FERHAT ENCÜ’YLE ROBOSKİ KATLİAMI’NIN 8. YILI

Söyleşi: İrfan Aktan
28 Aralık 2019
SATIRBAŞLARI
28 Aralık 2011 gecesinin üzerinden sekiz yıl geçti. 12 saati aşkın süre boyunca insansız hava araçlarıyla izlendikten sonra 19’u çocuk 34 Kürt köylüsünün Türk Hava Kuvvetleri’ne bağlı F-16’larla bombalanarak katledilmesiyle ilgili tek bir sorumlu bile yargılanmadı. Açılan dava sivil ve askeri yargı arasında sonuçsuz kalınca, aileler Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. AYM’nin önce davanın esasına girip sonra da “eksik evrak” dolayısıyla 26 Şubat 2016 tarihinde dosyayı “şekli” sebeplerden reddetmesiyle dava AİHM’e taşındı. 23 Ağustos 2016’da Roboskili ailelerin AİHM’e yaptığı başvuru da 17 Mayıs 2018 tarihinde AYM’ninkiyle aynı gerekçe öne sürülerek reddedildi. Böylece tüm dünyanın gözleri önünde katledilen 34 köylüyle ilgili yargı süreci sonuçsuz bırakılmış oldu…
Katliamda 17 yaşındaki kardeşi Serhat Encü’yü kaybeden ve Roboskili ailelerin tepkilerinin öncüsü olan Ferhat Encü, 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 tarihlerinde HDP’den Şırnak milletvekili oldu. Ancak 4 Kasım 2016 tarihinde, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ dahil 12 HDP milletvekilinin gözaltına alındığı operasyonda o da “attığı tweet’ler” gerekçe gösterilerek tutuklandı. Otuz aylık mahpusluğu sürerken Roboskili ailelerin öncülüğünü üstlenen kardeşi Veli Encü ise 24 Mayıs 2019’da tutuklandı ve halen Şırnak Cezaevi’nde… Roboski katliamının sekizinci yılında Ferhat Encü’yle katliamın gerçekleştiği geceyi, öncesindeki sınır ticaretini, katliamın sınır köyleri üzerindeki etkisini, hukuki ve siyasi süreci konuştuk…

Roboski katliamıyla ilgili siyasi ve hukuki sürecin seyrine baktığınızda nasıl bir değerlendirme yapıyorsunuz? Katliamın üzerinden geçen sekiz yıllık süreç size, bize ne anlatıyor?

Ferhat Öncü: 28 Aralık 2011 tarihinde katliam yapıldığında, “başımıza niye bunu getirdiler” diye kendi kendimize sormuştuk. Katliamı yapan savaş uçakları öyle herhangi bir komutanın yahut yereldeki bir birliğin emriyle kalkmaz. Zaten burada bir sınırötesi harekât söz konusu. Dolayısıyla harekâtın emri ancak merkezi düzeyde, Ankara’dan verilebilir. Emir-komuta hiyerarşisini yerelden takip ederek ilerlediğinizde, bu işin vardığı en yüksek askeri merci Genelkurmay Başkanlığı’dır. Genelkurmay’ın da bu saldırının emrini siyasi iradeden bağımsız aldığını düşünmüyoruz. Çünkü ortaya çıkan bulgular buna dair çok sayıda veri içeriyor. Roboski katliamı bir anda verilmiş kararla veya kazaen yapılmış bombardımanla gerçekleştirilmedi. Neticede akrabalarımızın köyden çıkıp sınırın öte tarafına geçişinden geri dönüşlerine kadar 12 saate yakın bir süre boyunca izlendiğini gösteren kamera kayıtları var.

Roboski katliamı bir anda verilmiş kararla veya kazaen gerçekleştirilmedi. Akrabalarımızın köyden çıkıp sınırın öte tarafına geçişinden geri dönüşlerine kadar geçen 12 saat boyunca, görüntüler üzerinden değerlendirmeler yapıldıktan sonra vur emri verilmiş.

Eldeki görüntülerin kaynağı ne?

Heron denen, devlete ait hava araçlarından yapılan görüntü kayıtları bunlar. Bu 12 saat boyunca görüntüler etraflıca incelenmiş ve muhtemelen bu katliamla kime, nasıl bir mesaj verileceği bile hesaplanmış. Dolayısıyla katliamın sorumlularının ortaya çıkarılmamasının temel nedeni, bunu bizatihi devletin yapmış olması. O dönemin Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, başbakan da Erdoğan’dı.

