SARKİS ÇERKEZYAN'I HATIRLAMAK

Rober Koptaş
3 Ağustos 2022
Fotoğraf: Deniz Koçak
SATIRBAŞLARI

Gözünü daha fazla toprak, zenginlik ve kan bürümüş vatanperver İttihatçıların İstanbul’da aldığı “ölüm!” kararına inat, ailesinin Karaman’da başlayıp eksile eksile tamamladığı ölüm yürüyüşünün son durağında, Meskene yakınlarındaki Cabul köyünde, bir deve ahırında doğdu Sarkis Çerkezyan. Doğarken lanetli mi lanetli bir sıfatı yüklendi, bir kılıç artığı olarak geldi dünyaya, ama dünyanın bereketli türkülerinin peşinden koştu ömrü boyunca. Hep inadına!

Önce emekçiydi. Sınıfının insanıydı. Ustaydı, hünerliydi, marangozdu. Dünyayı bu ilişkiler ve çelişkiler yumağı içinden anlamaya çalışırdı. Sosyalistti.

Annesi Arusyak Fermanyan Tokat’ta, babası Ğazaros Çerkezyan Talas’ta doğmuştu. Okuyup öğretmen olan Arusyak’la tüccarlık yapan Ğazaros, Karaman’da evlendiler. Sarkis, adını, 1909’da Adana’da yaşanan kitlesel katliamda öldürülen amcasından aldı. Ondan birkaç yıl sonra da, akrabalarının pek çoğunu ve bütün mal varlıklarını kaybetmelerine neden olan tehcir kararı geldi. Dünya Hepimize Yeter başlığıyla yayınlanan anılarında, annesinin kederlendikçe söylediği tehcir türküsünü aktarır: “Sabahtan kalktım da güneş parlıyor / Çeçenler oturmuş mavzer yağlıyor / Anama baktım ki yaman ağlıyor / Dini bir uğruna giden yiğitler / Dini bir uğruna giden Ermeni.”

Yasemin Gedik’in hazırladığı Sarkis Çerkezyan’ın anı kitabı Dünya Hepimize Yeter, Belge Yayınları tarafından yeniden basıldı. Metindeki alıntılar o kitaptan.

Hayatta kalabilen Çerkezyanlar, Suriye’den memleketlerine döndüklerinde yokluğu yaşadılar. Konya’daki Ermeni okulları kapatıldığı için, babası çocuklarına geceleri Ermenice okuma-yazma öğretmeye çalışıyordu. Bazı Müslüman komşuları ve yetkililer onları rahat bırakmadığından, sonraki yıllarda ailecek İstanbul’un yolunu tutacaklardı.

İstanbul’da Arusyak Çerkezyan, çocukları okusun diye kapıcılık yapıp evlere temizliğe gidecek, ama ellerine geçen para, Sarkis’in okuduğu Getronagan okulunun ücretine yetmeyecekti: “Annem sırf bizi okutmak için hizmetçilik yaptı, basamak sildi, geceleri sabahlara kadar el makinesiyle pantolon dikti, kömür ütüsüyle onları ütüledi… Öğretmen olduğu halde öğretmenlik yapamadı, kapıcılık yaptı. Yapmadık şey bırakmadı o kadıncağız bizim için” diye anlatacaktı o günleri. Başarılı bir öğrenci olmasına rağmen okulu bıraktı; “komple sanattır” dediği marangozluğu öğrendi ustası Ohannes Boynuince’den.

Ortaokul öğrencisiyken, parasızlık yüzünden bir akşam, sokakta bir elektrik lambasının direğine başını dayayıp dakikalarca ağladığını anlatmıştı bir keresinde, sesinde derin bir hüzünle. Sarkis Çerkezyan’ın hayattaki tercihleri, sosyalistliği, paylaşmayı hayatın temel değerlerinden biri olarak görmesi, başka bir dünyayı mümkün kılmak için döktüğü onca ter, işte o elektrik direğinin altındaki çocuk gözyaşlarında gizlidir en çok.

II. Dünya Savaşı sırasında gayrimüslim erkeklerin kamplarda enterne edildiği “20 Kura Askerlik” uygulamasından da nasibini aldı, marangozhanesinin altındaki sarnıçta yıllarca Atılım dergisini de bastı. Kumkapı civarında örgütçülük de yaptı, 6-7 Eylül dehşetini de yaşadı. Hiç yılmadı.

