AİLE YILI’NDA LGBTİ+ MÜCADELESİ  

Söyleşi: Tuba Çameli
22 Aralık 2025
Yaser Safi
SATIRBAŞLARI

2025’in başında 10. Yargı Paketi’nin, yılın sonundaysa 11. Yargı Paketi’nin kaldığı kadarıyla özgürlükleri daha da kısıtlayan maddeleri LGBTİ+ mücadelesinin gündeminde önemli bir yer tuttu. LGBTİ+ haklarına yönelik maddeler her iki paketten son anda çıkarılsa da artan baskılara, nefret söylemi ve yargı düzenlemelerine karşı sokakta ve Meclis’te verdiğiniz mücadeleyle geçtiğimiz yılı değerlendirerek başlasak…

Nedime Erdoğan: Nefretin ve ayrımcılığın daha da yükseldiği 2015’ten beri mücadelemizi yükselttiğimiz bir süreç yaşıyoruz. Geçen sene 20 Kasım Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü’ndeki polis saldırısı ve ardından daha da yoğunlaşan baskılar yakın dönemdeki tempomuzu artırdı. 2025’in Aile Yılı ilan edilmesiyle birlikte “makbul olmayan aileler”, “makbul olmayan çocuklar”, “makbul olmayan insanlar” söylemiyle karşı karşıya kaldık. 2025’in başında 10. Yargı Paketi adı altında bir yasa taslağı düştü önümüze.

Nedime Erdoğan GALADER’in (Ankara Gökkuşağı Aileleri Derneği) kurucularından

On üç LGBTİ+ derneği ve iki ebeveyn derneği olarak bir araya geldik ve nasıl mücadele edeceğimizi konuştuk. Aynı zamanda, uluslararası kurumlarla, hak örgütleriyle, sendikalarla, kadın örgütleriyle temasa geçtik, çünkü onları da etkileyen düzenlemelerle karşı karşıyaydık. Bir Meclis grubu oluşturduk, Defne, Doğa (Teoman) ve ben Meclis çalışmalarını yürüttük. Görüştüğümüz siyasetçilerin çoğu LGBTİ+ alanına uzaktı. Meclis’in aslında toplumu yansıtmadığını, halkın çok gerisinde olduğunu bir kez daha gördüm. Üç ay Meclis’te çalıştık. Sonunda, LGBTİ+ haklarına yönelik maddeler Meclis’e sunulan 10. Yargı Paketi’nden çıkarıldı. Eylül ayında, 11. Yargı Paketi’nde söz konusu maddeler tekrar ve daha da ağırlaştırılmış haliyle karşımıza çıktı. Çalışmalarımıza, mücadelemize devam ettik ve 60 görüşme yaptık.

Defne Güzel: Bir strateji ve planla çalışıyoruz her zaman. Vekil görüşmelerinde Nedime ebeveynlerin kaygılarını, ben LGBTİ+’lara yönelik hak ihlâllerini, Doğa da yargı paketindeki hukuki çerçevenin yaratacağı olumsuz etkileri anlatıyor. Vekillerle görüşürken, LGBTİ+’lar sokakta ne yaşıyor, ne gibi dertlerimiz var, Aile Yılı dedikleri aslında neyi örtbas ediyor, bakanlıkların hazırladığı Aile Eylem Planları bizi nasıl hedef alıyor gibi meseleleri anlatmaya gayret ettik. Bizi her zaman karşılarında bulacaklarını bilsinler istiyorduk. Geçtiğimiz günlerde 11. Yargı Paketi nihayet Meclis’e geldiğinde bizi hedef alan maddelerin çıkarılmış olduğunu gördük. 12. Yargı Paketi’ne mi koyacaklar, bilmiyoruz. Biz kaldığımız yerden yine mücadeleyi sürdüreceğiz.

11. Yargı Paketi’nden LGBTİ+ karşıtı maddeler çıkarılsa da “müstehcenlik” ve “genel ahlâk” gibi muğlak kavramlarla Genç LGBTİ+ Derneği için kapatma kararı verildi (12 Aralık). Bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Nedime: Son dönemde Hacettepe ve Boğaziçi üniversitelerindeki LGBTİ+ öğrenci kulüplerinin kapatılması, KaosGL.org’a ve sosyal medya hesaplarına getirilen erişim engelleri, trans kadın aktivist Janset Kalan’a, Merve Taşkın’a, Mabel Matiz ve Manifest’e açılan davalar, Onur Yürüyüşleri ve 8 Mart eylemlerinde gökkuşağı bayraklarının ve pankartların suç unsuru sayılması aynı politikanın parçaları. Genç LGBTİ+ Derneği hakkında verilen kapatma kararı bu zincirin son halkası. Bu karar örgütlü LGBTİ+ mücadelesini dağıtmayı, kamusal görünürlüğü bastırmayı ve dayanışma alanlarını daraltmayı hedefleyen daha büyük bir resme işaret ediyor. Devlet açık yasaklar yerine “müstehcenlik”, “genel ahlâk” ve “kamu düzeni” gibi yoruma açık kavramlar kullanarak hem yargıyı hem idareyi baskı aracına dönüştürüyor.

Benim çocuğuma eşcinsel, biyolojik cinsiyetine aykırı olarak tanımladıkları davranışları ve yönelimi için üç yıl hapis cezası biçilecekti. Ömrünü sürekli içeriye girip çıkarak mı geçirecek? LGBTİ+’lar için toplama kampı mı inşa edecekler? “Benim çocuğum eşcinsel ve onunla gurur duyuyorum” demem beni suçlu duruma düşürecek. Akıl dışı!

