1976’da ABD’yi sarsan kadın cinselliği raporunun yazarı Shere Hite, 1963’te intihar eden şair Sylvia Plath, Napoli’nin yere göğe koyamadığı “Aziz Diego”, 2020’nin son günlerinde yeni albüm çıkaran Paul McCartney ve vefatının 40. yılında John Lennon… Buyurun haftalık küresel medya gezintisine…
Gazeteler insan gibidir ya, yıl sonuna doğru, bir yandan Covid-19 korkusu, kapanmanın sıkıntısı, Noel’i gönlüne göre kutlayamamak gibi sorunlar birikmiş. Küresel basında suratlar bir karış. Âdet yerini bulsun kabilinden yapılmış da olsa, “En Güzel Noel Yemekleri” ya da “Sevdiklerinize En Güzel Yılbaşı Hediyesi” gibi sütunlar sırıtıyor. Ve son 20 yılın en iyi kitapları, plakları, online gösterileri… İyi de, kime göre en iyi? Pek de gizli saklı olmayan bir reklâm-halkla ilişkiler kaygısı, hedefi var bu klasmanlarda.
Aklı başında okurun kaale alabileceği konu değil ama, kapanma, çöküş, kâbus, yani Covid-19’un maddi ve manevi gazi ve şehitler yarattığı ortamda, “Noel Baba hakiki mi?” başlıklı sır ifşa eden yazılara rastlamak olası. Ya da “Çocuğunuza Noel Baba gerçeğini nasıl anlatmanız gerekir?” türünden “know-how”lara.
ABD basınındaki genel siyasi hava, “Aman neyse, Trump gitti, kurtulduk”. Ama “hakikaten gitti mi” kaygısı da yok değil yorum sütunlarında. Trump’tan nasıl hesap sorulacak? Bu aralar bu konuya yoğunlaşıyor sıkı Demokratlar. Bir yandan da Biden’a yön vermeler, yol göstermeler başladı doğal olarak.
Amerika ile Avrupa’nın ne kadar farklı kıtalar olduğunu anlamak için aynı günkü New York Times ile Guardian’ı kıyaslayarak okumak yeterli. Nadiren iki kıtanın birbirine çok benzediğini de görebiliriz. Ama yanıltıcı olur. Çünkü bu benzerlik Anglo-sakson gözlüklerden kaynaklanmıştır. New York Times’ın yanına –ya da karşısına– Le Monde’u ya da Libération’u koyduğunuzda, iki kıtanın farkı pat diye çıkıyor ortaya.
Orgazm, birleşme, erkeklerle ilişkiler gibi konuları kurcalayan, “Nasıl mastürbasyon yapıyorsunuz?”, “Cinsel organınız sizce güzel mi çirkin mi?” gibi nokta atışı sorular… Üç bin kadından yanıt geliyor. Ve 1976’da ilk Hite Raporu kitap olarak çıkıyor, bütün dünyada 50 milyon satılıyor.
2020’yi nitelemek için en iyi tanım herhalde “Annus horribilis”, yani “Korkunç yıl” ya da “Dehşet yılı”. Yüzbinlerce insan öldü, yüzlerce kent yakıldı, yıkıldı, onbinlerce dönüm orman kül oldu… Tüm bu felaketler cereyan ederken bir avuç dev holdingin kârları olağanüstü bir şekilde arttı.
Covid’e karşı nihayet aşı bulundu, ama bu sefer de iki sorun: Herkese ya da ihtiyacı olanlara adil ve eşit bir şekilde ulaştırılabilecek mi? İlk dağıtım planlarının yanıtı olumsuz. İkincisi, bilgi mi reklam mı belli değil, aşılararası rekabet. Biri koruyuculuğu yüzde 91.2 diyor, öbürü 97.6… Hiç yuvarlak rakam yok. Hep böyle virgüllü rakamlar, ki bilimsel gözüksün…
Bir anket nelere kadir
Noel haftası Küresel Medya Gezintisi’ne tanıdık bir isimle başlayalım: Shere Hite. New York Times “Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz sanatçı, yenilikçi ve düşünürlerden bazılarını hatırlamak” üstbaşlığı altında ünlü Hite raporlarının yaratıcısı/yazarı Shere Hite’ı anıyor.
