Koronavirüs salgınında riskli yerlerin başında cezaevleri geliyor. “Normal” zamanlarda dahi hijyen koşullarından mahrum olan, sağlık hakkına erişmekte güçlük çeken mahpusların bu salgında akıbetleri meçhul. Özgürlük için Hukukçular Derneği’nden avukat Rengin Ergül’den cezaevlerindeki durumu, mahpusları bekleyen riskleri ve alınması gereken acil tedbirleri dinliyoruz.
Genel olarak Türkiye cezaevlerindeki koşullar nasıl?
Rengin Ergül: Adalet Bakanlığı’nın 2020 verilerine göre, Türkiye’de 355 hapishanede 282 bin 703 mahpus bulunuyor. Hapishane kapasitelerinin ne kadar olduğu ve bu kapasitenin ne kadar aşıldığına ilişkin kamuya açık bir bilgi yok. Biz avukatlar olarak düzenli yaptığımız hapishane ziyaretlerinden şu tespitleri yapabiliriz: Tüm hapishanelerde koğuşlar kapasitenin üstünde mahpus barındırıyor. Örneğin, son aylarda yaptığımız ziyaretlerde Kandıra 2 No’lu T Tipi hapishanesinde 8 kişilik koğuşlarda 23 kişinin kaldığını, Düzce T Tipi Hapishanesi’nde 10 kişilik koğuşta 16 kişinin kaldığını, ranzalar eksik olduğu için 6 kişinin yerde yattığını öğrendik. Silivri Kampüs Hapishaneleri’nde sürekli tutuklamalar olduğu için koğuşların kapasiteyi aştığını, Kandıra 1 No’lu F Tipi’nde hasta müvekkilimin elbise dolabının üzerine yatak serdiğini biliyorum. Bunlar sadece aklıma gelen örnekler, şu an birçok cezaevinde yatak kapasitesi yetersiz kaldığı için yerde yatan ya da nöbetleşe yatan mahpuslar var.
Bu durum doğal olarak cezaevlerindeki hijyen koşullarını etkiliyor…
Elbette. Bu da değil sadece. Hijyen koşullarına ayrıca değinecek olursak, 2016 Mart’ında Diyarbakır’daki bir kısım mahpusun firarı gerekçe gösterilerek “Güvenlik Önlemlerinin Araştırılması ve Firar Olaylarına Karşı Alınacak Önlemler” konulu uygulamaya yönelik genel bir yazı yayınlandı. Bu yazının ardından mahpusların çek bas sapları kısaltıldı, temizlik eşyaları (kova, çöp sepeti, leğen, vs.) toplandı. Şu anda mahpuslar hijyen ve bu anlamda sağlık hakkı ile doğrudan ilgili olan bu eşyaları hücre ve koğuşlarda sınırlı sayıda bulundurabiliyor. Hijyene ilişkin malzemeler bile güvenlik gerekçesiyle sınırlandırılıyor.
Olağan hapishane koşullarında bile hastaneye sevk ve yeterli sağlık hizmetine erişimde problem yaşayan hasta mahpusların salgın hastalık karşısında ciddi bir tehlike ile karşı karşıya kaldıkları açıktır.
Ayrıca, hapishaneleri ziyaret konusunda sivil toplum kurumları ve bağımsız doktor heyetlerinin son yıllarda yaptığı tüm başvurular Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü tarafından reddediliyor. Dolayısıyla, hapishaneleri detaylı gözlemleme ve denetleme imkânımız bulunmuyor. Mahpuslardan öğrendiğimiz kadarıyla, sıva/boya gereken kısımlar dahi boyanamıyor, günün her saati sıcak su imkânı bulunmuyor ve mahpusların kaldığı kısımlarda yeterli ısıtma imkânı verilmiyor. Sıcak su ihtiyacı, olağan koşullarda bile sorunlara sebep oluyor ve mahpuslar nöbetleşe duş almak zorunda kalıyor. Hapishane ziyaretleri yaptığımızda, ziyaretçi tuvaletlerinin aylarca temizlenmediğini, hepsinde sabun ve kağıt havlunun olmadığını da gözlemliyoruz.
Peki, “normal” zamanlarda dahi sağlık hakkına erişmekte güçlük çeken tutuklular bugün nasıl bir riskle karşı karşıya?
