GÜZELCE SU ÜRÜNLERİ KOOPERATİFİ’NİN ULUSLARARASI ÖDÜLLÜ BALIKÇISI ALİ OSMAN BAL

Söyleşi: Halil Burak Öz
1 Kasım 2018
SATIRBAŞLARI

Dokuz metrelik Orkoz adlı teknesinin dümeninde “Şu ay bir batsa balık çıkacak ama…” diye sitem ediyor Ali Osman Bal. Güzelce Mahallesi Su Ürünleri Kooperatifi üyesi ve balıkçılığa katkılarından ötürü Uluslararası Su Ürünleri Kooperatifleri Örgütü ICFO’nun 2018 yılı ödülünün sahibi. Küçük teknenin tek tayfası Göksel Sağlam, palamut sürülerini görmek için gece karanlığında dikkat kesilen gözlerini bir an denizden kaptanına çeviriyor. “Kurudu Allahın belası” diye Karadeniz’e bir küfür savuruyor. Şile açıklarında, Karadeniz’in salladığı Orkoz’da, küçük tekne balıkçılarının gündelik hayatlarını, sorunlarını ve mücadelelerini dinliyoruz.

Ay sizi niye bu kadar etkiliyor?

Ali Osman Bal: Ay batımına tam karanlık oluyor. O zaman denizde sinek bile kaysa su üzerinde görürsün. Bir de ay batarken balığın hareket zamanı. O ara piyasaya çıkarsa çıkar. Balıklar da az fetbaz değil. Geçen hafta 18 kulaçta kuvvetli balık buldum, resmen Boğaza doğru gidiyor. Makineyi tam yol dayadım, yine de balığa yetişemiyorum, mecbur koyverdim. Sardım oradan, aldım 250 çift balık, döndüm geldim. Oysa o balığı toptan alsaydım borçları öderdim. Öyle ortadaydı ki! Denizde yakamozla beraber resmen floresan lamba yanıyordu. Aslında sadece ay değil, her şey etkiliyor bizi. Başta da doğal dengenin bozulması. Çünkü deniz suyu eskisi gibi daha soğuk olsaydı balık yağlanır, hızlı kaçamazdı.

Sonarınız var. Onunla denizi taramıyor musunuz?

Büyük balıkçı teknelerindeki gibi değil bunlar. Onların en düşüğü 100 bin liradan başlıyor. Bizdekiler 20 bin lira civarında. İş görüyor epey. Zaten bir gözüm hep onda. Ama palamut gibi balıklarda çok işe yaramıyor. Lüfer ve çinekop gibi ortada yüzen balıkları daha iyi görüyor.

Nasıl başladınız balıkçılığa?

Çocukluğumdan beri denize tutkunum. Beyoğluluyum. İlkokula giderken Kumkapı’da balık halinde çalışıyordum. Sonra balıkçılarla balığa çıkmaya başladım. Ardından tayfalık geldi. 1992’de tekne sahibi oldum. Şimdilerde Beylikdüzü ilçesine bağlı Güzelce’de yaşıyorum. Güzelce’deki limanda Kocaelilisi, Tekirdağlısı, herkes var. Nerenin denize kıyısı varsa oranın balıkçısı olur. Tüm balıkçıların Karadenizli ve Laz olduğu tam bir televizyon efsanesi.

Teknenin adı neden Orkoz?

Gençken bir gün ansiklopedide okudum. Kuzey rüzgârlarının etkisiyle İstanbul Boğazı’nda oluşan, şehir hatları vapurlarının seferlerini iptal ettirecek kadar etkili ters akıntının ismi Orkoz. Çok hoşuma gitti. Teknem olmadan önce maketler yapar, onların isimlerini de Orkoz koyardım. Ailemde tek balıkçı benim. Denize çok erken hastalandım. Küçük yaşta dahi kamışla balık tutmaya çıkardım. Hatta bir keresinde denize düştüm de birine can borcum oldu. Denizden çıkış o çıkış, bir daha ayrılamadım.

