460 bin öğretmen atama beklerken, kadro bulabilenler ceberrut müdürler altında çalışmak zorunda kalıyor, özel okullara girenler ise performans baskısı altında “müşterileri” tatmine çabalıyor. Peki alternatif, ilerici bir okulda öğretmen olmak nasıl bir şey? Renkli Orman’ın iki eğitimci emekçisine, Nazlı Aykan ve Uğur Ergenç’e bağlanıyoruz.
Okul meclisi nasıl işliyor? Popüler oyun karakterlerinin oyuncaklarının okula getirilmemesine dair bir meclis kararı alınmış. Çocuklar neden bu kararı aldı, uyguluyorlar mı?
Nazlı Aykan: Çocuklar bir filmi daha izlemeden o filmdeki bir karakterin tüm özelliklerini biliyor. “Bu oyuncağı neden aldın” diye sorunca, “arkadaşlarımda olduğu için” diye cevap veriyor. Mesele tüketim alışkanlıkları. Çocuklar mecliste aldıkları kararları uyguluyorlar. Mesela oyuncakların çantaya sığacak büyüklükte olması konusunda da karar da aldılar. Oğlumun çok büyük bir köpeği var. Bütün gece köpeği çantaya sığdırmak için uğraştı, olmayınca da vazgeçti. Onlar da bizim gibi, kendilerine dayatılan şeyleri kabullenmekte zorlanıyor. Yeri geldiğinde verdikleri bir karardan vazgeçip daha kapsayıcı bir karara geçebiliyorlar. Uzun yıllar özel okullarda İngilizce öğretmenliği yaptım. Başka BBOM kültürünün içinde gelişen üçüncü sınıftaki çocuklarda farkı rahatlıkla görüyorsunuz.
Okullar bir yaşam alanı olarak tasarlanmamış. Bilgi sadece sınav kâğıdında kalıyor. Öğretmenin de sınavı bilgiyi aktardıktan hemen sonra yapması lâzım. Aksi takdirde çocuk cevaplayamıyor.
Yolunuz Renkli Orman’a nasıl düştü?
Aykan: İngilizce öğretmenliğine paralel çocuk yogası eğitimleri de aldım. Özel okul sistemi korkutucu. Çalıştığım okullar kötü değildi. Ama ödev sistemini, çocukların omuzlarındaki yükü görünce, biraz da yoganın düşündürdükleriyle, çocuğun gerçek ihtiyaçlarını karşılamadığımızı gördüm. Kimi okullarda 9-10 saat ders yapılıyor. Altı yaşındaki çocuklardan bahsediyoruz. Kimi okullarda, daha çok ders yapmak için, örneğin “akıllı bilim dersi” koymak için teneffüsleri 7-8 dakikaya indiriyorlar. Çocukların bilgiyi sindirecek vakitleri olmuyor. Bir de üzerine evde en az iki-üç saat ödev yapıyorlar. Müfredat da o kadar sıkıştırıyor ki, sindirme imkânları yok. Mesela İngilizce geniş zaman ve şimdiki zaman fiil çekimlerini küçük yaştan itibaren öğrenmeye başlasalar da araya yaz girince akıllarında tek bir kırıntı bile kalmıyor. Çünkü yaşamın içinde kullanma, uygulama yok. Okullar bir yaşam alanı olarak tasarlanmamış. Bilgi sadece sınav kâğıdında kalıyor. Öğretmenin de sınavı bilgiyi aktardıktan hemen sonra yapması lâzım. Aksi takdirde çocuk cevaplayamıyor. Çocuklar ne fiziksel ne de ruhsal açıdan besleniyor. Üç yıl önce, oğlum okul çağına geldiğinde Renkli Orman’ı bulduk. Önce gönüllü oldum.
Uğur Ergenç: Eğitim sisteminin rastgele atadığı öğretmenlerden biriyim. Dershanedeki rehberlik hocam “puanın şu bölümlere yetiyor, hangisini istersin?” diye sordu. Böylece öğretmenliği seçtim. Öğretmenliğe Bodrum’da daha sonradan kapanan BBOM okulu Mutlu Keçi’de başladım. İzmir’de yüksek lisans yaptıktan sonra burada devam ettim. Daha üniversite öğrencisiyken özel okulda çalışmamaya, devlet okulundaki müdürlere de katlanmamaya karar vermiştim. O yüzden Renkli Orman benim için ideal bir seçimdi. Dört yıldır buradayım.
Dünyadaki çeşitli alternatif eğitim ekollerinden derlenmiş bir modeliniz var. Sizin bu modele yaklaşımınız nasıl?