Hapishaneler her zaman salgın hastalıklar konusunda daha riskli alanlar. “Normal” koşullarda bile sağlık hakkına erişim ile ilgili yaşanan sıkıntıları sıralarsak: Genel olarak kullanılan ring araçlarının dar, sağlıksız, havasız ve kışın soğuk, yazın sıcak olması sık sık eleştirilen bir konu. Ancak, buna ek olarak, son dönemde ring aracının içerisinde de küçük hücreler yapıldı ve hastaneye gitmek isteyen mahpuslar bir kişinin bile sığmayacağı bu küçük bölmelere yerleştirilmek isteniyor. Sırf bu ring içindeki bölmelerin sağlıksız oluşu nedeniyle birçok mahpus hastaneye gitmeyi reddediyor, bu da tedavi hakkına erişimi engelliyor.
Mahpuslar hastaneye sevk esnasında jandarma tarafından hakarete varır sözler ve tahrik edici ifadelere maruz kaldıklarını belirtiyor. Mahpusların taleplerine rağmen çoğu zaman mahpuslar revire çıkarılmıyor, ayrıca hastaneye sevk işlemleri de süresinde yapılmıyor. Bazı hapishanelerde, örneğin Silivri 5 No’lu L Tipi Hapishanesi’nde her hafta ismini yazdıran mahpuslar içinden yalnızca bir-iki kişi revire götürülüyor. Hatırlarsanız, Edirne F Tipi Hapishanesi’nde, 26 Kasım 2019 tarihinde rahatsızlanıp bilinci kapanan Selahattin Demirtaş yedi gün boyunca hastaneye sevk edilmedi, ancak kamuoyu baskısı sonrası 2 Aralık 2019’da sevk edildi.
Mahpuslar hastaneye sevk edilirken güvenlik sınırlarını aşan ve insanlık onuruyla bağdaşmayan kelepçeleme muamelelerine maruz kalabiliyor. Edirne F Tipi Hapishanesi’nde, hastaneye götürülürken iki farklı kelepçe takıldığı için mahpuslar hastaneye gidişi reddedebiliyor. Açlık grevleri sonrası Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi’nde ölüm orucunu sonlandıran mahpusu ambulans yatağına zincirleyip hastaneye götürmeye çalıştıkları için mahpus hastaneye gitmeyi reddetmiş ve tedavisi aksamıştı.
Olası bir koronavirüs şüphesinde testlerin, hastane sevklerinin acilen yapılması gerekiyor. Anlattıklarınıza göre koşullar buna elverişli değil.
Covid -19 riskine karşı ivedi bir şekilde hastaneye erişmek gerekirken, hapishanelerde bu koşulların nasıl sağlanacağına, ivedi bir müdahalenin nasıl yapılacağına ilişkin bir planlama yok. Mayıs 2019’da hapishanelerde açlık grevi eylemini sonlandıran mahpusların hastaneye sevki ve tedavilerinin yapılması aylar sürmüştü. Covid-19 riski karşısında böyle bir hantallık yaşanırsa binlerce mahpusun hayatı tehlike altındadır diyebiliriz maalesef.
“Cezaevleri zaten izole yerler, oraya virüs girmez” şeklinde bir algı da var. Nasıl değerlendirirsiniz?
Aksine, hapishaneler salgın hastalıkların yayılması için en uygun ortamlar. Aşırı kalabalık koğuşlar, düzenli tedavi göremeyen mahpuslar, ısıtılmayan ve havalandırılmayan koğuşlar, gün ışığından yeterince faydalanamama, yeterli hekim ve sağlık personelinin bulunmaması, temiz ve sıcak suya yeterince erişememe ve diyet yemeklerinin bulunmaması gibi bir dizi sorunu barındıran kapatılma birimleridir aslında. Türkiye hapishaneleri koşulları itibariyle insanlık onuruyla bağdaşmayan mekânlardır, “normal” koşullarda dahi hastalık üreten, mahpusun savunma sistemlerini alt üst eden bu mekânlar salgın hastalıklar konusunda en riskli alanlardır.
Covid -19 riskine karşı ivedi bir şekilde hastaneye erişmek gerekirken, hapishanelerde bu koşulların nasıl sağlanacağına, ivedi bir müdahalenin nasıl yapılacağına ilişkin bir planlama yok. Mayıs 2019’da açlık grevi eylemini sonlandıran mahpusların hastaneye sevki ve tedavilerinin yapılması aylar sürmüştü. Covid-19 riski karşısında böyle bir hantallık yaşanırsa binlerce mahpusun hayatı tehlike altındadır maalesef.
Evet, küresel bir kriz ile karşı karşıyayız, hapishane dışında özgür bireylerin dahi sosyal yaşamlarına ilişkin sınırlama getirilmesi gereken bir dönemden geçiyoruz, ancak hapishanelerde zaten devam eden tecrit koşullarının virüs gerekçesiyle ağırlaştırılması da bizi bekleyen başka bir tehlike. Klinik izolasyonun buradaki diğer anlamı bir hak ihlâli olarak “tecrit” oluyor. Dolayısıyla, bunun yerine başka önleyici tedbirlere de başvurulabilir.