Genelde Şile’de mi avlanırsınız?

Eylülde gelirim. Kasımın 10’una kadar, palamut zamanında buradayım. Şimdi bir ayımız var, ay olursa balık olmaz. Sonra Güzelce’ye geçerim, karides avına çıkarım. Geçen yıl 300 gün banko denizdeydim. Bizim gibi küçük tekneler av yasağı dışında. Küçük balıkçının boş zamanı olmaz, ancak fırtına ya da uygunsuz havada denize çıkmayız.

Balıkçı kazanmıyor. Parayı kabzımal götürüyor. Görünürde yüzde 15 komisyon alırlar. Oysa çok dümen dönüyor. Bakarsın senin balığın para etmez, başkasınınki eder. Sezon kötü geçip kabzımallara borçlanırsan yandın. Yüzde 15 komisyon, olur yüzde 50.

Peki bu emeğinize değen bir gelir elde ediyor musunuz?

Ne gezer! Yunuslar, doğanın kirlenmesi, kaçak avlanma ve kabzımallar balıkçılığı bitiriyor. Borçla geçiniyoruz. Hâlâ kirada oturuyorum. Bir ev bile alamadım. İki kızım var, biri üniversitede okuyor. Öbürünü de okutacağım. Onlar bitirince balıkçılığı bırakacağım diyorum, ama başka da iş bilmem, ne yaparım diye düşünüyorum.

Balıkçının başlıca sorunları ne?

Hangisini sayayım… Yunuslar, kabzımallar, kaçak, ruhsatsız avlanma, mazot fiyatları, balıkçılığın ayrıca bir meslek kabul edilmeyip, tarımla aynı sınıfta sayılması… Mazot fiyatlarını devlet belirlemiş, uyan yok. Her limandaki mazotçu farklı fiyattan tutturabildiğine satıyor. Yunuslara gelince, tamam, gülen suratlı, sempatik hayvanlar ama, ağı parçalayarak balığı alıp gidiyor. Şu an kullandığım ağ palamut, lüfer ağı; 20 bin lira bedeli var. Yunus burnuyla parçalıyor. Tamiri imkânsız hale geliyor.

Bir küçük tekne balıkçısının ortalama kaç ağı oluyor?

Benim on ağım var. Palamut, lüfer, istavrit, karides ağı olarak ağ gözlerine ve boyutlarına göre değişiyor. Palamut ağı 20 bin, diğerleri 10 bin lira civarında. Her balıkçının bu civarda takımı olmalı.

Uçan Balık balıkhanelerin en büyüğü. Sahibi ikide bir Tayyip Bey’in yanında görülüyor, iyi balıkları saraylara, köşklere yolluyor. Ondan kralı yok, ama balıkçılığı bilmez. Eskiden Rum kabzımallar vardı. Paranı tık veriyorlardı.

Kabzımallarla ne gibi sorunlar yaşıyorsunuz?

Balıkçı kazanmıyor. Parayı kabzımal götürüyor. Balığın satışından görünürde yüzde 15 komisyon alırlar. Oysa çok dümen dönüyor. Bakarsın senin balığın para etmez, başkasınınki eder. Sezon kötü geçip de mazot parası filan derken, kabzımallara borçlanırsan yandın. Yüzde 15 komisyon, olur yüzde 50. İçkisi, kumarı olamayan, ama av sezonu ağı parçalandığı, motoru bozulduğu, balık tutamadığı için borçtan teknesini kabzımallara kaptıran birçok balıkçı bilirim. Ne acı olay! Kendi malını kaptırıyorsun, teknende tayfa oluyorsun. İstanbul’dan uzaklaştıkça kabzımallar daha da kötüleşiyor. Kocaeli, Sakarya gibi illere gittin mi kabzımallar –biz onlara madrabaz diyoruz– arasındaki rekabet azaldığından, üç-beş kişi at oynatır, balığın fiyatını düşürür. Birbirleriyle anlaşıp “bugün palamudun çiftine 10 liradan fazla vermeyelim” diyorlar. Piyasa genelde Erzincanlıların elinde. Hayatlarında balığa çıkmışlıkları yoktur. Balıkçılığı her milletten yapan varken bunlar kabzımallığı kolay kolay başkasına yaptırmaz. En iyi balığı İstanbul kaldırıyor. Uçan Balık balıkhanelerin en büyüğü. Sahibi ikide bir Tayyip Bey’in yanında görülüyor, iyi balıkları saraylara, köşklere yolluyor. Ondan kralı yok, ama balıkçılığı bilmez. Eskiden Rum kabzımallar vardı, bunlardan daha iyiydiler, paranı tık veriyorlardı.

