ŞİLİ’DE ANAYASA REFERANDUMUNA DOĞRU

Zelal Pelin Doğan
7 Ekim 2020
SATIRBAŞLARI

12 Eylül darbesinden tam kırk yıl sonra Türkiye, Anayasa Mahkemesi’nin lağvedilerek “cumhur sistemi”ne uygun hale getirilmesini, baroların, Türk Tabipleri Odası başta olmak üzere meslek odalarının etkisizleştirilmesini tartışıyor. Yine bir eylül ayında, 1973’ün 11 Eylül’ünde yapılan ve dünyada neoliberal dönemi zor yoluyla açan Şili darbesi ise tarihe gömülmek üzere. 25 Ekim’de Şili, yeni anayasayı ve kurucu organı belirlemek üzere referanduma gidiyor. Allende’nin sosyalist iktidarından Pinochet diktatörlüğüne, 1988 referandumundan Las Tesis’e, Şili’ye yakın plan…
Şili’de “Yeni Anayasa” yazılı bir duvar yazısının önünde protestocular (2019)

 

25 Ekim 2020’de Şilililer, Augusto Pinochet diktatörlüğü sırasında kabul edilen ve halen yürürlükte olan 1980 Anayasası’nın yerini alacak yeni bir anayasa isteyip istemediklerine ve anayasa kurucu organın kimlerden oluşacağına bir referandumla karar verecekler. Activa şirketinin eylül ayının ilk yarısında yaptığı son ankete göre, Şili nüfusunun yüzde 60,1’inin, yani yaklaşık 9 milyon seçmenin anayasa referandumunda oy kullanacağı tahmin ediliyor. Anket, halkın yüzde 88,7’sinin yeni bir anayasa yapılmasına kabul, yüzde 10,6’sının ret oyu vereceğini gösteriyor.

Eylül hem Türkiye hem Şili açısından tarihi günlere tanıklık etmiş bir ay. 12 Eylül 1980 darbesi nasıl Türkiye için bir dönüm noktası olduysa, 11 Eylül 1973 darbesi de Şili için benzer bir tarihti. Birçok ortak noktaya sahip olan bu iki ülkenin darbe deneyimi, arkalarında, halen yürürlükte olan anayasaları bıraktı. Türkiye’de hâlâ darbelerle gerçek anlamda bir yüzleşme olmadıysa da Şili, diğer Latin Amerika ülkeleri gibi geçmişle yüzleşme konusunda önemli adımlar attı. Şimdi ise diktatörlük anayasasına meydan okuyor.

Türkiye’de hâlâ darbelerle gerçek anlamda bir yüzleşme olmadıysa da Şili, diğer Latin Amerika ülkeleri gibi geçmişle yüzleşme konusunda önemli adımlar attı. Şimdi ise diktatörlük anayasasına meydan okuyor.

Uruguaylı yazar Eduardo Galeano, 1988 ortalarında Santiago’da Şili Yaratıyor günlerinin açılış konuşmasında o efsanevi konuşmasına başlarken şöyle diyordu:

“Farklı ülkelerden geldik ve buradayız, Pablo Neruda’nın koca gölgesinin altında bir arada: Hayır diyen Şili halkına eşlik etmek için buradayız.
Biz de hayır diyoruz.”[1]

No (Pablo Larraín, 2012) filminden de bildiğimiz tarihi 1988 referandumunda Şilililer, demokrasiye değil, Galeano’nun dediği gibi paranın ve ölümün övülmesine, yalana, korkuya, güzelliğin ve adaletin birbirinden koparılmasına hayır diyordu. Hayır derken de evet diyorlardı. Diktatörlüklere, demokrasi kılığına girmiş diktatörlüklere hayır derken gerçek bir demokrasi için mücadeleye evet diyorlardı.

