TÜİK’in dar tanımlı verileri dahi genç işsizliğinin vahametini ortaya seriyor. 15-24 yaş arası genç işsiz sayısı 1 milyon 399 bin. Türkiye sosyolojisine ilişkin etkenleri hesaba katarak tanım genişletildiğinde sayı 3 milyona yaklaşıyor. Bu kış kapıya dayanacak çığı görüp yaz aylarında kolları sıvayan Genç İşsizler Platformu bu can alıcı meseleyi vahametin çapına dikkat çekerek ülke gündemine yerleştirmeye çalışıyor. Ozan Gündoğdu’yu dinliyoruz.
Genç İşsizler Platformu ne zaman kuruldu, hangi ihtiyaçtan doğdu?
Ozan Gündoğdu: Platform 2019 Temmuz’unda kuruldu. Ama arkasında bir hazırlık süreci var. İşsizlik verilerini takip ettiğimiz bir ekiple kurduk platformu. “Ekip” deyince, çok kalabalık bir şey değil, dört-beş arkadaş aslında. İşsizlik verilerini takip eden, bunları basında haberleştiren insanlarız aynı zamanda. Nasıl bir ihtiyaçtan doğduk? İşsizlik verilerinin artacağına, daha korkunç boyuta varacağına ilişkin bir ön hazırlık diyelim. Yaz aylarına doğru gelinirken işsizlik verilerinde bir artış olduğunu görünce aklımıza geldi. Normal şartlarda yaz aylarında işsizlik azalır, çünkü turizm gelirleri var, tarım gelirleri var, inşaatta hareketlilik var. Buna rağmen 2019’un yaz aylarında işsizlik verisinde artış oldu. 2009 krizinin verileriyle şimdiki krizin verilerini karşılaştırdık. 2009’da istihdam kaybı yok. Yani işinden olanlar yok, yeni işgücü iş bulamıyor. Ama mesela 2008’de Lehman Brothers battıktan sonra, 2009 Temmuz’una geliyoruz, Türkiye’nin istihdamı artmış. Çok büyük işsizlik var, ama bu artış işgücüne katılımdan kaynaklı. Ama bu krizde istihdam azalıyor. İnsanlar işinden oluyor.
Şimdi böyle veriler varken elimizde, bir de yaz aylarında artan işsizliği görünce aklımıza şu geldi: Kışın ne olacak? 2019 yazında vaziyet böyleyse, 2020 kışına ilişkin hazırlık yapmak lâzım. Bunu en azından memleketin gündemine yerleştirmek lâzım diye düşündük. Ve 2019 Temmuz’unda Genç İşsizler Platformu’nu kurduk.
Platformun gayesini nasıl özetlersiniz?
Temel derdimiz vatandaşın okur-yazarlığını artırmak. Çünkü çok teknik ifade ediliyor olan biten. Bu teknik ifadeler de arada kaynayıp gidiyor. Yüzde 14 işsizlik ne demektir? Yüzde 27.4 genç işsizliği ne demektir? “Bir buçuk milyon genç iş arıyor, bulamıyor” deniyor, bu ne demektir? En azından bunları “halkın gerçek sorunu budur” diye yorumlayan mütevazı bir platformumuz olsun istedik.
Platform nasıl çalıyor? Sadece veri analizi mi yapıyorsunuz, yoksa işsizlerle bir temas, iletişim hali de var mı?
İşsizlik ekonomik bir mesele gibi görünse de aslında sosyal bir mesele. Bir yıldan uzun süredir iş arayanların sayısı her geçen gün artıyor. Bu bir trajedi. İşsizlik maaşının sadece 300 gün verildiğini akılda tutalım. Yüzde 86’sı zaten işsizlik maaşı alamıyor. Hal böyle olunca, işsizlik artık bir kimliğe dönüşmeye başlıyor. Sosyal medyada sürekli gördüğümüz, işte “şuraya atama istiyoruz”, “buraya iş istiyoruz” kampanyalarından, diş hekimlerinin bile iş bulmakta sıkıntı yaşadığı bir piyasadan bahsediyoruz. Böyle olunca da “şunun sorununu ayrı duyurun”, “bunun sorununu ayrı duyurun” şeklinde mesajlar geliyor. Vaziyet sosyal bir mesele olunca sadece veri analizi yapmamaya başladık. Bir yandan işsizliğin sosyal boyutunu, madde madde hangi sorunlara yol açtığını aktarmaya çalıyoruz.
