye başlıyor söze dükkânın sahibi, uzun uzun anlatıyor, dertli:
“Bugünün postunu atayım görün, 659 lira giriş olmuş. İflas. Kaçak tütüne, kaçak içkiye meylettirdi herkesi, kırk kişi geliyorsa yirmisi etil alkol soruyor. Böyle giderse önümüzdeki aylarda en azından bin kişi ölür. Ya sigara? Türk milletinin vazgeçilmez bir unsuru sigara. Ülkenin yarısı içiyor, içen içmeyene, içmeyen içene karışıyor, böyle acayip bir durum. Anlam veremediğim bir önyargı meydana getirdiler. Ya kardeşim, ben bunun günah olduğunu biliyorum, anlayamadığım şey Nas’ta, Felak’ta günah da, bunun vergisi sevap mı?
“Biri iradeden bahsediyorsa zaten, yüksek oranda ahlâkçıdır. Çünkü sizi bir başarısızlık durumunda iradesizlikle suçlayacaktır.”
Ne yapalım, başka bir iş var mı, sektör var mı? Ben gibi bir sürü esnafın vergi yapılandırmaları bozuldu hep. İçerisi dönmeyince ben nasıl gidip borçlarımı ödeyeceğim? Hapishane filmlerindeki gibi, iki duman sonra söndürüp cebine koyuyor adam sigarasını, alamıyor çünkü. Söndürdüklerini yakıp içerler hapishanede, iyi bilirim Silivri’den, gittik geldik bir ara. Cezaevi sigarasının verdiği mutluluğu kimse veremez, anan, karın, çocuğun, yemeğin… Tarif edemezsin işte, tek arkadaşın sigara senin orada. Bir sigara içersin, bir gökyüzüne bakarsın. Allah kimseyi oralarda parasız bırakmasın. İnsanın canı sıkılıyor, bunalıyor, daralıyor.
2011’den beri bu işi yapıyorum, son on yıldır böyle. Tek değişim zam. Bir misafiri gelse rakı alıyordu, bir yere pikniğe gidiyordu insanlar güle oynaya, şimdi iki bira alıp evine gidemiyor. Biz şimdi sıkılmıyoruz, intiharın eşiğindeyiz. Anlatmak zor, evine yumurta getiremiyor insanlar. Sen önce gör, yaşam şartlarına bak, ortalığa bak, eve ekmek getirememenin ezikliğini hisset de sonra kararını ver. Korkuyor insanlar da. Sokak röportajı veren adam bakıyorsun ertesi gün tutuklanmış. İnsanoğlu öyle bir psikolojiye girmiş, manav bile korkuyor, ‘telefonumdan cızırtı geliyor, dinliyorlar mı?’ diye soruyor. Yav sen karpuzcusun, karpuz satıyorsun, neyin var dinlenecek!”
“Sigarayı bıraktım”
“Toplum bir gün sigaraya toptan karşı çıkacaksa, tüketimi kösteklerken bir yandan destekleyen sansürcüler yüzünden karşı çıkmayacak. Ürkütücü maskenin ardındaki kutsallığı araştırmadan, o havayı koklamadan bu eski tutkunun kaynağına inemez, çağa uygun yeni tanrılar yaratmaya girişemez.”[vii]
Her yeni gün çağa uygun yeni bir tanrı icat edilebilen günümüzde, tutkuların kaynağını araştırmaktansa kaymağını yemeğe ayarlı bir düzeni sürdürenler, sigarayla savaş adına ürkünç maskenin ardında yılların sigara böreğine kalem börek demek gibi gülünç yöntemler bulurken, Sigaranın Saltanatı’nın yazarı Richard Klein’a bırakalım sözü:
“Sigara zararlıdır. Bu yüzden keyif verir. Ne iyidir ne de güzel, yalnızca saltanat kuracak görkemdedir. Sigarayı öven bir kitap yazmak, sigarayı bırakmak için bulduğum bir yöntemdi ve işe yaradı. O yüzden bu kitaba hem bir güzelleme hem bir ağıt gözüyle bakabilirsiniz.”
