MADAM ANAHİT İLE BİR GÜN

Mesut Kara
15 Nisan 2024
Madam Anahit (1917 - 29 Ağustos 2003) (Fotoğraf: Manuel Çıtak)
SATIRBAŞLARI

Yıllardır Beyoğlu’nun çekim merkezini, diğer özelliklerinin yanısıra, barlar ve meyhaneler oluşturuyor. Son yıllarda, meyhanelerine yenilerinin eklendiği söylenemese de, hemen her sokağında, adım başı açılan yeni barlarıyla, her kültürden insanın buluşma yeri olma özelliğini sürdürüyor Beyoğlu. Yeni barlarında çeşitli müzik ve şovların, şiir matinelerinin yapıldığı, bar sahiplerinin büyük bir kısmının (barcılığı içine sindiremediklerini her fırsatta söyleseler de) “eski solcu” olduğu, sosyal demokratların sadece İstiklal Caddesi’nden ibaret saydığı Beyoğlu, gerçekten de bir “Babil kulesi”dir. “Soyluluk düşkünü” bir kısım insana ve resmi tarihine göre eskiden erkeklerin kravatsız, kadınların şapkasız, yelpazesiz girmediği söylenen Beyoğlu, dün de, bugün de özelliğini farklı kültürleri, inançları hoşgörü içinde bir arada barındırmasından alır. Dünün Yahudi, Ermeni, Rum, Beyaz Rus meyhanecisi, sucusu, tütüncüsü, terzisi ve bugünün tinerci çocukları ile, Türk, Kürt, Laz gibi her kültürden, milliyetten insanın yaşadığı Beyoğlu Cumhuriyeti’nin kendine özgü yasaları, kendi yurttaşları vardır.

1993’ün son aylarıydı, geceyarısından sonra pasaj kapanıp müdavimleri evlerine doğru yöneldiğinde o, akordiyonu ile haftanın birkaç günü çaldığı barın yolunu tutuyordu. Orada Romolo Perpiniani ile birlikte “Napoliten ve Grek şarkılar” söylüyorlardı. İşte o günlerde karşılaşmıştık.

Eski Pera sakinlerinden sebzeci Christo’ya, çizmeci Pandelis’e, antikacı Vitali’ye, fotoğrafçı Abdullah’a, bakkal Alexandria, saatçi Aslan Bey’e rastlamak artık olanaksız. O güzel mekânların yerini bugün fînans kapitalin bankaları, döviz büroları, McDonald’s’ları aldı. Meyhanelerin yerini (Amerikan kültürünün etkisi midir?) barlar aldı. Yine de Cumhuriyet meyhanesi, bugünlerde RP’li belediyenin hedefi durumunda olan Nevizade Sokak’taki meyhaneler, eski özelliklerini belli ölçülerde yitirmiş olsa da Çiçek Pasajı’ndaki meyhaneler ve restoranlar yıllardır sanatçıları, aydınları, kendine özgü müdavimlerini barındırmayı sürdüren uğrak yerleri.

Çiçek Pasajı’nda kırk yıldır Beyoğlu’nun simgelerinden olan Madam Anahit’i hemen hepimiz görmüşüzdür. Göz göze gelirseniz o sıcak gülümsemesiyle size selamlayacaktır. O bir Beyoğlu yurttaşıdır. Her akşam “ekmek parası” için pasajda şarkılar söyler.

1993’ün son aylarıydı, geceyarısından sonra pasaj kapanıp müdavimleri evlerine doğru yöneldiğinde o, akordiyonu ile haftanın birkaç günü çaldığı barın yolunu tutuyordu. Orada Romolo Perpiniani ile birlikte “Napoliten ve Grek şarkılar” söylüyorlardı. İşte o günlerde karşılaşmıştık.

Mesut Kara (1961 – 14 Nisan 2024)

Hatırla sevgilim o mesut geceyi

Romolo da Madam Anahit gibi çok sıcak ve candan. Madam Anahit’in deyimiyle “çok güçlü, şahane bir sesi var”. Birlikte söylemeye yeni başlamışlardı. Romolo telefonla aramış, çok ısrar etmiş. Şimdi, ikisi de memnun, sizi çocukluğunuzdan alıp bugünlere taşıyorlar. “Samanyolu” ile başlayan yolculuk fasıldan tangoya, tangodan Grek müziğine sizi de içine alarak sürüyordu.

Madam Anahit’le ayaküstü koyulaşan sohbetimiz ikimizi de kesmemişti. “Böyle olmaz, eve beklerim. Daha rahat konuşuruz” demişti ve görüşmek üzere sözleşmiştik. Romolo da orada olacaktı. Daha önce oturdukları tarihi bina yol geçeceği için yıkılmış, yine Tarlabaşı’nda eski ve küçük, ama şirin başka bir eve yerleşmişler. Belediyeye açtığı bedel davasını kazanmış, üstüne para ekleyerek Balıkpazarı’nda bir daire almış. Madam Anahit’i o günlerde Tarlabaşı’ndaki evde ziyaret etmiş, aşağıdaki yazıyı da o görüşmeden sonra yazmıştım.