Peki önümüzdeki aylarda yapılacak olan bir başka tarihi referandumda Şili hâlâ hayır diyor olacak mı? Allende hükümeti ve Pinochet diktatörlüğünden bugüne Şili’nin elli yıllık serüveni bize ne anlatıyor? Şilililer ve Latin Amerika halkları yeni anayasa referandumu için ne diyor?

Allende’nin adaylığını destekleme yürüyüşü (1964). Fotoğraf: Wikimedia Commons aracılığıyla James N. Wallace

Allende hükümeti ve Pinochet diktatörlüğü

Şili Sosyalist Partisi’nin kurucularından Dr. Salvador Allende Gossens (1908-1973), 1937’den itibaren parlamentoda yer almış ve birçok kez başkanlığa adaylığını koymuştu. 4 Eylül 1970’te ise Sosyalist Parti ve Komünist Parti’den oluşan Unidad Popular (Halkın Birliği) koalisyonunun adayı olan Allende, yüzde 36,6 oy aldı ve parlamentoda oyların büyük çoğunu toplayarak 3 Kasım’da başkan seçildi.[2] Allende’nin sosyalist hükümet programı sağlık, eğitim, emeklilik, çocuklar, yolsuzluk ve ulusal kaynakların kamulaştırılması konusunda çeşitli planlar içeriyordu.

Şili, Frente del Pueblo (Halk Cephesi) bayrağı altında gruplaşıldıktan sonra, solun başkanlık seçimi ile hükümete geldiği Latin Amerika’daki tek ve Fransa ile İspanya’dan sonra dünyadaki üçüncü ülkeydi.[3] Özellikle 1959’daki Küba Devrimi’nden sonra Allende’nin sosyalist bir programla halk tarafından seçilmesi Latin Amerika ve dünya halkları açısından büyük bir sempati uyandırdı. Fakat bunun yanında derin bir siyasi kutuplaşma ve büyük bir ekonomik kriz de patlak verdi. Allende, Şili Silahlı Kuvvetleri’nin başkomutanlığına getirilen General Augusto Pinochet’in CIA ve Amerika Birleşik Devletleri’nin de desteğiyle[4] 11 Eylül 1973 tarihinde yaptığı askeri darbeye kadar hükümette kaldı.

Temelleri Şili’nin bir liman kenti olan Pasifik kıyılarındaki Valparaíso şehrinde atılan darbe planı, 11 Eylül 1973’te uygulamaya konuldu ve sabahın erken saatlerinde Maden ve Tarım radyo istasyonunda askeri darbe ilan edildi. 11 Eylül sabahı darbe planından haberdar olan Allende, 23 arkadaşıyla birlikte hükümet sarayı Palacio de La Moneda’ya geçti. Pinochet’in teslimiyet teklifini reddetmesinden sonra Allende’nin bulunduğu La Moneda’nın çevresi tanklarla sarılmaya başlandı. Etraftaki binalara yerleştirilmiş keskin nişancılar onları püskürtmeye çalışmış ve bu durum da çatışmaya yol açmıştı.[5]

1988 referandumu hem diktatörlüğe karşı kesin bir reddi simgeliyor hem de 2020 referandumunda halk oylamasına sunulacak olan yeni anayasa talebindeki ısrarı önceliyordu.

Öğlene doğru Allende, radyo Magallanes’ten Şili halkına son kez seslendi:

“Yurdumun işçileri: Şili’ye ve onun kaderine inanıyorum. Başka insanlar, ihanetin hâkim olmaya çalıştığı bu karanlık ve acı ânın üstesinden gelecektir. Özgür insanların daha iyi bir toplum inşa etmek için yürüyecekleri büyük caddelerin er ya da geç yeniden açılacağını bilerek ilerleyin.

Yaşasın Şili! Yaşasın Şili halkı! Yaşasın işçiler!

