YEDİ YILDIR ÇOCUĞUNUN CENAZESİNİ ARAYAN HEZNİ ARSLAN ANLATIYOR

Söyleşi: Anıl Olcan, Bekir Avcı
8 Ekim 2022
Yas Tutan Kadınlar, Charles Cottet, 1905
SATIRBAŞLARI

İki çocuğunuzu ve kardeşinizi kaybettiniz. Nasıl oldu, yaşamlarını nasıl yitirdiler?

Hezni Arslan: Büyük oğlum Mehmet Sait Arslan, kızım Hacer Arslan ve kardeşim Selim Toray… Üçü de Cizre’de üç ay süren savaşta, bodrumlarda katledildiler.

Peki onların naaşlarını bulabildiniz mi?

Cizre’ye, belediyeye gittim. Onlara, “çocuklarım nerede, öldüler mi, kaldılar mı, cenazeleri nerede?” dedim. “Urfa’da kimliği tespit edilen bir cenaze var, hazırlan, seni oraya götüreceğiz” dediler. Beni teşhis yapmam için götüreceklerini anladım. Ayakta duramıyordum. Psikolojim tamamen çökmüştü. Belediyeden çıktıktan sonra bayılmışım zaten. Serum bağlamışlar, sabaha kadar müşahede altındaydım. Sabah gözlerimi açar açmaz kardeşime “Urfa’ya gidelim” dedim.

Hezni Arslan

Kalkıp Urfa’ya gittim. Ama Urfa’daki savcı “Cizre Belediyesi’nden evrak almamışsınız, cenaze de gömülü, evrakları bize getirmeden cenazeyi size açtırmayız” dedi. Evrakları istettik, gece de Urfa’da kaldık. Kızımı bana göstermiyorlardı. Bana “seni sonra içeri alacağız?” dediler. Kimsesizler mezarlığının yolunu gösterdiler. Meğer cenazesini yirmi gün önce kimsesizler mezarlığına gömmüşler. Biz gittikten sonra tekrar çıkardılar. Ama daha tabutu çıkarırlarken “bu Hacer değil” dedim. Yanımdakiler beni sakinleştirmeye çalıştı. “Nasıl bilebilirsin ki?” diye sordular. “Hacer’in tabutu bu kadar büyük olamaz, bu, oğlum Sait’in tabutu” dedim. Hacer daha küçüktü… Bana oğlum Sait’in de katledildiğini söylememişlerdi. Tabutu açtılar, kefenini kendi ellerimle araladım. Oğlumu gördüm. Yüzü darmadağındı. Savaştan hemen önce diş tedavisi görüyordu. Çenesinden, dişlerinden tanıyabildim. Oğlumu böyle buldum.

Peki ya kızınız Hacer, onu bulabildiniz mi?

Kızımı bulabilmek için hastaneye gidip kan örneği verdim. Sonra savcılığa gidip kızımın nerede olduğunu sordum. Kan örneği eşleşmesinin sonucunu beklemeye başladım. Altı ay boyunca ses çıkmadı. Derken çocuklar bana bir mektubun geldiğini söyledi. Kan örneği ellerindeki hiçbir cenazeyle uyumlu değilmiş. Hacer’in cenazesinin kendilerinde olmadığını söylemişler. Kızımın saçının telini bile bulsalar yeterdi bana. Onu ziyaret edebileceğim bir kabristana defnetmek istiyordum. Olmadı. Yedi sene geçti neredeyse. Hiçbir haber yok. Üstüne bir de kızımı öldürenler evimin önüne geliyordu.

Kızımı bulabilmek için kan örneği verdim. Altı ay ses çıkmadı. Sonra, mektup geldi, Hacer’in cenazesinin onlarda olmadığını söylüyorlar. Kızımın saçının telini bile bulsalar yeterdi. Onu ziyaret edebileceğim bir kabristana defnetmek istiyordum. Olmadı. Yedi sene geçti neredeyse.

Size ne soruyor, ne söylüyorlardı?