Sarkis Varbed, Sarkis Usta, Sarkis Amca, önce emekçiydi. Sınıfının insanıydı. Ustaydı, hünerliydi, marangozdu. Dünyayı bu ilişkiler ve çelişkiler yumağı içinden anlamaya çalışırdı. Sosyalistti. Zorluklarını bilerek girmişti mücadele yoluna. Önce vicdanı, sol memesinin altında parlayan cevher, sonra da aklı götürmüştü onu oraya. (İki yıl okuyabildiği Getronagan okulunun havasında ya da suyunda bir şeyler olmalı ki, akranları Aram Pehlivanyan, Barkev Şamikyan, Sarkis Keçyan da, tıpkı onun gibi TKP saflarında yer alacaktı.)

Sarkis Çerkezyan ve Jaklin Çelik

“Sosyalizmin insana en yaraşır sistem olduğuna inandık, sevdik, benimsedik. Ben zaten ruhen komünisttim. Kendimi bildim bileli hep öyle hissettim. Türkiye’de olduğum için TKP’li oldum, Ermenistan’da olsam, oradaki komünist partiye girerdim. Paylaşamayacak ne var bu dünyada? Dünya, üzerinde yaşayan tüm insanlara yeter de artar bile. İnsanlar arasında perdeler, din, dil, milliyet, tarikat vs. kaldır bunları ortadan, bak kalır mı, ne sen ne de ben; sadece insan kalır.”

“Ben hayattaki safımı iyi seçtiğime inanıyorum. Komünist oldum. Bu yaşa kadar hep insanların iyiliği için, düşmanlıkları gidermek için çalıştık. Halklarımızın bir daha benzer acılar yaşamaması için, aralarındaki gereksiz perdelerin kaldırılmasına uğraştık.”

Sarkis Çerkezyan, bu memlekette bir Ermeni olarak yaşamanın getirdiği güçlükleri sırtında İsa’nın çarmıhı misali taşırken, daha güzel bir dünya hayalini hep canlı tuttu. Mazlumdan, ezilenden, muhtaçtan yanaydı gönlü. II. Dünya Savaşı sırasında gayrimüslim erkeklerin kamplarda enterne edildiği “20 Kura Askerlik” uygulamasından da nasibini aldı, marangozhanesinin altındaki sarnıçta yıllarca Atılım dergisini de bastı. Kumkapı civarında örgütçülük de yaptı, 6-7 Eylül dehşetini de yaşadı. Hiç yılmadı. Türkiye solunun farklı kuşakları arasında bir tür köprü oldu, deneyimlerini yeni nesillere aktardı. Kapısına yaklaşmanın bile suç sayıldığı zamanlarda Sovyetler konsolosluğundan İngilizce Marx ve Lenin kitapları alıp gençlere dağıttı.

Bütün bunları, şan olsun diye değil, belki de her şeyden çok, barbarlık değil, insanlık kazansın, gelecek nesiller kendisi gibi kılıç artığı olmasın diye yaptı:

“Ben hayattaki safımı iyi seçtiğime inanıyorum. Komünist oldum. Bu yaşa kadar hep insanların iyiliği için, düşmanlıkları gidermek için çalıştık. Halklarımızın bir daha benzer acılar yaşamaması için, aralarındaki gereksiz perdelerin kaldırılmasına uğraştık. Emeklerimin boşa gitmediğini düşünüyorum. Halklarımızın çektiği acıların tekrarlanmaması, gelecek hiçbir neslin benzer yıkımlar, kıyımlar yaşamaması en büyük dileğim.”

Şiiri severdi. 1915’te genç yaşında vahşice katledilen Sivaslı şair Taniyel Varujan’ın güzelim şiirlerini ezbere bilir, o şiirlere tapardı Sarkis Çerkezyan. Onunla aynı cümlede anılmak, eminiz hoşuna gidecektir.

Büyük adam değildi, hiç olmadı, olmak da istemezdi. Küçük şeyler onu mutlu etmeye yeterdi. Bir hayata sığmayacak kadar bereketli bir yaşamı oldu. İnsandı. Yoldaşları, dostları, onu hiç unutmayacak.

Express, sayı 97, Ağustos 2009

PAKRAT ESTUKYAN

Yerevan’da okul çocukları

Ermenistan’ı görmek konusunda ne kadar istekli olduğunu biliyorduk. Arkadaşım Arto’yla kararlaştırdık, ustayı da götüreceğiz. Planı duyunca çocuklar gibi sevindi önce, sonra da tarihi teyit etmek istedi. “Yeğenim orada olursa, onun evinde kalmak isterim” dedi. Öğrenmişti, o tarihlerde yeğeni de Yerevan’da olacaktı. Kızkardeşinin oğlu, Prof. Armen Harutyunyan, Yerevan’daki Amerikan Üniversitesi’nde dekandı. O da heyecanla bekliyordu dayısının gelmesini.