Bunlar son sözlerim ve kendimi feda ediyor oluşumun boşuna olmayacağına eminim. En azından, suçu, korkaklığı ve vatana ihaneti cezalandıracak ahlâki bir ders olacağına eminim.”[6]

Allende’nin La Moneda’da öldürüldüğüne veya intihar ettiğine dair türlü spekülasyonlar, davalar, raporlar bulunsa da, üç yıllık Allende hükümeti askeri bir darbeyle düşürülmüş oldu. Augusto Pinochet liderliğindeki askeri hükümet, darbenin ardından Şili’de 1990’a kadar iktidarını sürdürdü. 17 yıl boyunca toplumun muhalif kesimlerine, basına ve demokratik kurumlara karşı çok sayıda insan hakları ihlalleri gerçekleştirildi. Birçok kişi başka ülkelere sığındı; yine birçoğu öldürüldü, zorla kaybedildi, işkence gördü. Şili halkıyla birlikte Pablo Neruda, Violeta Parra, Victor Jara gibi Latin Amerika kültür mirasını temsil eden önemli sanatçılar, edebiyatçılar da bu diktatörlük rejiminin kurbanı oldular. Askeri darbeden sonra, zorla kaybetme, suikast, hapis ve sürgün yoluyla, diktatörlüğün güvenlik birimleri, neredeyse tüm muhalif siyasi yapıları, sol grup ve örgütleri ortadan kaldırdı. Fakat 1988 referandumu hem diktatörlüğe karşı kesin bir reddi simgeliyor hem de 2020 referandumunda halk oylamasına sunulacak olan yeni anayasa talebindeki ısrarı önceliyordu.

Pinochet yönetimindeki darbeci ordunun kuşattığı Başkanlık Sarayı bombalanırken (11 Eylül 1973)

Diktatörlük anayasası ve 1988 feferandumu

Darbenin ardından demokrasiye geçişin meşru temellerini atmak için 1925 Anayasası’nın yerini alacak yeni bir anayasa yapılması teklifi gündeme geldi. Hukukçu Enrique Ortuzar’ın başkanlık ettiği Ortuzar Komisyonu’na bir anayasa taslağı hazırlama görevi verildi. 1978’de Pinochet, taslağın yeni anayasayı yazacak olan makamlara teslim edilmesini emretti ve hazırlanan anayasa metnini halk nezdinde meşrulaştırmak için 11 Eylül 1980’de bir referandum yapılması çağrısında bulundu. Çok sayıda usûlsüzlüğün gözlemlendiği halk oylaması sonucu, diktatörlük anayasası yüzde 67 oranında evet oyu aldı.[7] 1980 Anayasası, parlamentonun yetkilerinin azaltılması, Anayasa Mahkemesi’nin oluşturulması, seçim sisteminin değiştirilmesi, başkanın görev süresi gibi birçok değişikliği içeriyordu. 1980 Anayasası’nın demokrasiye geçiş dönemi için öngördüğü sisteme göre sekiz yıl boyunca Pinochet başkan olarak hüküm sürecek ve bu dönem sona erdiğinde cunta, sekiz yıllık yeni bir dönem için tekrar halk oylamasına gidecekti. Eğer cunta seçilirse tekrar sekiz yıllık bir süre için iktidar olacak, seçilmezse bir yıl içinde hükümetteki yerini boşaltacaktı.[8]

Cunta yönetiminin baskısı, yasal reformlarla özgürlüklerin kısıtlanması, neoliberal ekonomi politikalarının eşitsizliği ve güvencesizliği derinleştirmesi Şili’deki 1988 demokrasi kalkışmasını tetikledi. Referandumun o meşhur kampanya filmi ise başka bir Şili’nin mümkün olduğunu gösteriyordu.