Kapatma kararına karşı Türkiye’den ve uluslararası alandan güçlü tepkiler geldi. Sivil toplum örgütleri, barolar, insan hakları savunucuları ve feminist hareket kararın hukuksuzluğunu ve ifade özgürlüğüne saldırı olduğunu vurguladı. Tepkiler yalnız olmadığımızı ve mücadelenin toplumsal bir karşılığı olduğunu gösteriyor. Bundan sonra mücadele hattı çok katmanlı olmak zorunda: Hukuki itirazlar, ulusal ve uluslararası mekanizmaların devreye sokulması, kamuoyu bilgilendirmesi ve en önemlisi dayanışma ağlarının güçlendirilmesi. LGBTİ+ örgütlerini kapatarak bu mücadeleyi bitirebileceklerini düşünenler yanılıyor. Çünkü bu mücadele, bir dernek tabelasından ibaret değil, hayatları savunma mücadelesi.

Defne: Savcılık Genç LGBTİ+ Derneği’nin “lezbiyen, gay, biseksüel, travesti veya transseksüelliğe özendirici ve teşvik edici” faaliyetlerde bulunduğunu iddia etti. Mahkeme ise “trans içerikli görsel tasarlamayı” kapatma gerekçesi saydı. Sebep müstehcenlik. Müstehcenlik olmadığı açık olan görsellerin paylaşımı kapatma davasıyla sonuçlanamaz. Müstehcenlik ifade özgürlüğünü engellemenin bir gerekçesi oldu. Kapatma kararına karşı yasal itiraz süreçleri işletilecek. Bu hukuksuzluğu duyurmaya ve ses çıkarmaya devam edeceğiz.

İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin dernek tüzüğünde bir aykırılık bulunmamasına rağmen Genç LGBTİ+ Derneği’ni kapatma kararı alması hak örgütlerini, feministleri ve aktivistleri harekete geçirdi. İzmir Barosu yayınladığı açıklamada “Genç LGBTİ+ Derneği’nin mahkeme tarafından feshi, örgütlenme özgürlüğünün açık ihlalidir” diyerek karara tepki gösterdi. “İzmir’de yıllardır LGBTİ+ gençlere yönelik ayrımcılıkla mücadele etmek amacıyla faaliyet yürüten bir derneğin kapatılması, ülkemizde LGBTİ+’lara yönelik derinleşen ve sistematik hale gelen hak ihlâllerinin son örneğidir” dendi. 14 LGBTİ+ derneği yaptığı açıklamayla bu karara itiraz etti: “Ne derneklerimizin kapatılması ne de yargı tacizleri bizi bir arada durmaktan, eşitlik ve özgürlük talebimizden vazgeçirebilir” dendi. Genç LGBTİ+ Derneği’nin yaptığı açıklamada belirttiği gibi “Bu karar ne var oluşumuzu ne mücadele kararlılığımızı bitirebilir.”

Kaos GL’de savunuculuk koordinatörlüğünü yürüten Defne Güzel, LGBTİ+ hak ihlâllerini izleyen ve raporlayan bir bellek tutuyor

11. Yargı Paketi’nden çıkarılan ve LGBTİ+ haklarını hedef alan, tartışma yaratan maddeler hangileriydi?

Defne: 11. Yargı Paketi’nden çıkarılan ve Türkiye’nin uluslararası insan hakları yükümlülüklerinin açık ihlâli olan maddeler LGBTİ+ kimliklerin kamusal görünürlüğünü suç kapsamına alacaktı. LGBTİ+’ların özel hayatına müdahale edilebilecek ve yaşamsal öneme sahip cinsiyet uyum süreçlerine erişim son derece zorlaşacaktı. LGBTİ+ haklarını savunan veya LGBTİ+ haklarıyla ilgili haber yapan kişileri de etkileyecek ve kriminalize edecekti. İnanılmaz hapis cezaları öngörülüyordu: LGBTİ+’lar “hayasızca hareket” kapsamında özendirme veya teşvik suçlarıyla bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilecekti. Aynı cinsiyetteki kişilerin nişan vb. törenler yapmaları halinde bu kişilere bir yıl altı aydan dört yıla kadar hapis cezası verilebilecekti.

Nedime: LGBTİ+ karakterlere yer veren, onların hikâyelerini anlatan içerikler Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından cezalandırılabilecek, yayından kaldırabilecekti. Transların cinsiyet uyum süreci yaşı 18’den 25’e çıkarılacak, rapor alma koşulları güçleştirilecekti. Ayrıca, “kanuna aykırı” müdahalelerde hekimler üç ile yedi yıl hapis ve yüksek para cezası tehdidiyle karşı karşıya bırakılacaktı.

Defne: Halihazırda transların cinsiyet uyum süreç ameliyatları yüz binlerce lira tutuyor. Devlet hastanelerinde bunu yapabilen doktor yok, özellikle yapılmıyor. Söz konusu maddeler bir sonraki yargı paketinde tekrar gündeme gelirse, transların başka bir ülkede ameliyat olup gelmeleri de, başka bir ülkede evlenmeleri de suç kapsamına alınabilecek.  

Şunu bilmeliler, yasalarla transların uyum süreçlerini engellemek sonuçta kişilerin LGBTİ+ olmasını engelleyemez. Ancak bu, LGBTİ+’ları daha da yalnızlaştıran, onları toplumdan koparan, istemedikleri bir bedende var oldukları için disforilerini tetikleyen bir sürece yol açar.