Her tiryaki nasıl bir değilse, sigarayı bırakma yöntemleri de, hevesleri de bir değil kuşkusuz. Herkesin yakın dostu sigara ile birlikte kendi yöntemini bulacağı bu inişli çıkışlı yolda, kimi tütün işçisi Zahide Çınar gibi Tekel Direnişi için gittiği Ankara’da art arda yaktığı sigaralar neticesi ikrah ederek, zirvede bırakır. Kimi akciğerleri iflas etti edecek “Müslüm Baba” misali nekahet dönemini görür görmez yakar bir tane. Kimi amfizem tedavisi görmüş Ahmet Hamdi Tanpınar gibi içmediği günleri gün gün sayarak geçirir vakti. Kimisi zayıf ciğerleri kalbini de etkilemiş Metin And gibi dağınık çalışma odasında –doktorunun da izniyle– sıkıştığı zamanlarda bir iki tane yakar ilaç niyetine. Kimi Ulus Baker misali, “haptikgöz”üne kondurduğu kırık gözlüğüne ne kadar aldırmıyorsa, o kadar aldırmadan ölüme, içmeye devam eder zincirleme…
Neticede, bir Sigarayı Bırakma Günü’nde Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda ağırlanan Ferdi Tayfur’un “Sigarayı Bıraktım” şarkısında söylediği gibi kolay değil terk mevzuu. Pekâlâ sigara yoksunluğuna uyarlanabilecek “Bilemezsin Sen”, “Hatıran Yeter”, “Huzurum Kalmadı” gibi “damar” şarkıların icracısı, uzun yıllar sigara içmiş Ferdi Tayfur da biliyor olmalı ki, kadehi kırmakla, gece hayatını bırakmakla olacak iş değil.
Hekimin sigara ile imtihanı
Nikotinin gücüne “saygıyla” son sigarayı, sigara denince hipokrasi kapıları sonuna dek açılan tıp aleminden bir hekim ile içelim. Sigaranın kudretini bildiği kadar kıymetini de bilen, sigarayı bir haz nesnesi olarak ağırlamaktan bahtiyar tiryaki hekim Özen B. Demir’le “her şeyiyle yeni bir dünya materyali sigaranın sığıştırılmaya çalışıldığı rasyonel çekirdeğe” zumlayalım.
Tiryakinin ciğeri söz konusuysa röntgende gördüğünden ötesini düşünmeyen hekim gerçeğinde, hekim ile sigaranın imtihanına bakalım ilk iş. “Bir hekimin sigara içmesi beyaz önlüğe, o paklığa sürülmüş bir leke” diyor Demir, “biyografik sürekliliği sekteye uğratan, terapötik anlamda güveni zedeleyen bir şey”.
Demir tütününü sararken, 1+1 Express sitesinin 2019’un “Dünya Sigarayı Bırakma Günü” vesilesiyle Express dergisinin 2009 Temmuz sayısından naklettiği, anti-sigara faşizmine karşı tiryakileri uyaran müzisyen Joe Jackson’ın “Sevgili Tiryaki” mektubundan okuyalım: “Tıpçıların, yeryüzündeki insanlar arasında, asla yanlış yapmayan, önyargısız, sahtekarlık ve yolsuzluktan muaf yegâne topluluk olduğu varsayılıyor…”
Hasta ile hekimin karşı karşıya geldiği muayene odasından devam ediyoruz. Hastanın başka bir şikâyeti varken sohbetin dönüp dolaşıp sigaraya geldiği yere, kendisi de sigara içmesine rağmen hastayla empati kuramayan hekimin otomatik reflekslerini sorgulamaya davet ediyor bizleri Dr. Demir.
Sorguya hastane önünden başlayalım. Nereye sığacağını bilemeyen hasta yakınlarının tütüne sığındığı, sigarayı uzun zaman bırakmışların kapısında bir sigara yakıp tövbeyi bozduğu, acile nefessiz giren koah hastasının, ön kapıdan çıkarken ilk iş sigarayı yaktığı yerde, sigaranın kudretinden sual olunmazken, nasıl oluyor da bu gerçek muayene odasında rafa kalkıyor?
