“Küreselleşme sorgulanıyor” dizisinin beşinci ve son bölümünde genel bir toparlama yapıp ilerisi için bazı temel tartışma başlıklarına işaret edeceğim. Önceki yazılarda ağırlıkla küreselleşme olarak adlandırılan parasal, ticari ve siyasi entegrasyon biçiminin yükselişinin gerisindeki temel dinamiğin sermayenin 1970’li yıllardaki krizden çıkış için geliştirdiği ekonomik ve siyasi stratejiler olduğunu belirtmiştim.
Küreselleşme sermayenin uluslararasılaşmasının ete kemiğe bürünmüş biçimi olarak görülebilir. Bu dinamiğin Batılı merkez kapitalist ülkelerde ve küresel Güney’deki tezahürleri yer yer farklılaşsa da ana doğrultu neoliberal politika seti tarafından çizildi. Dolaysıyla, küreselleşmeyle bir enternasyonalizmden değil, neoliberal küreselleşmeden bahsediyoruz.
2010’lar: Daha fazla neoliberalizm
1989’da Berlin Duvarı çöktükten sonra mutlak üstünlüğünü ilan eden neoliberal küreselleşme 2008 krizi sonrasında önemli bir itibar kaybına uğradı. Ancak, kriz sonrasında ABD ve Avrupa’da krize yanıt olarak geliştirilen ana politika tepkisi “daha fazla neoliberalizm” olarak şekillendi. Ne var ki, bunu siyaseten sürdürmek liberal demokrasinin taşıyıcılığında giderek daha az mümkün bir strateji haline geldi. Bir başka ifadeyle, neoliberal küreselleşmenin krizi demokratikleşme doğurmadı. Aksine, ortaya çıkan enkaz neoliberal merkez sağ ve solun üzerine yıkıldı.
Tedarik zincirlerindeki tıkanıklıkların etkilerinin kalıcılaşması ihtimali ve savaş ortamı nedeniyle ortaya çıkan riskler. Örneğin, ABD’yle başı belaya giren herhangi bir ülkenin uluslararası rezervlerine el konabileceği ihtimali. Bu iki nedeni birleştirdiğimizde karşımıza neoliberal küreselleşmenin sonu çıkıyor.
Örneğin, ABD’de de Donald Trump iktidarı “ekonominin bilimsel kurallarını uyguladığını iddia eden liyakatli teknokratlarca hayata geçirilen ana-akım ekonomi politikalarının” krizine karşı, yine aynı politika çerçevesiyle karşılık verilmesinin hayal kırıklığını temsil ediyordu. Benzer şekilde, 2010’lu yıllarda ortaya çıkan ve dünya genelinde milliyetçi-muhafazakâr siyasi güçlerce yönlendirilen yeni otoriterleşme dalgasının temel özelliklerinden biri neoliberal küreselleşmenin krizine karşı bir çeşit “ulusal-kapitalizm” önermeleridir.
2020’ler: Neoliberal küreselleşmenin sonu
Neoliberal küreselleşmenin 2010’lu yıllardaki bu itibar kaybı 2020’lere gelindiğinde küreselleşmenin ve de neoliberalizmin sonunun geldiği tartışmalarına dönüştü. Özellikle pandeminin etkileri ve sonrasında, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi ertesinde, Batılı güçlerin ilan ettikleri “ekonomik savaş” ortamı bu tartışmaları daha da yoğunlaştırdı.
Hatta geçtiğimiz hafta İsviçre’nin Davos kasabasında toplanan Dünya Ekonomik Forumu’nun ana gündemi “tarihin bir dönüm noktasında” olduğumuzu vurgulamak üzere kurgulandı. Benzer şekilde, IMF blog’da Davos gündemine dair çıkan bir değerlendirmede “jeo-ekonomik parçalanma” (geoeconomic fragmentation) riskine dikkat çekiliyor.
Hem neoliberal küreselleşmenin sonuna gelinmesi hem de uluslararasılaşma eğilimlerinin sürmesi aynı anda nasıl mümkün olabilir? Bunun yanıtı bölgeselleşmenin yükselişinde yatıyor. Yani karşımızda olan bir “yeniden ölçeklendirme” süreci.