Her şey yolunda gidiyordu. Birkaç arkadaşın imecesi ile uçak bileti, vize gibi külfetleri hallettik. Ermenistan’a varınca, biz Şirag oteline yerleştik, Sarkis amca da yeğeninin evine. Her yeri birlikte gezdik. Dekanın şoförü sabah getiriyor Sarkis ustayı, akşam da uğrayıp lobiden alıyor.

Varışımızın ertesi günü, otelin önünde buluşup tarihi yerleri ziyaret etmeye hazırlanıyoruz, ama Sarkis amca kayıp. Demin buralardaydı” diyorlar, ama kimse nereye gittiğini bilmiyor. Son anda otelin kapıcısı uyardı, “şu yöne gitti” diyerek. Gösterdiği istikamete doğru yürüyünce, bir ilkokul kapısının önünde bekler bulduk ustayı. “Ne bekliyorsun burada?” dememize kalmadan, çalan zil sesiyle, ilkokul çocukları, bağırışlarla, koşturarak sokağa çıktılar. Usta, yüzünde keyifli bir tebessümle son öğrenci okuldan çıkana kadar bekledi, ancak ondan sonra geldi otele. Yerevan’da kaldığımız günler boyunca, ustanın en büyük keyfi, okul çocuklarının okuldan çıkışını izlemek oldu.

TAKUHİ TOVMASYAN

Bizimkiler sana emanet

Sarkis Varbed, Sarkis Usta, Sarkis Amca, yoldaş, enternasyonalist, koca komünist, tehcir çocuğu… Dünya hepimize yeter diyebilen, “insan” Sarkis Çerkezyan… Bizim Varbed’in hayattan kazandığı zenginlikler bunlar. Ya onun bana kazandırdıkları? Bir anılar silsilesi ki, paha biçilmez.

Yedikule, İmrahor Caddesi, Genç Ağa Sokak, no: 18. Ğazaros dedemin, Takuhi yayamın evi. 1955, eylül. Dedem ölmüş, yayam, babam, anam, abim ve ben, o yaz Galatarya-Şenlikköyü’ne hava tebdiline gitmiştik. Keyfimiz yerinde, temiz hava, temiz gıda, konu komşu iyi insanlarla, eylülün sonuna kadar orada kalmaya niyetliydik… Yedikule’deki evimizin orta katını o yıl iyi bir aileye kiraya vermiştik, içimiz rahattı… Babam her sabah Çuhacı Han’daki mıhlayıcı dükkânına gidiyor, akşamları da eli kolu yiyeceklerle dolu eve geliyordu. Bir sabah yine işe gitmek için evden ayrıldı ama, az sonra eve geri geldi.

Haberler korkunçtu! İstanbul’da amansız olaylar vardı. İnsanlar korku içinde radyodan ajansları dinliyor, ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Gayrimüslimlerin evlerine ve işyerlerine giriyor, talan ediyor, yakıp yıkıyorlardı. Neden? Niçin? Bilen yok.

Belki de vardı…

İstanbul’da sağlam gayrimüslim evi ve dükkânı kalmadı diyorlardı. Peki ya bizim dededen kalma viranemiz ne durumdaydı?

İmrahor Caddesi cam kırıklarından geçilmiyordu… Rum ve Ermeni komşularımızın evlerinde sağlam bir çerçeve kalmamıştı. Bizim küçük, yaşlı ahşap evimizse olduğu gibi duruyordu.

Nasıl mı? Varbed’in sayesinde. Varbed, olayları duyar duymaz, evimizin kapısına bir bayrak asmış, kapının önüne de bir sandalye koyup oturmuş. İmrahor Caddesi’nden aşağıya doğru ellerinde sopalarla inen çapulculara, “burası Müslüman evidir, çekin gidin!” deyip evimizi yıkımdan kurtarmış. O olmasaydı, evimizi ne halde bulacaktık, kim bilir.

Varbed, Balıklı’da dedemin, yayamın, babamın mezarı seninkinin başucunda. Orada da bir karışıklık olursa, bizimkiler sana emanet. Korursun, değil mi?

ŞEREF YILDIZ

Çoğalarak gitti

İstanbul’da tanıştık, 1964’te. Türkiye İşçi Partisi (TİP) Eminönü ilçesinde. 45 yıl geçmiş. Paylaşılanlar kitap olur. Aynı sofrada oturduk, cepteki üç kuruşu paylaştık, aynı kavgada omuz omuza dövüştük. Babam 1919, Sarkis usta 1916 doğumlu. Yani babamdan üç yaş büyüktü. Ağavni annenin bizde emeği var. Ğazaros ve Ohanes kardeşlerim. Ustayla ilişkimize baba-oğul ilişkisi demek yanlış olmaz. Ancak yalnız bu değil. Biz yoldaştık. Bizim son nefese kadar süren ve sürecek olan beraberliğimizi anlamlandıran budur.