“Bir yasa çıksın da kurtulalım…”
16. yüzyıl itibarıyla, Avrupa’yı şifa niyetine kuşatan, annelerin asabiyet krizlerinden mide ülserine her derde deva mucizevi tütün, beş yüzyıllık tarihinin sonunda nice klinik araştırmayla belası hesap edilip katrana bulanmışken, “Bir doktorun sigarayı tavsiye etmesi düşünülemez elbet, bu kesin” diyor Demir ve şöyle devam ediyor:
“Çikolata muazzam bir haz nesnesi, bunu biliyoruz, beta endorfin, yani endojenopiyad salgılatıyor, bedenin kendi ağrı kesicisi. Bunu istemez miyiz? Niye çikolata yemeyeyim? Bunun bağımlılık üzerinden okunması bağımlılık etiketinin ne kadar ahlâki olduğunu açık ediyor.”
“Moleküler düzlemde ne kadar güçlü bir ajanla karşı karşıya olduğumuz çok açık. Yeryüzünün en güçlü kanserojenlerinden biri. Bio-istatistik yapacaksak, kaybedilen yaşam yılı anlamında daha maliyetli, daha katastrofik, yıkıcı bir molekül madde olmadı tütünden gayrı. Tütün ve nikotin bağımlılığı.
Rasyonel anlamda savunulacak bir şey değil sigara, ama olayın kendisi rasyonel değil. Bağımlılıklardan konuştuğumuz anda müthiş bir sosyo-sembolik alana açılırız. Hekimler alanında oysa, sigaraya karşı yaklaşım fazla fizikalist ve pozitivizan. Ortada konuşulan, ama çok da bahsedilmeyen bir nesne var, herkesin itici bir şekilde muamele ettiği. Orada ne oluyor, devlete delege ediyorsun, kamuyu göreve çağırıyorsun, kamu bir şey yapsın, Yeşilay bir şey yapsın, dernekler bir şey yapsın, bir yasa çıksın da kurtulalım gibi...”
“Fantom sızı”
Peki bunca yasak, bunca sağlık bulgusuna rağmen, pandemide dahi değişmeyen bir alışkanlığı nasıl açıklamalıyız?
“Bağımlılık nedir, önce bunu tanımlayalım” diyor Dr. Demir. “Bağımlılık dediğimiz şey fiziksel bağımlılığın ötesinde çok psişik bir şey. Bunu psikiyatri biliyor, ama bilmesi yetmiyor, uygulamada gösteremiyor. Biyomedikal diskurun içinde kalarak bu meseleyi ele alamazsınız diyorum kendi payıma.
Bir de burada alışkanlıktan mı bahsediyoruz? Genelde çünkü tıp literatüründe fiziksel olmayan psişik bağımlılıklar alışkanlık olarak geçer. Sigara çok güçlü bir fiziksel bağımlılık aynı zamanda, fakat buna indirgeniyor. Şimdi bu bağımlılık mıdır, alışkanlık mıdır? Buna dair de bir kavrayış ufku yok. ‘Alışkanlık’ denip geçiliyor.
Peki, başka nelere bağımlı olabilirim? Sosyal medya pekâlâ olabilir, selfie çekme hastalığı kılavuzlara girmiş olabilir. Belli gündelik hayat alışkanlıklarını aynı havuzda ağırlamanın da indirgemeci bir şey olduğu kesin.”
Her tiryakinin her birinin tıpkı sigara paketleri gibi tek tip sayıldığı, ölüm yolcuları farz edilip paketlendiği anlayışı da es geçmeyelim. “Her bağımlı da birbirinin aynısı değil. Bağımlılığın davranışsal fenotikleri var. Bu da belli gen alt grupları ile ilgili –polimorfizm deniyor buna. Herkesin beyni kendine has olduğu için, sigaranın bir kişide nasıl bir yankı yarattığı çok değişken ve kişiye has. Aynı şekilde yoksunlukta nasıl tepki vereceği de kişiye özel bir şey. Muazzam bir fantom sızı yaratıyor, Enis Batur’un dediği gibi, bir krater.”