Hite 1942 doğumlu, tarih eğitimi almış. 1968’de Columbia Üniversitesi’nde “Kadınların Cinsel Hayatı” konusunda doktora yapmak istiyor, ama dönemin muhafazakâr ABD toplumu ve akademisi böyle bir girişimi hoş karşılamıyor. Hite’ı uyandıran, bilincini ayaklandıran olay çarpıcı: Olivetti daktiloları bir TV reklam kampanyası yürütüyor, Hite da sekreter olarak konu mankeni. Kampanyanın sloganı: “Daktilo o kadar akıllı ki, sekreterin akıllı olmasına gerek yok.” Duble aşağılama. Hem makine insandan daha üstün, hem de kadın makineden daha aptal!
Hite mağdur, ilk başvurduğu kurum NOW (ABD’deki Ulusal Kadın Örgütü). Kadının birey olarak kendisi ve özellikle de cinsel hayatı o zamanlar ABD’de, henüz marjinal feminist hareketlerin varlığına ve mücadelelerine rağmen, pek önemli bir konu değil. Hite kafayı takıyor bu konuya. Toplam 58 soruluk bir anket formu hazırlıyor. 1972’de, kadın örgütlerine, üniversiteli kadınlara, kürtaj hakkını talep eden kuruluşlara, kadın dergilerine, hatta kiliselerin bültenlerine gönderiyor.
Orgazm, birleşme, erkeklerle ilişkiler gibi konuları kurcalayan, “Nasıl mastürbasyon yapıyorsunuz? Ayrıntılı olarak tarif edin”, “Cinsel organınız ve jenital bölgeleriniz sizce güzel mi çirkin mi?” gibi nokta atışı sorular… Yaşları 14-78 arasında toplam üç bin kadından yanıt geliyor. Bazen 15-20 sayfalık cevaplar var. Hite tek başına dört yıllık bir çalışma döneminde bu formları inceliyor, sınıflıyor, tahlil ediyor ve sentezini yapıyor. Ve 1976’da, ilk Hite Raporu kitap olarak çıkıyor, “Ulusal Çapta Kadın Cinselliği Araştırması” altbaşlığıyla. Kitap bütün dünyada yaklaşık 50 milyon adet satılıyor. (Bu rapor dahil Hite’ın üç kitabı Türkçeye de çevrildi.)
Hite Raporu’nun New York’ta piyasaya çıkmasıyla beyaz ve erkek ABD hafif sallanıyor. Kiliseler Hite’ın aile müessesesini yıkmak istediğini savunuyor. Playboy dergisi, pek yaratıcı olmayan bir kelime oyunuyla, Hite Raporu’nu Hate Report (Nefret Raporu) diye niteliyor. Kimi eril kurumlar, raporun bilimsel olmadığını öne sürüyor, örneklemin yetersiz olduğunu iddia ediyor.
Oysa, Hite’ın herhangi bir kurumdan destek almadan tek başına gerçekleştirdiği bu çalışma, egemen anket standartlarına ya da sözümona bilimsellik kriterlerine uymak zorunda değildi. Kadınların cinsel arzuları, tercihleri ilk kez bu kadar açık bir şekilde kamuoyunun gündemine girmişti. Shere Hite hayatının sonraki 40 yılında, sonuncusu özyaşamöyküsü olmak üzere, dört eser daha yayınladı. Erkekler, aile ve aşk konularını benzer yöntemlerle deşti.
