“SİGARA YALANLARI”NI SERGİLEYEN JOE JACKSON’DAN MEKTUP

Joe Jackson
31 Mayıs 2019
SATIRBAŞLARI
1970’lerin sonlarının ve 80’lerin punk’çısı ve new wave’cisi, “Look Sharp”, “I’m The Man”, “Night and Day” gibi unutulmaz albümlerin yaratıcısı Joe Jackson, 4 Temmuz 2009’da İstanbul’da da konser vermişti. Müzisyenliğini devam ettirirken, o sıralar bir de anti-sigara faşizmine karşı militanca mücadele yürütüyordu. Tiryakilere yazdığı açık mektup ve “Duman, Yalanlar ve Dadı Devlet” başlıklı makalesi, sigara içmeyenleri “libere” ettiği iddiasıyla içenlere zulmeden bu küçük harfli neoliberal faşizme karşı önemli bir mevzi kazanıyor ve hem fikren hem madden sağlam bir cephane veriyordu. Türkiye’de kapalı alanda sigara yasağının yürürlüğe girdiği günlerde biz de bu iki önemli metni Express’te yayınlamış, ikincisini Roll’a arka kapak yapmıştık. “Dünya sigarayı bırakma günü” vesilesiyle yeniden okuyalım, okutalım, safları sıklaştıralım.

Sen dünyanın süprüntüsüsün. İntihara kalkışman yeterince kötü değilmiş gibi, öldürücü dumanınla bir de cinayete teşebbüs ediyorsun.

Yukarıdaki ifade kulağa çok tanıdık geliyor artık. Eğer ona inanıyorsan, bu yazının devamını okumaya zahmet etme. Yok eğer bu konuda şüpheciysen, şunu göz önünde bulundurmalısın: Kendilerine kamu huzurunda atfedilen dürüstlük ve asaletin zerresine sahip olmayan insanlar tarafından günah keçisi yapılacaksın! Aslında bu insanların çoğu düpedüz iğrenç ve onlara karşı koymanın vakti geldi.

1 Temmuz 2007’den itibaren, İngiltere’deki bütün kafe, bar, meyhane, restoran ve kulüplerde tütün içmek yasaklandı. Burada özel mülkiyet haklarının yitirilişinden dem vurabilirim; keza hoşgörü ve özgür seçimin yokoluşu hakkında dilediğim kadar ateş püskürebilirim. Ama asıl sorun, bu yasak için mümkün olan tek makûl gerekçelendirmenin, aksi kanıtlanabilir bir düzmece olması. Gülünç bir şekilde yutturulmuş, ama hilesi ustaca gizlenmiş “pasif içicilik” aldatmacasından söz ediyorum.

Bazı insanlar, onlar hoşlanmadığı için veya bazı çevrelerde demode oldu diye sigara içmenin yasaklandığını sanıyor. Ancak bunlar hükümeti ilgilendiren konular değil. Dahası, bunlar iyi havalandırma sistemleriyle veya sigara içenlerle içmeyenlerin ayrıldığı mekânlar yaratmak gibi piyasa talebine göre belirlenecek çözümlerle kolayca halledilebilecek sorunlar.

Pasif içicilik yalanı

Öte yandan, eğer havadaki tütün dumanı –iyi havalandırılmış binalarda, ayrı odalarda, hatta tütün karşıtı müfrezelerin şimdilerde yasaklamaya çalıştığı açıkhavada bile– yanıbaşındaki masumları ölümcül bir tehlikeye
sokuyor olsaydı, “madem eroinden de beter sonuçlar doğuruyor, o
 zaman tütün tamamen
 yasadışı olmalıdır” derdim. Ama önce en azından ÇTD’nin (Çevresel Tütün Dumanı) sebep olduğu kanıtlanmış bir ölüm vakası görmek isterim. Çünkü ben ve benim gibi kimseler –bilimciler, akademisyenler, aktivistler ve şüpheciler– bu konuyu yıllardır araştırmaktayız ve henüz tek bir vakaya dahi rastlayamadık.