Nedime: Tasarıdaki yaptırımlar Rusya’dakinden daha ağırdı, doğrudan varoluşu suç ilan ediyordu. Benim çocuğuma eşcinsel, biyolojik cinsiyetine aykırı olarak tanımladıkları davranışları ve yönelimi için üç yıl hapis cezası biçilecekti. Varoluşu değişecek mi? Değişmeyecek. Ömrünü sürekli içeriye girip çıkarak mı geçirecek? LGBTİ+’lar için toplama kampı mı inşa edecekler? Bunu kabul etmek mümkün olmadığına göre, yine bu toplumda yaşamaya ve mücadele etmeye devam edeceğiz. Bedelini de göze alacağız. Kendimi eve kapatmayacağım bir ebeveyn olarak, çocuğum da kapatmayacak. Ama böylesi müdahaleler düşmanlığı arttırır, ispiyonculuk mekanizmasını harekete geçirebilir. Yolda yürüyen bir gence “taraftarı olduğum iktidar sizleri sevmiyor” diyerek şiddet uygulanabilir.

Aslına bakarsanız, azınlığın tahakkümünden söz ediyoruz. Araştırmalar gösteriyor ki, toplumun yüzde 40’ı LGBTİ+’ları destekliyor. Yüzde 30 “açık olarak desteklemiyorum, ama bu konuda bir problemim yok” diyor. Yüzde 30’luk bir kesim karşı olduğunu ifade ediyor. Biz gücümüzü yüzde 70’ten alıyoruz. Düşünebiliyor musunuz, “Benim çocuğum eşcinsel ve onunla gurur duyuyorum” demem beni suçlu duruma düşürecek. Akıl ve hukuk dışı bir şey!

Defne: LGBTİ+’lar istedikleri bedende, istedikleri kişilerle, rızaya dayalı istedikleri birliktelikleri yaşamak istiyorlar. Yasayla suç kapsamına alınıp cezalandırılabilecek, değiştirilebilecek bir şey değil bu. Birbiri ardına gündeme gelen yargı paketleri gösteriyor ki, öfkesini bizden çıkaran bir iktidar var karşımızda. LGBTİ+ hareketi her zaman yeni, genç, dinamik ve gedikler açan bir hareket. Böyle yasa tasarılarının benim gözümde bir karşılığı yok. Nasıl giyiniyorsam, nasıl davranıyorsam öyle davranmaya, kendim olmaya devam edeceğim.

Carlos Aires

İntersekslerin yasal durumu şu anda nasıl?

Defne: İntersekslere bebek yaşta “cinsiyet belirleme” dediğimiz operasyonları yapıyorlar.

Nedime: Bebeğin cinsiyet kimliğini bilemeyiz. Diyelim ki, daha kolay olduğu için bebeğe kadın cinsiyeti atayıp operasyonlar yapıyorlar. Ama bu o kişinin ileride kendini kadın hissedeceği anlamına gelmiyor. Dolayısıyla bu operasyonlar insanlık dışı.

Cinsiyet uyum süreci, hormon kullanımı 18 yaşında başlatılmıyor, değil mi?

Defne: Halihazırda hormon kullanım yaşını fiilen 21’e çekmiş durumdalar. Bu hiçbir yerde kabul edilemeyecek bir durum. 18 yaş bir hak ehliyeti, evlenebildiğin, ev satın alabildiğin, ehliyet alabildiğin, milletvekili seçilebildiğin yaşta “cinsiyet uyum sürecini gerçekleştiremezsin” demenin hukuken hiçbir karşılığı yok. Çünkü kişinin kendi bedeniyle ilgili bir karar bu. 11. Yargı Paketi’nin basına sızan ilk versiyonunda bunun 25 yaşa çıkarılması söz konusuydu.

Nedime: Trans cinsiyet uyum süreçleri en az üç mahkeme, yıllarca sürecek bir rapor alma süreci demek. Psikiyatriyle başlayan ve birçok disiplinden rapor alarak giriliyor bu yola. İsim için mahkemeye başvuruyorsunuz, sonra kimliğinizi alabilmek için yine mahkemeye başvuruyorsunuz. Bunların hepsi para demek, mücadele demek, zaman demek. Yoksulluğun bu kadar arttığı bir yerde, sağlık hizmetlerine erişimin çok kısıtlı olduğu bir dönemde özellikle gençler büyük zorluklar yaşıyor. Bunun yarattığı buhranı biz ebeveynler de yaşıyoruz. Bu nedenle ciddi psikolojik sorunlar yaşayan, evden çıkmayan, okullarını donduran, eğitimlerine devam edemeyen çok sayıda LGBTİ+ var.

Sağlık hizmetine erişemediği için hayatını kaybedenler var. Örneğin, bir trans erkeği ayrımcılık yapmayan bir jinekoloğa erişemediği için kanserden kaybettik. LGBTİ+’lar depremi bile herkesten farklı yaşıyor. Gıdaya ya da çadıra erişim ya da diğer insanlarla birlikte yan yana yaşamak hep problem oldu.

Bunun dışında LGBTİ+’lara fiilen uygulanan yaptırımlar neler, ne gibi zorluklar çıkarılıyor önlerine?

