Barınma hakkı talebiyle parklarda başlattığınız nöbetler nasıl karşılık buluyor, bir gelişme var mı?
Mert Batur: Barınma meselesinin tartışıldığını görüyor, konunun gündeme geldiğini hissediyoruz. Bazı belediyeler bir aylık süreyle konukevleriyle misafirhaneleri öğrencilere açtıklarını duyurdu mesela. Özellikle büyükşehir belediyeleri yurt inşaatlarına başladıklarını açıkladılar. Tabii bu açıklamaların bugün yapılması ilginç, çünkü barınma sorunu bugün başlamadı, sadece bu yıl çok daha yakıcı bir hal aldı. Barınma için devlet kurumlarına başvurup cevap alamayan çok sayıda öğrenci var. Bunlar “barınacak bir yer bulamazsam üniversitede eğitim göremeyeceğim” diyerek yapılan başvurular. Başvuruları yanıtsız bırakanlar şimdi nöbetlerimiz sürerken “yurt inşaatına başlıyoruz” diyorlar. Bu yüzden samimi gelmiyor. Geçici çözümler öneriyorlar. Bizse kalıcı bir çözüm için tartışmayı büyütmeye çalışıyoruz.
Barınamayanları nasıl tanımlıyorsunuz? Neden mesela “evsizler” değil de “barınamayanlar”?
Furkan Polatkan: İnsanca koşullarda barınmak bir evinin olmasından farklı bir şey. Biz bugün öğrenciyiz, genciz, ama diyelim ki bir memur İstanbul’a atandı, örneğin Beşiktaş’ta bir devlet hastanesinde çalışıyor. İşine yakın bir yere yerleşmek istese maaşının tamamını ya da büyük bir bölümünü kiraya vermek zorunda kalacak. Barınsa da insanca barınamayacak. O yüzden “barınamıyoruz” diyoruz.
İktidarın “öğrenci değil bunlar” suçlamasına yanıtınız barınma sorunu yaşayan binlerce öğrenciden size gelen başvuruları paylaşmak oldu. Öğrencilerin doldurduğu o formu neden hazırladığınızı, içeriğini anlatır mısınız?
Batur: Bunu bir katılım formu olarak tasarladık, ilk günden itibaren inanılmaz cevaplar gelmeye başladı. “Şu an nerede kalıyorsun? Barınma sorunun ne? Hangi ildesin?” gibi soruların yanına bir de “eklemek istedikleriniz” bölümü açmıştık. O kategoriyi harekete dair öneriler almak için eklemiştik, ama insanların barınma sorunlarını anlattıkları bir foruma dönüştü. Sorunlar o kadar çeşitli ve çok ki, sadece bize, yani günlerdir sokaklarda yatan bir grup gence binlerce kişi ulaştı. Ne ararsanız var; üniversitesi açılmış, ama yurt için yedekte bekleyen öğrenciler, öğrenci evi kirasını ödeyemeyenler, yurt ücretini ödeyemeyenler, yurtlardan atılanlar, özel apartlarda yaşadıkları sorunları aktaranlar, hiçbir yer bulamayanlar… Lise öğrencilerinden yüksek lisans ve doktora öğrencilerine kadar, çok geniş bir skalada, kitlesel bir barınma sorunu yaşanıyor. Çok çarpıcı hikâyeler var.
Size en sarsıcı gelen örneklerden birini aktarabilir misiniz?
Batur: Okuduklarımızdan biri şöyleydi. Üniversiteye kayıt yaptırmış, maddi sorunlar sebebiyle üniversiteyi bırakmış bir arkadaşımız. Sonra tekrar hazırlanmış ve başka bir şehirde yeniden üniversite kazanmış. Bu kez oraya gitmiş, ama ücretlerin yüksekliği sebebiyle ne ev ne özel yurt ayarlayabilmiş. KYK yurdu da çıkmamış kendisine. Tekrar ailesinin yaşadığı şehre dönmüş. Açıkta bekliyor şu an. “Eğer barınma sorunlarını çözme yolunda bir adım atılmazsa ikinci üniversitemi de okuyamayacağım” diyor bize ulaştırdığı notunda. Yine aynı nedenden üniversiteyi bırakmak zorunda kalacak!