Dave Hitt’in “Üç İsim Ver” adlı makalesine göz atmanızı tavsiye ederim. Gerçek yaşamdan üç vaka bulmak için ABD’deki bütün tütün karşıtı kurumları nasıl dolaştığını ve bu macerasının nasıl sonuçsuz kaldığını anlatan acımasızca eğlenceli bir dökümdür. Tütün karşıtlarından sadece bir vaka göstermelerini istediğim birçok açıkoturuma katıldım ve hep anlamazlıktan geldiler. Bir defasında bu bilginin “profesyonel ahlâk” gereği ifşa edilemeyeceği söylendi. Geçenlerde, bir Alman dergisinde tütün içme yasağı üzerine bir makalem yayınlandı. Editör “pasif içiciliğin sebep olduğu belgelerle kanıtlanmış tek bir ölüm vakası bile yoktur” cümlesini, İtalya’da böyle bir vakaya rastlandığını öne sürerek makaleden çıkarmıştı. Peşine düşüp araştırdım. Söz konusu vaka Monica Crema’nın ölümüydü ve kocası “ölüme işyerindeki sigara dumanının sebep olduğu” iddasıyla işveren konumundaki Pariba Bank’a karşı açtığı tazminat davasını kazanmıştı. “Pasif içicilik öldürür!” diyordu gazete başlıkları. Ama mahkeme kararı temyize gitti. Ardından usûle uygun bir mahkeme yapıldı ve Bayan Crema’nın gıda alerjisinden öldüğü saptandı. Ve gazeteler bu kez haberi görmezden geldi.

Tütün doğal bir antidepresandır, hafızayı uyandırır, konsantrasyonu artırır, kilonu kontrol etmene yardımcı olur, ve, Allah için, haz verir. Hazzın insan hayatı için asli ve korkudan çok daha sağlıklı bir unsur olduğunu anlamak neden bu kadar zor?

Birkaç vaka olsaydı bile, bu, alkollü içkilerin, veya otomobillerin, hatta reçeteli ilaçların reddedilemez bir şekilde sebep olduğu onca ölümün yanında hayli önemsiz kalırdı. Ancak gerçek şu ki, tütün karşıtlarının ÇTD davası dikkatli incelemeye tâbi tutulduğunda çöker. Geçerli bir kanıt gösteremeseler de, bize “ÇTD öldürür” derler, çünkü onlar öyle söylemiştir ve biz anlamak istemiyoruzdur, dolayısıyla huysuzluğu bırakıp onların sözüne inanmamız gerekmektedir. Bu noktada geniş açıya geçip büyük fotoğrafı kısaca ele almak yararlı olacak.

Tıbbi iktidarı sorgulamak

Eski bir deyiş var: “Güven bana, ben doktorum.” Ama ben, bana doktor OLMADIĞIM için güvenmenizi istiyorum. Bugünlerde insanların çoğu, gazete editörleri ve politikacılar da dahil, tıp otoritelerine karşı çıkmak veya onları sorgulamak istemiyor. Tıpçıların, yeryüzündeki insanlar arasında, asla yanlış yapmayan, önyargısız, sahtekârlık ve yolsuzluktan muaf yegâne topluluk olduğu varsayılıyor. Ancak herhangi bir otoriteye sorgulamadan inanmak çocuksu ve tehlikelidir. Bu, “sağlık” konusunda en az din ve siyasette olduğu kadar geçerlidir. Bu otoritelerin hepsi bizim için en iyi olanı bildiğini iddia eder. Eğer Sağlık Bakanı’nı sorgulayacak yetkinliğe sahip olmadığımızı düşünüyorsanız, o zaman Başbakan’ı veya Papa’yı da sorgulayamayız. Bu yüzden, bütün düzmece savaşları sürdürmeye veya canları istediğinde engizisyon mahkemeleri kurmaya özgürler. Özel bir kavrama yeteneğine sahip olduğumu iddia etmiyorum. Sigara içme konusunda beni ötekilerin birçoğundan ayıran tek şey zihnimi açık tutmak ve bulguların peşine düşmek. Ve şu hususta sizi temin edebilirim ki, işlemekte olan tıbbi iktidar yapısı tek kelimeyle boktandır. Giderek artan biçimde kötü ruhlu ve diktatoryal olduğundan söz etmiyorum bile.