Defne: Özellikle İzmir, Diyarbakır ve İstanbul’da trans kadınların yaşadığı mahallelere sürekli olarak polis baskınları yapılıyor ve evleri mühürleniyor. Trans kadınlar evlerinde barınamaz hale getiriliyor. Aynı zamanda, keyfi olarak sokaktan alınıp karakola götürülüyorlar. LGBTİ+’lara gerekçesiz GBT uygulanıyor. Sokakta protesto haklarını kullanamıyorlar. Protesto hakkını kullanan LGBTi+’lar işkenceyle gözaltına alınıyor. Serbest bırakıldıktan birkaç yıl geçtikten sonra onlara dava açılıyor.

Nedime: Yeni yasaların söylentisi yayıldığı andan itibaren tüm bunlarda artış gözleniyor. Laf atma ve tacizler de arttı. Eğitimleriyle birlikte yarı zamanlı çalışan gençlerin çoğu işten ayrılmak zorunda kaldı.  

Aaron Johnson

Oğlunuz neler yaşadı?

Nedime: İki alanda özellikle çok zorlandı: İlki akademik başvurularında, diğeri askerlik muafiyet sürecinde. Bir yığın aşağılanmaya, bir yığın olumsuz tavra karşı koymak zorunda kaldı. LGBTİ+’ların iş bulma seçenekleri çok azaldı. İster istemez daha güvende hissedebilecekleri işlere yöneliyorlar. Onların da sayısı o kadar az ki. Dolayısıyla, işsizlik giderek büyüyen bir mesele, çocuğumun çevresinden de biliyorum, giderek derinleşen bir fakirleşme var. Önceden yaptıkları hiçbir şeyi yapamıyorlar. Bir araya gelemiyorlar. Evlerin dışında toplanamıyorlar.

Kamuda ve özel sektörde çalışan LGBTİ+’lar neler yaşıyor?

Defne: Kaos GL’nin istihdamda LGBTİ+’ların durumunu ortaya koymak için yaptığı araştırmaların özel sektör ayağı 11. yılını, kamu ayağı ise 9. yılını doldurdu. Ortalama 10 yıllık veriler birbirini destekler nitelikte: İş başvurularında ne olduğu belirsiz “uygun görünüşe” sahip olma, askerliğini yapmış olma veya evli olma şartları LGBTİ+’ları dışarıda bırakan kriterler. Görünür ve açık kimlikli bir LGBTİ+ olmak iş bulamamak demek. LGBTİ+’lar çalışmıyor mu? Tabii ki çalışıyorlar. Fakat çalıştıkları kurumlarda kimliklerini gizlemek zorundalar. O da gizleyebilenler için. Gizleyemeyenler istihdam alanının dışına itiliyor. Bu gizlenme haline “zorunlu kapalılık stratejisi” diyoruz.

2025 araştırmasının sonuçlarına göre, kamu çalışanı LGBTİ+’ların yaklaşık yüzde 80’i işe alım sürecinde cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri açısından tamamen kapalı. Yine kamuda, katılımcıların yüzde 60’ı çalıştıkları kurumda LGBTİ+’lara dönük nefret söylemlerinin sarf edildiğini belirtiyor. Böylesi bir ortamda kimliğinizi açıklamanız mümkün değil. Kamuda çalışma yaşamındakilerin yüzde 40’ı tamamen kapalı. Tamamen açık olanların oranı yalnızca yüzde 4.

Özel sektör görece daha iyi olsa da durum pek değişmiyor. 2025 araştırması özel sektörde istihdam edilen katılımcıların yaklaşık yüzde 20’sinin iş yerinde kapalı olduğunu gösteriyor. Yüzde 50’den fazlası ise işe alım sürecinde tamamen kapalıymış. Kısacası LGBTİ+’lar yoksulluktan daha derinden etkileniyor, çünkü iş bulamıyorlar veya sık sık işsiz kalıyorlar.

LGBTİ+ hayatlarını hedef alan 11. Yargı Paketi’ne karşı Ankara eylemi

Zorunlu kapalılık stratejisi çalışma yaşamını nasıl etkiliyor?

Defne: En iyi ihtimalle günün sekiz saati, haftada beş gün istemediği biri gibi davranıyor, davranmak zorunda kalıyor. Fark edildiğinde, iş yerinden bir arkadaşına durumunu söylediğinde işinden edilebiliyor. Araştırma büyük çoğunluğunun aynı kurumda bir ile beş yıl arasında çalıştığını gösteriyor. LGBTİ+’lar sürekli iş değiştirmek zorunda kalıyor. Araştırmaya katılanlardan kamuda öğretmen olan gay bir erkek “Halı sahada maç yapmak, kız arkadaş edinmek gibi belirlenmiş cinsiyet rollerine uymadığım anlaşılınca iş yerinde psikolojik şiddet görmeye başladım” diye anlatmıştı maruz kaldığı baskıyı. Kimlikleri açığa çıkacak diye, ifşa edilme korkusuyla potansiyellerini gösteremiyorlar, ya da tıpkı kadınlara yapıldığı gibi, yöneticiliğe uygun görülmüyorlar. Yönetici pozisyonu için ya çok fazla feminen oldukları ya da lezbiyen kadınlar için çok fazla maskülen oldukları söylenebiliyor.

Ayrıca, eş durumundan tayin hakkı sorunu var. LGBTİ+’lar kendi partnerleri üzerinden tayin hakkından faydalanamıyor. Ya da iş yerindeki sosyal ortamlara, buluşmalara LGBTİ+’lar partnerlerini getiremiyor. Ayrımcılığa uğradıklarında işinden olma korkusuyla bildirimde bulunamıyorlar. Sendikalaşma oranlarına baktığımızda, LGBTİ+’ların sendikalaşması kamuda da özel sektörde de genel sendikalılık oranından daha düşük. Oldu ki sendikalaştı diyelim, LGBTİ+’lar sendikaları da ayrımcılık karşısında bildirimde bulunabilecekleri bir mekanizma olarak göremiyor. Orada da ayrımcılık yaşamaktan korkuyorlar.