KYK yurdu kapasitesi 700 bin. Lisans ve önlisansta okuyan öğrenci sayısıysa sekiz milyon. Yurt kapasitesi yüzde 10 bile değil! Yıllara göre baktığımızda, kamu kaynaklarından aktarılan barınma imkânlarında bir düşüş görüyoruz.
Sizlerin barınamama hikâyeleriniz nasıl?
Deniz: Ben Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyorum. LGBTİ+ aktivistiyim. Barınamama herkesin sorunu, ama herkesinki farklı. Benim aklıma ilk gelen Ülker Sokak örneği oluyor. 1990’larda Beyoğlu’ndaki bu sokakta genelde seks işçileri ikamet ediyor. Hortum Süleyman lâkaplı emniyet müdürünün göreve gelmesiyle keyfi gözaltılar, polis merkezlerinde işkence, ev mühürlemeler başlıyor. Nihayetinde, translar şehir dışına kadar sürülüyor. O zamandan bu yana değişen pek bir şey yok. ‘90’larda yaşananlar LGBTİ+’lar için ne ilk barınma sorunuydu ne de son oldu. Bugünlerde de Bayram Sokak’ta benzer şeyler yaşanıyor. Öğrenci LGBTİ+’lar için de ev bulmak ayrı bir dert. Bir keresinde, bir emlakçı kılık kıyafetimden dolayı, “sana evi göstereyim, ama burada ev bulacağını zannetmiyorum, bir neden bulur geçiştirirler” demişti. Yakın zamanda çok sayıda arkadaşım ev sahiplerinin baskısına maruz kaldı. Eve girip çıkana karışanlar, “aile apartmanı burası” diyenler.. Öğrencilerin yaşamına zaten her açıdan müdahil oluyorlar, eve kimin girip çıktığını takip ediyorlar, kılık kıyafetlere takılıyorlar, ama LGBTİ+’lar için daha da zor. Üzerlerinde baskı kurarak evden çıkmalarını sağlıyorlar.
Uyum sürecindeki translar daha da fazla zorluk çekiyor. Sakalı çıkabiliyor, günlük halleri değişebiliyor, buna sinirlenen ev sahibi “burada ahlâksızlık dönüyor” diyebiliyor ve evden kovabiliyor. Ya da ev sahibi “öngörüsüyle” böyle şeylerin olacağını düşünüp, tıpkı benim deneyimlediğim gibi, baştan evi vermiyor. Sokakta rahat yürüyemediğin bir yerde evin senin güvenli alanın olması gerek. Ama öyle olmuyor. Sokaklar güvensiz, yurtlar güvensiz, kendi evimiz güvensiz. Yaşam alanlarımız tamamen kısıtlanmış durumda.
Derya: Ben Sultangazi’de annemle oturuyorum. Marmara Üniversitesi’nde okuyorum. Kampüsüm Kadıköy Göztepe’deydi. Evden okula gitmek için yaklaşık bir buçuk saatlik yol çekmem gerekiyordu. Ama şimdi kampüsüm Kartal’a taşındı, yol sürem iki buçuk saate çıktı. Dönüşü de düşününce beş saat. İçişleri Bakanı eyleme katılanların Kredi ve Yurtlar Genel Müdürlüğü (KYK) yurtlarına başvurmadığını söylemiş. Başvuramıyoruz, çünkü yönetmelikte “üniversite ve evin aynı şehirde olmaması gerektiği” yazıyor. Özel öğrenci yurtlarının ücretlerini karşılayacak imkânım yok. Öğrenci evine çıkmaya kalksam çıkamam, çünkü evler ateş pahası. Hadi üç-dört kişi bir eve çıkmaya karar verdik diyelim, o zaman da ev bulma derdi var.