Can çıkar huy çıkmaz… “Benim mottom” diyor Jack Nicholson: “Daha çok keyifli zaman.”

“Kamu Sağlığı” kavramı esas olarak bulaşıcı hastalık, yetersiz beslenme, endüstriyel kirlenme gibi büyük, somut sorunların üstesinden gelmek için yaratıldı. Buna rağmen son yıllarda dikkatini hasta olmayan insanların özel hayatının neredeyse her alanına müdahale etmeye çevirdi: Çoğunluğu müreffeh olan Avrupalı ve Amerikalılar, sigara içsin içmesin, kararlı bir biçimde, muhtemelen tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar uzun ve sağlıklı bir hayat yaşıyor. Bu yüzden Kamu Sağlığı, gündemini korku tacirliğine ve istatistik üreten göstermelik bilime yaslıyor.

Tütün karşıtı kampanyayı yürüten en büyük güçlerden biri olan Dünya Sağlık Örgütü’nü (WHO) ele alalım. Üçüncü Dünya’da AIDS, tifo ve dizanteri alıp başını gitmişken ve her yıl iki milyon çocuk temiz sudan mahrum kaldığı için can verirken, WHO bütçesinin yüzde 76’sını personeline ve Cenevre gibi yerlerde gösterişli bürolar kiralamaya harcıyor. Son yıllarda ilaç endüstrisi de büyük yatırımlarla oyuna dahil oldu. Bu çok matrak, zira aynı zamanda tiryakiye işkence çektirmenin promosyonunu gündemlerinin birinci maddesi yaptılar. “Matrak” dedim, çünkü bu asil ruhlar önyargılı davranıyor olamazlar herhalde. Olabilirler mi yoksa? Dünyadaki 1.2 milyar tütün içicisinin nikotin ürünleri ve antidepresanlar için hedef pazar haline geldiğini de hesaba katsak mı acaba?

Dadılar ve haydutlar

Bu bir komplo teorisi değildir. Tütün karşıtı hareket olağanüstü bir ivme yakaladı, çünkü: A) politikacılar ve medya dümen suyunu verdi, B) para kokusunu aldılar.

Vincent Van Gogh, “Otoportre”, 1889

İlaç endüstrisinin koyduğu para büyük bir gerekçe, ama başka gerekçeler de var. Örneğin cezalandırıcı vergilendirme. Ve tabii Temel Uzlaşma Antlaşması denen şu önemsiz şey: Tütün endüstrisi ile Amerikan eyaletlerinin 1999’daki çatışmasından doğan antlaşma, Amerika’daki tütün karşıtlarının önüne yılda yaklaşık 1 milyar dolar koyuyor. Tütün karşıtı furyadan çıkar sağlayanların gittikçe artması hiç şaşırtıcı değil. Asıl şaşırtıcı olan, çok sayıda kişinin bunu bir “haklı dava” olarak görmeyi ısrarla sürdürmesi. Tekrarlıyorum: Bu insanlar dadı ve kabadayı: WHO gibi seçilmeyip atanmış, hesap vermek durumunda olmayan kurumlar, demokratik yollarla seçilmiş hükümetlere izlenecek politikaları dikte edemez; özellikle de kendi raporları “pasif içiciliğin” kimseye zarar vermediğini kanıtlamışken.

Evet, doğru: Araştırmaların sadece küçük bir bölümü ÇTD kaynaklı risklere işaret ediyor, onlar da en iyisi değiller. Şu âna kadar yapılmış en kapsamlı ve bilimsel olarak en geçerli araştırmaları WHO on yıl önce Avrupa’da, Enstrom ve Kabat adlı profesörler kırk yıl önce Kaliforniya’da yaptı. Enstrom ve Kabat’ın araştırmalarında herhangi bir tehlike unsuru saptanamadı. Öteki araştırmaların birçoğu, tam aksini, ÇTD ortamına maruz kalmanın riski AZALTTIĞINI gösterdi. Kulağa saçma geliyor, ama elinizdeki rakamlar çok küçük ve güvenilmez olduğunda sonuçlar her iki yöne doğru sapma gösterebiliyor. Yeterince araştırma yapar, istatistiklerle yeterince oynarsanız, hemen her şeyi “ispat” edebilirsiniz.