Hava Kuvvetleri Komutanı da 15 Temmuz darbe girişiminin başında olduğu söylenen Akın Öztürk’tü…

Evet. Akın Öztürk tabii Roboski katliamından değil, dediğiniz gibi FETÖ’den dolayı tutuklandı. Türkiye’deki mevcut yargı sisteminin Roboski’nin faillerini yargılamasının olanağı yok zaten. O dönemin siyasi otoriteleri hâlâ pozisyonlarını koruyor ve yargı da onlarla bütünleşmiş durumda.

Peki AYM ile aynı gerekçeyle, son derece tartışmalı biçimde davaya bakmayı reddeden AİHM’in kararını nasıl yorumluyorsunuz? Sizce AİHM’in ret kararının temel nedeni, gerçekten de Roboski davasını üstlenen Şırnak Barosu başkanı Nuşirevan Elçi’nin eksik evrakla başvuru yapması mıydı?

Anayasa Mahkemesi’nden çıkan ret kararına bahane olan eksik başvuruyu konuşuruz, ama AYM’nin verdiği ret kararının gerekçesinin AİHM’e de bir bahane oluşturduğunu söylememiz lâzım. AİHM’i siyasetten bağımsız bir kurum olarak göremeyiz. Sonuçta Avrupa Konseyi üyesi devletlerin atadığı yargıçlar görev yapıyor bu mahkemede. Dolayısıyla Türkiye’nin Roboski davası konusunda AİHM nezdinde çok ciddi lobisinin belirleyici olduğunu, ancak AİHM’in bunu eksik evrak gibi şekli bir gerekçenin arkasına gizlediği kanaatindeyiz. Bizim yaptığımız başvurular toplu değil, bireysel başvurulardır. Eksik evrakı olanlar ayrılıp diğer dosyalar incelenebilirdi.


AİHM’e toplam kaç dosya sundunuz?

Her bir aile ferdi adına 281 dosya sunduk. Dosyaları üç ana kategoriye böldük. İlk bölümdekiler, AYM’deki dosyası tam olanlar, ikinci kategoride dosyası eksik olanlar ve üçüncü kategoride de hiçbir başvurusu yapılmamış, ama mağdur olmuş aileler adına sunulan dosyalardı.

Üçüncü bir kategori niye var? Niye bazı aileler başvurmamıştı?

Hukuken katliamda yakınlarını kaybeden veya bu olayda zarar gören her bireyin müdahillik hakkı vardı. Fakat maalesef ilk başta yapılması gereken yapılmamış ve her aileden bir kişi adına başvuruda bulunulmuştu.

Bu eksikliğin sorumluları kimler?

Katliamdan bir ay sonra Şırnak Barosu bölge baroları adına bize geldi ve davayı yürüteceklerini söyledi. Bunun için bizden vekalet talep etti. Hukuki süreci bölge baroları adına Şırnak Barosu koordine ediyordu. Sonuçta biz ailelerin herhangi bir hukuki bilgisi yok, süreci onlara bıraktık. Fakat bırakın bütün aile fertleri adına başvuru yapılmasını, hukukun abecesi olan idari yargıya bile başvurulmamış.

Türkiye’nin lobisinin belirleyici olduğu, AİHM’in “eksik evrak” gibi şekli bir gerekçenin arkasına gizlendiği kanaatindeyiz. Bizim yaptığımız başvurular toplu değil, bireysel başvurulardır. Eksik evrakı olanlar ayrılıp diğer dosyalar incelenebilirdi.

Neden?

Nedenini bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, Şırnak Barosu’nun bunu tercih etmediği! Öte yandan AYM başvurusu sırasında yine Şırnak Barosu’nun bize karşı bir itirazı olmuştu. “Devletten para istemek ahlâki değildir, dilekçede tazminat talep etmeyelim” demişlerdi. Ben de “Amacımız para almak değil. Tazminat da bir cezalandırma yöntemidir ve biz aileler cezanın bu yönünün de gerçekleşmesini talep ediyoruz” demiştim. Nihayetinde dilekçeye ancak bu şekilde tazminat talebini yazdırabildik. İşin başından beri baronun eksiklikleri, boş vermişliği var yani. Dosyada yaşanan eksikliklerin baş sebebi Şırnak Barosu’dur. Sonuçta ailelerin hukuki bir bilgisi yok ve siz onlar adına tarihi önemdeki bir davanın yürütücülüğünü üstleniyorsunuz. Hukuken irademizi size teslim etmişsek, bunun sorumluluğunu yerine getirmekle mükellefsiniz. Kaldı ki, Roboski davası herhangi bir dava değil. 34 köylünün katledildiği, tüm toplumda derin bir travma yaratmış ve toplum üzerindeki etkileri hâlâ dün gibi devam eden bir olayın davasını üstlendiğinizde, hem ahlâki, hem vicdani, hem siyasi, hem de tarihsel bir yükümlülükle karşı karşıyasınızdır. Maalesef bu sorumluluk yerine getirilmediği için bu noktadayız. Çünkü bu şekilde hem AYM’nin hem de AİHM’in eline arayıp da bulamayacakları bir bahane verildi. AYM başvurusunda 11 dosyada eksiklik varmış. Bu eksikliklerin giderilmesi için Şırnak Barosu’na “15 gün içinde giderin” şeklinde tebligat yollanıyor. Şırnak Barosu bu süreçte eksiklikleri tamamlamıyor. Hatta o dönemin AYM başkanı olan Haşim Kılıç bizzat baro başkanı Nuşirevan Elçi’yi arıyor ve dosyanın bu şekilde reddedileceğini, Elçi’nin hemen buna gerekçe olarak sağlık raporu alması gerektiğini söylüyor. Elçi bu basit raporu bile geç alıyor ve bir ay kadar sonra yolluyor.