Bakanın “yurtların otellerden farkı yok” açıklamasındaki gibi değil durum. Sekiz kişilik otel odası gördünüz mü hiç? Kaldığım KYK yurdunda pencere varla yok arasındaydı, içeri hava da, ışık da girmiyordu.
Tercihizi yaparken kampüsün Kartal’a taşınacağını biliyor muydunuz?
Derya: Tercihleri yaptığımda tabii ki hangi okulun çıkacağını bilmiyordum. Marmara Üniversitesi’ni kazandığımda “ne de olsa aynı yakada, Göztepe’de, trafik olsa bile gider gelirim” diyordum, ama okulun Kartal’a taşınacağından bihaberdim. Bu değişikliğe dair hiçbir şekilde bilgilendirilmedim. Okulların açılmasına yaklaşık bir ay kala haberdar edildik. Şimdi ev de bulamıyorum. Şu şartlarda ulaşım için üç vasıta değiştirmek zorundayım. Yolda uyuklayayım desem, mümkün değil, indi-bindi yapıyorum. Okulda devam zorunluluğu var. Sabah 8.30-9’daki dersler için ya da sınavlara geç kalır mıyım stresiyle yaşıyorum.
Şehir dışından İstanbul’a gelen bir öğrenci için tablo nasıl?
Polatkan: 2017’de Mersin’den geldim buraya. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin Bomonti kampüsünde okuyorum. Bana yurt çıkmıştı, ama Sancaktepe’deydi. Yurtla okul arasında 40-50 kilometrelik mesafe var. Sabah 10’daki ders için 6’da kalkıyordum. Aslında, tüm yurt o saatte kalkıyorduk. Çünkü Anadolu yakasından İTÜ, Yıldız Teknik, Boğaziçi ya da Mimar Sinan’a, yani Avrupa yakasındaki üniversitelere gelmek için sabah 6 civarında kalkmanız gerekiyor. Altı defa KYK’ya yurdumun değişmesi için dilekçe verdim. O zaman Çağlayan’da bir yurt vardı, oraya geçmek istiyordum. O yurtta da odalar sekiz kişilikti, ama buna rağmen geçmek istiyordum, çünkü okuluma daha yakındı. Büyük bir ulaşım masrafından da kurtulacaktım. Fakat o yurt kapatıldı. Sonra Sarıyer’deki bir yurda geçmek zorunda kaldım. Üç sene boyunca edindiğim yurt deneyimi hiç de Gençlik ve Spor Bakanı’nın “yurtların otellerden farkı yok” açıklamasındaki gibi değil. Sekiz kişilik otel odası gördünüz mü hiç?
Batur: Bakanın açıklamasında şöyle bir talihsizlik de var. Türkiye’deki toplam KYK yurdu kapasitesi 700 bin. Lisans ve önlisans programlarında okuyan öğrenci sayısıysa sekiz milyon civarında. Yani, yurt kapasitesi yüzde 10 bile değil! Yıllara göre baktığımızda, kamu kaynaklarından aktarılan barınma imkânlarında bir düşüş görüyoruz. Bu nedenle öğrenciler öğrenci evlerinde kalmak zorunda kalıyor. Bu evlerin giderlerini karşılamaksa her geçen gün imkânsız hale geliyor. Benim için de durum böyle.