Nihayet, 1980 Anayasası’nın öngördüğü biçimde, anayasanın kabulünden sonra sekiz yıllık başkanlık süresinin bitiminde yapılacak referandumda Pinochet tekrar aday gösterildi. Fakat bu referandum, Pinochet’in yıllar süren diktatörlüğüne karşı demokratik yollarla gerçekleştirilen bir demokrasi kalkışmasına dönüştü. Şüphesiz ki 1988 referandumunun bu şekilde sonlanmasında hem kampanya araçlarını yaratıcı bir biçimde kullanan muhalefetin hem de 1980’lerin başında yeniden örgütlenen sol partilerin büyük etkisi vardı. Bununla birlikte cunta yönetiminin baskısı, yasal reformlarla özgürlüklerin kısıtlanması, neoliberal ekonomi politikalarının eşitsizliği ve güvencesizliği derinleştirmesi Şili’deki bu demokrasi kalkışmasını tetikledi. 1988 referandumunun o meşhur kampanya filmi ise başka bir Şili’nin mümkün olduğunu gösteriyordu.

Şili’deki hükümet, siyasi partiler, politik gruplar ve halk 1988 referandum kampanyasında iki kutba ayrıldı. Akıllarda kalan şarkısı ve dönem dönem viral olan klibi ile Hayır kampanyası, psikolog, yayıncı ve siyaset bilimcilerin tavsiyelerini alarak Eugenio Garcia tarafından yönetildi. Raúl Menjíbar tarafından tasarlanan kampanya logosu, muhalefetin siyasi yelpazesi içinde yer alan herkesin birliğini sembolize etmeye çalışan bir gökkuşağıydı.

Şili halkı, 5 Ekim 1988’de tarihi oylamayı yaptı. Sabaha karşı 2’de son rakamlar açıklandı: Evet yüzde 43, Hayır ise yüzde 54,7 oy aldı. Yüzde 97,53 katılım oranıyla Şili Pinochet’e Hayır dedi. 6 Ekim Perşembe sabahı, binlerce Şilili kendi şehirlerinde Hayır’ın zaferini kutlamak için sokaklara çıktı. O gece Pinochet, askeri üniformasıyla çıktığı ulusal televizyon kanalında Hayır’ın zaferini tanıdığı ve 1980 Anayasası’nda belirtilen sürecin devam edeceği mesajını verdi.

2020 anayasa referandumuna giderken

Bugünse Şili bir başka tarihi referanduma hazırlanıyor. Aslına bakılırsa bu referandum sürecini uzun yıllardır Şili’de ve Latin Amerika’da giderek büyüyen ekonomik kriz, eşitsizlik, neoliberal politikalar, emeklilik ve sağlık reformlarının tetiklediği söylenebilir. Gerçekten de Şili bugün Latin Amerika’daki en pahalı ülkelerden biri ve gelir eşitsizliği, yerli halklara, özellikle Mapuchelere karşı ayrımcılık had safhada. 2019’un sonlarına doğru milyonlarca Şilili sokağa çıkmış, başta sağlık hizmeti ve emeklilik gibi temel hizmetleri sağlayamayan ekonomik sisteme karşı günler süren eylemlerde mevcut anayasaya yönelik artan şikâyetlerini de dile getirmişlerdi. Hatta öyle ki bu olaylar mevcut Başkan Sebastián Piñera’nın olağanüstü hal ilan etmesine kadar varmıştı.

Sokaktan gelen baskıyla karşı karşıya kalan Piñera, özellikle sağlık ve eğitim gibi büyük ölçüde özelleştirilmiş sektörlerde seçmeninin ekonomik çıkarlarını etkileyebilecek nihai bir anayasa değişikliğini oylamaya açmak zorunda kaldı. Çünkü mevcut anayasa ülkeye neoliberal modeli tanıtmış, temel hizmetleri özelleştirmiş ve yalnızca parasını ödeyenlerin erişebileceği özel eğitim ve sağlık sistemleri yaratmıştı.