AYM’ye kaç dosya gitmişti?

Kırk dosya gönderilmişti. Bunların içinde katliamdan sağ veya yaralı kurtulanların başvuruları da vardı. Bir-iki dosyada da katledilen kişinin hem annesi hem babasının başvuruları vardı. Fakat esas olarak yaşamını yitiren her bir bireyin ailesinden bir kişinin başvurusu alınmıştı, baro tarafından. Mesela benim başvuru dosyam yoktu, çünkü ailemizden sadece babamın vekaleti alınmıştı. Oysa Şırnak Barosu’nun bu konuda bizi bilgilendirmesi ve benden, kardeşlerimden, annemden de vekalet istemesi gerekiyordu. Nihayetinde toplam aile fertleri 281 olduğu halde, 240 kişinin başvurusu yapılmamıştı.

Sizce Roboski davasının sonuçsuz bırakılmasının temel müsebbibi Şırnak Barosu mu?

Hukuki süreçte ihmaller, görevi kötüye kullanma, sorumsuzluk dizboyu. Peki ama başvurularda hiçbir eksiklik olmasaydı, sorumlular açığa çıkarılıp yargılanacak mıydı? Benim kanaatime göre bu sorunun yanıtı “hayır”. Ne yapıp edip bir bahaneyle bu dosyayı sumenaltı edeceklerdi. Fakat şu bir gerçek ki, bizim adımıza hukuki süreci yürütenler, devletin işini çok kolaylaştırdı. Şu anda dosyanın eksik evrakla AYM’ye götürülmesini tartışıyoruz, ama bu kadar geri noktada olmayabilirdik. “Tüm evrakları eksiksiz götürdüğümüz halde dosyaya bakmayı reddettiler” diyebilmeliydik. Hem AYM’nin hem de AİHM’in siyasi kararlar verdiğini daha rahat ifşa edebilirdik. Fakat ne yazık ki başvurudaki eksiklikler bu tartışmada elimizi zayıflatıyor.

Roboski katliamının arkasındaki kişi, darbeci ve dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk müdür, yoksa başka birileri midir? Hukukun önünü açın, davayı başlatın, kimin parmağı varsa yargılansın. Niye bundan çekiniyorsunuz?

15 Temmuz darbe girişiminden sonra bazı AKP’liler Roboski katliamının arkasında da Fethullahçıların olduğunu ima eden açıklamalar yaptı. Sizin bu konudaki yorumunuz nedir?

Berat Albayrak da darbe girişiminden çok kısa süre sonra bu imada bulunarak “Uludere olayı yeniden incelenecek” demişti. Bu lafın sözde kalmaması gerekiyordu, ama tabii öyle bir inceleme hiçbir zaman yapılmadı. Madem bu katliamı Fethullahçılar yaptı veya organize etti, alın size aklanma fırsatı! Gelin bu davayı yeniden canlandırın ve bu katliamın arkasında kim var, kim yok, tek tek ortaya çıkarın. Bu katliamın arkasındaki kişi, darbeci ve dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk müdür, yoksa başka birileri midir? Roboski katliamı konusunda hukukun önünü açın, davayı başlatın ve kimin parmağı varsa yargılansın. Niye bundan çekiniyorsunuz?

Niye çekiniyorlar sizce?