İstanbul’a geldiğimde Sefaköy’de, kirayı paylaşarak bir akrabamın yanına yerleştim. Okuluma (İstanbul Üniversitesi) bir buçuk saatlik mesafedeydi. Sonra başka bir eve geçtim, daha doğrusu bir evin odasını kiraladım. Yine ucuz diye bu yola başvurdum. Kaldığım odanın penceresi evin mutfağına bakıyordu. Hiç güneş ışığı almıyordu, saat kaçta uyanırsam uyanayım karanlıktı. Şimdiyse Kartal’da oturuyorum. Yine okula bir buçuk saatlik mesafede ev. Barınma ve yol İstanbul’daki milyonlarca insanın sorunu. Bir buçuk aydır kiramı geciktirmiş durumdayım. Çünkü elime geçen parayla temel giderleri karşılayıp kirayı ödemek mümkün değil. Bu kriz aynı zamanda ailelerimizin de krizi. Ailelerimiz bizi destekleyemediği ölçüde biz de kendi giderlerimizi karşılamakta zorlanıyoruz.
KYK yurtlarını deneyimlemiş bir öğrenci olarak yurtlardaki yaşam koşullarını, iç işleyişi anlatabilir misiniz?
Polatkan: İki ayrı KYK yurdunda kaldım. Birinde pencere varla yok arasındaydı. Pencere açılsa bile içeri hava da ışık da pek girmiyordu. O yüzden yaza doğru odaların kapılarını açık bırakmak zorunda kalırdık. Yurt odası bir koridor gibiydi. Sağlı sollu yataklar ve masa vardı. Uzunlamasına dümdüz yürüyebilirdiniz, ama 30 santim sağa doğru kaysanız yatağa çarpardınız. Etüt odası vardı, ama çok soğuktu, mecburen odada çalışmak zorunda kalıyorduk. Üç-dört kişinin olduğu yerde ders çalışmak zaten olanaksız. Kaldığım diğer yurttaki oda da benzerdi. Çok küçük bir odada bir tek masa vardı. Üç kişi bir masada ders çalışmak zorundaydık. Final haftasında hepimizin sınavları olduğu için gidip başka yerden sandalye getiriyorduk, o zaman da bize kızıyorlardı. Ama yatak dört tane, masa sandalye bir tane, nasıl olacak?
Yurt müdürlerinin ya da oda arkadaşlarının baskısı sonucu LGBTİ+’lar yurtları terk etmek zorunda kalıyor. Yurttayken oda arkadaşlarım benden uzak durmayı tercih ediyordu. Kendimi güvende hissetmiyordum. Sekiz kişilik odalarda kaldığımız için güvenli bir alan yoktu.
Şimdi o yurtlarda da yer yok…
Batur: Şu an yaklaşık 35 bin kişi yedekte bekletiliyor. Başvuru yapanlara KYK’nın yanıtı “şu an yedeklerdesiniz, sıra gelene kadar bekleyebilirsiniz”. Peki, bekleyelim de nerede bekleyelim, sokakta mı? Öyle yapıyoruz. İstanbul’a gelip yurt veya apart arayan arkadaşlarımızdan biri geçen gün uygun fiyatlı yurt bulabildiğini, ama onun da bir tarikata ait olduğunu söyledi. Gece bizimle nöbette kaldı, sabah konaklayabileceği başka bir ile gitti. Sonra gelip tekrar yurt aradı. Budur gerçekliğimiz.
Cemaat-iktidar kavgasından önce, ülke çapında Cemaat yurtları çok yaygındı. Bugün tablo nasıl?
Polatkan: Çocukken Kur’an kurslarına gönderildim. 13 yaşındayken bir ay boyunca bir tarikatın yurdunda kaldım. Oralarda bir ceza-ödül sistemi var. Yatıp kalkma düzenine, namaz saatlerine, oranın ideolojisine uyduğunuz, gündelik faaliyetlerini yerine getirdiğiniz ölçüde ödüllendiriliyorsunuz, ama aksi durumda ceza var. Aslında bu durum KYK yurtlarında da böyle.