Ne var ki, böylesine öncü bir çalışma yapmanın ABD gibi bir ülkede karşılıksız kalması beklenemezdi. Erkek mafyası Hite’ı ölümle tehdit etti. Erkek kurumlar Hite’ın çalışmalarını engellemek için ellerinden geleni yaptı. Halbuki Hite’ın yaptığı basit bir şeydi: Kadınların kendi vücutları ve seks hakkında ne düşünmeleri ve ne yapmaları gerektiğini erkeklerden öğrenecek değildi. Kadınlar bu konularda kendi görüş ve hislerini, istek ve korkularını teşhir etmeliydi. Ve bu da kadınların özgürleşmesi için ilk adımdı. Baskılar karşısında, Hite 1995’te ABD vatandaşlığını reddedip önce Almanya’ya, oradan da İngiltere’ye taşındı. İki kez evlendi, iki evliliği de boşanmayla sonuçlandı. 2020’de Alzheimer ve Parkinson’dan hayatını kaybetti.
“Kuyruklu Kızıl Yıldız”
Shere abladan Sylvia ablaya geçelim. Çünkü New York Times’ın tanıttığı yeni bir Plath kitabı şairin trajik ölümünü bir kenara koyup parlak hayatına odaklanmamızı istiyor. Kuyruklu Kızıl Yıldız adlı kitabın altbaşlığı “Sylvia Plath’ın Kısa Yaşamı ve Parlak Sanatı”. Yazarı Heather Clark İngiliz edebiyatı, bilhassa İngiliz şiiri uzmanı bir akademisyen, İngiltere’de Huddersfield Üniversitesi’nde Çağdaş Şiir profesörü. Plath hakkındaki yeni kitabının öncesinde, Plath ve eşi Ted Hughes konusunda 2011’de yayınlanan Etkilenmenin Üzüntüsü başlıklı bir çalışması var.
Plath bir yandan çok sayıda eser bırakmış, bir yandan da hakkında çok şey yazılmış bir şair. Aslında bir şair Sylvia Plath var, bir de şair Ted Hughes’un eşi, 30 yaşında intihar eden Plath efsanesi var.
1932 Boston doğumlu, farklı uzmanların farklı konumlandırmalarına göre, dahi, kurban, feminist, şair, şehit, şizofren… 2018’de iki devasa cilt tutan mektupları yayınlanınca uzmanlar yeni değerlendirmeler yapmak zorunda kalıyor. Heather Clark’ın bin sayfalık yeni kitabı, bir yandan 1963’ten bu yana Plath hakkındaki bilgi ve yorumların akademik bir sentezi, ama bir yandan da yeni unsurlar içeren bir çalışma.
Clark şimdiye kadar uzmanların üzerinde hiç durmadığı, Plath hakkındaki polis, mahkeme ve hastane kayıtlarını incelemiş, Plath/Hughes şiirlerindeki yakınlık, zıtlık, benzerlikleri süzgeçten geçirmiş. Adı Plath’ın bir şiirindeki “Kuyruklu Kızıl Yıldız” dizesinden mülhem kitabında yeni olarak galiba en çok Plath’ın babası, dedesi ve annesi konusunda bilgi ve değerlendirmeler var. Ana-kız mektuplaşmaları da yeni bilgiler ve tahliller içeriyor.
Maradona’nın vefatından sonraki ilk Noel’de, Napoli halkı işi biraz abartmışa benzer. Hazreti İsa’nın doğumunu simgeleyen ünlü tablonun mankenlerle canlandırılmış versiyonunda çerçeveye bir kişi daha eklendi: Napoli formasıyla Maradona.