Ergenç: İşin başında kuramsal bilginin ne kadar önemli olduğunun farkındaydım. Buranın farkı şu: Kâr amacı gütmediğimiz, gerçekten çıkar gözetmeyen bir iş yaptığımız için mesela Reggio Emilia eğitim yaklaşımıyla ebeveynlerin gözünü boyamak için ilgilenmiyoruz. Waldorf modelinin bizim topluluğa gerçekten hitabeden bir yönü varsa, o kısmıyla ilgileniyoruz. Özgün bir şekilde ilerlemeye çalışıyoruz. Paket olarak bir modeli alırsan parçası olduğun topluluğa uymuyor, revize etmen, uyarlaman, belki de eksiltmen gerekiyor.
Aykan: Asıl soru topluluğumuzun ihtiyacı ne? BBOM’un kendi modeli var. Bu ülkede yaşayan, bu kültürde varolan çocuklar, bizim eğitim sisteminde yaşadığımız travmalar, hepsi biraraya gelince ihtiyaçlarımızı tanımlıyor. Asıl merkez çocuk; tatmin edilmesi gereken ebeveyn ya da veli değil. Özel okulların sorunu bu. “Yeteri kadar ödev vermediniz” diye şikâyet eden ebeveynler gördüm. Çoğu zaman çocuğun ödeve ihtiyacı olup olmadığını bile sormuyorlar.
Ergenç: Özel okullar hizmet satın alma ve tatmin üzerine kurulu. Ebeveynlerden çocuk algısıyla ilgili farkındalık, çocuk katılımı ve hakları üzerine fikir sahibi olmasını bekleyemiyorsunuz. Nasıl bir dişçiye beni nasıl tedavi etmesini söylemiyorsam bir dişçi de gelip bana “hocam şöyle öğretseniz daha iyi olur” dememeli. Liyakat önemli, buradaki branşlaşmanın kıymeti de burada yatıyor. Öte yandan, ürün pazarlayan özel okul mantığının doğal sonucu hizmet alan velinin işlere karışmasıdır.
Veliler de atölyeler yapıyor. Çocuklarla tohum atölyesi yaptım, biber yetiştirdik. Konuları uzmanına bırakmaya özen gösteriyoruz. Veliler çok çeşitli alanlarda destek sunuyor, bahçe için emek veriyor, salıncak yapıyor, klimaları tamir ediyor…
Aykan: Orada velilerin genel sloganı “bunca para verdik”. Oğlum Can’ı kayıt için bu okula getirdiğimde tam da görmek istediğim manzarayla karşılaştım: Eşyalar ikinci el, parlak oyuncaklar yok. Özel anaokullarının içinde oyuncaklardan yürüyecek yer kalmıyor. Her yer rengârenk objelerle dolu. Ben bile katlanamıyorum, çocuk nasıl katlansın? Yoga derslerinden daralmış halde çıkıyordum. Burada az eşya var. Çünkü önemli olan görüntü değil, içerik. Ama daha da önemlisi ben kooperatifin ortağıyım. Burası benim okulum. Eksikleri düzeltmekle ben mesulüm. Aidiyet duygusu çok önemli. Aynı hissi çocuklara da veriyoruz. “Burası sizin okulunuz, nasıl daha iyi olabilir, düşünün” diyoruz.
Renkli Orman’da veli-okul ilişkisi nasıl?
Ergenç: Buradaki ebeveynler “hocam bu kadar çabalıyorsun, benim de şöyle bir gözlemim var, ben ne yapabilirim” diye kendini ifade ediyor. Okulun özerkliği çok önemli. Velilere “eğitim içeriğini bize bırakın, kooperatif olarak okulun diğer ihtiyaçlarıyla ilgilenin, hâkim olduğunuz alanlarda bize ve çocuklara katkı verin” diyoruz. Mesela dişçiysen gel çocuklara ağız, diş kontrolü yap ya da uzun vadeli bir proje yapalım, bana eğitim ver. Kooperatifimiz aslında çok geniş bir ağ. Ortaklar ya da onların tanıdıklarından bize katkı sağlayan birçok kişi var.