Herhangi bir otoriteye sorgulamadan inanmak çocuksu ve tehlikelidir. Bu, “sağlık” konusunda en az din ve siyasette olduğu kadar geçerlidir. Bu otoritelerin hepsi bizim için en iyi olanı bildiğini iddia eder.

Haddinden fazla reklam edilen şu “yüzde 25 risk artışı” gerçekten zaten önemsiz olan bir riskte önemsiz artış örneğidir. Böyle bir sonuca ancak kusurlu ve taraflı araştırmalardan işinize gelen istatistik bilgileri seçerek varabilirsiniz. Duman arsenik içeriyor, ama musluk suyu da içeriyor. Benzen diyorsanız, o kahvede de var. Bütün bu vakalarda miktar size zarar vermek için çok küçük. Böyle bir “kanıtı” bir kamu sağlığı tehdidine çevirmek, nüfusun dörtte birini toplumdan dışlayan yasaların dayanağı haline getirmek insafsızlıktır. Yemek pişirmek kanserojen maddeler ortaya çıkardığı için restoranlarda gıdayı yasaklamak veya birilerinin kulağı hasar görebilir diye gece kulüplerinde müziği yasaklamak ne kadar mantıklıysa, bu da o kadar mantıklıdır.

Manzara oluşmaya başladı mı?

Bilimsel korku tacirliği

Anti-içicilerin, yasağın içicilere karşı yürütülen bir cadı avı olmadığını, bütün bunların sağlık için yapıldığını söylediğini işittim. Ama yasağın halk sağlığıyla alıp vereceği hiçbir şey yok ve yapılan şey kesinlikle tütün içicilerine karşı bir cadı avı yürütmek. Yoksa neden açıkhavada sigara içmeyi de yasaklamaya çalışsınlar? Anti-içiciler kandırmaca ustasıdır. Örneğin, meyhanelerde sigarayı men etmiyor, meyhaneleri “dumansız” hale getiriyorlar! Yani özgürlüğünü kısıtlamıyor, sana daha fazla özgürlük veriyorlar! Harika, değil mi?

Edouard Manet, “Sigaralı Çingene”, 1862

Devam edelim ve şöyle diyelim: “Sigara içmek kötüdür, bu yüzden ona karşı caydırıcı olan her şey iyi sayılmaz mı?” Hayır, yetkililerin bize yalan söylemesinin ve bu yalanları acımasız yasalara gerekçe olarak kullanmasının hiçbir iyi yanı yoktur. “Pasif” içicilik hakkında yürütülen “bilimsel” korku tacirliği, en basit ifadeyle, “aktif” içiciliğin tehlikelerini abartmak için yapılanların bir uzantısıdır. Evet, uzun süre aşırı düzeyde sigara kullanan tiryakiler için bir risk var; tıpkı uzun süre aşırı derece alkol alanlarda, bazı gıdaları aşırı miktarda tüketenlerde veya sık sık aşırı hızlı araba kullananlarda olduğu gibi. Şu sıralarda moda haline gelen “sıfır risk” arzusu sadece boş bir hayal değil, aynı zamanda çocukçadır. Akciğer kanseri bile –ki tütün içmekle bağlantılı olduğu istatistiksel olarak ikna edici biçimde kanıtlanmış bir hastalıktır– tiryakilerin sadece küçük bir azınlığında görülüyor ve genellikle normal ölüm yaşı dolaylarında ortaya çıkıyor. Anti-içiciler, gerçek hayatta olan biten hakkında konuşmaz, onun yerine “yüzde 2000 risk artışı” gibi safsatalar üretir. Öyle ya, eğer bir tane değil, yirmi tane loto bileti satın alırsam kazanma şansımı yüzde 2000 artırmış olurum. Ama hâlâ kazanma ihtimalim çok çok azdır.