Gerçek öyle değil de ondan. Katliamın zeminini Fethullahçılar oluşturmuş olabilir, ama sorumluluğun sadece onlarda olmadığını, işin siyasi ayağının olduğunu biliyorlar. Mesele, “Fethullahçıları terör örgütü ilan ettik, bütün suçları onlara yükleyip işin içinden çıkalım” diyebilecekleri kadar basit değil. Adaletin sağlanabilmesi için şeffaf bir yargı sürecinin işletilmesi ve toplumun içine sinecek bir kararın çıkması gerekiyor. Gösterilen tek bir sorumlu yok, görevden alma, gözaltı, tutuklama yok. Hadi diyelim ki Fethullahçılar güçlüyken bu yapılmadı, şimdi niye yapılmıyor? 19’u çocuk, 34 insanın cenazesi var ortada. Bir kişi bile görevden alınmaz mı yahu? TBMM Uludere Alt Komisyonu kuruldu, gelip biz ailelerle görüştüler. Nihayetinde bir rapor hazırlandı ve o raporda AKP’li milletvekilleri bu katliamı “kaçınılmaz son” olarak nitelendirdiler. Silopi’deki sokağa çıkma yasakları sırasında öldürülen ve cenazesi yedi gün boyunca sokak ortasında bırakılan Taybet Ana (İnan) için de İçişleri Bakanlığı “kaçınılmaz son” demişti. “Kaçınılmaz son” dediğinizde o katliamı, o ölümleri üstlenmiş oluyorsunuz. Roboski için bunu diyenler kimlerdi? “Kaçınılmaz son” denen raporu onaylayan AKP’nin milletvekilleri. Bu AKP milletvekilleri Fethullahçı mıydı?

Roboski katliamının üçüncü yıldönümünde yapılan anma töreni

Akrabalarınız 12 saat boyunca izlendiğine göre, sivil, köylü oldukları da anlaşılmıştır. Sizce buna rağmen neden bombardıman yapıldı?

Roboski katliamının bir yanlışlık sonucu yapıldığına kesinlikle inanmıyorum. Ama buna dair gerçek bir hukuki süreç işletilmediği, sorumlular yargılanmadığı için, sebebini ancak siyasi bir yorumla açıklamaya çalışabiliriz. Katliamın sonuçlarına, toplumda ve o bölgedeki köylüler üzerinde yarattığı etkiye baktığımızda çeşitli değerlendirmeler yapılabilir. Benim yorumum, bu katliamın aslında bu şekilde planlanmadığı yönünde.

Nasıl yani?

Bence Roboski katliam planı eksik bırakıldı. Katliam yapıldıktan sonra “aralarında PKK’liler vardı” ve “aslında silah taşıyorlardı” şeklinde iki iddiayla manipülasyon yapmak istediler. Planın bu yönünü gerçekleştiremediler. Kanaatime göre akrabalarımızı katlettikten sonra oraya PKK’lilerin cenazelerini ve silahları götürüp bırakacaklardı. Fakat ikisini de yapamadılar.

Bence Roboski katliam planı eksik bırakıldı. Akrabalarımızı katlettikten sonra oraya PKK’lilerin cenazelerini ve silahları götürüp bırakacaklardı. Köylüler bölgeye çok hızlı intikal ettiği için planları yarım kaldı.

Neden yapamadılar?

Çünkü katliamdan sağ kurtulan bir kişi ânında köye haber verdi. Köylüler de hemen akabinde bölgeye intikal etti. Bu süreç çok hızlı gerçekleştiği için planları yarım kaldı. Yoksa muhtemelen katliamdan sonra bölgeyi sarıp gidiş-gelişlere kapatacak ve ardından da planın sözünü ettiğim kısmını tamamlayacaklardı. Zaten akrabalarımız olay yerine giderken üzerlerinde helikopterler uçuruldu.

Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Hava Kuvvetleri’nden farklı bir tutum alarak planın dışında kalmış ve dolayısıyla yerde, olay mahalline giden köylülere müdahale etmekten geri durmuş olabilir mi?