Bu tedbirler neler olabilir?
Hastalık riski bulunan tüm mahpusların testlerinin hızlı ve güvenilir bir şekilde yapılması gerekiyor. Hapishanelerde hijyen ürünleri para ile satılıyor. Parası olmayan mahpuslar temizlik ürünlerine erişemiyor. Bu aşamada tüm hijyen ürünlerinin ücretsiz verilmesi gerekiyor. Hem mahpusların hem de ziyaretçilerin kullandığı tuvaletlerin her gün dezenfekte edilmesi, risk grubunda bulunan mahpusların hücrede tutulmak yerine beklenmeksizin hastanelere sevki, mahpuslara besin ve vitamin takviyesinde bulunulması zaruridir. Kurumda her zaman ve hapishane nüfusuna göre yeterli sayıda sağlık personelinin bulunması, Ceza İnfaz Koruma memurları ve mahpuslara koruyucu ve önleyici tedbirler hakkında eğitim verilmesi, hapishane ziyaretine gelen ziyaretçilere dezenfekte imkânının sağlanması, tüm hastanelerde mahpusların tedavisine dönük alanların açılması gerekiyor. Türkiye’de mahkum koğuşu bulunmayan hastanelerde mahpusların yatış yapma ve tedavi görme imkânı yok, ancak virüsün yayılması ihtimali karşısında mahkûm koğuşları yetersiz kalacak. Ayrıca mahkûm koğuşları halihazırda hijyen bakımından oldukça yetersiz alanlar.
Hapishanelerde hükümlülerin dışında binlerce tutuklu bulunuyor ve tutuklama aslında Türk Ceza Hukuku’nda bir koruma tedbiridir. Mevcut durumda tutuklama tedbiri tutukluların yaşamını tehlikeye sokacak duruma geldiyse, tutukluların haklarının kısıtlanması yerine tutukluların serbest bırakılması yoluna başvurulması gerekiyor. En yerinde olacak tedbir de budur aslında: Tutukluların adli kontrol gibi başka tedbirlere başvurularak hemen serbest bırakılması.
Peki ya hasta tutuklular? Bahsettiğiniz tüm bu koşullar altında cezaevlerindeki hasta tutukluların durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İnsan Hakları Derneği’nin 2019 yılı listesine göre, 458’i ağır olmak üzere 1334 hasta mahpus bulunuyor. Ayrıca, 2019 yılında 50 hasta mahpus yaşamını yitirdi. Hasta tutukluların tutuksuz yargılanması, hükümlülerin ise infaz erteleme ile serbest bırakılması için yaptığımız nerdeyse tüm başvurular bugüne kadar reddedildi. Örneğin, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği olarak, Cumhurbaşkanlığı’nın 31 Ocak 2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan karar ile Sivas Katliamı davasında aldığı idam cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına dönüştürülen ve 26 yıldır cezaevinde bulunan 86 yaşındaki hasta mahpus Ahmet Turan Kılıç’a af çıkarması üzerine, “Tarafsız ve bağımsız olarak hazırlanmış ve hükümlünün cezaevinde tek başına hayatını idame ettiremeyeceği tespitini içeren bir rapora dayalı af kararı atılı suçtan bağımsız olarak değerlendirilmelidir. Ancak, infazda eşitlik ilkesi çerçevesinde, cezaevlerinde bulunan tüm hasta mahpuslar için de af uygulanması ya da infaz erteleme koşullarının sağlanması gerekmektedir” diye çağrıda bulunmuştuk. Şu an ise küresel bir risk ile karşı karşıyayız. Olağan hapishane koşullarında bile hastaneye sevk ve yeterli sağlık hizmetine erişimde problem yaşayan hasta mahpusların salgın hastalık karşısında ciddi bir tehlike ile karşı karşıya kaldıkları açıktır.
Sağlık Bakanlığı tarafından Covid-19 müdahalesi için 25 pilot hastane belirlendi. Bu planlama içine en azından Kampüs Hastanesi olan hapishaneler de dahil edilebilirdi, ancak mahpuslara acil müdahale ve sevk sorunu hiç düşünülmemiş. Virüse karşı önleyici diğer tedbirler alınırken hesaba katılmayan hapishanelerin sadece kısıtlamalara maruz kalması akıl ile açıklanabilir bir durum değil.