Türkiye’deki av yasakları konusunda ne düşünüyorsunuz?

Yasaklar düzgün uygulanmıyor. Büyük tekneler aslında kıyılarda avlanamaz, ama uyan yok. Düzgün denetim yapılmıyor. Hepsi sahillerde, bizim avlandığımız bölgelerde balığın kökünü kurutuyor. Üstelik trolle de avlanıyorlar. Denetim yapılsa dahi adam yolunu bulmuş, gemi üstüne kayıtlı değil, tayfaların hiçbirinde kimlik yok, memurlar ceza yazacak adam bulamıyor. Kaçak avcılık çok büyük sorun. Ben iyi günde bin-iki bin balık alırken o tek seferde 100-200 bin balık alıyor, balığın kökünü kurutuyor. Ama çoğu büyük gırgır teknesi sahibi de Türkiye’de balıkçılığın artık bitme noktasına geldiğini anladı. Tuzukurular dışında bizimle ortak hareket etmek isteyen, destek verenler var. Haklarını yemeyelim. Balıkta herkes bir şeyler kapsa neşesi yerine gelir.

Şile’de balığı belediye mezatta satıyordu. Senden sadece yüzde 3 komisyon alıyordu. Parayı ödememezlik yoktu. Hem biz hem belediye, beraber kazanıyorduk. Şimdi bir avuç adamın eline kaldık.

Başka ülkelerde de Türkiye’dekine benzer sorunlar olduğunu düşünüyor musunuz?

Başka ülkede kabzımal sorunu yok. Bizim kooperatifin –Güzelce Mahallesi Su Ürünleri Kooperatifi– başkanı Erdoğan Kartal birçok ülkeye gitti, böyle bir şey yok. Mezat sistemi var. Balıkçı veriyor balığını, alıcılar oturuyorlar yerlerinde. Bir kişi doğrudan balığı sunuyor. Arkada balığı tutan teknenin adı yazıyor. Alan alıyor balığını, parasını veriyor. Biz ise kabzımaldan parayı almak için üç-dört gün uğraşıyoruz. Kabzımala 7-8 bin lira borcum var. Devamlı arıyor. Şile’den Gürpınar’a, balığın balıkhaneye gitmesi bin lira. Hadi verdin parayı, kamyonla yolladın. Gerisini kabzımal aldı, bana ne kaldı? Hiçbir şey! ICFO’nun (Uluslararası Su Ürünleri Kooperatifleri Örgütü) 2018 ödülünü aldığımda, Koreli bir balıkçı anlattı, her yıl 50 bin dolar kazanıyormuş. Biz ise borcu katlıyoruz.

Sizce küçük tekne balıkçılığının devam edebilmesi için ne yapılmalı?