Genç Sylvia burs kazanarak gittiği Cambridge’de, dönemin önemli şairlerinden, şimdilerde “kraliyet şairi” unvanını taşıyan Ted Hughes’la tanışıyor ve evleniyor. İki çocuk annesi Plath bir yoruma göre eşinin bir başka kadınla ilişkisi üzerine, 1963’te intihar ederek hayatına son veriyor. Clark yeni kitabında bu intiharın izlerini de arıyor. Alman asıllı otoriter baba, Holokost, sadakatsiz koca, Londra’da Amerikalı bir kadının yalnızlığı…
Bin sayfalık kitapta ince, ufak, gerekli mi gereksiz mi belirsiz bin bir ayrıntı var. Plath meraklılarının ilgisini çekebilir. “Her intihar toplumsaldır” saptamasından yola çıkanlar, Clark’ın kitabında konunun bu toplumsal, siyasal boyutuna pek rastlayamıyor. Zaman zaman ideolojik sorunlar gündeme gelse de. Kuyruklu Kızıl Yıldız Sylvia efsanesine renk ve boyut katan yeni bir yıldız gibi…
Maradonaland
İki kadın yazardan sonra, bütün maço yanlarına rağmen sadece futbolculuğuyla değil, siyasi görüşleriyle de sahneye çıkan Maradona ölümünden sonra da efsanesiyle yaşıyor. Ülkesi Arjantin’in yanısıra, 1984-91 yıllarında oynadığı ve şampiyon yaptığı Napoli’de de görkemli bir törenle uğurlandı.
Ölümünden bu yana “Aziz Diego” olarak adlandırılan Maradona, Napoli’de 188 maç oynamış, 81 gol atmıştı. Daha da önemlisi, Napoli ilk kez onunla Serie A’da şampiyon olmuş, üstelik o sevinci iki yıl üst üste yaşamıştı. Maradona ayrıca bir UEFA Kupası, bir İtalya kupası, bir de İtalya Süper Kupası kazandırmıştı Napoli’ye.
The Guardian “Maradonaland” olarak adlandırdığı Napoli’deki gelişmeleri aktarırken, önce San Paolo stadının adının Maradona olarak değiştirildiğini bildiriyor. Maradona’nın adının 25 Kasım’da, vefatından bir gün sonra, bir tren istasyonuna verilmesi, kentin iki farklı semtindeki devasa duvar illüstrasyonlarının birer ziyaret alanı haline gelmesi, Napoli Belediye Meclisi’nin bir Maradona müzesi açılacağını duyurması, müzenin sokağına da Maradona’nın adı verilecek olması haberde yer alan satır başları.
Napoli’nin koruyucu azizinin adı San Gennaro, ama artık Maradona en az onun kadar önemli bu şehir için. Daha şimdiden 14 heykeltraşın tasarılarını hazırladığını, Diego’nun heykelinin 14 mekâna dikileceğini de not düşelim. Futbolla ilgilenmeyen ve Güneyli, özel olarak da Napolili olmayan birinin bütün bu heyecanı, bu adanmışlığı anlaması pek mümkün değil.
Maradona ile Napoli kenti arasındaki rabıta sıradan bir aşk ilişkisi değil. Arjantinli futbolcu 1984’te Napoli’ye transfer olduğunda fotoğraf, bilezik, kolye, anahtarlık gibi hediyelik eşyalar üretenlerden bir kuruş bile telif hakkı istemedi. Maradona kentin önemli turistik gelirlerinden birini yaratmıştı.
Ölümünden yaklaşık on yıl önce “God” diye bir şarkı yazmıştı John Lennon. “Tanrı acımızı ölçtüğümüz bir kavram” demişti. Lennon’a dört el ateş ederek öldüren hayranının çantasından iki kitap çıkmıştı: İncil ve J.D. Salinger’ın Gönülçelen’i.
İkinci bağlam coğrafi gibi gözüken kültürel bir ilişki. Napoli de “Güneyli” Maradona da. Bu Güneylilik salt mekânla/konumla ilgili bir tanım, bir içerik değil. Yaşam tarzıyla, hayatla ilişkiyle bağlantılı bir ortaklık.
Maradona’nın solcu olduğu kadar dindar olduğunu da herkes biliyor. Bu yıl, yani vefatından sonraki ilk Noel’de, Napoli halkı işi biraz abartmışa benzer. Hazreti İsa’nın doğumunu simgeleyen ünlü tablonun mankenlerle canlandırılmış versiyonunda bu yıl çerçeveye bir kişi daha eklendi: Napoli formasıyla Maradona. Üstelik melek kanatlı!