2020’lerde neoliberal küreselleşmenin daha çok sorgulanmaya başlamasının birkaç nedeni var. Birincisi, ilk başlarda pandeminin geçici etkileri olarak düşünülen tedarik zincirlerindeki tıkanıklıkların dünya ekonomisine etkilerinin kalıcılaşması ihtimalinin artması. Neoliberal küreselleşmenin üzerinde yükseldiği sermayenin uluslararasılaşması sürecinin bir unsuru olarak gelişen küresel tedarik zincirleri giderek daha fazla uluslararası firma tarafından yeniden gözden geçirilir oldu. Tedarik zincirlerinin etkinliği kadar dayanıklılığı öne çıkmaya başladı.
İkinci neden, savaş ortamıyla ortaya çıkan riskler. Örneğin, ABD’yle başı belaya giren herhangi bir ülkenin uluslararası rezervlerine el konabileceği ihtimalinin ortaya çıkması. Pek çok ülkenin bu riski azaltmak için çeşitli alternatif arayışlarına girmesini beklemek sürpriz olmaz.
Madalyonun diğer tarafındaysa, ABD’nin başını çektiği, tedarik zincirlerinin dost ülkelere kaydırılması stratejisi yer alıyor. Bunun anlamı ABD ile Çin arasında son 20 yılda gelişen ekonomik bütünleşmenin giderek ayrışmaya başlamasıdır.
Bölgeselleşme eğilimleri
Bu iki nedeni birleştirdiğimizde karşımıza neoliberal küreselleşmenin sonu çıkıyor. Ancak, buradan sermayenin uluslararasılaşması eğiliminin tersine döndüğü anlamı çıkmamalı. Peki, hem neoliberal küreselleşmenin sonuna gelinmesi hem de uluslararasılaşma eğilimlerinin sürmesi aynı anda nasıl mümkün olabilir? Bunun yanıtı bölgeselleşmenin yükselişinde yatıyor. Yani karşımızda olan, bir “yeniden ölçeklendirme” (rescaling) süreci.
Bölgeselleşme eğilimlerinin yükselişinde uluslararası firmaların tedarik zincirlerinin kısaltılması stratejileri kadar, devletlerin jeopolitik öncelikleri yatıyor. Ancak, bu yöndeki eğilimler bu ikisiyle sınırlı değil. Dünya ekonomisindeki dengesizliklerden kaçınmak isteyen ülkelerin büyüme modellerinde tadilata gitmeleri de eklenmeli.
Özellikle 2008 krizinden sonra, 2000’lerin başından itibaren ihracat-çekişli büyüme modelleri üzerinden yükselen Çin ve Almanya’nın 2008 krizi sonrasında zamanla iç talebin daha fazla önemli hale geldiği bir yöne doğru ilerlediğini tespit edebiliriz. Bu üçünü birleştirdiğimizde, ABD, Almanya ve Çin etrafında kümelenen üç temel kapitalist birikim odağının öne çıkmakta olduğu görülüyor. Bu üç odak, aynı zamanda üç farklı tip kapitalizmi de temsil ediyor. Sırasıyla, Anglosakson modeli, ordo-liberalizm ve devlet kapitalizmi.
ABD, Almanya ve Çin etrafında kümelenen üç temel kapitalist birikim odağının öne çıkmakta olduğu görülüyor. Bu üç odak, aynı zamanda üç farklı tip kapitalizmi de temsil ediyor. Sırasıyla, Anglosakson modeli, ordo-liberalizm ve devlet kapitalizmi.
Önümüzdeki dönemde yükselme ihtimali giderek artan bu üçlü kutuplaşma gerek bölgeler arası gerek bölge içi rekabetin daha da artmasını beraberinde getirebilir. Bu yeni rekabet dinamiklerinin nasıl ilerleyeceği, aynı zamanda uluslararası para sistemindeki olası gelişmeleri de şekillendirecek niteliktedir.
Bu denli büyük bir konuyu ele alan bir yazı dizisinin son yazısı ne kadar kapsamlı olursa olsun bir bitmemişlik hissi yaratıyor. “Küreselleşme sorgulanıyor” dizisinin sonunda da okurda böyle bir tat kalmış olabilir. O nedenle beş yazılık bu diziyi, ileriki tartışmalar için bir zemin hazırlığı olarak görmekte fayda var. Fırsat buldukça bu tartışmanın farklı yönlerini açmaya devam edeceğim.
Bu vesileyle kişisel bir notla bitireyim. İş yoğunluğunun artması ve yeni bir kitap projesine başlamam nedeniyle düzenli yazılara bir süre ara veriyorum. Umarım arayı çok açmadan geri dönebilirim.