Bilemiyorum ama, sınır ticareti orada bir rutin olarak sürdürülüyordu. Sınırda bulunan karakol veya tabur, sınır ticareti yapan köylülere sürekli pusu atardı. Bazen insanlar yakalanır, yüklerine el konur, bazen de kurtulurlardı. O gece de aynı amaçla Gülyazı Karakolu komutanı bölgeye gidiyor ve köylüleri bekliyor. Fakat gözcüler bu pusuyu farkedip haber verdiği için, sınırın öbür tarafından dönen köylüler beklemeye koyuluyor. Bombalama yapılmadan hemen önce ise Gülyazı Karakolu komutanı askerlerini oradan çekiyor. Aileler bombalama haberini alıp olay mahalline giderken, yolda karakol komutanıyla karşılaşıp “bizim çocukları mı bombaladınız” diye sormuşlar. O da “hayır, uçaklar korkutmak amacıyla etraflarına bomba atmış” demiş. Ben de daha sonra o karakol komutanıyla konuştum. “Benim gerçekten bu katliamdan önceden haberim yoktu. Bize sorsalar, oradaki insanların sivil olduklarını söyleyecektim” demişti bana. Bunun üzerine kendisine, “İki ayrı bombardıman yapıldı ve ikisi arasında yaklaşık kırk dakikalık bir zaman var. Siz ilk bombalamadan sonra üstlerinize ‘bu insanlar sivil’ diyemez miydiniz” soruma da “diyemezdim” yanıtı vermekle yetinmişti. Belki de söylemiştir, ama buna rağmen bombardıman yapılmıştır, bilemeyiz.

Sınır ticaretinin orada rutin olduğunu söylediniz. Bu ticaretin evveliyatı, “kaçakçılık” haline gelmesinin tarihçesi nedir?

Bu işe “kaçakçılık” demememizin en somut dayanağı, ortada bir sınırın olmamasıdır. Tellerle veya duvarlarla örülmüş, kapatılmış bir sınır yok. Tamamen kâğıt üstünde, toplumsal gerçeklikle örtüşmeyen, suni bir sınır söz konusu. Doğal bir dağ silsilesi var ve sınırlar çizildikten sonra oradaki halka “bu dağı artık geçemezsiniz” demişler. Oysa köylüler hayvanlarını otlatırken, peynire katık yapmak üzere ot toplarken, ava çıkarken, yolunu kaybederken, karşıdaki köyün düğününe veya taziyesine giderken, bayramlaşırken, yani hayat olağan akışında devam ederken bu sınırı zaten her gün ihlal ediyorlar. Sınırlar yokken hayat böyleydi ve sınırlar çizildikten sonra da, yüz yıla yakın zamandır bu böyle devam etti. Son yirmi-otuz yıldır orada fiilen bir sınır kontrolü yapılıyor, ama öncesinde bu kontroller bile yoktu. 7 yaşımdayken, annemle birlikte katıra binip bir köyden öbürüne geçercesine sınırın öbür tarafında, Zaho’daki akrabalarımızı ziyarete gittiğimizi hatırlıyorum. Aşiretimizin, akrabalarımızın çoğu öbür tarafta. Siz oraya sınır çizdiniz diye aşiret ilişkileri, akrabalıklar sonlanmaz ki! Eskiden bizim köyden Uludere’ye yol yoktu. Dolayısıyla alışveriş yapmak için Uludere’ye gitmek çok çileliydi. Fakat Zaho iki adımlık ötemizde olduğu için insanlar oraya gidip alışverişlerini yaparlardı. Dedem de bunu yapmış, babam da yapmış, ben de yaptım, katledilene kadar kardeşim de yaptı. Ticaret için yüzlerce kez ben de karşı tarafa gidip geldim.

Doğal bir dağ silsilesi var ve sınırlar çizildikten sonra oradaki halka “bu dağı artık geçemezsiniz” demişler. Oysa hayvanlarını otlatırken, ava çıkarken, yolunu kaybederken, karşı köyün düğününe giderken, bayramlaşırken, yani hayat olağan akışında devam ederken bu sınırı zaten her gün ihlal ediyorlar.

Ne ticareti yapıyordunuz?

Çay, şeker, un gibi temel gıdaları oradan alıp burada veya buradan alıp orada satıyorsunuz. Üstelik bunu tamamen aleni, bizzat devletin gözetimi altında veya yol vermesiyle yaptık. Biri zor, diğeri ise askeri üs bölgesinin, mevzilerin hemen yanından geçen iki yol var. Askerler bize “yanımızdan geçen bu yolu kullanmayın, diğer yoldan geçin” derlerdi. Biz ise o yolda ısrarcı olurduk. Bir seferinde yine o yolu kullanmamızı engellemek istediklerinde, sınırın sıfır noktasında askerlerin yanına gidip “yolumuzu kapatmayın” demiştim. Yıl 2006 veya 2007 olmalı. Oradaki görevli başçavuş “emri ben değil, yukarıdakiler veriyor” yanıtı verince, yine onun telsizini kullanarak amiriyle, yüzbaşıyla konuşmuştum. “Bu seferlik geçmemize izin verin, diğer sefer öbür yoldan geçeriz” demiştim. Yüzbaşı da “devletin telsizini kullanarak benden bu yolun iznini istiyorsun” diyerek talebimizi reddetmişti. Neticede diğer yoldan geçmemize göz yumdular. Yani yaptığımız ticaret bu kadar aleniydi. Yine 2010 yılında bir akşam haber geldi, sınırdaki yakınlarımıza helikopterlerden ateş açıldığı söylendi. Kalkıp sınıra gittiğimizde sabah olmuştu. Oradaki tugay komutanı geldiğinde “niye ateş açtınız” diye sorduk. “Geçişlere müsamaha gösterdiğimiz için Ankara’dan çok baskı var” demiş ve “siz de gündüz geçmeyin, akşamları yapın bu işi” diye devam etmişti.