Başta 26 Nisan’da yapılması planlanan, fakat Covid-19 salgını sebebiyle 25 Ekim’e ertelenen bu anayasa referandumunda Şilililerin iki soruyu yanıtlamaları gerekiyor: İlki, yeni bir anayasa isteyip istemedikleri. İkincisi ise anayasanın kurucu organının kimlerden oluşacağına karar vermek olacak. Bu ikinci soruda ilk seçenek, yarısını parlamenterlerin, diğer yarısını da halk tarafından seçilecek kişilerin oluşturacağı Karma Anayasa Konvansiyonu. Diğer seçenek ise, üyelerinin tamamını halkın seçeceği kişilerden oluşacak Anayasa Konvansiyonu.

Ademi merkeziyetçiliğe geçiş, kaynakların nasıl dağıtılacağı, vergilendirme sistemi, devlet organizmasının nasıl düzenleneceği gibi sorunlarla beraber yerli halkların anayasada tanınması imkânı da beliriyor. Şili’nin çokuluslu olma yolundaki adımları ve talepleri başarılı olursa, yerli halklar farklı kolektif özneler olarak tanınacak.

Referanduma bir aydan daha az bir süre kala, tartışmalar özellikle yönetim biçimi, anayasanın kurucu organı, yerli halkların tanınması ve Covid-19+ kişilerin oy kullanıp kullanmaması çerçevesinde yoğunlaşmış durumda. Özellikle Covid-19+ kişilerin oy kullanması yasaklanmış değil, fakat oy kullanmak için karantinayı ihlal edenler para cezalarıyla karşı karşıya kalabilir. Ayrıca Servel (Şili Seçim İdaresi) bir protokol yayınlayarak referandum günü salgın riskini azaltmak için birtakım önlemler de almış durumda. Bunların arasında 60 yaş ve üzeri kişiler için kararlaştırılmış bir oy kullanma saatinin belirlenmesi ve seçim sandıklarının artırılması da var.

Başkan Sebastián Piñera, geçtiğimiz haftalarda yeni bir anayasada kendisi için “gerekli” olan on unsuru kamuoyuna açıkladı. Bu açıklamada özellikle yerli halkların tanınması ve korunması, eğitim ve sağlık hizmetlerine ücretsiz erişim, yeşil anayasa, kuvvetler ayrılığı, ademi merkeziyetçilik gibi konular dikkat çekiciydi. Buna karşılık muhalefetten de tepkiler gecikmedi. Eleştiriler özellikle su, eğitim, sağlık gibi birçok temel hakka yönelik garantilerin kesin olmadığına yönelikti. Her ne kadar bu tartışmalar günden güne değişse ve çeşitlense de görünene dair şu birkaç notu almamızı sağlıyor:

Öncelikle Piñera’nın açıklamaları Şili’nin yönetim sisteminde ve devlet yapısında bir değişikliğe gidileceğini gösteriyor. Bu durum kuvvetlerin yeniden dağıtılması ve ademi merkeziyetçiliğe geçişe ilişkin tartışmaların kritik derecedeki önemine işaret ediyor. Daha spesifik olarak söylenirse, ademi merkeziyetçiliğe geçiş, kaynakların nasıl dağıtılacağı, vergilendirme sistemi, devlet organizmasının nasıl düzenleneceği gibi sorunlarla beraber yerli halkların anayasada tanınması imkânı da beliriyor. Tartışma eksenlerinden biri olan yerli hakların tanınması Latin Amerika için yeni bir deneyim değil. Çok da uzak olmayan bir tarihte Bolivya, Ekvador gibi ülkelerde yeni çokuluslu anayasalar hazırlanarak kabul edildi. Şili’nin çokuluslu olma yolundaki adımları ve talepleri[9] başarılı olursa, yerli halklar farklı kolektif özneler olarak tanınacak ve devletin onların siyasi sürecin bir parçası olmaları için çeşitli koşullar yaratması gerekecek. Bu durum aynı zamanda “kendi kaderini tayin hakkı” gibi haklar tesis edilebileceği ve Şili’nin üniter devlet yapısının ortadan kaldırılabileceğine yönelik endişelere sebep oluyor.