“Biri iradeden bahsediyorsa…”
Bu muazzam fantom sızıyı, “Elma yiyin, duş alın, yürüyün…” gibi tavsiyelerle dindirmeye çalışan Sigara Bırakma Hattı çalışanlarını düşünelim. O uğultu arasında iki dakika boş kalıp da sigara içmeye çıkamayan bütün çağrı merkezi çalışanlarının stres yükü üzerine çalışmalar yapan hekim var mıdır? Ya da gebelikte sigara kullanımına dair sürekli korku salanlar, bir dal sigara içse bu eziyetli vakti çok daha sağlıklı geçireceğini hesap ediyorlar mıdır?
“Çok Viktoryen bir çağdayız. Orta sınıf, beyaz yakalı insanlar özellikle, muazzam bir Viktoryen hayat sürüyor. Muazzam bir otokontrol, ölçülülük, aşırıya kaçmama, pedagojik iki yüzlülük… Dört dörtlük Viktoryen her şey. Birçok şeyin adı var, kendi yok. Mış gibi çoğu şey.”
Dr. Demir’e dönelim:
“Sigara çok iyi bilenen bir ajan artık. Bir klinik çalışma yaptığınızda sigara ile ilgili veri hazır orada” diyor Demir. “Sigaranın Alzheimer etkisi, Parkinson etkisi, akciğer vs. etkileri, bunlar biliniyor. Siz bununla ilgili datayı yeni bir çalışma yaptığınızda hemen oraya monte edebiliyorsunuz. ‘Sigara- SMA’ (Spinal Musküler Atrofi), ‘Sigara- Otizm’ kesin çalışılmıştır mesela. Yeni enformasyonlar geldikçe, orada en güçlü olan, uyarı olarak senin karşına gelir. Gebelikte sigara aman aman bir şey yapmaz, bebek küçük doğabilir, erken doğum riski var, ama alkol gibi, teratojanik ilaç gibi inanılmaz toksik etkileri yok. Sigarayı savunmak manasına gelmesin, ama bu aşırı rasyonel, muazzam enformasyon bombasının halen bu ajanı nasıl yeryüzünden silemediğini düşünüyoruz. Aksiyomlar, edimler o kadar rasyonel değil, sinirbilim açıkladı, özgür irade diye bir şey yok.”
2014 tarihli, üzerinde Erdoğan’ın fotoğraflarının yer aldığı “Sağlam İrade” afişleri ve aynı tarihte yayınlanan Sağlam İrade: Asım’ın Neslinden Bir Usta: Recep Tayyip Erdoğan kitabını hatırlayarak Dr. Demir’le devam edelim: “Biri iradeden bahsediyorsa zaten, yüksek oranda ahlâkçıdır. Çünkü sizi bir başarısızlık durumunda iradesizlikle suçlayacaktır.”
Zamanın ruhu, çikolata ve kemofobi
Bu durumda “devletin başının” sürpriz olmayan hareketlerini bir kenara bırakıp “Aşağıdan biyopolitika nasıl şekilleniyor, ikili ilişkilerde bu tahakküm nasıl kuruluyor? Kendi aramızda nasıl devletçilik oynuyoruz?” sorularıyla devam edelim. Önce ama, bir çikolata molası, çok sigara içtik…
Ağız kanseri nedeniyle çok sayıda ameliyat geçirmesine rağmen tütünden geçmemiş Freud’un “Haz İlkesinin Ötesinde”sini düşünelim: “Endişeyi alt etmek uğruna sigaraya sarılmak, katlanılmaz bir yaşama katlanılır bir ölümü yeğlemek diye düşünülebilir.”