On beş derneğiz, ikisi ebeveyn derneği. Aynı zamanda, yirmiden fazla öğrenci topluluğu ve Onur Haftası komiteleri, pek çok inisiyatif var. LGBTİ+’lar kendi örgütlenme biçimlerini oluşturarak mücadelelerine devam ediyor. Dinamik yapımız biraz buradan geliyor.

LGBTİ+’lar hangi sektörlerde daha rahat çalışabiliyor?

Defne: Özel sektörde bilişim, eğitim, gıda, sağlık, sivil toplum, turizm gibi alanlar öne çıksa da otomotiv, mimarlık, mağazacılık alanında da çalışıyorlar. Kamudaysa araştırmaya göre, eğitim ve sağlık alanları ön plana çıkıyor, yanı sıra hakim ve savcı LGBTİ+’lar da var. Aslında istihdamda tabii ki her sektördeyiz. Ama ne yazık ki, bizi koruyacak yasalar olmadığı için zorunlu kapalılık stratejisi görünürlüğümüzü engelliyor.

Kamuda ve özel sektörde yaşanan ayrımcılık, baskılar ve iş bulmanın zorlukları seks işçiliğinin kapısını da aralamıyor mu?

Defne: Bu bir gerçek. Trans kadınlara kendi sermayelerini yaratabilecek fırsatlar tanınmadığı gibi ücretli çalışabilecek bir fırsat da yaratılmıyor, istihdam alanından arındırılıyorlar. Bu da zorunlu seks işçiliğini elbette beraberinde getiriyor. Bütün bunlar yoksullaşmayı yaratıyor. Çünkü LGBTİ+ çalıştığı yerde daha az ücretle daha çok çalışıyor. Daha az maaşa razı oluyor. LGBTİ+’lar doğdukları yerden göç etmek durumunda hissediyorlar, çoğu zaman tek başlarına yaşamak zorunda kalıyorlar. Çünkü beraber yaşayacak insanı bulamayabiliyorlar. Bu arada, fahiş fiyatlara ev kiralıyorlar. Trans bir kadın için manavdan alışveriş yapmak bile daha fazla para vermek demek. Ayrımcılığa uğramamak için toplu taşıma kullanmıyor, taksi kullanmak zorunda kalıyorlar. Ayrımcılığa uğramamak için kamu hastanelerini kullanmıyorlar. Birikim yapmak bir yana, kazandıkları barınma, ulaşım, sağlık gibi en temel haklara harcanıyor.

Nedime: Sağlık hizmetine erişemediği için hayatını kaybedenler var. Örneğin, bir trans erkeği ayrımcılık yapmayan bir jinekoloğa erişemediği için kanserden kaybettik. Çok boyutlu, birbiri içine girmiş sorunlardan, ayrımcılığın ve şiddetin katlanarak arttığı bir dünyadan söz ediyoruz. Bir de olağanüstü durumlar var, deprem gibi. LGBTİ+’lar depremi bile diğer herkesten farklı yaşıyor. Gıdaya ya da çadıra erişim ya da diğer insanlarla birlikte yan yana yaşamak hep problem oldu. Hayatlar hep yarım kalıyor. Cinsiyet uyum sürecinizi tamamlayıp topluma karışabilme özgüvenini edinemezseniz, özellikle translar için söylüyorum, eğitimden de yoksun kalıyorsunuz, ilişkilerden de, dostluktan da, arkadaşlıktan da… Zekânızı, birikiminizi topluma akıtma konusunda da ciddi engelleniyorsunuz demek bu.

Defne: Bazı sendikaların toplumsal cinsiyet eşitliğine dönük çalışmaları ve birimleri var. Eğitim-Sen bunlardan biri, ama eğitimcilerin de çalışabildiği alan çok kısıtlı.

Nedime: Büro-iş’de biraz örgütlüler. O da binbir çileyle, çünkü daha çok kargo elemanı, kasiyer gibi vasıfsız işlerde çalışmak zorunda kalıyorlar.

Cumhurbaşkanı Aile Yılı’nı ilan ettiği konuşmasında LGBTİ+’ları “koçbaşı” ilan etti. Ardından “Haçlı seferi” dedi, “veba” dedi, geçenlerde “sapkın” dedi. İktidar tarafından LGBTİ+’lara yönelik nefret söylemi hakaretten de öte. İnsandışılaştırmaya doğru giden cümleler kuruluyor.

Sendikalaşma konusu tartışılıyor mu?

Defne: Kaos GL’nin varlığıyla beraber neredeyse otuz yıldır tartışılan bir konu bu. Sendika temsilcileriyle ve sendikalardaki örgütlenmeye kafa yoran insanlarla Kaos GL bir araya gelmeye çalışıyor. Pembe Yakalılar inisiyatifi emek, çalışma yaşamı ve sendikalaşmaya dönük haklarla ilgili etkinlikler düzenliyor. Pembe Yakalılar’ın mücadelesi yalnızca işyerinde görünür olmayı değil, sendikaları, emeği ve örgütlenmeyi yeniden tanımlamayı hedefliyor. 

Örgütlülük ne düzeyde? 