Kaçak avcılığa cezalar yetersiz, ruhsatsız olanlara doğru dürüst işlem yapılmıyor, istedikleri gibi at oynatıyorlar. Bin, 10 bin, 100 bin, bize çok para, büyük tekneler için ise bir şey değil. Cezalar artırılmalı, denetimler düzenli yapılmalı. Ruhsatsız ya da kaçak avlanan gemilere el konmalı. Kabzımallık kalkmalı. Ama işletmeler yandaşa, yalakaya verilmemeli. Belli yerlerde belediyelerin bu işe el atması lâzım. Eskiden Şile’de balığı belediye satıyordu. Balığı koyuyordun taşa, belediye adamı geliyor, mezatta satıyordu. Senden sadece yüzde 3 komisyon alıyordu. Parayı ödememezlik yoktu. Hem biz hem belediye, beraber kazanıyorduk. Şimdi bir avuç adamın eline kaldık. Ya da balıkçı, kooperatiflere verecek, onlara “al yolsuzluk yapmadan sat” diyecek. Ayrıca, balıkçılar kötü geçen sezonlarda makul kredilerle desteklenmeli. Devlet çitlik balıkçılığına büyük destekler veriyor. Oraya büyük paralar yatırılıyor. O işi ancak büyük sermayeleri olanlar yapabilir. Aslında onlara verilen destek bizlere verilse, balıkçılıkla ilgili birçok sorun çözülür. Balık çiftliklerinde doğal besinle beslenen sağlıklı balıklar ancak zengin sofralarına sunulur. Genelde suni yemle besleniyorlar, o balıklar çok sağlıksız. Denizi de çok pisletiyorlar. Öte taraftan balık çiftliklerinin olduğu bölgelerdeki balıklar sürüklenen yemlerden beslenince yeni üreme alanları oluşuyor.

Kaçak avcılık çok büyük sorun. Ben iyi günde bin-iki bin balık alırken o tek seferde 100-200 bin balık alıyor. Balığın kökünü kurutuyor. Ama çoğu büyük gırgır teknesi sahibi de Türkiye’de balıkçılığın artık bitme noktasına geldiğini anladı.

Balıkçılar arasında dayanışma ne durumda?

Denizde başın sıkışırsa, motorun arıza yaparsa herkes yardıma koşar. Küs olsan bile tekneni çeker. Fakat avlandığı yeri yakın arkadaşları dışında kimseyle paylaşmaz. Balıkçının sırrıdır, buraları açmaz. Denizin dışında ise herkes birbirine muhalif. Kooperatifler kaynar kazan oldu.

Balıkçıların meslek hastalıkları neler?

En başta bel fıtığı. Bende dört tane var. Tayfam geçen yıl ameliyat oldu. Romatizmayı, kireçlenmeyi zaten saymıyorum. Sigortayı Bağkur’dan yapıyorum, ama iki senedir yatıracak param yok. Şu an sigortasızım.

 

Kooperatifler eliyle balıkçıların sorunları giderilemez mi?

Kooperatifler güçsüz. İçlerinde çok tartışma dönüyor. Herkes birbirine muhalefet ediyor. Yetkileri de sınırlı. Bizim kooperatife adam toplamak için çok uğraştık. Şimdi 50 üyesi var. Erdoğan başkan çok emek veriyor. Ben de destek veriyorum, ama devletin el atması gerekiyor. Kooperatiflere yetki ve destek verilmeli. Balıkçıların sorunları balıkçılarla konuşarak, bizim fikir ve önerilerimiz dikkate alınarak çözüme kavuşturulmalı. Bakan, cumhurbaşkanı gelse hiç kimseden çekinmeden sorunları tane tane anlatırım. Benim tek gelirim bu tekne.

Gençler balıkçılığa ilgi gösteriyor mu? Kızlarınızın balıkçılık yapmasını ister misiniz?