Hasta tutuklular açısından bu riskleri sıralarsak…
Hücre ve koğuşların durumu sağlıklı yaşam sürdürmeye elverişli değil. Temizlik, hava alma, güneş alma, ısınma gibi açılardan mahpuslar bir hayli zorlanmaktadır. Ayrıca revire çıkma, muayene olma, hastaneye tek kişilik insanlık onuruna aykırı nakil araçlarıyla götürülme gibi konularda ciddi sıkıntılar mevcut ve mahpusların sağlıkları bu nedenlerle tehdit altında. Hapishanede salgın bir hastalığın yayılma riski daha yüksek ve bu durum karşısında hapishane içerisinde hasta mahpusları koruyacak bir tedbir ya da olanak söz konusu değil. Oysa, Mahpusların Islahında Temel İlkeler- Mandela Kuralları (Kural 24-27), Tıbbi Etik İlkeler (md. 1), Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Avrupa Cezaevi Kuralları hakkında (2006) 2 No’lu Tavsiye Kararı (md. 40.3) gereği cezaevindeki tutuklu ve hükümlüler, yasal statülerine bakılmaksızın, aynı kalite ve standartta, ülke genelinde mevcut, kapatılmamış olan kişilere sağlanan tıbbi bakıma eşit erişim hakkına sahiptir. Bu ilkeler çerçevesinde, Adalet Bakanlığı’nın Sağlık Bakanlığı, TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu, hukuk kurumları ve tabip odaları ile ivedi bir şekilde görüşmeler gerçekleştirip yeni önlemler alması gerekiyor.
Adalet Bakanlığı bir dizi önlem açıkladı. Bu önlemler yetersiz mi?
Açıklanan önlemler maalesef yetersiz. Adalet Bakanlığı “korona testi pozitif çıkan tutuklu ve hükümlü yok” diyor, ancak kaç tutuklu ve hükümlünün bu teste erişebildiğine ilişkin bir bilgi vermiyor. Sırayla gidecek olursak: “Hastalık belirtisi gösteren tutuklu ve hükümlülerin hastaneye sevk edileceği” belirtiliyor, ancak Covid-19’un kuluçka döneminde belirti göstermediğini belirtmek gerekiyor, yine hastane sevklerinin ne hızda ilerleyeceğine ilişkin bir bilgi yok. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tutuklunun enfekte olması karşısında gerekli sağlık tedbiri ve imkanlarını sunma yükümlülüğünü sözleşmeci devletlere bırakıyor. Devletin tıbbi tedavi sunmaması ya da yetersiz bırakması karşısında sözleşmenin 3. Maddesi’nin, yani işkence yasağının ihlâl ettiği yorumunu getiriyor. Yine Adalet Bakanlığınca, ilk kez hapishaneye giren tutuklu ve hükümlülerin “imkânlar dahilinde” 14 gün süreyle ayrı tutulacağı belirtiliyor. Ancak, imkânların ve koşulların ne olduğuna ilişkin bir bilgilendirme yok.
Bizim hapishane koşullarından bildiğimiz, ayrı tutma, hücrede tutulmadır. Hücre koşullarının insan onuruyla bağdaşmadığını, temizlik ve havalandırma koşullarının bulunmadığını, kimi yerlerde tuvaletin dahi içerde olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, olası bir hastalık karşısında bir önleyici sağlık tedbiri değil ancak sağlığa erişimin engeli anlamına gelmektedir. Yine 14 gün hücrede tutulan mahpusun ceza infaz koruma memurlarının ihmali ya da kasti bir davranışına uğraması mümkündür. Buna ilişkin denetleyici bir mekanizma öngörülmüyor. “Gerekli görüldüğü takdirde” açık görüş dahil tüm ziyaretlerin kademeli olarak sınırlandırılabileceği belirtilmişti yapılan ilk açıklamada. Yine muğlak bir ifade ile bir hakkın sınırlanması söz konusuydu. Hangi durumlar karşısında gerekli görüldüğü açıkça belirtilmemişti. Bu sınırlama getirildi de. Görüşlerin askıya alındığı açıklandı. Görüşler askıya alındı, ama bunu telafi edecek bir şey de sunulmadı. Misal, haftada bir gün 10 dakika olan telefon hakkı artırılacak mı? Böyle bir yola da gidilmiş değil.
İtalya’da da Türkiye’deki gibi görüşler askıya alındı. Bu “önlem” ülkedeki bazı cezaevlerinde isyana neden oldu.