Defne: On beş derneğiz, ikisi ebeveyn derneği. Aynı zamanda, yirmiden fazla öğrenci topluluğu ve Onur Haftası komiteleri, pek çok inisiyatif var. LGBTİ+’lar kendi örgütlenme biçimlerini oluşturarak yıllardır olduğu gibi mücadelelerine devam ediyorlar. Bizim dinamik yapımız biraz buradan geliyor.

Nedime: Baroların, hak örgütlerinin, kadın örgütlerinin LGBTİ+ komisyonları var.

Defne: Gitgide artan baskılara rağmen LGBTİ+’lar görünür olmaya, örgütlenmeye, yerellerde de birbirlerini bulmaya devam ediyorlar. Dijital çağ sayesinde eskiye nazaran birbirlerine ulaşabilecekleri kanalları daha kolay bulabiliyorlar. Doğru bilgiyi nereden okuyacaklarını bilebiliyorlar. Ve bu hedef alınıyor, örneğin Kaos GL’nin sosyal medya hesabının kapatılması örgütlenmeyi engelleme amacını taşıyor. Bu arada, LGBTİ+ derneklerine dönük denetim baskısı çok sert. Bir taraftan da uluslararası alanda Trump etkisi var. LGBTİ+ hakları için ayrılan katkıların gitgide azaldığını görüyoruz. LGBTİ+ örgütlerinin içerisindeki yetişmiş insan kaynağı azalıyor.

Pembe Yakalılar inisiyatifi emek, çalışma yaşamı ve sendikalaşmaya dönük haklarla ilgili etkinlikler düzenliyor. Pembe Yakalılar’ın mücadelesi, yalnızca işyerinde görünür olmayı değil, sendikaları, emeği ve örgütlenmeyi yeniden tanımlamayı hedefliyor.

2025’in Aile Yılı ilan edilmesi nasıl yansıdı LGBTİ+’ların yaşamına?

Defne: Cumhurbaşkanı Aile Yılı’nı ilan ettiği konuşmasında LGBTİ+’ları “koçbaşı” ilan etti. Ardından “Haçlı seferi” dedi, “veba” dedi, geçenlerde “sapkın” dedi. Şu anda siyasi arenada iktidar tarafından LGBTİ+’lara yönelik nefret söyleminin boyutuna sanıyorum ki dünyada başka bir yerde tanık olmuyoruzdur. Söylenenler hakaretten de öte. İnsandışılaştırmaya doğru giden cümleler kuruluyor. Aile Yılı’yla beraber ailenin güçlendirilmesine ayrılan kaynağın insan haklarına, kadınlara ve gençlere ayrılandan kat be kat fazla olduğunu da görüyoruz. Bu bize nasıl geri dönüyor? Aile Eylem Planı’nda da gördüğümüz gibi, nefret konferanslarıyla, LGBTİ+’ları kötüleyen belgesellerle ve birtakım şuralar, toplantılar, buluşmalarla ayrımcılık ve nefret söylemi derinleştirilmek isteniyor. Aile yılının amacı insanların birey olarak hayat kurmalarını kötülemek, erken evlilikleri teşvik etmek, kadınları eve hapsetmek, erkekleri evin dışına konuşlandırmak, LGBTİ+’ları görünmez kılmak ve baskı altında tutmak. Aile Bakanlığı LGBTİ+ karşılığında icracı ve bütün bakanlıkları yönlendiren bir kurum. Diyanet ve Milli Eğitim Bakanlığı da üzerlerine düşeni yapıyor. Konferanslarla, belgesellerle nefret kamusallaşıyor ve kurumsallaşıyor.

Nedime: Aile Yılı biraz yoksulluğu kapatma, toplumu kontrol etme imkânı yaratsın isteniyor. Bir kere gerçeklikle uyuşmuyor bu. Ben evlendim, geniş bir aileye dahil oldum. Ayrıldım, tek başıma çocuk büyüten başka bir aile biçimim oldu. Üniversiteye geldim, çok iyi dostluklar edindim, “benim seçilmiş ailelerim de var” dedim. Kısacık hayatım birçok aile deneyimini kapsadı. Şu an bu toplumda farklı farklı aile biçimleri bir arada yaşıyor. Aile dediğimiz şey ekonomiden etkilenir, kültürden, zamandan etkilenir, değişkenlik gösterir. Siz kendi modelinizi dayatamazsınız. Koşullar değiştikçe hepimiz ailemizde bazı şeyleri değiştiriyoruz. Bunu muhafazakâr çevreyi de dahil ederek kendi tabanlarındaki ilişki ağları için de söylüyorum.

Muhafazakâr çevreden ailelerle karşılaşmalarınızda nasıl tepkiler alıyorsunuz?

Nedime: Barış içinde birbirimizi anlamaya çalışıyoruz, keşke bunu iktidar odaklarına gösterebilsek. Farklı mahallelere ait olsak da birbirimizi anlama, çocuklarımızın LGBTİ+ olması üzerinden birbirimizi kavrayan ve dayanışma duygumuzu geliştiren bir ortam içindeyiz. Aile Yılı’nda, özellikle karşıt fikirleri ileri sürenlerle karşılaşmayı, soru sormalarını çok istiyorum. Biz İstanbul’da LİSTAG (LGBTİ+ Aileleri ve Yakınları Derneği) ve Ankara’da GALADER (Ankara Gökkuşağı Aileleri Derneği) bu konuda vekillere, iktidara çok çağrı yaptık: “Bizi çağırın, dinleyin, biz anlatabiliriz” dedik. Çocuklarımızı nefret objesi haline getirmelerini biz aileler büyük bir öfkeyle karşılıyoruz. Bilimsel araştırmaları keşke paylaşabilsek. Dünyada 200 kişiden bir kişi trans. Böylesine yaygın ve varoluşları gereği davranmak isteyen insanlara karşı hiç kimsenin gücü yetmez. Bunu engellemeye de güçleri yetmez, bu varoluşu değiştirmeye de.