Kesinlikle istemem. Gençlere kesinlikle tavsiye etmiyorum. Gidin çöpçülük yapın, balıkçılığa girmeyin. Bazı denize hasta gençler var, giriyorlar. Onlara yeniyetme diyoruz. Pişman olacaklar, ama iş işten geçecek. Balıkçılıkta istikrar yok. Eskiden hiçbir şey kazanmasak, takımımızı yapıyor, evimizi rahat geçindiriyorduk. Şimdi tamamen sıkıntıdayız. Kendi adıma konuşayım, gelecekten pek ümidim yok. Balıkçılık yavaş yavaş hali vakti yerindekilere kalıyor. Buradaki gırgırlardan Moritanya’ya gidenler bile var şimdi. Bizim limandan gitti biri, bayağı avlanıyormuş. Tabii küçük teknelerin öyle bir imkânı yok. Bodrum Güllük’e gidip orada bir arkadaşın gezi teknesini çalıştırmayı düşünüyorum. Tutarsa oralara taşınırım. Çare arıyorum…

Eskiden evimizi rahat geçindiriyorduk. Şimdi tamamen sıkıntıdayız. Balıkçılık yavaş yavaş hali vakti yerindekilere kalıyor. Buradaki gırgırlardan Moritanya’ya gidenler bile var şimdi.

İyi bir av mevsimi olsa bu düşünceleriniz değişmez mi?

Her sene “bu sene balık iyi olacak” deniyor. Bu sene de çok iyi palamut çıkacaktı. Öyle olmadı. Büyük kısmını Doğu Karadeniz’deki gırgırlar tuttu. O balıkların çoğu şimdi buzhanede. Daha pahalıya satmak için kışın kıt zamanda piyasa çıkaracaklar. Kasım 15’e kadar palamut tazedir, daha sonra arama. Hamsi de şoklanır. Kıt zamanda ya da av yasağında piyasaya sürülür. Adam belki bire beş kazanacak. Ama bu sermayeyle, dayanma gücüyle ilgili. Hep aynı terane, şöyle balık olacak, böyle olacak. Her sene karın ağrısı… Atıyor biri kuyuya taş, millet takım yapıyor, para harcıyor, sonuç tıraş. Birçok balıkçı battı, kimisi de bıktı, teknesini sattı.

Hangi balıkları tutmak daha zevkli?

Gündüzleri denize çık, palamut balığı şıpır şıpır oynar. Güzel bir kamera olacak, çekeceksin. Güneşli havada oynamayı sever. Lüferse oynamaz, kuyruk sallar. Sadece kuyruk gösterir. Kafayı gösterince avladın avladın. En akıllı hayvan aynı zamanda en şapşalıdır. Akıllı, çünkü denizde akıntı çok olduğu zaman piyasaya çıkar, böylece balıkçılar kolay tutamaz. Aptal, çünkü gündüz çevirirsin ağı, su ne kadar temiz olursa olsun gider ağa vurur. Ağı gördüğü halde. Önce, çıkacak yer var mı diye komple ağa bakar. Yoksa su yüzüne çıkıp debelenir, sen de ağa vurdurmak için uğraşırsın. Ondan sonra pıtır pıtır yapışır ağa. Yediği yemi kusmaya başlar. Öyle bir hayvan ki, ağın gözünden geçebilsin diye yediği yemi kusuyor. Vallahi cins! (gülüyor) Ağa 300-400 tane dolunca ağın harmanı leş gibi kokar. Felaket bir koku. Ama en lezzetli balıktır. Şöyle ızgara yapacaksın, üç tane yerim. Hamsi ile istavriti çevir yeter, kaçayım gideyim huyları yoktur. Torik ise resmen torpil. Ağ denize düşer düşmez öyle bir topuklar ki, peşinden torpil atsan yetişemezsin. Ancak öyle zaman olur ki miskinliği tutar, su yüzünde öylece durur, çevirirsin, umurunda bile olmaz. Uskumru da kıyıya kaçmak ister. Onun için önce kıyıyı kapatıyoruz. Yoksa uçar gider, açığı aramaz. Çinekop, parmak ucu kadarken bile lüfer gibi yamyamdır. Koca gümüş balığına saldırıyor. Gümüş balığı bir kuyruk atsa uçacak, ama o gidiyor balığın kuyruğundan, göğsünden et koparıyor. Tam pirana. Kendi cinsini yiyor. Lüfer de geliyor çinekopu yiyor. Hiçbir şey bulamadı mı birbirlerini yiyorlar. Tekir en masum balıktır. Sessiz, sakin, at ağını tut. Güzel hayvan zaten, tipine baktın mı o masumluğu görüyorsun. Karides ışıktan çok rahatsız olduğu zaman, dipten havalanıyor, kuyruğunun hızıyla suyun üstünden uçup gidiyor. Çekirge gibi hızla gidiyor. Bir zıplaması bir metre götürüyor.