Roboski katliamının dördüncü yıldönümü

Az önce “katliamın sonuçlarına, toplumda ve o bölgedeki köylüler üzerinde yarattığı etkiye baktığımızda çeşitli değerlendirmeler yapılabilir” demiştiniz. Roboski katliamının sınır köylüleri üzerindeki tesiri ne oldu? Aradan geçen sekiz yılda bu etki nasıl dönüştü, ne yöne evrildi?

1990’lı yıllarda köy boşaltmaları, yaylaların yasaklanması iki temel sonuç yarattı. Milyonlarca insan büyük kentlere göç ederek orada hem ucuz iş gücüne dönüştü hem de sisteme entegre, asimile oldu. Geride kalanlar ise koruculuğu kabul etmek zorunda kaldı. Çünkü başka hiçbir ekonomik geçim kaynağı, seçenek bırakılmadı. Sınır ticareti arttıkça, insanların devlete mecburiyeti de azaldı. Dolayısıyla koruculuk mecburiyeti kalmadı ve insanlar devletle bu şekilde bir ilişkiyi sürdürmedi, arasına mesafe koydu. 1990’lı yıllarda Kürtlerin kendi hareketlerine verdikleri oyların şimdikiyle kıyaslanamayacak düzeyde az olmasının temel nedeni baskılardı, ama işin ekonomik boyutu da çok belirleyiciydi. Devlet, 2000’li yıllarda askeri baskıların kısmen hafiflemesiyle birlikte köylerin bir bütün olarak Kürt hareketiyle bütünleştiğini, politikleştiğini gördü. Dolayısıyla Roboski katliamını bu gidişatın durdurulması konusunda bütün köylülere yöneltilmiş bir gözdağı olarak da değerlendirebiliriz. Tabii 2015 ortalarından itibaren yürütülen savaş politikası temel etken, ama Roboski katliamının da şu an bölgede hâkim olan olağanüstü korku ikliminde büyük bir payı var. Sınır ticareti yapmaya başladıktan sonra devletin silahını bırakan, koruculuğu terkeden binlerce insan, bu katliamdan ve izleyen savaş politikalarından sonra tekrar koruculuğu kabul etmek zorunda kaldı. Çünkü sınır ticareti yapması engellenen insanların başka hiçbir geçim kaynağı yok. Eğer bugün yerel seçimlerde Uludere ve Beytüşşebap’ta kaybediyorsak, bunun arkasında bizim eksikliklerimiz kadar, devletin bu politikasının da belirleyici etkisi olduğunu gözardı edemeyiz.

Devlet, 2000’li yıllarda askeri baskıların kısmen hafiflemesiyle birlikte köylerin politikleştiğini gördü. Roboski katliamını bütün köylülere yöneltilmiş bir gözdağı olarak da değerlendirebiliriz.

Kürt hareketi genel olarak Roboski katliamına tepki gösterme konusunda nasıl bir sınav verdi sizce?

Siyasal anlamda sahiplenme çok yoğun oldu. Roboski köylüsü olarak HDP’den milletvekili seçilmem, Kürt hareketinin bu davayı sahiplenmesinin göstergelerinden biridir. Fakat hukuki anlamda Roboski davasının sonucuna bakıldığında, davaya teknik açıdan yeterli özenin gösterilmediği de açıktır. Ben de bu siyasi hareketin bir üyesi olduğum için, bunda kendi payımı da görüyor ve bunu bir özeleştiri olarak söylüyorum. Roboski davasına gereken özenin gösterilmediğini toplum da görüyor ve bu nedenle de yoğun eleştiriler yapılıyor.

4 Kasım 2016’da HDP’ye yönelik kapsamlı operasyon sırasında tutuklanan milletvekillerinden biri de sizdiniz. Neyle suçlanıyordunuz? Ne kadar hapis yattınız?