McCartney III ve 1980
Küresel Medya Gezintisi’nin son durağında iki küçük selam, iki büyük Beatles üyesine. Paul McCartney 78 yaşında ve uzun zamandan beri “Sir” unvanı taşıyor. Covid-19 kapanma günlerinde Sussex’te, ikametgâhındaki stüdyosunda, gitarları, klavyeyi ve davulu tek başına çalmış, bütün şarkıları tek başına söylemiş ve 18 Aralık’ta McCartney III başlıklı albümünü çıkarmış.
McCartney I 1970’de, McCartney II 1980’de çıkmıştı. McCartney III Noel’den bir hafta önce ve yakın dostu, onlarca şarkıyı birlikte bestelediği John Lennon’ın öldürülmesinden 40 yıl 10 gün sonra, Beatles hayranlarına ulaştı. Nedense McCartney’in yeni albümü hakkında hiçbir ciddi eleştirmen oturup uzun uzun övücü bir şeyler yazmadı. Zaten Sir gelmiş neredeyse seksen yaşına, bundan sonra ne ispat edecek ki. Bir Beatles şarkısı olmasına rağmen her şeyini tek başına kotardığı “Yesterday” gibi bir abide varken ortada. Beatles sonrasında, Wings döneminden bugünlere, şarkı yazarlığının kalburüstü olduğunu defalarca gösterdi. Gelgelelim, Beatles’ın dağılmasında oynadığı talihsiz rol hak ettiği itibarı biraz gölgeledi maalesef.
“Fab Four”un, muhteşem dörtlünün öbür lokomotifi John Lennon’a gelirsek, ölümünden yaklaşık on yıl önce “God” diye bir şarkı yazmıştı. “Tanrı acımızı ölçtüğümüz bir kavram. Ben ne İsa’ya, ne Kennedy’ye, Ne Buda’ya, ne krallara, ne Elvis’e, ne Zimmerman’a (Bob Dylan) ne de Beatles’a inanıyorum” demişti. John’a dört el ateş ederek öldüren akıl ve ruh sağlığı sorunlu hayranının çantasından iki kitap çıkmıştı: İncil ve J.D.Salinger’ın Gönülçelen’i.
“John Lennon: Bir Rock Kahramanının İhtişam ve Sefaleti” Le Monde’un son yayınladığı özel dosyanın başlığı. Bu dosyadaki makalelerde Lennon’ın hayatı ve eserleri yanı sıra, öldürüldüğü 1980 yılının dünyasının siyasi, ekonomik, toplumsal, kültürel olayları işleniyor.
1980 bizim içinse Süleyman Demirel’in MHP ve MSP destekli azınlık hükümetinin “Latin Amerika modeli” 24 Ocak Kararları’yla başlayan, Çorum katliamı ve Fatsa’ya yapılan “Nokta Operasyonu”yla devam eden, 12 Eylül darbesiyle hepten kâbusa dönüşen bir yıldı. Bitimine üç hafta kala Lennon’ın vurulması da tuz biber ekmişti. “Imagine”la teselli buluyorduk…
Shere Hite büyük ihtimalle Sylvia Plath okumuş, Beatles dinlemiştir. Maradona ise Hite ve Plath’tan haberdar değildi herhalde, ama Beatles dinlemişliği vardı mutlaka. Bize gelince, Shere de, Sylvia da ablamız olur, Maradona sadece yeşil sahaların değil, kalplerimizin de kralıdır, Paul’ü de, John’u da, Ringo ve George’u da ayrı ayrı ve birlikte severiz. Yeni yıla girerken hepsine birer kadeh kaldıralım.
Son olarak, Küresel Medya Gezintisi yılbaşı tatiline giriyor. 10 Ocak’ta görüşmek üzere… Mutlu seneler!