Geçtiğimiz yıl çıkan ayaklanmalarda Şili bayrağına Mapuche bayrağı eşlik ediyordu.

Diğer yandan yerli halkların tanınması ve korunmasına yönelik muhtemel yenilikler, temel hak ve özgürlüklerin anayasada nasıl düzenleneceğini de ilgilendiriyor. Burada geniş bir hak ve özgürlükler listesine mi yer verileceği, yoksa bu konuların dar bir çerçevede mi ele alınacağı merak konusu. Bu son noktada, mevcut anayasada belirtildiği gibi yasanın doğmak üzere olanın hayatını koruduğu gerçeğiyle kürtaj yasağına, böylelikle toplumsal cinsiyet ve aile kavramına ilişkin tartışmalara yeni ve daha özgürlükçü bir boyut kazandırabilir. Çünkü Piñera’yı anayasa değişikliğini oylamaya açmak zorunda bırakan sebepler yalnızca yoksulluk, güvencesizlik ve ekonomik eşitsizlikten ibaret değildi. Uzun yıllardan beri Latin Amerika’da gittikçe artan kadın cinayetleri, tecavüz, farklı cinsel yönelimlerin reddi, kürtajın yasak olması, şiddet eylemlerine yönelik cezasızlık politikaları LGBTİ+ kişilerin ve kadınların küresel tepkisiyle karşılaştı. 2016’da Arjantin’de başlayan ve bütün Latin Amerika’ya yayılan Ni Una Menos[10] hareketi gibi 2019’da da Las Tesis’in[11] organize ettiği bir gösteri için binlerce kadın bir araya geldi. Şili’deki kadınların görsel ve işitsel performansı sadece birkaç gün içinde bütün dünyaya yayıldı.[12]

Kuşkusuz ki bu tartışmaların ve taleplerin hayata geçirilmesi Şili’de ekonomik, politik, hukuki alanlarda nitelikli değişiklikler yapılmasını gerektiriyor. Bu durum hükümeti referandum kararı almaya zorlayan toplumsal hareketlerin hedefi olan birçok devlet politikası ve anlayışının da değiştirilmesini gerektirecek gibi duruyor. 

Piñera’yı anayasa değişikliğini oylamaya açmak zorunda bırakan sebepler yalnızca yoksulluk, güvencesizlik ve ekonomik eşitsizlikten ibaret değildi. Uzun yıllardan beri Latin Amerika’da gittikçe artan kadın cinayetleri, tecavüz, farklı cinsel yönelimlerin reddi, kürtajın yasak olması, şiddet eylemlerine yönelik cezasızlık politikaları LGBTİ+ kişilerin ve kadınların küresel tepkisiyle karşılaştı.

Şunu kesinlikle söyleyebiliriz ki, Şili’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı var. Bugün Şilililerin yaşlılık, hastalık ve düşük ücretler karşısında hissettiği güvencesizlik, gelir eşitsizliği ve kamusal hizmetlere erişim sıkıntısı, yerli halkların, kadınların ve dezavantajlı grupların maruz kaldığı ayrımcılık gibi sorunlar anayasa ile yakından ilgili, zira yoksun kalınan şeyi ortaya koyan tam da bu belge. Şili yeni bir anayasa istiyor ve Şilililer tarihlerinde ilk kez anayasanın kurucu organını belirleyebilme imkânına sahip olarak yeni bir anayasaya evet derken, açlığa, yoksulluğa, eşitsizliğe de hâlâ hayır diyorlar.