Kapımıza gelip, “Hacer nerede?” diye sorup durdular yıllarca. “Hacer’i öldürdünüz. Nerede öldürdüğünüzü de biliyorsunuz. Cenazesini getireceksiniz” dedim. İlk zamanlar beni rahat bırakmadılar. Eve baskınlar yaptılar, beni gözaltına aldılar. Gözaltında çıplak aramaya maruz bıraktılar. Defalarca tehdit ettiler. “Doğruyu söylemezsen yıllarca hapishanelerde tutarız, çoluk çocuğunu annesiz bırakırız” dediler. “Tanıdığını, akrabalarını çalıştıkları yerlerden kovdururuz” dediler. “Elinizden geleni ardınıza koymayın, sizden korkmuyorum, suçladığınız şeylerin hepsi saçmalık, hiçbirini yapmadım” dedim. Avukat “tehditlere karşı dava açabiliriz” dedi. Dava da açmadım, öylece bıraktım. “Hacer’in öldüğünden emin misiniz?” diye babasına da sormuşlar. Babası “Hacer kayıp bir çocuk değil” demiş…

Çocuklarınız nasıl bir ortamda büyümüştü?

Biz köydeydik. Gabar civarında, Deşta Lâlan’da (Lâl Ovası) yaşardık. Daha yedi yaşımdaydım, askerler köyü basmış, evimizin önünde, sağa sola ateş açmıştı. Büyüdüm, evlendim. Sait’e hamileyken köyden çıkmak zorunda kaldık. Bize “ya korucu olacaksınız ya da çıkacaksınız” diyorlardı. “Korucu olmayacağız” dedik, çıkıp Cizre’ye geldik. Tam o zamanlarda Sait dünyaya geldi. Çocukları bomba seslerinin gölgesinde büyüttük. Çocuklar dışarıya, oyun oynamaya giderken hep kaygılıydık, sokakta, caddede onca panzer vardı. “Çocuklara çarpar mı?” korkusuyla akşamı ederdik. Onca çocuk ezildi panzerlerin altında. O çocukların hesabı hiç kimseden sorulmadı. 46 yaşındayım, hâlâ sorulmuyor.

Cizre bodrumlarında yakılarak katledilen Mehmet Sait Arslan ve Hacer Arslan

Peki çocuklarınız nasıldı, öldürülmeden önce ne yapar, ne ederlerdi?

Hacer 19 yaşındaydı. Akıllı, uslu biriydi. Akşam eve on dakika geç kalsa “annecim biraz geç geleceğim, yemeğe beni beklemeyin” derdi. Hacer’le anne-kız gibi değil, iki arkadaş gibiydik. Sağlık bölümünde öğrenciydi. Lisedeydi, üniversiteye hazırlanıyordu. Hastanede, okulda yaşadıklarını, derslerini, arkadaşlarını gelir bana anlatırdı. Bana en çok bağlı çocuğumdu Hacer. Bende kronik bir hastalık var. Hacer okuldan geldiği gibi, “anne, sen otur, kendini yorma” derdi. Hem okuyor hem de ev işlerine yardım ediyordu. Komşumuzun felçli bir hastası vardı. Neredeyse her gün onu ziyaret eder, bir ihtiyacı olup olmadığını sorardı. Daha lise öğrencisiydi, ama profesyonel bir sağlık çalışanı kadar bilgisi, görgüsü vardı. Sorunu olan kim varsa yardımına koşardı. Hastaneye gidenlerle de o kadar ilgiliydi ki, şimdi bile bahsederler. Kin, nefret diye bir şey bilmezdi. Çok iyi huyluydu. Sait dördüncü çocuğum. 22 yaşındaydı. Sekiz sene oldu, 2014 Kasım ayında gitti ve bir daha geri dönmedi. Liseye yeni başlamıştı. Diğerleri gibi o da okumayı çok severdi. Zekiydi. Dördü de erken yaşlarda Kuran-ı Kerim’i hatmetmişti. Sait sekizinci sınıfa kadar okudu. Okulu da okumayı da severdi. Ama öğretmenlerine karşı gelmekten kendini alamıyordu. Okulun son zamanlarında birkaç ayda bir okul değiştirmek zorunda kaldı.