Yanıbaşında duran çikolata paketinden bir tane daha açarken “Günümüzde sigaranın nasıl ele alındığı Zeitgeist’ın imzasını çok net taşıyor” diyor Dr. Demir: “Pasif içiciliğin de birincil içici kadar kişiye zarar verdiği söyleminin bu kadar yaygınlaşması bunun bir göstergesi. Pasif içicilik birey, haklar, özgürlükler kavrayışı anlamında bir sınır ihlâli olarak okundu. Dahası, buna fiziksel zindelik, riskler meselesi eklendi. Aktüerya ve istatistikçilik. Sigortacılık. Sizin tikelliğinizde sigortacılığın oluşturduğu risk profili ve bunun sigarayla çok yakın bağlantısı günümüzün risk tehlike metafiziği içinde inanılmaz bir karşılık buldu, onu okşadı. Pasif içicilik söyleminin yanına çağdaş sağlık ideolojisinin en güzel sloganlarından birini ekleyelim: ‘Şeker ve çikolata bağımlılık yapıyor.’
Çikolata muazzam bir haz nesnesi, bunu biliyoruz. Beta endorfin, yani endojenopiyad salgılatıyor, bedenin kendi ağrı kesicisi. Bunu istemez miyiz? Niye olmasın bu, niye çikolata yemeyeyim? Bunun bağımlılık üzerinden okunması bağımlılık etiketinin ne kadar ahlâki olduğunu ve kişiyi bir hizaya çağıran modernliğin ve eğitimli olmanın göstergesine dönüştüğünü açık ediyor aslında: Hâlâ şeker mi tüketiyorsunuz, gluten mi tüketiyorsunuz? Muazzam bir kemofobi var.
Şimdi bir muz alsam marketten, bunu laboratuvara gönderip içinde şu kadar potasyum, kalsiyum, magnezyum, lif, posa var diye mikrogramlar üzerinden cetvel hazırlayıp size versem, tedirgin olursunuz. Doğallık gitti çünkü orada. Kemofobi yani, doğal değil. Organik yaşam, ekolojik endişe, sağlık endişesi çok iç içe giriyor, muazzam ahlâki bir şey çalışıyor. Sigarayla ilgili diskur da böyle bir Zeitgeist ideoloji setine, manzumeye oturdu.”
Tehlike totolojisi
Böyle bir manzumeden hekimler de paylarını alıyorlar mecbur: “Çünkü sağlık, her zaman bir meslek. Piyasalaştığı zaman arz şekillenir talep doğrultusunda. Yani size gelen hasta artık gluten konusunda bu kadar şey okumuşsa, bu süper besinler denen grup konusunda, antioksidan içeren çaylar, baharatlar, meyveler, birtakım egzotik sebzeler falan, sizin burada en azından biliyormuş gibi görünmeniz lâzım, çok da itiraz edemiyor olmanız lâzım. Bu, hekimlerin davranışını da çok şekillendiriyor.
‘Glutensiz ürünler çok pahalı alamıyorum’ itirazına gelirsek: “Alamıyorsan yoksulsun, yoksulsan daha çok çalışman lâzım. ‘Burada senin kabahatin vardır…’ Bu tipik bir Amerika ideolojisi. Sanki herkes liyakatının gerektirdiği yerdeymiş gibi. Bilgi arttıkça kaçınganlık da çoğalıyor. Tuzaklar çoğalıyor çünkü aynı oranda. Ve şantajlar da çoğalıyor.
“Ben” de zaten, “Varlık ve Hiçlik”te Sartre’ın söylediğince, “tütün içerken yanan, kendi kendine tüten, içime girmek üzere buharlaşıp yok olan dünya değil mi?”
Kurbanlaştırma, kurbanı suçlama ve kriminalize etme çok neoliberal bir şey. Sen sigara içiyorsan başına geleceklerden sorumlusundur; bu sigortacılık mantığı, risk, yani, neoliberalizmin özü tehlike totolojisi. Foucault’nun söylediği bir şeydir bu: ‘Liberalizm tehlike nosyonu olmadan düşünülemez.’ Tehlike her an her yerde. Bu artık kentli olmanın, kentsoylu olmanın bir göstergesi. Çok Viktoryen bir çağdayız zaten şu anda. Orta sınıf, beyaz yakalı insanlar özellikle, muazzam bir Viktoryen hayat sürüyor. Muazzam bir otokontrol, ölçülülük, aşırıya kaçmama, pedagojik iki yüzlülük… Dört dörtlük Viktoryen her şey. Birçok şeyin adı var, kendi yok. Mış gibi çoğu şey.”