Devlet çitlik balıkçılığına büyük destekler veriyor. O işi ancak büyük sermayeleri olanlar yapabilir. Onlara verilen destek bizlere verilse, balıkçılıkla ilgili birçok sorun çözülür. Balık çiftliklerinde doğal besinle beslenen sağlıklı balıklar ancak zengin sofralarına sunulur.

Balon balığı, trakonya gibi zararlı türlere son zamanlarda çok rastlandığı söyleniyor.

Balon balığını tutanlar olmuş, ben rastlamadım. Trakonya zaten var. O sakin bir hayvan. Canlıyken elinde sıkma, sakince çıkar ağdan, bir şey yapmaz. Seviyorum ben onu. Ağdayken görmedim, fark etmedim, avucumun içine hep dikenleri battı, kanattı. Bir yarım saat ağrı yaptı, sonra bir şey kalmadı. Eti acayip lezzetlidir. İskorpit ya da trakonya çorbası, hele de mantarlı olsun, tadına doyamazsın. Balıktan bıkmam, devamlı yerim. Ama balık yok. Bir haftadır balık yemiyordum, bugün parayla hamsi aldım, yedim. Kahvaltıda yedik. En son balık köftesi yapmıştık, tadı hâlâ damağımda.

Balık köftesini nasıl yaptınız?

Palamut yağlı balık, kızartması çabuk tıkıyor. Köftesini yaptın mı, yedikçe yiyesin geliyor. Çiğ vaziyette kılçığını bıçakla komple alıyorum, üstten de derisini tulum çıkarıyorum. O işlerde maharetim var. Bir tane kılçık kalmaz. Bıçakla çiğden kıyma gibi doğruyorum. Köfte baharatını katıyorum. Tabii her baharatı atmam. Sadece mevsim baharatı. Zaten hayvan çok yağlı, başka yağa gerek yok. Tost makinesinin üstünde öyle lezzetli oluyor ki, daha pişmeden bir yandan gidiyor. Balığa hastayım, balık olmadan olmaz.

 

ORKOZ’UN TAYFASI GÖKSEL SAĞLAM

Balıkçılık meslek sayılmıyor

“Küçük teknelerde maaş sistemi yok. Kaptan tutulan balığın yarısını alıyor, geri kalan yarısı teknenin ihtiyaçları ve tayfa ücreti için ayrılıyor. Geçen yıl bel fıtığı ameliyatı geçirdim, doktor ‘ağır kaldırma’ diyor da, nerede? Burada beş mürettebatın yapacağı işi iki kişi yapıyoruz. Dört çocuk babasıyım. İstanbulluyum. 13 yaşından beri avlanıyorum. O yaşta bir aylık maaşımı verip kamış almıştım. Sabahlara kadar lüfer peşinde koşardım. Ufak bir sandalım vardı. 10-15 tane tutardım. Karınca kararınca kazanırdım. Ne zaman profesyonele geçtik, o zaman dertler başladı. Kışları teknede kalıyorum. Soğuktan kapılar buz tutuyor. Ara sıra tüpü yakıp ısınmaya çalışıyorum. Bu şartlara rağmen emeğimizin karşılığını alamıyoruz. Çünkü balıkçılık meslekten sayılmıyor, destek verilmiyor. Bir Koreli balıkçının bir yılda kazandığını yıllarca çalışsam kazanamıyorum. Devlet el atarsa hem biz kazanırız hem devlet kaynak elde eder.”

^