Muhammet, diğer oğlum… “Muhammet’in kimseye eyvallahı yok, öğretmenlerine çok karşı geliyor” diyorlardı babasına. Haksızlığa gelemezdi. Öğretmen bir çocuğa tokat atıp hakaret edince Muhammet öğretmenin yakasına yapışır, kavgaya tutuşurdu. Sekizinci sınıfa kadar öyle devam etti. Sonra babasıyla birlikte inşaatta çalışmaya başladı. Babası inşaat ustaydı. Sait de kalfası olmaya, ona yardım etmeye başladı. Askeri, polisi asla rahat bırakmadı Muhammet’i. Gözaltına aldılar, tehdit ettiler, dövdüler… “Senin neci olduğunu biliyoruz, sana rahat vermeyeceğiz” dediler. En sonunda, nasıl oldu anlamadık, on buçuk senelik bir ceza geldi oğluma. Yirmi iki yaşındaydı. Cizre’de savaş başladığı zaman, onun askerlik çağı çoktan gelmiş geçmişti. Askere gitmemişti. Şimdi bir oğlumun (Mehmet Sait Arslan) ve kardeşimin (Selim Toray) naaşları yan yana. Ama Hacer’in mezarı yok. Yüküm o kadar ağır ki. Ama onlar için ayakta durmak zorundayım. Onlarla hep gurur duydum. Onlarla varım.

Kardeşimi keskin nişancı sırtından vurmuş. Cenazesi yirmi dokuz gün o bodrumda kaldı. Normal bir savaş olsaydı çıkarılırdı bir şekilde. Ama normal bir savaş değildi. Kıyametti. Öyle bir kıyametti ki, şimdi bile çoğu insan konuşmaya çekiniyor. Asker de, özel tim de, polis de normal değildi ki, IŞİD’li gibiydiler. Gözlerimle gördüm.

Cizre’de çatışmalar başladığında şehirde ortam nasıldı? Neler yaşadınız o günlerde?

Cizre için 14 Aralık 2015’te sokağa çıkma yasağı kararı verildiğinde Nur Mahallesi’nde oturuyorduk. Evimiz çarşı merkezinden biraz uzaktı. Sait çıktı ve dönmedi. Hacer hastaneden eve geldi. Akşam yemeği hazırlamıştım. Hacer’e “dışarı çıkma kızım, neyin ne olacağı belli değil” dedim. Hatta biraz da sert konuştum. “Arkadaşım kapıda beni bekliyor, hemen döneceğim” dedi. Ben de evdekilere sofra kurdum. Evde üç torunum vardı. Aniden silah sesleri gelmeye başladı. Üç çocuk da ağlamaya başladı. Sekiz günlük savaşta üç torunumu mutfağa götürüp kulaklarına pamuk tıkıyordum, korkmasınlar diye. Üç aylık savaş başladığı zaman “artık kalamayız burada, gidelim” dedik. Mecburen bizim mahalleden başka bir mahalleye götürdüm çocukları. Küçük kız yerinde duramıyordu, çok korkuyordu. Biz daha yoldayken sokağa çıkma kararı çıktı. Kimse evinden çıkamadı. İki mahalle arasında büyük bir cadde var. Üç kızı beraberimde götürmüştüm. Hacer ve Sait caddenin diğer tarafında kaldılar. Elimde telefon, dakika başı arıyordum onları. Ta ki evimizi bombaladıkları ana kadar.

Evimizin karşısında karakol vardı. Karakoldan evin oturma odasına bomba atılmış. Hacer o an evdeydi. Bombanın etkisi geçtikten sonra evin fotoğraflarını çekmişti. Her yer darmaduman olmuş… Fotoğrafları bize yollayıp, “nereye gidelim?” dedi. Teyzemin evi yan sokaktaydı. “Oraya gidin” dedim. Üç dört gün böyle devam eder, durulur diye düşündük. Şehri yerle bir edene kadar bombalayacaklarını düşünmedik ki. Teyzemin evine gittiler. Yirmi sekiz gün orada kaldılar. Sürekli telefonla görüşmeye çalışıyorduk. “Nasılsınız, yiyecek yemeğiniz var mı? diye soruyordum. “İyiyiz, asıl senin hastalığın var, iyi beslenmeye çalış” diyorlardı bana. Yirmi dokuzuncu günde “mahalle tamamen boşaldı, bizim de artık çıkmamız gerekiyor” dedi. Cudi Mahallesi’ne gidiyorlarken askeri, polisi almış, hepsini götürmüş. Evlerde kim varsa, gözaltına alıyormuş gibi yapıp bodrumlara götürmüşler. Bodrumlardan bir daha çıkamadılar.