Her neyse, bugünlerde tütün içmek hakkında işittiklerimizin tümü potansiyel tehlike üstüne. Bu da bütün tehlike oradaymış gibi bir izlenim inşa ediyor. Oysa tütün doğal bir antidepresandır, hafızayı uyandırır, konsantrasyonu artırır, Alzheimer, Parkinson ve çeşitli başka hastalıklara karşı güçlü bir koruyucu etkisi vardır, kilonu kontrol etmene yardımcı olur, ve, Allah için, haz verir. Hazzın insan hayatı için asli ve korkudan çok daha sağlıklı bir unsur olduğunu anlamak neden bu kadar zor?

Anti-içiciler kandırmaca ustasıdır. Örneğin, meyhanelerde sigarayı men etmiyor, meyhaneleri “dumansız” hale getiriyorlar! Yani özgürlüğünü kısıtlamıyor, sana daha fazla özgürlük veriyorlar! Harika, değil mi?

Tiryakiye öneriler

Tütün içiciliğiyle ilişkili hastalıklardan yılda 120 bin kişinin öldüğünü söylüyorlar. Buyrun bakalım. Birincisi, bu sadece bir “tahmin”dir. İkincisi, “tütün içiciliğiyle ilişkili bir hastalık”, tütün içmek sebebiyle ortaya çıktığı kanıtlanmış bir hastalık değildir. Birilerinin tütün içmenin bir faktör olabileceğini düşündüğü hastalıkların yol açtığı bütün ölümleri listeye ekliyorlar. Böylece bronşit veya felç gibi hastalıklar yüzünden yaşamını yitirmiş binlerce tütün kullanmayan genel toplama dahil ediliyor. Sigarayı yirmi yıl önce bırakmış insanlar veya seksen yaşlarında kalp krizi geçirerek ölen tiryakiler de cabası. Bu tam olarak bir yalan sayılmaz. Ama hiç şüphesiz bir yanlış yönlendirme ve kasten yapılıyor. Utanması gereken sen değilsin, sevgili tiryaki, bu insanlar.

Manzara oluşmaya başladı mı? Başladıysa, bu konuda ne yapmalı?

Edward Much, “Otoportre”, 1895

Birkaç önerim var.

BİLİNÇLEN: Tiryakiler gerçek olguları öğrenmeli. Ne kadar çok bilirsek, bunlara karşı o kadar iyi savaşırız. Bu konuda bilgi edinebileceğin bir dolu kitap, makale ve web sitesi var.

SENİ EZMELERİNE İZİN VERME: Kimseden özür dileme. Tam tersine, insanlara bu adaletsiz ayrımcılığa niçin kurban edildiğini anlat. Uzun ve onurlu bir tarihi olan, yasal bir zevkten yararlanıyorsun. Bununla gurur duy. Ayrıca ülkenin vergi hasılatına her yıl milyarlar akıttığını unutma.

MÜCADELE ET: Kötücül yasalar meydan okunmaya, itaat edilmemeye, protestoya ve mümkün olan her yolu deneyerek engellenmeye müstahaktır. İmza topla. Seçtiğin vekilleri sıkıştır. Sonuç vermezse, nezaketi bir kenara bırak, onların planlarını altüst et. Dikkatleri üstüne çekmeden bir şeyleri değiştirebilmiş mazlum topluluk yoktur. Bu da sivil itaatsizlik ve yasayı mümkün olduğunca uygulanamaz hale getirmek demektir.

BOYKOT ET: Tütün içmenin men edildiği yerlere gitme. Tiryakileri konuk etmek için çaba sarfeden yerlere destek ver.

EVDE SOSYALLEŞ: Kendi barını yarat. Arkadaşlarını eve davet et. Dilediğiniz gibi tüttürün. Paran cebinde kalsın, istediğin içkiyi iç, istediğin zaman kapat ve casus kameralar tarafından izlenmeden istediğin her şeyi yap. Eğlence endüstrisini daha iyi bir müttefik haline getirmenin tek yolu, onlara verdiğin desteği çekmektir.