Aykan: Veliler de atölyeler yapıyor. Mesela çocuklarla tohum atölyesi yaptım. Biber yetiştirdik. Konuları uzmanına bırakmaya özen gösteriyoruz. Veliler çok çeşitli alanlarda destek sunuyor, bahçe için emek veriyor, salıncak yapıyor, klimaları tamir ediyor…
Ergenç: Burayı çocuğuyla, velisiyle, eğitimcisiyle, dışarıdan takip edeniyle bir öğrenme topluluğu olarak adlandırıyoruz. Kırmızı çizgimiz yok. Yarın bir gün yeni bir ihtiyacı karşılayacak bir yöne dönebiliriz. Öğrenmenin doğası zaten böyle olmalı, “ben tamamım, oldum” diye bir sınır söz konusu değil. Öğrendiklerimizi dışarıdaki insanlara ücretsiz nasıl aktarabiliriz, bunun yöntemlerini buluyoruz. Dün mesela çocuk katılımı ve meclis pratiği üzerine bir panel yaptık.
Aykan: Her yıl yeni bir şey öğreniyoruz, bazen üç yıl önce yaptıklarımızı beğenmiyoruz, ama doğada öğrenmek, demokratik yaklaşım, meclis ve çember uygulaması hakkında bilge sahibiz. Bu bilgilerimizi ücretsiz eğitimlerle kamu okulundaki öğretmenlere aktarıyoruz. Bu yıl çocuk katılımı konusunda çalışıyoruz. Köyde bahçe var, ama alışkanlık olmadığı için matematik dersini dışarıda yapmak öğretmenlerin aklına gelmiyor.
Siz doğada ders yapıyor musunuz?
Ergenç: Evet. Çocuklar için doğada olmanın normalleşmesi lâzım. Bir yandan üzülüyorum, bir yandan da hoşuma gidiyor. “Çocuklarla doğada mısınız?” diye gözlerini açarak soruyor insanlar. Halbuki bu hepimiz için doğal bir eylem. Ormanı öğrenme ortamı olarak tasarlayabilirsiniz.
Kamu okullarına aktardığınız deneyimlerin işe yaradığını gözlemliyor musunuz?
Aykan: Almanya’dan bir orman okulunun eğitimlerine beraber katılmıştık. Orada yer alan öğretmenler çocuklarla daha çok ormana gidiyor. Birkaç öğretmenin anlayışındaki değişiklik yıllar içinde yüzlerce çocuğa yansıyacaktır.
Ergenç: Kemalpaşa-Sarılar köyünün ilkokulunda çocuk katılımı üzerine atölyeler yaptık. Ayrıca, orman eğitimleri vermeye devam ediyoruz. Meseleye en temel noktadan, “çocuk algısından” başlıyoruz. Katılım ve koruma arasındaki ilişkiyi anlatıyoruz. Çocuk hakları sözleşmesinin temel ilkelerini etraflıca paylaşıyoruz. Bilgi Üniversitesi’nden akademisyenlerden –ki aynı zamanda BBOM’da da aktifler– öğrendiklerimizi paylaşıyoruz. Oyun yoluyla katılımı sağlamanın yöntemleri var. Mesela genel bir cümle söylüyorsun; sırayla doğru mu yanlış mı olduğunu soruyorsun, evet ya da hayır cevabı istiyorsun. Kararsızlar cevap vermiyor. Bunun üzerine öğretmenler meseleyi tartışmaya başlıyor.
Asıl merkez çocuk; tatmin edilmesi gereken ebeveyn ya da veli değil. Özel okulların sorunu bu. “Yeteri kadar ödev vermediniz” diye şikâyet eden ebeveynler gördüm. Çoğu zaman çocuğun ödeve ihtiyacı olup olmadığını bile sormuyorlar.
Çocuklar demokrasi kadar güvende hissetmek, yol yordam öğrenmek için otorite figürlerine de ihtiyaç duymuyor mu? Baskıcı değil, olgunlaştıkça aşacağı bir otoriteye…
Aykan: O figüre organizatör diyebiliriz. Onsuz olmuyor. Ancak, onun sorumluluğunu da çocuklarla paylaşabiliyorsun. Hele üçüncü sınıfta artık her şeyi kendileri örgütleyebiliyorlar. Elbette “burada otorite benim” demene gerek kalmadan, küçük bir ses tonu değişikliği ya da jestle kendini hatırlatabiliyorsun. O yüzden, kural değil anlaşma lafını kullanıyoruz. Sınıfta çatışma da çıkıyor. Çatışma iyi bir şey. Birçok okulda çatışmaya izin verilmiyor, sadece özür mekanizması işletiliyor. Halbuki demokratik ortamı yaratan bir unsurdur çatışma.
Epey “duygusal emek” yoğun çalıştığınızı söyleyebilir miyiz?