Hacer, isim listesi yayınlanan ilk bodrumdaydı. Bir daha ondan haber alamadık. Kırk birinci günde kardeşimin şehadet haberi geldi. Keskin nişancı sırtından vurmuş. Kardeşimin haberinden sonra şehirden çıkmaya karar verdim. Diğer çocuklara sahip çıkmak zorundaydım. Devlet bir yol açtı. Ambulanslarla insanları hastaneye götürdüler. Hastaneye kayın babam dışında kimsenin benimle gelmesine izin vermediler. Aşağı kata gittik, bir baktım, IŞİD’li gibiydi hepsi. Normal bir insan göremezdiniz, IŞİD’li gibiydiler. Görüntüleri, tavırları, silahları, uzun sakalları… Kayın babama “buradan hemen uzaklaşalım” dedim. Acil bölümünün kapısına döndük. Oradakilere, “beni şehirden çıkarın” dedim. Ambulansla beni savaşın olmadığı bir yere götürdüler. Bir akrabamızın evine gittim. Kardeşimin cenazesini onların yardımıyla alırım diye düşündüm. Faysal’a (Sarıyıldız) ulaşmaya çalıştım. “Selim’in cenazesini bulun lütfen” dedim. Faysal Selim’in cenazesinin Narin Sokak’taki bodrumlarda olduğunu söyledi. Kardeşimin cenazesi tam yirmi dokuz gün o bodrumda kaldı. Yirmi dokuz gün sonra cenazesini hastaneye kaldırdılar. Faysal günlerce televizyonlarda, “Selim’in cenazesi şu adreste” dedi. Kimsenin gitmesine izin vermediler. Normal bir savaş olsaydı kardeşimin cenazesi çıkarılırdı bir şekilde. Ama normal bir savaş değildi. Kıyametti. Öyle bir kıyametti ki, şimdi bile çoğu insan konuşmaya çekiniyor. Buradaki asker de normal asker, özel timi de normal özel tim, polisi de normal polis değildi. IŞİD’li gibiydiler. Gözlerimle gördüm.

Cenazelerinizi alabilmek için kimlerle görüştünüz? Yetkililer nasıl cevaplar veriyordu?

Hacer’in ismi bodrumlarda mahsur kalanların arasında okunduktan sonra sağ çıkamayacağını anlamıştım. İsmi televizyon kanalında telaffuz edilince uzun süre kendime gelemedim. Ayağa kalkamıyordum, yürüyemiyordum. Hacer’in babasına “git, bir yolunu bulup kan örneği ver” dedim. Babası Mardin’e morga gidip, kan örneği verdi. Teker teker cenazeleri gezdi, inceledi. “Tanımanın imkânı yok, cenazeleri yakmışlar” dedi. Orada daha fazla duramadı, dayanamadı. Geri döndü.

Cizre’den Mardin’e mi götürmüşlerdi cenazeleri?

Evet. Kardeşimin cenazesi için de Silopi Sınır Kapısı’na gittik. Orada morg var. Kardeşimi keskin nişancı vurmuştu. Cenazesi yanmamıştı. Ama onca gün sokakta kalınca vücudu bozulmuştu. Kardeşimin cenazesine gittiğimiz zaman bize fotoğraflar gösterdiler. Onlarca fotoğraf toplamışlardı. Masaya dizdiler fotoğrafları, baktık… Onu da çenesinden, yüzünün alt kısmından tanıdım. Onun ölümünü kabullenemedim. Milletvekili Aycan İrmez yanımdaydı. İrmez’e “kardeşim ölmüş olamaz, bu Selim olmamalı” dedim. Dizimin bağları çözülmüş, orada bayılmışım. Oradakiler “madem o olduğunu kabul etmiyorsunuz, kan örneği alacağız” dediler. Diğer kardeşim kan örneği verdi. Bir hafta boyunca oraya gidip geldik. Bir haftanın sonunda o cenazenin kardeşime ait olduğu anlaşıldı. Kardeşimin cenazesini aldık. Cizre’de sokağa çıkma yasağı devam ediyordu. Kontrol noktasına geldiğimizde, cenazemizin olduğunu söyleyip söylememekte kararsız kaldık. Toplu bir tören yapılmasın diye izin vermiyorlardı çünkü. Biz de normal yolcu olduğumuzu söyledik. Yeni Köprü civarında önümüzü kestiler, kimsenin eşlik etmesine izin vermediler. Sadece erkek kardeşim ve kuzenim… Cenazeyi iki kişi taşıdı. Defni öyle oldu. Taziye kuramadık, yas tutamadık.