Sokağa çıkma yasakları sırasında attığım tweet’ler aleyhimde kullanılan tek delillerdi. 4 Kasım’da eşbaşkan ve diğer milletvekili arkadaşlarımla birlikte gözaltına alındım ve örgüt propagandası yaptığım iddiasıyla tutuklandım. Aslında örgüt üyeliğinden ceza istendi, ama hiçbir delil olmayınca propaganda suçlamasına çevirdiler süreci. Otuz ay gibi bir hapislik sürecim oldu. İlk tutuklanmamdan kısa süre sonra, 15 Şubat 2017’de tahliye edilmiştim, çünkü dosyam hakikaten bomboştu. Fakat hukuksuz bir şekilde, tahliyemden iki gün sonra, 17 Şubat’ta tekrar tutuklandım. Daha önce Türkiye yargı sisteminde kullanılmayan bir yöntemdi bu. Kovuşturmaya dönüşmüş bir dosya var, bizzat ana mahkeme tahliye kararı veriyor. Bu tahliye savcının itirazına tabi değil. Savcı buna rağmen hukuksuz bir biçimde itiraz etti ve aynı biçimde tekrar tutuklandım. Nihayet 14 Haziran 2019’da, yine fazladan on ay hapis yatarak tekrar tahliye edildim.

Neden on ay fazladan yattınız?

Türkiye yargı sistemine göre cezanın son bir yılında denetimli serbestlikten yararlanabiliyorsunuz. İnfaz hâkimliğine bunun için başvurdum, kabul edildi. Fakat yine savcının itirazı üzerine tahliyem engellendi. Altı ay sonra tekrar başvurdum, infaz hâkimliği tekrar kabul etti. Ama bunu da beklettiler ve cezamın bitmesine iki ay kala tahliyem gerçekleşti. Oysa dediğim gibi, son on ayı denetimli serbestlik uygulamasıyla dışarıda geçirmem gerekiyordu.

Hangi hapishanede kaldınız?

Hapse ilk düştüğümde, Kocaeli Kandıra F Tipi’nde iki buçuk ay tecritte kaldım. Daha sonra siyasi soykırım operasyonu sonucu tutuklanan Eskişehir il eşbaşkanımızla, çeşitli girişimler sonucu birlikte kalmamız söz konusu oldu. 15 Şubat 2017’de iki günlük tahliyeden sonra tekrar tutuklanınca bu sefer 15 gün tecrite alındım. Ardından da siyasi tutsaklar benim bulunduğum koğuşa getirildi.

Sınır ticareti yapmaya başladıktan sonra devletin silahını bırakan binlerce insan, bu katliamdan ve izleyen savaş politikalarından sonra tekrar koruculuğu kabul etmek zorunda kaldı. Sınır ticareti yapması engellenen insanların başka hiçbir geçim kaynağı yok.

Hapishane koşulları nasıldı?

F Tipi hapishanelerde, doğrudan hiçbir şey yapmasalar bile, o yapının kendisi işkence aslında. Fakat bununla da yetinilmeyerek sürekli bir psikolojik işkence altında tutuluyorsunuz. Koşullar çok kötü gerçekten. Figen Yüksekdağ başkanımız dahil olmak üzere çok sayıda kadın siyasetçimiz de Kandıra’da tutulmasına rağmen ciddi sorunlar yaşanıyor. Hastaneye gitmek istediğinizde kelepçe dayatılıyor. Bu tür onur kırıcı yöntemlerle karşılaştığınız için sağlık hakkından yararlanamıyorsunuz. Bize yönelik yaklaşım böyleyken, diğer siyasi tutsaklara çok daha ağırı yapılıyordu. Hastaneye götürürken çift kelepçe takmak, randevulara geç götürmek, ardı ardına disiplin cezaları vermek, yayınlara, kitaplara el koymak oranın rutini. Tabii insan onuruna yönelik bu saldırılar karşısında bir o kadar da güçlü bir direniş var. Siyasi tutsaklar hem bu dayatmalara direniyor hem de kendi bilinçlerini yükseltme konusunda büyük bir irade sergiliyorlar.


Siz hapisteyken Roboskili aileler adına en etkili mücadeleyi yürüten kişi de kardeşiniz Veli Encü’ydü. Fakat o da 24 Mayıs 2019’da tutuklandı ve hâlâ cezaevinde. Onun tutukluluğuna gösterilen gerekçe ne?

İddiaya göre iki kişi bizim eve gelip bir gece kalmış, daha sonra örgüte katılmak istemişler. Fakat bu iki kişi örgüte katılmamış. Daha sonra kendiliğinden gidip polislere ifade vermiş ve bir gece bizim evde kaldıklarını söylemişler. Çocuk yaşta oldukları halde, sorgu sırasında yanlarında herhangi bir avukat da olmamış. Yani tamamen bir komplo sonucu tutuklandı Veli ve örgüte üye kazandırma, örgüt üyeliği suçlamasıyla yedi aydır Şırnak Cezaevi’nde.