İnsan Hakları Derneği 2024 Yılı İnsan Hakları Raporu’na göre, 2024’te LGBTİ+’ları hedef alan homofobik ve transfobik 23 saldırıda en az dört kişi hayatını kaybetti, yedi kişi yaralandı, 23 kişi Onur Ayı etkinliklerinde gözaltına alındı. Kaos GL olarak hak ihlâlleriyle ilgili aylık rapor yayınlıyorsunuz. Bu yıl içinde LGBTİ+’lar nasıl hak ihlâllerine uğradı, neler yaşadı?

Defne: LGBTİ+’ların maruz bırakıldıkları hak ihlâllerini medya aracılığıyla izleyip raporluyoruz. Aylık raporların yanı sıra yıllık insan hakları ihlâl raporları da çıkarıyoruz. 2024 raporumuzu Her Zamankinden Daha Fazla üstbaşlığıyla yayınladık. LGBTİ+’lara dönük saldırılar ne kadar fazlalaştıysa LGBTİ+’ların direnişi de her zamankinden daha fazla. Son on aya baktığımızda LGBTİ+’ların Cuma hutbelerinde hedef gösterilmesinin bir rutin haline geldiğine görebiliyoruz. Özellikle İstanbul’da, Beyoğlu’nda trans kadınlara kolluk saldırıları sürüyor. Biraz önce değindiğimiz gibi, transların hormona erişimine bir genelgeyle 21 yaş sınırı getirildi. Gençlik hakları aktivisti Enes Hocaoğulları’nın Avrupa Konseyi’nde yaptığı konuşma sebebiyle tutuklanması, Kaos GL genel yayın yönetmeni Yıldız Tar’ın HDK soruşturması kapsamında tutuklanması da bizlere verilmek istenen gözdağını gösteriyor. LGBTİ+’lar protesto hakkını kullandığında kolluk tarafından dövizleri yırtılıyor, gökkuşağı bayraklarına el konuluyor, gözaltına alınıyorlar, yürüyüşler engellenmeye çalışılıyor. Ağustosta Antalya’da trans kadın Nida Nazlıer’in vahşice öldürülmesine tanık olduk. İzmir’de, Diyarbakır’da, İstanbul’da trans kadınların evleri mühürleniyor. Sözde onarım pratiklerini savunan, yani LGBTİ+’ların “düzeltilebileceğini” iddia eden sözde uzmanlar medyada boy gösterip duruyor. LGBTİ+ haklarına ilişkin bir şey söylemenin ya da LGBTİ+ içerikli yayınlar çıkarmanın sonucu ise sansür.

Neden Kadınlar ve LGBTİ+’lar diye konuşuyoruz? LGBTİ+’ların içinde kadınlar var. Feminist örgütlerin ve kadın örgütlerinin içerisinde de LGBTİ+’lar var. Birbirimizden etkilendiğimiz ve beraber yol yürüdüğümüz bu süreçte birbirimizi bırakmamaya, daha çok yoldaş olmaya ihtiyacımız var.

 11. Yargı Paketi’ne karşı kadın hareketi LGBTİ+ hareketiyle alanlardaydı. Bu ortaklaşma nasıl oldu?

Defne: Bir araya daha sık geldik. Birbirimize mücadelemizi hatırlattık. Birbirimizden talepte bulunduk. Karma bir yapı olarak sokağa çıkmanın önemini LGBTİ’ler de biliyor, kadınlar da biliyor. Her iki harekette de kimi çatlak sesler olabiliyor. Her zaman her konuda bir araya gelemeyebiliriz. Kadın hareketinin de LGBTİ+’ların da beraber yol yürümeye dönük gelişmiş kasları var. Böylesi durumlar o kasları yeniden çalıştırmamızı sağlıyor.

Nedime: Toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtı hamlelerin artması bu iki hareketi birbirine yakınlaştırdı. Tüm bu dayatılanlara karşı iki hareketin işbirliği toplumsal cinsiyet eşitliği temelinde bir bariyer gibi. Beden politikalarının ister kadın hareketi açısından, ister LGBTİ+lar açısından hepimizin ortak çarpanı haline dönüştüğü gerçeğini iki hareket de artık çok iyi kavradı.

Defne: Neden Kadınlar ve LGBTİ+’lar diye konuşuyoruz? LGBTİ+’ların içinde kadınlar var. Aynı zamanda feminist örgütlerin ve kadın örgütlerinin içerisinde de LGBTİ+’lar var. Birbirimizden etkilendiğimiz ve beraber yol yürüdüğümüz bu süreçte birine gelen bir zararın diğerine de geleceğini biliyoruz. Bizi bekleyen krizler var, biliyoruz. Birbirimizi bırakmamaya, daha çok yoldaş olmaya, daha çok paylaşmaya ihtiyacımız var.