Tütün içme yasağı sonsuza kadar devam etmeyecek. Ama direniş ne kadar azsa, devam etme süresi o kadar artacak; etrafta ne kadar büyük bir başarı elde ettikleriyle böbürlenen daha çok anti-içici olacak ve bu durum her türlü toplum mühendisliği projesi için bir şablon oluşturma çabasına daha çok hizmet edecek. Bütün cadı avları birileri kızıp karşısına dikilene kadar mağlup edilemez görünür. Çaresizliğe kapılma, nihayetinde biz âlemci insanlarız. Âlemciliği bırakma.

Çeviren: Erdir Zat

Express, sayı 96, Temmuz 2009

JOE JACKSON İFŞA EDİYOR

Sigara yalanları

Yüzlerce yıldır, dünyanın her yerinde, tütün insanoğlunun dostudur. Rahatlamak için, uyarılmak için ve çeşitli hastalıkların tedavisi için kullanılagelmiştir; sosyal ritüellerin temel unsurlarından biridir.

Bir dakika, çizin bu lafları! Sigara içmek kaçınılmaz olarak ölümünüze yol açacak rezil, iğrenç bir alışkanlıktır. Kimse isteyerek sigara içmez, tiryakiler sigara şirketleri tarafından kandırılmış acınası müptelâlardır. Tütün kökü kazınması gereken bir vebadır.

Ben de, birkaç yıl öncesine kadar birinci paragrafa değil, ikinci paragrafa inananlardandım. Mülâyim bir tiryakiydim ve az kalsın sigarayı bırakıyordum. Fakat, sigara aleyhtarı kampanyanın histerisi ve iddialarındaki çelişkiler şüphemi celbetti. O günlerden beri sigara meselesini derinlemesine irdeliyorum. Dosyalar dolusu istatistiği inceledim, doktorlarla ve akademisyenlerle görüştüm, bir yığın araştırmacı ve aktivistle temas kurdum. Ve şu kanaate vardım: Sigara içmenin tehlikeleri –ve özellikle “pasif içicilik”– ziyadesiyle abartılıyor. Bu, bilimden çok siyasetle, güç ilişkileriyle ve kâr maksadıyla alâkalı bir abartma.

Japonya, dünyada en çok sigara içilen ülkelerden biri olduğu gibi, yaşam süresinin en uzun olduğu iki-üç ülkeden biri. Bununla birlikte, Japonya’da son otuz yıldır akciğer kanseri ve kalp hastalıkları sürekli artıyor. Bu artışın sebebi, beslenme alışkanlıklarının ve hayat tarzlarının giderek Amerikanlaşmasıdır belki de.

İnsanın kendisine yapabileceği en büyük kötülüklerden birinin sigara içmek olduğu konusunda “bütün uzmanlar hemfikir”. Vaktiyle “bütün uzmanlar” mastürbasyonun körlüğe yol açtığı, eşcinselliğin hastalık olduğu, marijuananın insanı cinai manyağa çevirdiği konularında da hemfikirdi. Günümüzde kansere kafayı takmış durumdayız. Bu belki de tıbbın ve bilimin kanser karşısındaki çaresizliğinden kaynaklanıyor. Küçümsemek gibi bir maksadım yok, babam kanserden öldü. Yine de, günah keçisi aramakta fazlasıyla yobaz olduğumuzu düşünüyorum. Medyadaki taze haberler saç boyasının, meşrubatların ve oral seksin kansere yol açtığını iddia ediyor.

Bir Frida Kahlo posteri.

Akciğer kanseri, sigarayla en sıkı irtibatlandırılan hastalık. Ancak bu irtibat, neden-sonuç ilişkisiyle değil, istatistiklerle kuruluyor. Başka bir deyişle, sigara tiryakilerinin akciğer kanserine yakalanma ihtimalinin yüksek olduğu istatistiklere dayanılarak söyleniyor, sigaranın kansere yol açtığı bilimsel olarak kanıtlanarak değil. Bu, ilk bakışta verdiği izlenimden çok daha önemli bir ayrım. Sigara aleyhtarlarının iddiaları istatistiklere dayanıyor, ancak istatistikler bilim değildir.