Cenazeyi bulduğumuza sevinir hale gelmiştik. Haftalar sonra yasak kalktı. Yüzlerce insan yürüyerek, Yeni Köprü’nün oraya kadar geldik. Kız kardeşim benimle yürüyordu. Kız kardeşime, “bu kasvetli yerde artık ben nasıl yaşarım?” dedim: “Bu kahırdan nasıl kurtulurum?” Bana, “çocukların, akrabaların, dostların var, dayanmak, atlatmak zorundasın” dedi. Yürüyerek eve geldik oradan. Evler, apartmanlar, sokaklar darmadağın… Yakılmış, yıkılmış hepsi. Hacer’imin dolabının yanına gittim, durdum. Ne kadar öylece durdum hatırlamıyorum. Orada yine bayılmışım. Aklım başımda değildi, ruh gibiydim. 7 Şubat benim için kara bir gün. Hayatım boyunca da öyle kalacak. Aslında bütün günlerim kara, ama 7 Şubat apayrı. Telaffuz ederken bile kötü oluyorum. Sait 7 Şubat’ta hayatını kaybetti. Bodrumda katledilenlerin hepsinin günü…

Bodrumların üstüne yeni binalar, yetmedi, bir de park yaptılar. Cizreliler o parkta oturuyor, gülüp eğleniyor. İnsanın zoruna gitmez mi? Bodrumları yıkıp oradaki her şeyi bu parka gömdüler. Getirdikleri betonların arasında el, kol parçaları bulunmuş. Hacer acaba onların altında mı, bilmiyorum.

Katliamların olduğu bodrumların bulunduğu binalara ne oldu, şu an oralar ne durumda?

Bodrumların üstüne yeni binalar yapıldı. O binaların yapılmasına birkaç anne karşı çıktık. “Daha çocuklarımızın cenazeleri yok ortada, nasıl yaparsınız?” dedik. Ama yetmedi, bir de park yaptılar. Cizreliler gidip o parkta oturuyor, gülüp eğleniyor. İnsanın zoruna gitmez mi? Bodrumları yıkıp oradaki her şeyi bu parka gömdüler. Getirdikleri betonların arasında el, kol parçaları bulunmuş. Kanlı beton parçaları varmış. Belki de çocukların kemiklerini oraya gömdüler. Hacer acaba onların altında mı, bilmiyorum. Kahroluyorum konuşurken, ama bu artık önemli değil.

Kızınız Hacer’in cenazesini bulmak için neler yaptınız, nerelere başvurdunuz? Bu süreçte yanınızda kimler vardı?

Devlet Hacer’in cenazesinin kendilerinde olmadığını söylüyor. Avukatlara, milletvekillerine gidip kızımın cenazesinin akıbetini soruyorum. Yedi sene geçti, hiçbir şeye ulaşamadım. Daha çok avukatlar yardım ediyor bana. Savcılık kısmını, hastane kısmını avukatla birlikte soruyoruz. Bir defa kan örneği vermek için gittim, iki defa da acil durum nedeniyle hastaneye kaldırmışlardı. Onun dışında hastaneye gitmek istemiyorum. Hacer orada çalışıyordu. Bir kapı açıldığında Hacer çıkacak gibi hissettim hastanede. Hacer’i hatırlatıyor, sanki her an bana görünecek gibi geliyor.

8-9 Ekim’de İstanbul-Şişli, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde “Ölüye Saygı ve Adalet Konferansı”na katılanlar arasında Hezni Arslan (altta, ortada) ve kayıplarını arayan başka anneler de bulunuyor

Hacer’in mezarının olmaması size ne hissettiriyor?