Nedime: Bizim varlığımız ve mücadelemiz sadece kendimiz için değil, bu toplumun vicdanını da korumak için. İster A mahallesinde olalım, ister B mahallesinde bu vicdana hepimizin ihtiyacı var. 26 Ekim’de 11. Yargı Paketi’ne tepki göstermek için bir araya gelen kadınlara ve LGBTİ+’lara “Kadın cinayetleri politiktir” ve “Devlet elini bedenimden çek” sloganları attıkları için “Türk milletini ve Türkiye Cumhuriyeti devletini alenen aşağılama” gerekçesiyle soruşturma açıldığını öğrendik. Bu cepheyi bölmeye yönelik müdahaleler karşısında ne kadın örgütleri, ne feministler ne de LGBTİ+’lar susar.

Defne: Bütün bunları konuşurken, hep olumsuzluklardan söz ediyoruz. Bir taraftan da LGBTİ+’lar, burada, hayatın içindeler. Bu nefret karşısında örgütlenmeye devam ediyoruz. Meclis’te, sokakta hak örgütleriyle bir araya gelmek, onları etkinliklere teşvik etmek de bunun içindeydi. Nefret ve baskı arttıkça bizim örgütlenmemiz büyüyor. Burada bir başarı hikâyesi de var. Bir direnç de var. Temas ettiğimiz insanlar artıyor. Birbirimizi hayatta tutmaya devam ediyoruz. Mesela Nedime ile ben böyle bir örneğiz. Yıllardır birbirimizi tanıyoruz, ama Meclis’teki çalışmayla ilişkimiz dönüştü. Nedime artık benim için sadece bir arkadaş değil, zor zamanlarımda yanımda olacağını bildiğim, ailem dediğim bir yoldaş.

Yaser Safi

Yılın son günlerine geldiğimizde, 10 Aralık’ta, Sincan Cezaevi’ndeki trans erkek mahpus Poyraz’ın şüpheli ölümünü haber aldık. LGBTİ+’lar cezaevlerinde neler yaşıyor?

Defne: Savcılık Poyraz’ın ölümünden ancak iki gün sonra inceleme için cezaevine gelmiş. Tanıkların ifadesi alınmamış. Dört trans erkek uzun süredir tecrit koşullarında kalıyormuş Sincan Cezaevi’nde. Dört trans mahpus olaydan önce ilk kez birlikte psikiyatriste götürülüyor. Poyraz’ın ölümü intihar gibi görünmüyor. Normal koşullarda odada olmayan bir iple nasıl asılı bulunuyor?

LGBTİ+ mahpusların sayı ve koşullarına ilişkin şeffaf ve güncel istatistiki verilere erişim Adalet Bakanlığı tarafından engelleniyor. Öte yandan, LGBTİ+’lar da ayrımcılıktan korunmak için kimliklerini gizlemek zorunda kalıyor. LGBTİ+ mahpuslar ayrımcılıktan korunmak için tekli hücrelere ve özel koğuşlara yerleştirildiğinde de bu durum fiili tecrit anlamına geliyor. LGBTİ+ mahpuslar birçok sosyal haktan mahrum bırakılıyor, diğer mahpuslar ve cezaevi görevlileri tarafından şiddet, kötü muamele ve nefret söylemleriyle ayrımcılığa uğruyor. Trans mahpuslar hormon tedavilerine ve cinsiyet uyum ameliyatlarına erişimde zorluk yaşıyor. Trans kadınlar resmi kimlik sürecini tamamlasalar bile istedikleri kıyafetlere ve kozmetik ürünlerine erişemiyor.

Nedime: Poyraz’ın şüpheli şekilde ölü bulunması ne yazık ki tekil bir olay değil. LGBTİ+ mahpusların maruz bırakıldığı sistematik hak ihlâllerinin bir sonucu olarak değerlendirilmesi gerekir. Özellikle son iki yıldır cezaevlerinde LGBTİ+’lar açısından ağırlaşan bir tabloyla karşı karşıyayız. LGBTİ+ mahpuslar çoğu zaman güvenlik gerekçesiyle tecrit koşullarında tutuluyor, sosyal alanlara erişimleri kısıtlanıyor, eğitim ve çalışma haklarından fiilen mahrum bırakılıyor. Trans mahpuslar açısından durum daha da ağır: Cinsiyet kimlikleri tanınmadığı için uygun koğuşlara yerleştirilmiyorlar, hormon tedavileri keyfi biçimde kesiliyor, sağlık hizmetlerine ulaşmak ciddi bir mücadeleye dönüşüyor.

Sincan Cezaevi özelinde de uzun süredir avukatların, insan hakları örgütlerinin ve ailelerin dile getirdiği baskı, izolasyon ve ihmaller söz konusuydu. Poyraz’ın ölümü sonrası kamuoyuna yansıyan bilgilerde şeffaflık eksikliği, soruşturmanın etkin yürütülmemesi ve cezaevi idaresinin sorumluluğunun görünmez kılınması kaygıları daha da artırdı. Birçok hak örgütü, baro, sivil toplum kuruluşu, kadın örgütleri ve bireyler bağımsız ve etkin bir soruşturma yürütülmesi talebiyle açıklamalar yaptı, imza kampanyası başlatıldı. Cezaevlerinin LGBTİ+’lar için giderek daha güvensiz, denetimsiz ve cezalandırıcı mekânlara dönüşmesi çok ciddi bir mesele. Bu tablo ceza infaz sisteminin ayrımcılığı yeniden ürettiğini ve LGBTİ+’ları görünmez kılarak hayati risklerle baş başa bıraktığını gösteriyor. Transların ölümü politiktir, Poyraz’ın ölümü de bir trans cinayetidir.

^