KYK yurtlarında, mesela bir okuma yapacak, tartışacak, düşünecek ya da bir film mi izleyeceksiniz, yok, yönetim izin vermez. Öğrenciler arasında kolektif bir faaliyet, bir organizasyon oluşmasını asla istemiyorlar. İlla tarikat yurtlarına bakmaya gerek yok, KYK yurtlarında da aynı mantık işliyor. Oralarda da ideolojik bir aktarım var. Sarıyer’deki Bahçeköy yurdundayken belli ideolojik çevrelerden insanların gelip 15 Temmuz’la, Hz. Muhammed’le ilgili nutuklar attıkları oluyordu. İdeolojik bir dayatma yapılıyordu. Bunlara uyulduğu ölçüde yurttaki gençlere çeşitli olanaklar veriliyordu. Örneğin, KYK İstanbul Yurt Müdür Yardımcısı gelmişti. İdeolojik bir konuşma yaptıktan sonra, “ne istiyorsunuz?” diye sormuştu. Yurttaki gençler de maçları seyretmek istediklerini söyleyince hemen ayarlanmıştı. İstanbul’da maç seyredilebilen tek KYK yurdu olmuştu. Böyle ödül alınabilen bir sistem var. Tarikat yurtlarında da benzeri yaşanıyor.
Yurtlarda LGBTİ+’lar ne gibi sorunlarla yüz yüze kalıyor?
Deniz: Kendi üzerimden anlatayım. Boğaziçi’ne 2017’de başladım. 2018’de kaldığım yurttan çıkmak zorunda kaldım. Boğaziçi Üniversitesi’nin yurdunda kalıyordum. Yurt yönetmeliğinde LGBTİ+’lara ayrımcılık yapmaya elverişli bir madde olduğunu zannetmiyorum, ama bu ayrımcılığa mütemadiyen maruz kaldım. Yurt müdürlerinin ya da oda arkadaşlarının baskısı sonucu LGBTİ+’lar yurtları terk etmek zorunda kalıyor. Yurttayken oda arkadaşlarım benden uzak durmayı tercih ediyordu. Onlar öyle davranınca kendimi güvende hissetmiyordum, ben de onlardan uzak duruyordum. Sekiz kişilik odalarda kaldığımız için güvenli bir alan da yoktu, rahat edemiyordum. Yurttan çıkmadan evvel oda değişikliği talebim olmuştu, o zaman oda arkadaşlarımın beni şikâyet ettiğini öğrendim. Yurt yönetimi odamı değiştiremeyeceğini, rahat etmiyorsam yurttan çıkabileceğimi söyledi. Benim orada barınmam onlara göre problem yaratıyordu. Daha sonra eve çıkmak zorunda kaldım. Trans olduğu öğrenildikten sonra yurtta kalan bir kişiye transfobik baskılarla zorla kâğıt imzalatılıp yurttan çıkartıldığını biliyorum. Hiç süre tanımadan, birkaç gün içinde çıkarılıyor, yurttan atılan kişiye başını sokacak yer bulma imkânı tanınmıyor.
Dayanışmaya gelenler yardımlarını esirgemiyor. Gece çay, çorba, kahve, su getiriyorlar, gündüz de kahvaltılık. Desteğe gelenler de aynı durumdan mustarip, ama bizimle dayanışmaları mutlu ediyor.
Ailenizden ya da başka bir kurumdan maddi destek alıyor musunuz?
Deniz: Maddi destek almıyorum. Zaten ailemle anlaşamadığım için yurda geçmiştim, yurtta barınamayınca eve çıkmak zorunda kaldım. Okurken çalışmak zorundayım. Şu an bütçemi aşan bir evde kalıyorum. İş bulmam da kolay olmadı. LGBTİ+ olduğum için her işi yapamayacağımı düşünenler, “bu işe uygun değilsin” diyenler oldu. Okul günde en az altı saatimi alıyor. Hafta sonu ya da hafta içi belli saatleri işe ayırabiliyorum. İş ve okul dışında bir zaman kalmıyor. Kalan zamanı evde geçireyim istiyorum. Bu sefer de ev sahibi ya da komşular “Bu eve neden bu kadar kişi gelip gidiyor” diyerek sosyalleşmemizi engelliyor.