Ergenç: İki temel kavram var. Biri, çatışmanın ardından çözüm için kullanılan şiddetsiz iletişim dili. Bunun başlangıç eğitimlerini alıyoruz. Yıl boyunca süren programlara katılan arkadaşlarımız da var. Kooperatifteki yetişkinler de bu eğitimlerden faydalanıyor. Genelde okullarda çatışma çözümü maalesef şöyle gerçekleşiyor: İki kişi çatışma yaşıyor; öğretmen gidip ayırıyor. Burada kimin becerisi gelişiyor? Sadece yetişkinin. Oysa çocuğun çözüm üretme becerisini geliştirmek lâzım. İkincisi, katılım meselesinde sadece iki seçenek var gibi görülüyor. Birincisi, belli biri, çoğu zaman otorite figürü kuralı koyar, diğerleri de uygular. İkincisi de genel olarak kabul gördüğü haliyle “çoğulculuk” diye adlandırılabilir. Demokrasi de genelde hep böyle ifade edilir.
Oysa bir üçüncü seçenek daha var: “İçeride karar alma.” Bir topluluk birbirini gözeterek karar alabilir. Elbette her zaman dört dörtlük gözetemeyebilirsin. Çok temel bir soruya cevap vermek gerekiyor: “Ben bu kararla yaşayamam mı” diyorsun yoksa, “bir denemeye açığım” mı? Spor alanında mesela, paten yapan ve kaykaya binen çocuklar sıkıntı yaşıyor, patenliler kaykaycılardan çekiniyordu. Çocuklar önce alanı ikiye bölmeye karar verdi. Bu sefer, güneşli tarafta kalan patenliler sıcaktan rahatsız oldu. Aralarından biri “ben bu kararla yaşayamam” dedi. Bunun üzerine, alanı diğer açıdan ikiye böldüler. Kimse de “bir miktar güneşte kalmak istemiyorum” demedi. Bir sene sonra bu anlaşma biraz dağılır gibi oldu. Çünkü sayı artmıştı, alanın kendisi yeterli değildi artık. Yeni bir alana ihtiyaçları olduğunu fark ettiler. Bu pratikleri arttırdığınız, onlara alan açtığınız oranda o öğrenme topluluğu güçleniyor.
Aykan: Normalde 10 kişi içinde sadece bir kişi bir karara hayır demişse, o garibim hiç istemediği bir şeye katlanmak zorunda kalabilir. Mesela sınıf çemberlerimizin birinde düzenli yoga yapmaya karar veriyorlar, ama bir çocuk çok gönülsüz, hatta belki de yogadan nefret ediyor. Bu nasıl demokratik bir ortam olabilir? Ona mesela kenarda durup izlemek ya da kitap okumak iyi geliyor.
Ergenç: Temel mesele zaman ve öncelikler. Öğretmenlerin kazanım addettikleri hep matematik, Türkçe ya da hayat bilgisi oluyor. Hayat bilgisinin derste öğrenilmesi başlı başına bir sorun zaten. Bu kazanımlar için bir zamana ihtiyaç var. Birbirini gözeterek karar almak için zamana ve belli bir sakinliğe ihtiyaç duyuluyor.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın müfredatı bir baskı yaratıyor mu?
Ergenç: MEB geç de olsa son hazırladığı programla bir nebze günceli yakaladı. Kısaca şöyle dedi: “Matematik, Türkçe vs. kazanımlar listesi bunlardan oluşuyor, bunları nasıl vereceğini sana bırakıyoruz.” Çocuğu oturtup kendi dünyasıyla ilgili olmayan bir konuda saatlerce okuma da yaptırabilirim, kendilerini anlatan bir hikâye yazdırabilir ya da bir yemek tarifi isteyebilirim. Aslında, teknik tabiriyle bu bir “ödev”. Ama, çocuk kendi istediği bir konuda sorumluluk almayı öğreniyor. Şimdi sadece matematik ve geometri gibi konularda kazanımları tarif ediyorlar. Eskiden kazanımı nasıl vereceğini de bakanlık söylüyordu.
Burayı çocuğuyla, velisiyle, eğitimcisiyle, dışarıdan takip edeniyle bir öğrenme topluluğu olarak adlandırıyoruz. Kırmızı çizgimiz yok. Yarın bir gün yeni bir ihtiyacı karşılayacak bir yöne dönebiliriz. Dün mesela çocuk katılımı ve meclis pratiği üzerine bir panel yaptık.
Aykan: İsteyerek öğrenme çok hızlı gerçekleşiyor. İstedikleri projelerin içine yedirerek müfredatın çoğunu tamamladım. Üçüncü sınıflarla “iklim değişikliği” başlığında İngilizce öğrendik. Kıyafet takası, ikinci el kullanım, geri dönüşüm, kompost üzerinden çalıştık. Yeri geldiğinde konuyu hesaba kitaba da döktük. Araba üzerine çalışanlar karbon emisyonları üzerine de hesap yaptı. Hayat bilgisi tam da böyle bir şey. Arabalar hakkında konuşuyorsun ama, kaputun içini hiç açtın mı? Topla bakalım komposta konulmaması gereken portakalları geri.