Sarkis Çerkezyan Ermeni, ben Kürt kökenliyiz. Ustanın aynı ideali paylaşan Türk, Arap, Arnavut, her milletten, yüzünü gördüğü, görmediği dostları vardı. Ve o, Ermeninin sıkıntısını nasıl hissettiyse, Türk, Kürt, Afrikalı, Asyalı yoksulun sıkıntısını öyle hissetti. Onun için önce insan olmak vardı. Dünya onun evi, her milletten insanlar kardeşiydi. Komünist inançlarına sonuna kadar bağlı yaşadı.

Sarkis ustanın acı haberini veren arkadaşlardan biri ustayı şöyle tanımladı: “İnsanoğlu yaşlandıkça bencilleşir, bencilleştikçe de yalnızlaşır. Sarkis usta son gününe kadar özgürlük, hak ve adalet için çaba gösteren herkesin yanında oldu. Yaşadığı sürece çoğalarak yola devam eden bir istisna kişi olarak tanıdım onu.”

Dünü bilmeyenlere, kendinden vermenin anlamını unutanlara Sarkis Çerkezyan’ı anlatmayı görev edinmek gerek. 94’ünde bile çoğalmayı bilmek, yani başarmak herkesin harcı mı?

ZAKARYA MİLDANOĞLU

Bir isim listesi, bir anıt

Dünyanın en zengin insanlarından biriyim. Çok dostum var. Bu dostları edinmemde ustamın, nam-ı diğer Sarkis Çerkezyan’ın felsefesi bana fener oldu. Ustam son yıllarda bana hep “kardeşim” dedi. Aramızda 35 yaş fark var. Yeniyetme olduğuma bakmadan ben de ona Sarkis diyeceğim.

Sarkis’in bana küçük ama değerli emanetleri var. Zamanı geldiğinde herkesle paylaşacağıma söz vermiştim. “Aman, bunlar da ne ki paylaşacaksın! Yeter ki borçlu çıkma” demişti. Sarkis’in para pulla hiç işi olmadı; emanetleri, bir kalemin sayfalardaki izleri ve sesi. Emanete ihanet olmaz derler, mezara götürecek halim yok. İlkini Agos’ta yerine getirebildim. Şiirlerinden dörtlükler yayınladık.

Sarkis’in avuç içi kadar bir telefon defteri vardı. Değil her sayfası, her noktası doluydu. Yeni bir isim kaydedilecekse, hemen bir satır aralığı keşfeder ve oraya sığdırırdı. Birinin telefonunu aradığında çabucak bulmasına şaşardım. Değişen telefon numaralarını karalamazdı. Üzerine basit bir çizgi çeker, geçerliliği kalmamış olsa da, o numaralara saygı duyardı.

Tarihini hatırlamıyorum. Bir akşam telefon defterinin arasından çıkardığı, dörde katlanmış iki küçük yaprak verdi. Elle, Ermenice yazılmış bir isim listesi, yanlarında da memleketleri yazıyor.

“Hepsini tamamlayamadım, devam edeceğim, bunlar sende kalsın, oku” dedi. Gözlerim bir radar misali hızla taradı. Ustanın deyimiyle “bombok” oldum. İsimler ruhumun allak bullak olmasına yetmişti. Darağacına götürülen ya da kurşuna dizilen Ermeni aydınlarının, devrimcilerinin adları ve memleketleri yazıyordu kâğıtta…

Ermeniler olarak, Ermenilerin tarihini okumamız, öğrenmemiz yasaktı. Ya satıraralarında rastlamış ya da Sarkislerden dinlemiştik bildiklerimizi.

İdam edilen Ermeni devrimcileri, kimseye haber verilmeden Topkapı surları dibine gömülürmüş. Dostları, yoldaşları onları unutmamış, öğrenmişler toprakla buluştukları yeri. Gün gelir, bir yolunu bulup kemiklerini tek tek Balıklı Ermeni Mezarlığı’na taşırlar. Oraya bir anıt yaparlar.

Sarkis’i çarşamba günü Balıklı’ya götürdük. Aile mezarlarını biliyorum. Gizliden sigara verdiğim annesi Arusyak, yani Venüs, eşi Ağavni mayrig, yani güvercin annemiz. Şimdi de Sarkis, benim kardeşim, orada yatıyorlar. Sarkis’i nerede toprağa verdik, biliyor musunuz? “Hişadagaran Hay Nahadagnerun 1895-1908” (Ermeni Şehitleri Anıtı 1895-1908) yazan yerin, benim elime tutuşturduğu listedeki Ermeni aydınlarının iki adım ilerisine.

^