Çocuklar örgüte katılmamışlarsa, nasıl oluyor da Veli, örgüte üye kazandırma suçlamasıyla tutuklanabiliyor?

Bu iki kişi, “Ferhat Encü’nün evine gittik” diye ifade veriyorlar. Sonra da “eve girince Veli Encü bizi karşıladı” diyorlar. Bir gece bizde misafir kalmışlar. Ben o sırada hapiste olduğum için, muhtemelen Veli’yi de hapse attırmak için böyle bir komplo kurulmuş. Veli ise bu iki kişiyi hatırlamıyor bile. Hem milletvekili olduğum için hem de evim yol üstünde olduğu için eve sürekli misafirler gelir. Veli de zaten annemden bağımsız, bir üst katta oturuyor. Olayla tek ilgisi o gün evde olması. Bu iki şahıstan biri örgüte katılmadan, yoldan dönüyor, öbürü de sınırı geçip Habur’dan, yine örgüte katılım yapmadan geri dönüyor. Yani örgütle hiçbir bağlantıları olmamış. Olayın tüm yönleri ortada bir komplo olduğunu gösteriyor zaten. Veli’nin hapse atılmasının temel nedeni, Roboskili ailelerin öncülüğünü yapmasıydı.

Böylesi derin bir acının ancak ciddi bir toplumsal dayanışmayla dinebileceğini bu sene de hatırlatacağız. AİHM kararıyla birlikte Roboski’de hâkim olan umutsuzluğu gidermek, adaletin mümkün olduğuna dair umudu yeşertmek için dayanışmaya ihtiyacımız var.

Sekiz yılın sonunda önü kapatılmış bir hukuki süreç, ailelere yönelik baskı, gözaltı, hapis dışında pek bir gelişme yok. Bundan sonra ne yapacaksınız?

Bu sene de köyde bir anma gerçekleştireceğiz ve mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğimizi haykıracağız. Faillerin yargılanmasını, cezalandırılmasını talep etmeye devam edeceğiz. Bunun için ciddi bir dayanışma gerekiyor. Böylesi derin bir acının ancak ciddi bir toplumsal dayanışmayla dinebileceğini, adalete erişim için bunun şart olduğunu bu sene de hatırlatacağız. AİHM kararıyla birlikte Roboski’de hâkim olan umutsuzluğu gidermek, adaletin mümkün olduğuna dair umudu yeşertmek için dayanışmaya ihtiyacımız var. Roboski davasının yeniden canlandırılması için ilgili tüm sivil toplum örgütlerinin, insan hakları mücadelesi yürüten hukukçuların, siyasetçilerin desteğini talep ediyoruz. Ama hiçbir destek, dayanışma olmasa da, katliamda kaybettiğimiz yakınlarımızı asla unutmayacağız, unutturmayacağız.

17 yaşındaki kardeşiniz Serhat Encü de katledilenlerden biriydi. Nasıl bir çocuktu Serhat?

Biz Serhat’la birlikte dördü erkek, dokuz kardeştik. En büyük kardeş benim, benden sonra Veli ve ondan sonra da Serhat geliyordu. Ben ve Veli üniversitede okumaya başlayınca Serhat liseyi bırakmak zorunda kaldı. Birinin ailenin geçimi için çalışması gerekiyordu. “İleride fırsat bulursam tekrar okula dönerim” diyen Serhat bu işi yüklendi. Dolayısıyla ailenin bütün yükü 17 yaşındaki Serhat’ın omuzlarına bindi. Serhat, sınır ticaretiyle hem aileye bakıyor hem de elde üç-beş kuruş kaldıysa harçlık olarak bize gönderiyordu. Biraz içine kapanık, çok sakin bir çocuktu ve köyde çok seviliyordu. Herkesin yardımına koşuyordu. Zaten bu yardımseverliği onu bu yola itti. “Ben okuyacağım” deyip gitmeyebilirdi de. Ne yazık ki onun fedakârlığı okuldan kopmasına neden oldu. Devlet de onu hayattan kopardı. Serhat dahil katledilen 19’u çocuk 34 insanımızı hiçbir zaman unutmayacağız. Her biri kendi ailelerine bakmak için çabalarken, kardeşleri, çocukları, akrabaları için fedakârlık yaparken katledildiler. Sadece biz değil, kimse unutmamalı onları. Onlara yapılanları.

^