1988’de Şili halkının sahip olduğu hisler ve hayaller 2020’yi hâlâ besliyor. Marcos’un verdiği ilhamla[13] Şili ve Latin Amerika halklarının dillerinden dökülen yine aynı arzu: demokrasi, özgürlük ve adalet. Bu coğrafyada umudun binlerce adı var ve bu adlar daha iyi bir geleceğe duyulan özlemin birliğini temsil ediyor. Dans etme hakkının anayasa tarafından güvence altına alındığı bir yerin hayalini…

[1] Eduardo Galeano. Biz Hayır Diyoruz içinde, “Biz Hayır Diyoruz”, İstanbul: Metis Yayınları, ikinci baskı, 2013. s. 193.
[2] Dönemin Şili Anayasası, adaylardan hiçbirinin salt çoğunluğa ulaşamaması durumunda, seçimin en çok oyu alan iki aday arasında parlamento tarafından yapılması gerektiğini öngörüyordu. Allende halk oylamasında en çok oyu alsa da, salt çoğunluk oluşmadığı için Ulusal Parti adayı Jorge Alessandri Rodríguez ile ikinci tura kaldı. Parlamentoda yapılan seçimde de oyların yüzde 78.46’sını alarak başkan seçildi.
[3] Luis Corvalán L. El Gobierno de Salvador Allende. LOM Ediciones, Primera edición, 2003, s. 74.
[4] Patricia Verdugo. Allende. Santiago de Chile: Catalonia, 2008. s. 148.
[5] Ascanio Cavallo – Margarita Serrano. Las 24 horas que estremecieron a Chile. Adolfo Ibáñez Üniversitesi Gazetecilik Okulu: Santiago, 2003, s. 12-22.
[6] Metnin bu kısmının çevirisi İspanyolca aslından tarafımızca yapılmıştır (El último discurso de Salvador Allende, 1973), ayrıca Türkçe bir çevirisi SolHaber’de bulunabilir.
[7] Ascanio Cavallo – Manuel Salazar – Óscar Sepúlveda. La historia oculta del régimen militar, Santiago de Chile: Uqbar Editores, (2008), s. 456-458.
[9] Örneğin 2019’da 116 akademisyen yerli halkların anayasada tanınması için bir imza metni yayınlamıştı: Sin los pueblos indígenas no hay nueva Constitución.
[10] Kadın cinayetlerine, kürtaj yasağına ve cezasızlık politikalarına karşı yaklaşık beş yıl önce Arjantin’de kurulan kolektif bir hareket, aynı zamanda da bu hareketin sloganı. Ni una menos, “bir kişi daha eksilmeyeceğiz” anlamına geliyor.
[11] Yaklaşık bir yıl önce Valparaíso’lu dört kadının kolektif feminist bir grup kurmak için bir araya gelmesiyle başlayan Las Tesis, feminist yazarların tezlerini görsel ve işitsel performanslara dönüştürmeyi amaçlıyor.
[12] Dijital haritalarla çalışan feminist grup geochicas.org’un hazırladığı haritadan, şimdiye kadar dünyada yapılan tüm eylemlere şu linkten erişilebilir.
[13] Subcomandante Marcos, Meksika’nın Chiapas, Tabasco ve Campeche eyaletlerinden oluşan yeni bir özerk bölge kurmayı planlayan ütopik projesinden bahseder. Bu proje, bu sırada, seçim siyasetinin hayal kırıklığına uğrattığı küçük siyasi gruplar ağı tarafından ortaya atılmıştır. Güneydoğu Meksika dağlarından tüm ulusa çağrı yapılmaktadır. Marcos tam olarak şunları söyler: “Dillerden dökülen yine aynı arzu: demokrasi, özgürlük ve adalet. Güneydoğu Meksika’nın kahramanca coşkusunda, umudun bir adı var: Tachicam, daha iyi bir geleceğe duyulan özlemin birliği. Dans etme hakkının Anayasa tarafından güvence altına alındığı bir yerin hayali.” Subcomandante Marcos, Durito’yla Söyleşiler, Neoliberalizm ve Zapatista Öyküleri, İstanbul: Otonom Yayıncılık, 2007. s. 128
^