Ergenç: Ortamı değiştirdiğinizde, hayat bilgisi müfredatının yüzde 60-70’ini çocuk kendisi öğreniyor. Müfredatta mesela mevsimlerin değişimiyle ilgili bir bölüm var. Ormana giden bir çocuk bunu zaten birçok yanıyla kavrıyor.
Aykan: İngilizcede mevsim isimleri, onlara göre besinler gibi konularda da çalışıyoruz. Sınıf öğretmeni “siz benim hayat bilgisi kazanımımı tamlamışsınız” diyor. Birbirimizi destekleyerek bilgileri pekiştiriyor ve oturtuyoruz. Özel okullardaki çocuklar ise çok yoğun bir eğitime tabi tutuldukları için zihinleri kapanıyor. Çünkü sindirmek için biraz durmak gerekiyor. Ceza ve ödül arasında çocuk kayboluyor. Büyük bir kaygı yaşıyorlar. Ondan sonra gelsin psikologlar, ilaçlar… Küçük yaş gruplarının oynamaya vakti olmadığı için fiziksel açıdan güçlenmiyor, el becerilerini geliştiremiyorlar.
Geçen söyleşimizde Renkli Orman’daki öğretmen maaşlarının henüz kamu düzeyine çıkmadığını, ama yaklaştığını öğrenmiştik. Bir emekçi olarak hayat şartlarınız nasıl?
Ergenç: İlk başladığımda ne kadar maaş alabileceğimi biliyordum. Ama yıllar geçtikçe şunu görüyorsunuz: İmkânları artırmak için elinden geleni yapan bir toplulukla çalışıyorsunuz. Bir öğretmenin refah seviyesinin makul olması, sosyalleşebilmesi, kendine bakabilmesi ve güvence sahibi olması gerektiğini biliyorlar. Kademe kademe ilerliyor, sözler verip o sözleri yerine getiriyorlar.
Aykan: Başlangıca göre maaşımız çok arttı. Elbette biz de fedakârlık yapıyoruz. Aslında mesleğimizle tüm günümüzü geçiriyoruz. Bu okulda mesleğimiz hayatımızla birleşiyor. İkisi arasında hazza dayalı bir ilişki doğuyor. Zaten öbür türlü mesleğini icra etmek istemiyorsun. Ben ve birçok arkadaşım bu yüzden mesleği bırakmıştık. Sloganımız “mutlu öğretmen, mutlu çocuk”.
BBOM İzmir Eğitim Kooperatifi ve Renkli Orman Okulu hem kooperatifçilik yapıyor hem de alternatif eğitim çalışmalarını sürdürüyor. Bu ortamda kooperatifçilikle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Aykan: Mülk değil, ama ortak anlamında kooperatif e dahil olmak çok iyi geliyor. Sadece bir çalışan değilim. Bu kooperatifi dişimizle, tırnağımızla bu konuma getirdik. Ortağı olmaktan gururluyum. Bir topluluğun parçası haline gelmek çok iyi geliyor. Bunca kişinin ve ailenin birarada çalışması çok önemli. Süreç elbette hiç de kolay geçmedi. Hâlâ kıyasıya tartışıyoruz. Şimdi gıda topluluğumuz da var. Ekoloji, nasıl beslendiğimiz, besin zincirinin yapısını anlamak, alternatif eğitim, bunların hepsi topluluğumuzun çeşitli yönleri.
Ergenç: Bir diyetisyenimiz vardı. Çocukların sağlıklı beslenmesi için örgütlenmiştik. “Bunu niye ailelere, diğer kooperatif ortaklarına yaymayalım” dedik. Kooperatif desteği sayesinde bir başka ortaklığımız da yavaş yavaş gelişmekte olan orman eğitimleri. Bir orman çantamız var. Ormanda alet kullanmayı öğreniyoruz. Çocuklar doğadan esinlenip, çeşitli şeyler toplayıp belli kriterlere göre üretim yapıyorlar. Bir de hikâyeleştirerek anlattığında çok iyi sonuç veriyor. Salihli’deki bir eğitimimizde rüzgâr enerjisinden esinlenerek solucanlara bir yeraltı yuvası yaptılar. Çalışma ortamımız da çok iyi. Bu sene öğretmenler her hafta istedikleri bir yarım günü kendilerine ayırabiliyor.