Evet, haberlerden takip ettiğimiz kadarıyla, İtalya’da açık görüşün kısıtlanması ve sağlık personelinin yetersizliğinden kaynaklı isyanlar çıkmış bulunuyor. Şu an Türkiye’de de aynı durum geçerli, görüşler yeterli bir gerekçe sunulmadan iptal edildi ve hapishanelerde hekim ve sağlık personeli sayısı yetersiz. Sağlık Bakanlığı tarafından Covid-19 müdahalesi için 25 pilot hastane belirlendi. Bu planlama içine en azından Kampüs Hastanesi olan hapishaneler de dahil edilebilirdi, ancak mahpuslara acil müdahale ve sevk sorunu hiç düşünülmemiş. Virüse karşı önleyici diğer tedbirler alınırken kesinlikle hesaba katılmayan hapishanelerin sadece kısıtlamalara maruz kalması akıl ile açıklanabilir bir durum değil. Bir hakkın kısıtlaması yoluna gidiyorsanız, hakkı kısıtlanan muhataba ve kamuoyuna, kanuna dayalı doyurucu bir gerekçe sunmanız gerekir. Bunu yapmadığınız takdirde kaosa sebep olursunuz.
Evet, küresel bir kriz ile karşı karşıyayız, hapishane dışında özgür bireylerin dahi sosyal yaşamlarına ilişkin sınırlama getirilmesi gereken bir dönemden geçiyoruz, ancak hapishanelerde zaten devam eden tecrit koşullarının virüs gerekçesiyle ağırlaştırılması da başka bir tehlike. Klinik izolasyonun buradaki diğer anlamı bir hak ihlâli olarak “tecrit” oluyor, dolayısıyla bunun yerine başka önleyici tedbirlere de başvurulabilir.
Umuyoruz ki, öyle bir haber gelmez, ancak hapishanelerde Covid-19 vakası yaşanırsa bir kaos veya isyan yaşanması çok olası. Bunu önlemek için hasta mahpusların infaz erteleme başvurularının ivedi incelenmesi ya da hasta mahpusların sağlık birimlerinde tutulması, özellikle son dönemlerde tutuklanan insan hakları savunucuları, gazeteciler, sivil toplum çalışanları ve muhaliflerin tutukluluklarının tekrar gözden geçirilmesi ve serbest bırakılması, hapishanede kalacak olan hükümlülerin aileleri iletişim kurabilmesi için telefon görüş hakkının artırılması ve herhangi bir hakkın kısıtlanmasına son çare olarak başvurulması gerekiyor. Aksi halde, Türkiye’de İtalya’daki durumdan daha büyük çaplı bir kaos ve isyan yaşanabilir.
Virüsün etkili olduğu İran’da “önlem” olarak 54 bin tutuklu serbest bırakıldı, tutuklulara ev izni verildi. Ancak bunlar adli suçlardan tutuklu kimselerdi. Hatta İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) buna karşı “barışçıl gösterilerde tutuklanan siyasi tutukluların da serbest bırakılması” çağrısı yaptı.
Şu an küresel bir kriz ile karşı karşıyayız, bu durumda bile İran ve Türkiye gibi devletler güvenlikçi zihniyetten ve düşman ceza hukukundan taviz vermiyor. Türkiye’de son dönemdeki tüm af tartışmalarında siyasi mahpuslar tartışmanın dışında bırakılıyor. Yine hasta mahpusların infaz ertelemesi ya da Cumhurbaşkanlığı tarafından affı söz konusu olduğunda siyasi mahpuslar göz ardı ediliyor. Türkiye tutuklulara ilişkin ev hapsi tedbirine başvurursa infazda eşitlik ilkesi gereği adli ve siyasi mahpus farkı gözetmeksizin herkese uygulamak zorundadır. Hatta siyasi ve adli farkı gözetmeksizin tüm hasta mahpuslarına serbest bırakılması ya da sağlık birimlerine sevki ilk alınması gereken önlemdir.
Yani HRW’nin İran için yaptığı çağrıya benzer bir çağrı yapıyorsunuz. Geçici de olsa tutukluların tahliyesi için vakit kaybedilmemeli…
Bu hastalığa karşı hapishanelerde alınacak tüm tedbirler sadece mahpusların sağlığı değil, kamu sağlığı için önem arz ediyor. İdeolojik bağnazlık ile hareket eden devletler şu an kendi halklarının ve tüm dünya halklarının sağlığını tehlikeye atıyor. Dolayısıyla, insan hakları alanında çalışan tüm kişi ve kurumların Türkiye’ye bu konuda çağrıda bulunması, gerekli hukuki başvuruları yapması ve güçlü bir kamuoyu baskısı oluşturması gerekiyor. Ayrıca, hapishaneler için saydığımız bütün bu riskler ve öneriler Geri Gönderme Merkezleri için de geçerlidir. Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı’nın Geri Gönderme Merkezleri konusunda önlemler alması gerekiyor.