İnsanlara sigarayı bıraktırararak akciğer kanserinin azaltılması fikri anlamlı geliyor. Ne var ki, sigarayla akciğer kanseri arasındaki ilişki, inandırıldığımızdan çok daha zayıf.

Genel konsensüs Sir Richard Doll’un 1950’li ve ‘60’lı yıllarda yaptığı ve hâlâ “temel ölçü” addedilen araştırmayı yankılıyor. Doll’a göre, 100 bin tiryakiden 160’ı akciğer kanserine yakalanırken, sigara içmeyen 100 bin kişi içinde akciğer kanserine yakalananların sayısı 7. Yani sigara içenlerin içmeyenlere kıyasla akciğer kanserine yakalanma ihtimali 24 kat fazla. Yüzde olarak söylersek, yüzde 2.4. Yüzde olarak ifade edilen “risk”lerden şüphelenmek gerekiyor. Zira, bu yüzdeler bilgilendirmekten çok korkutmayı hedefliyor. Doll haklı olsa bile, sigara içenlerin akciğer kanserine yakalanmama ihtimali yüzde 98. Bu, aynı verilerin başka türlü sunulması veya ambalajlanmasından başka bir şey değil. Ama kulağa daha az korkutucu geldiği aşikâr. Başka birçok çelişkili istatistik daha var. Amerika’nın yerlileri, beyaz Amerikalılara kıyasla akciğer kanserine yüzde 50 oranında daha az yakalanıyor –beyaz Amerikalılardan çok daha fazla sigara içtikleri halde. Sigara içen Çinli kadınların sayısı çok az, buna mukabil dünyadaki en büyük akciğer kanseri yüzdesi onlarda. Akciğer kanseri dünyanın her yerinde 1930’lardan beri sürekli artıyor, sigara tiryakiliği ise giderek azalıyor. Japonya, dünyada en çok sigara içilen ülkelerden biri olduğu gibi, yaşam süresinin en uzun olduğu iki-üç ülkeden biri. Bununla birlikte, Japonya’da son otuz yıldır akciğer kanseri ve kalp hastalıkları sürekli artıyor. Bu artışın sebebi, beslenme alışkanlıklarının ve hayat tarzlarının giderek Amerikanlaşmasıdır belki de.

Sigara yasağının büyük bir tahribat yaptığını düşünüyorum. Bu tahribat sadece ekonomik değil: Hoşgörüsüzlüğü, toplumsal gerilimi ve gammazlama kültürünü besliyor, her türlü toplum mühendisliğine örnek teşkil ediyor. Ama, en çok hakikati tahrip ediyor.

Akciğer kanseriyle ilişkili kırk civarında faktör söz konusu, fakat bu hastalığı sigarayla ilişkilendirmek en kolayı. ABD Sağlık Genel Müdürlüğü, sigaranın kansere yol açabileceğini 1964’te ilan etmişti. O tarihten bu yana çok sayıda insan sigara içmeyi bıraktı. Ama ne kadar çok insan sigarayı bırakırsa bıraksın sigara aleyhtarı yobazlar tatmin olmuyor. Onun için dikkatlerini şuna yoğunlaştırıyorlar: “Sigara bağlantılı hastalık.” Bu, sigara aleyhtarlarının en zekice buluşu. Bir hastalığın “sigara bağlantılı” olması, o hastalığın sigaradan kaynaklandığına dair elimizde herhangi bir kanıt olduğu anlamına gelmiyor. Sadece, birilerinin sigaranın o hastalığa yol açan faktörlerden biri olabileceğine karar verdiği anlamına geliyor.

Eski, ama ihmal edilen bir aksiyom var: Zehiri zehir yapan dozudur. Küçük bir doz arseniğin bir sakıncası yok, ama fazla içilen portakal suyu ölümcül olabilir. Ilımlı tiryakiliğin –günde on sigara civarı– zararlı olmadığı, aksine faydalı olduğu yönünde birçok kanıt mevcut. Verdiği zevk bir yana (bunun elbette günümüzün tıbbında yeri yok), stres azaltıyor, kilo kontrolünü destekliyor ve birçok hastalığın semptomuna, örneğin Alzheimer’e, Parkinson’a, bağırsak ve rahim kanserlerine iyi geliyor.