Pandemi süreci barınma sorununuzu nasıl etkiledi?
Polatkan: Üç yıllık yurt sürecimden sonra eve çıkışım hemen pandemi öncesine denk geldi. Evi tam oturulabilir hale getirmiştim ki vakalar açıklanmaya başladı. Çok zor günler geçirdim. Kaldığımız dört-beş evi kapatıp, iki evde toplaştık arkadaşlarımızla. Evlerde altışar, yedişer kişi kaldık. Bu iki evde hayata tutunmaya çalıştık. Çok yakın zamanda tanıştığım insanlardan borç alır hale geldim. Kendi evimde kalırken en ucuz marketten 60-70 liraya yaptığım alışverişi bugün 115 liraya yapabiliyorum. Neredeyse iki katı! Burs ya da kredi de almıyorum. Durum böyle.
Şu an oturduğunuz evde kaç kişi yaşıyorsunuz?
Polatkan: Oturduğumuz ev iki artı bir. Şu an dört kişi yaşıyoruz. Yeni gelen arkadaşımız öğretmenlik yaptığı için odamı ona bıraktım, salonda yatıyorum. Yeni gelen arkadaşımızla henüz tanıştım. Tabii bu sosyal sorunlara da yol açabiliyor. Yeni tanıştığın biriyle aynı evde yaşıyorsun. İki-üç arkadaşımızı eve çağırmamız mümkün değil. Evde zaten dört kişiyiz. Üç kişi daha geldiğinde yedi kişi. Oturma odasında sıra gecesi düzenler gibi bir durum olur. (gülüyor) Zaten kimin odası var, kimin yok, o bile belli değil.
Derya: Ben annemle yaşıyorum. Ailevi sıkıntılarım var. Annem çalışmıyor şu an, hiçbir geliri yok. Anneannemler destek olmaya çalışıyor bize. Kiranın geciktiği zamanlar oluyor, ama sadece kira da değil, fatura, kişisel ihtiyaçlar, her şey. Ekonominin durumu ortada. Artık bir şey istemeye bile isteksizim. Tiyatroymuş, sinemaymış, bunlar lüks benim için. Çok uzun zamandır sinema ya da tiyatroya gidemiyorum. Geçen gün bir arkadaşım “şu filmi izledin mi?” diye sorunca ilgilenmediğimi söyledim. (gülüyor)
Nöbetlere gelen öğrencilerin bazılarının ailelerinin polis tarafından arandığını okuduk, sizin de aileleriniz arandı mı?
Derya: Annemi aramışlar. Birkaç arkadaşımızın da aileleri aranmış. Hatta 30 yaşında bir öğretmen arkadaşımızın babasına ulaşmışlar. (gülüyor) Onlara “iyi polisi” oynamışlar, anneme “kızınız eylemlere gidiyor, pankart açtı” demişler. Pankart da açmadık oysa. “Devlet öğrencilerin yanında, artık eylemlere gelmesin kızınız” gibisinden konuşmuşlar. O da gerekli cevabı vermiş, “siz yapmıyorsunuz, çocuğum yapıyor, çocuklarımız sorunlarına çözüm arıyor” demiş. Daha önce, 8 Mart eylemine katıldım diye ev baskınında gözaltına alınmıştım. Bundan dolayı annem alışık, polislerden çekinmiyor, korkmuyor, ama muhatap olmak da istemiyor tabii. Çünkü ev sahiplerimiz polis geldiği zaman büyük bir sorun yaratabiliyor. Bize “teröristmişiz” gibi davranabiliyorlar. Bu yüzden polisler annemi arayınca o da bana “yapma kızım” gibisinden şeyler söyledi. Ama ne yapayım, ülkenin bir sorununa sahip çıkıyoruz. Hem ben bir bireyim, neden annemi arıyorsunuz ki. Benim yaptığımdan ailem sorumlu değil ki, ben sorumluyum.