“Dünya yanarken…”
Sigaranın birini yakıp birini söndürdükçe, yükseliyor nabız haliyle, kan basıncı, endişe. Malûm, nikotin, en güçlü bitkisel zehirlerden biri, saf halde alındığında öldürebilir, sigarayla ufak ufak zerk edildiğindeyse, dumanın da yardımıyla zamana yayıyor ölümü. Varlık ve Zaman’ın filozofu Heidegger’in ifade ettiği gibi: “Sigara ilk elde endişeyi yaklaşan bir olay karşısında duyulan korkuya dönüştürür, ikinci eldeyse ne idüğü belirsiz bir korkuya dönüşmüş endişe, hiçbir dünyalının üstlenemeyeceği bir zaaf sayılarak geçiştirilir. Üstü örtülü bir biçimde varılan bu karar, kişiye bir gün öleceği gerçeğine kayıtsızlıkla bakma olanağı tanır.”[viii]
Dasein’e, dünyada var olma durumuna halel getirmek olsa da, sigara küllendikçe korkunun küllerinden doğan kayıtsızlık, her insanın bir gün ölümü tadacağı gerçeği, kabristan kapılarında durduğu gibi cansız durmuyordur dileyelim tiryakinin kanında. Ağız kanseri nedeniyle çok sayıda ameliyat geçirmesine rağmen tütünden geçmemiş Freud’un Haz ilkesinin Ötesinde’sini düşünelim: “Endişeyi alt etmek uğruna sigaraya sarılmak, katlanılmaz bir yaşama katlanılır bir ölümü yeğlemek diye düşünülebilir.”[ix]
Sigaradan aldığı her nefeste, bir ölüp bin doğabilenler diyelim biz. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak buyurulan dünyada, her günü son günü gibi yaşamayı öğrenenler. Her çalınmış ölümden pay çıkaranlar kendisine. “Ölsem de kurtulsam” dedirtmeye çalışanların karşısında, ölümün gözünün içine baka baka, yaşamaya bakanlar. Ölüme çağıranlara karşı, yaşamı savunanlar birlikte… Tek dal sigarası kalmamış tiryaki, her türlü bir cıgara bulacaktır sonuçta. “Ben” de zaten, Varlık ve Hiçlik’te Sartre’ın söylediğince, “tütün içerken yanan, kendi kendine tüten, içime girmek üzere buharlaşıp yok olan dünya değil mi?”[x]
[i] Turgut Uyar, Büyük Saat, YKY, 2002, sayfa 213
[ii] https://en.wikipedia.org/wiki/Rodrigo_de_Jerez
[iii] Richard Klein, Sigaranın Saltanatı, çev: Tomris Uyar, İletişim, 2003, sayfa 177
[iv] Tütün Eksperleri Dergisi, 2017, sayı 90, sayfa 31)
[v] John Berger – Yücel Göktürk, İstanbul’dan Gelen Telefon, Metis, 2016
[vi] Jean JacquesBrochier, Sigara İçiyorum Ne Olmuş Yani?, çev: Mine Ergun, Afa Yayınları, 1993, sayfa 33
[vii] Sigaranın Saltanatı, sayfa 241
[viii] Martin Heidegger, Varlık ve Zaman, çev: Kaan H. Ökten, Alfa Yayınları, 2018
[ix] Sigmund Freud, Haz İlkesinin Ötesinde / Ben ve İd, çev: Ali Nahit Babaoğlu, Metis Yayınları, 2019
[x] Jean-Paul Sartre, Varlık ve Hiçlik, çev: Turhan Ilgaz, Gaye Çankaya Eksen, İthaki Yayınları, 2018