“Çok güzeldim gençken, birçok filmde de oynadım. Yılmaz Güney’le de oynadım. ‘Arkadaş’ı gördün mü? Beni hatırlar mısın? İyi sanatçıydı Yılmaz Güney.

Bütün aşklar tatlı başlar

“Yeni evimiz çok güzel, ama çok merdiven var, o yüzden daha oraya geçemedik. Böyle küçük bir evde oturuyoruz.”

Küçük evin duvarları Madam Anahit’in Ayhan Işık, Levent Kırca, Kemal Sunal, Nevra Serezli, Gönül Yazar, Kartal Tibet gibi pek çok sanatçıyla birlikte çekilmiş fotoğraflarıyla dolu. Hemen onların yanında o zamanlar bir dergiye kapak olmuş gençlik resmi asılı.

“Çok güzeldim gençken, birçok filmde de oynadım. Yılmaz Güney’le de oynadım. ‘Arkadaş’ı gördün mü? Beni hatırlar mısın? İyi sanatçıydı Yılmaz Güney. Sonra, Levent Kırca çok iyi, nasıl da güzel taklitler yapıyor. Ah! Ne anılarım oldu pasajda. Aytekin Kotil beni çok severdi. Pasaj yıkılırken beni araya koydular, ’sen konuş, seni sever’ dediler. Çok muhterem bir insandı. Hani İstiklal Caddesi’nde bir gün var, bak şimdi unuttum, bandolar falan çalar. O gün beni aramış, gittim buldum. İstiklal Caddesi’nde çaldım bandoyla beraber.”

Bu arada önüme pasta, kek ve börek geliyor. Romolo “Hiç itiraz etme, ne yaparsan yap onları yiyeceksin” diyor gülerek. Evde oğlu Günay, gelini ve “ahbabı” Suzan hanım da var. Günay “annem böyledir işte” diyor, “incedir, çok misafirperverdir”.

Romolo’nun işi olduğu için çok fazla kalamıyor, erken ayrılıyor aramızdan. Ben bu incelikli misafirperverlik karşısında mahcup, önüme konanları bitirmeye çalışırken Madam Anahit, “Şimdi de ben sorayım, hiç âşık oldunuz mu?” diyor.

“Evet, birkaç kez. Ya siz?”

“Çok. Sayısını ben de bilmem. Dört evlilik yaptım. Bir çiçekle yaz gelmiyor, ama evliliğe taraftar değilim. Zamanla o hararet kalmıyor, monotonlaşıyor, tatsızlaşıyor. Dört koca boşadım. Bütün aşklar tatlı başlar. Sevmek ve nefret etmek beraber yürüyor. Sizde de böyle mi olur?..

İlk kocam müzisyendi. Şahane bir adamdı, nasıl severdi beni. Biz cahillik ettik, boşandık. Sonra bir daha evlendik onunla, ilk gözağrısı. Hâlâ onu ararım, inanır mısın? İyi müzisyendi, gizli gizli çalmaya başladım eşimden.

Gençlikte güzeldi her şey. Ne zenginler, ne ünlü aileler istedi, kabul etmedim. Kızı boş bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya gider derler, öyle oldu. Hâlâ da âşık olurum, yaşıma rağmen, gençleri yolda bırakırım. Canlı, hareketli, neşeyi seven, şakayı seven bir insanım. İşte böyle güzel anılar var. Kötü anılar da var, güzel anıların yanında.”

Madam Anahit küçük bir çocukken Heybeliada’da “siyah bir akordiyon” çalan genç adamı görünce, annesine akordiyon alması için tutturur. “Annem de piyanistti. Konserler verdi, tahsilli kadındı.”

Çok ısrar edince annesi ona Papa Jorci’den 170 liraya bir akordiyon alır. İçine çalamam korkusu düşünce Saint Antuan’a adak yapar. Artepenon adlı hocadan ders alır. “Benim için çok yetenekli demişti hoca. Şimdi Paris’te. Bu aşk da böyle başladı. Güzel bir şey müzik.”

Madam Anahit (fotoğraf: Manuel Çıtak)

Boşalan kek ve börek tabaklarım yeniden dolmuş, çay bardağımsa hiç boş kalmamıştı. Evdeki kediler de Madam Anahit’in cömert ikramlarından fazlaca payını alıyordu. “Kedilerimle fotoğrafımı çek benim. Sokaktaki kediler yolumu gözler. Gece gelirim, onların karınlarını doyurmadan girmem eve.”

Hava kararmış, benim gitme vaktim gelmişti. Hiç bitmesin istediğim sohbetimizi “şimdilik” bitirip izin istiyorum. “Yine beklerim. Bir dahaki sefer yeni evimizde konuşuruz. Bütün Beyoğlu’nu görüyorsun pencereden. Ne antikalar, biblolar var, göreceksin.”

Evden ayrıldığımda sokağın köşesinde bir süre durup arkama bakıyorum. Tarlabaşı’nı, buraların yoksul insanlarını, Madam Anahit’in o ince ve cömert misafirperverliğini düşünüyorum. O, birazdan elinde akordiyonu ile Çiçek Pasajı’nda “ekmek parası” için tarih yazmaya devam edecek.

Express, sayı 18, 28 Mayıs 1994

^