Kardeşimi ve oğlumu yan yana gömdüm. Bir elimi kardeşimin, bir elimi de oğlumun mezar taşına koyarım. Hacer’im de kardeşiyle, dayısıyla olsaydı keşke. Kemikleri bile olsa orasının Hacer’in yeri olduğunu bilirdim. Oğlumun ve kardeşimin mezarlarını, onların evi gibi görür oldum. Perşembe günleri kabristana gidip, onları ziyaret ediyorum. Ama Hacer’in cenazesi bile yok. Bunu anne olarak hissetmek de apayrı bir acı. Nerede olduğunu bilsem, artık nerede kalmış olabileceğini düşünmesem, yeter. Geceleri asla uyuyamıyordum. Şimdi de uyumadan önce, “Hacer’in cenazesi nerede olabilir ki, acaba o duvarların arasında mı kaldı?” diye düşünüyorum.

Cumartesi Anneleri ve Barış Anneleri İnisiyatifi’nden biliyoruz, çocuklarının cenazesini arayanlar arasında kadınlar ağırlıkta…

Çocukları anneler dünyaya getirir, anne büyütür. Tabii ki babaları da sever, kaygılanır çocukları için. Ama çocuğu her şeyden koruyup kollayan, sakınan, annedir. Böyle bir felaketle karşılaşınca çocukların babasıyla ayrı duygular yaşadığımızı söyleyebilirim. Babası daha dayanıklıydı. “Kahrolmuyor musun?” diye soruyordum bazen. Anneler daha çok etkileniyor. Bu yüzden de anneler mücadelede daha fazla çalışma yürütüyor. Ben duramam mesela. Çocuklar uyarıyor, “tansiyonun yükseliyor, böbrek hastalığın var” diye. “Gece gündüz koşturuyorsun, yorulmuyor musun?” diyorlar. Ama ben bir elimi kardeşimin, diğer elimi oğlumun mezar taşına koydum ve onlara söz verdim. Yaşadığım sürece çocuklarımın, kardeşimin yolundan ayrılmayacağım. Kanımın son damlasına kadar. İyi ya da kötü, az ya da çok. Dayak da yesek, haksızlıklara da uğrasak, tutuklansak da o yolu bırakmam. Şu an Cizre’de çalışma yürüten ben ve bir anne daha varız. Askerin, polisin gözü hep üzerimizde. Bize, “sizin her gün  kaç adım attığınızı bile sayıyoruz, sizi izliyoruz” diyorlar. İzlesinler bakalım. Ben vazgeçmem…

Kardeşimi ve oğlumu yan yana gömdüm. Bir elimi kardeşimin, bir elimi de oğlumun mezar taşına koydum, onlara söz verdim. Yaşadığım sürece onların yolundan ayrılmayacağım. İyi ya da kötü, az ya da çok. Dayak da yesek, haksızlıklara da uğrasak, tutuklansak da o yolu bırakmam.

Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi’ne nasıl dahil oldunuz?

Ben Medeniyetler Beşiğinde Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma, Dayanışma, Birlik ve Kültür Derneği’ndeyim (MEBYA-DER) ayrıca. Taziyelere gidiyoruz, aileleri ziyaret ediyoruz. Sadece MEBYA-DER de değil, Barış Anneleri Meclisi’miz var mesela. Onların, MEBYA-DER’in ve HDP’nin katılabildiğim bütün etkinliklerine katılıyorum. Bir arkadaşım bahsetti inisiyatiften. “Onlara senin ismini verdim, katılmak ister misin?” diye sordu. “Ne olursa katılırım” dedim. Onlara katıldığım için mutluyum.

İnisiyatif’ten beklentiniz nedir?

Çalışmalarımızın başarıya ulaşmasını istiyorum. Emek verdiğimiz şeylerin havada kalmasını istemiyorum. Çocukların cenazelerinin bulunmasını, mezarlıkların tahrip edilmemesini istiyorum. Tam 28 yıldır amcam İhsan Arslan’ın da cenazesi kayıp. Ona asla ulaşamadık. JİTEM evinden almış, kaybetmişti. Newala Qesaba’da mı, nerede, bilmiyoruz. Hacer ve amcası hâlâ bulunamadı.

Son söz?

Biz anneler el ele verelim, mahpusların, hayatını kaybedenlerin, gerillaların, asker ve polislerin anneleri. Bu kanın durması lâzım. Bunca savaş, bunca katliam artık bitmeli. İnsanların artık bir nebze olsun nefes alması lâzım. Cenazelerimizi bulmamız için de herkese çağrıda bulunuyorum: Bize yardım edin. Mezarlıkların tahrip edilmesini engelleyin.

Kürtçeden çeviren: Erselan Aktan

^