Pasif içicilik (ya da Çevresel Tütün Dumanı –ÇTD) sigara aleyhtarlarının kutsal kâsesi. Çünkü, ÇTD’nin zararlı olduğu kanıtlanırsa –en azından öyle algılanırsa– tiryakilerin hak, tercih, tolerans gibi gerekçeleri bertaraf edilecek. Dünya Sağlık Örgütü’nün 1975’teki konferansında, Britanya’nın Sağlık Genel Müdürü Sir George Godber şöyle diyordu: “Aktif içicilerin çevrelerindeki insanlara, özellikle ailelerine ve çocuklarına zarar verdikleri algısının yaygınlaştırılması zaruridir.” Ve böylece ÇTD araştırmaları furyası başladı.

Pasif içiciliğin zararlı olmadığına zerre şüphem yok. İnsanlar dumandan hoşlanmıyorsa, havalandırma tertibatları geliştirilmeli. O da yetmiyorsa, ayrı bölümler olmalı. O da yetmiyorsa ayrı mekânlar olmalı.

Havalandırma tertibatları, sigara içilen mekânlardaki havayı, şehrin sokaklarındaki havadan daha temiz hale getirebiliyor. Yapılan ölçümler şunu gösteriyor: Sigara içilen ve havalandırma tertibatı olan bir mekânın havası, sigara içilmeyen fakat havalandırma tertibatı olmayan bir mekânın havasından daha temiz.

Sigara yasağının büyük bir tahribat yaptığını düşünüyorum. Bu tahribat sadece ekonomik değil: Hoşgörüsüzlüğü, toplumsal gerilimi ve gammazlama kültürünü besliyor, her türlü toplum mühendisliğine örnek teşkil ediyor. Ama, en çok hakikati tahrip ediyor. Amerikan Bilim ve Sağlık Konseyi’nin tütün dostu olmayan başkanı Elizabeth Whelan şöyle diyor: “ÇTD’nin kronik hastalıkların oluşmasında rol oynadığı iddiası, bilimsel dayanaktan yoksun. Pasif içicilikle erken ölüm arasında ilişki kurmak gerçekleri eğip bükmektir.”

Dünyada 1.2 milyar tiryaki var. Onları, sigaranın ölümcül, kendilerinin de tedaviye muhtaç müptelâlar olduklarına inandırırsanız, farmakolojik nikotin için –bant, sakız, sprey– devasa bir piyasanız var demektir. Tiryakiler ayrıca antidepresan ilaçların da hedef kitlesidir.

Farmakoloji endüstrisinin sigara aleyhtarı kampanyanın motoru olması tesadüf değil. Johnson and Johnson sigara aleyhtarı kampanyalar için yarım milyar dolardan fazla para harcadı, sigara aleyhtarlarının alıntı yaptıkları araştırmalar şu veya bu biçimde ilaç şirketleri tarafından finanse ediliyor. İlaç şirketlerinin sigara yasağından yana tavır alan siyasetçileri ödüllendirmesine dair yığınla örnek var.

Bu adamlar muharebelerin birçoğunu kazanıyorlar, ama savaşı kazanamayacaklar. Kısa vadede, sadece tiryakiler için değil, hayat tarzları “riskli” ve “sağlıksız” olan herkes için işler kötüye gidecek. “Haklarımız” için yalvarıp yakarmanın manası yok, zira hem intihar eden, hem de cinayet işleyen insanlar olarak görülüyoruz. Yapmamız gereken, sigara aleyhtarlarının bilimsel sahtekârlıklarını ve çıkar çatışmalarını hedef almaktır. Bunlar mahkeme salonunda kanıtlanabilir şeylerdir.

Joe Jackson

(“Sigara, Yalanlar ve Dadı Devlet” başlıklı makalesinden derleyen: Yücel Göktürk)

^