Bizim eylemlerimizden, düşüncelerimizden bağımsız olarak kamulaştırma yeniden gündeme gelmek zorunda. Bu bir zorunluluk, çünkü insanlar geçinemiyor. Bu haliyle ne Almanya’da ne Brezilya’da ne de Türkiye’de sürdürülebilir bir durum var.
Park nöbetlerindeki gece nasıl geçiyor, bir arada olmak nasıl hissettiriyor?
Derya: Her nöbet öncesi yerimizi belirliyoruz. Haberleşip bir araya geliyoruz. Dayanışmaya gelenler yardımlarını esirgemiyor. Gece çay, çorba, kahve, su getiriyorlar, gündüz de kahvaltılık şeyler. Desteğe gelenler de aynı durumdan mustarip aslında, ama bizimle dayanışmaları mutlu ediyor.
Deniz: Dayanışmayı görmek çok güzel. Burada benimle benzer sorunlar yaşayan birçok kişiyle tanışıyorum. Tek olmadığımı görmek güçlü bir dayanak oluyor. Farklı kimliklerde insanların bir arada mücadele etmesi aslında güçlü olduğumuzu gösteriyor. Yapay bir nefretle doluyuz birbirimize karşı. LGBTİ+ fobiyi körükleyenin iktidar olduğunu düşünüyorum. Baskıcı bir rejim altında yaşıyoruz ve bu rejimin kimliği Türko-Sünni. Bu kimliğin dışında kalanlar temel haklardan yararlanamıyor. Barınma hakkı bir örnek, çalışma hakkı bir başka örnek. Hem iktidarın kimliğini tespit etmek hem de haklardan mahrum bırakılanların kimler olduğunu görmek gerek. Barınamama sorunu söz konusu olduğunda işsizler, çalışamayan LGBTİ+’lar ve mülteciler özellikle öne çıkıyor.
Berlin’de 26 Eylül’de, barınma sorununa karşı büyük emlak şirketlerinin elindeki konutların kamulaştırılması için referandum yapıldı ve oy kullananların yüzde 56,4’ü 200 bini aşkın konutun kamulaştırılmasına evet dedi. Sizin talepleriniz arasında kamulaştırma var mı, talepleriniz neler?
Polatkan: 1970’lerden sonra yerleştirilen ekonomik modelin bir sonucu barınamamak. Neoliberalizm kaynakları yukarı doğru aktarmayı başarıyor ve özel mülkiyeti gitgide daraltıyor. Bugünlerde Brezilya ve Almanya’da, bizim de Türkiye’de dikkat çekmeye çalıştığımız sorunun kökeni bununla ilgili. Neoliberal model kamulaştırmayı ya da sosyal yardımları lağvetmek üzerine kurulu. Bizim eylemlerimizden, düşüncelerimizden bağımsız olarak kamulaştırma yeniden gündeme gelmek zorunda. Kamulaştırma bir zorunluluk, çünkü insanlar geçinemiyor artık. Bu haliyle ne Almanya’da ne Brezilya’da ne Finlandiya’da ne de Türkiye’de sürdürülebilir bir durum var. İsveç’teki bir arkadaşımla konuştum geçenlerde, “İstanbul’da yıllarca ailemin yanında yaşadığım için farkında değilmişim, ama burada da durum kötü” diyordu.
Batur: Yıllardır inşaat yapılıyor bu ülkede. Bu kadar inşaat yapılırken neden bu kadar çok evsiz var? Kiminin hiç evi olmayacak sokaklarda yatacak, kiminin beş-on evi, hanları, hamamları, sarayları olacak! Hayır, bu doğal kabul edilemez. Bu sorunun çözümünü uzakta aramaya gerek yok. Bir sürü boş ev var, bu evlere yoksullar yerleşebilecek mi yerleşemeyecek mi? İktidar “yerleştirmem” diyor, yoksullar “biz yerleşeceğiz” dediği ölçüde çözülecek bu sorun. Barınma meselesi Türkiye’de farklı şekillerde tartışıldı, ama bugünkü kriz ortamında ilk defa bu kadar yoğun tartışılıyor. Bu bir başlangıç.
Bu kadar inşaat yapılırken neden bu kadar çok evsiz var? Kiminin hiç evi olmayacak, sokaklarda yatacak, kiminin beş-on evi, hanları, hamamları, sarayları olacak! Bu doğal kabul edilemez.
Bu hareketin daha geniş toplumsal kesimlere yayılma potansiyeli var mı sizce?
Batur: Potansiyel mutlaka var, ama bütün başka potansiyeller gibi, bu hareketin genişlemesi de kişilerin kendi gerçekliğine emek vermesine bağlı. Dünyadaki bütün krizlerle ilgili televizyonlara, haber kanallarına uzmanları çıkarıyorlar. Uzmanlar bu krizleri süsleyerek anlatıyor, bu da insanların kendi yaşadıkları şeyi bile nedenini anlayamadıkları bir şeye dönüştürüyor. Emlak krizi için de aynı şey geçerli. Evsizler, yurtsuzlar, barınamayanlar kendi gerçekliklerine emek verirse, eğer biz bin civarında form dolduran arkadaşlarımızla görüşüp konuşabilirsek, işte o zaman doğru bir tespit ortaya koyabileceğiz ve nasıl mücadele edeceğimize dair bir yönelim geliştirebileceğiz. Yoksa birilerinin bize kavram satarak, geçici çözümler pazarlamasına izin vermek zorunda kalırız.
Batur: Yoksul milyonlar arasındaki homurdanma gençler için de geçerli. Bütün Anadolu’da KYK borçluluğu, barınamama, genç işçiliği, işsizlik gibi konularda hem geleceğe yönelik endişe hem de ciddi bir memnuniyetsizlik var. Asıl mesele bunu bir mücadele biçimine dönüştürebilmek. Salt bilinen anlamıyla örgütlü mücadeleden değil, beraber mücadele eden, beraber hareket eden bir ilişkiye dönüştürmekten bahsediyorum. Bizim eylemimiz de bir öneri. Biz bir parkta oturacağız, herkes buraya gelecek ve burada büyük bir kalabalık olacağız iddiasında değiliz. Biz evsizsek, yurtsuzsak, barınacak yer bulamıyorsak, bizi görmezden gelenlere müsaade etmeyelim, bizi görmezden gelemeyecekleri biçimde ortaya çıkalım. Bunun için şehirlerin parklarından daha uygun bir yer yok. Şu an Şişli Camii’nin yanındayız, etrafa baktığınızda çok sayıda evsizi görürsünüz. Bu çok katmanlı bir problem, sadece öğrencilerin problemi değil, bunu çok iyi biliyoruz. Önerimiz şu: Parklara çıkın, sokaklarda sabahlayın. Yoksa bizi sürekli görmezden gelecekler.
İçişleri Bakan Yardımcısı “eylemlere katılan 127 öğrencinin şu kadarı öğrenci, bu kadarı bilmem ne” demiş. Öğrenciyiz ya da değiliz, sizin göreviniz bizi araştırmak mı? Barınma sorununu ortadan kaldıracak mı bu? Biz mi yarattık bu sorunu! Binlerce insan bu sorunun varlığını dile getiriyor, “öğrencilerin tarafındayız” diyor. Biz de öğrenciler olarak “bizim tarafımızda olanların tarafındayız, biz aynı taraftayız, milyonlarız ve bu sorunun çözümüyle ilgili inisiyatif alıyoruz” diyoruz.