TÜİK, diyor ki, “dört hafta içinde iş başvurusu yaptın mı, hangi kanalla yaptın?” Eşine dostuna, çevrene sorabilirsin, İŞKUR’a başvurabilirsin, kariyer.net’te ilana başvurabilirsin… Kişi diyor ki, “başvuru yapmadım”. TÜİK’in tanımına göre, evde oturuyorsam, bir iş başvurusu yapmamışsam işsiz değilim. Bu kadar dar bir tanıma göre bile, 1.5 milyon genç işsiz ve o da sadece 15-24 yaş arasını kapsıyor.
“Genç işsizler” deyince neyi ve kimi anlamalıyız? Siz hangi yaş grubunu “genç işsiz” olarak varsayıyorsunuz?
TÜİK’in “genç işsizliği” olarak tanımladığı, uluslararası standartlara uygun olarak, 15-24 yaş arası. Fakat 15-24 yaş arası işsizlik, yani genç işsizlik tanımı ülkemizin sosyolojisine uymuyor. Çünkü bizim memlekette 70 küsur üniversite vardı 2002’de, şimdi 207 tane var. Yani üniversite sayısını üç katına çıkartıyor AKP hükümeti. Halihazırda gençlerin büyük bir çoğunluğu bu yaşa kadar üniversitede oyalanıyor. O yüzden işgücü göstergesine girmiyorlar. Bu yüzden yaş aralığını, yine TÜİK verilerinden yola çıkarak, 15-34 olarak tanımladık. Yani genç işsizliği derken aslında iki tip bakış açısı sunmuş oluyoruz. Evet, TÜİK’in verisi var ve bu veri 15-24 yaş arasını kapsıyor. Ama bu gerçeği, saf gerçeği yansıtmıyor. Mezun olduktan sonra kişi 24 yaşın üzerine çıkıyor, ama iş bulamıyor. Oradaki işsizlik de aynı boyutta. Yani genç işsizliğini biraz daha geniş tutmakta fayda var.
Bu yaş aralığından yola çıkarsak, Türkiye’de genç işsiz nüfusu ne ve bunların kaçı üniversite mezunu?
Tuhaf gelecek belki, ama üniversite mezunlarının bir kısmı iş aramıyor. Onların büyük çoğunluğu kadın. Mezun oluyorlar, eğitimlerine ciddi yatırım yapıyorlar, fakat büyük çoğunluğu iş aramıyor. Ev kadını oluyorlar misal. Dolayısıyla, onları işsiz saymıyor TÜİK. Üniversiteden mezun olup da iş arayanlar içerisindeki vaziyet ise şöyle: Üniversite mezunu olan dört gençten biri iş arıyor, ama bulamıyor. İşsizliği doğru tanımlamak lâzım. TÜİK’in tanımladığı işsizliği de doğru tanımlamak lâzım. Çünkü şöyle tanımlıyor TÜİK, diyor ki, “dört hafta içinde iş başvurusu yaptın mı, hangi kanalla yaptın?” Eşine dostuna, çevrene sorabilirsin, İŞKUR’a başvurabilirsin, kariyer.net’te ilana başvurabilirsin, fark etmez. Kişi diyor ki, “hayır, başvuru yapmadım”. “Bulabildin mi iş?” diye soruyor, o da “hayır, bulamadım” diyor. Yani TÜİK’in tanımına göre, eğer evde oturuyorsam, herhangi bir iş başvurusu yapmamışsam işsiz değilim. Bu kadar dar bir tanıma göre bile, 1.5 milyon genç işsiz ve o da sadece 15-24 yaş arasını kapsıyor.
Sizin yönteminiz ve rakamlarınızla konuşursak bu işsiz sayısı kaç oluyor?
Şimdi bunu 15-34 yaş aralığı olarak hesapladığımızda, yaklaşık 3 milyon genç işsiz var. Bu 3 milyonun 1 milyondan fazlası üniversiteli. Yani genç işsizlerin üçte biri üniversite mezunu. Bu tabii daha büyük bir probleme sebep oluyor. Serbest piyasanın, yani neoliberal düzenin de yarattığı bir sonuç var.
Nedir o sonuç?
Departmanlaşıyor işgücü. “Departmanlaşıyor” derken, belli bir alanda uzmanlık sahibi olması gerekiyor işçinin. Mesela, öyle ki, elektrik mühendisi makineden anlamıyor. Buna göre bir eğitim sistemi organize ettiler. Bu insanlar üniversiteden çıktıktan sonra bir süre kendi alanlarına ilişkin iş arama ümidine sahip oldular. Gördüğümüz şu: Diyelim, kişi işletme mezunu, öyle milyonlarca kişi var, önce bir bakınıyor kendi alanına ilişkin iş yapabilir miyim diye ve umudunu kaybediyor. Sonra başka bir alanda iş bulurum diyor, fakat yaşı oldu 26-27. Şimdi o başka alanlarda departmanlaşanlarla yarışmak zorunda kalıyor.
TÜİK’in dar anlamdaki işsizlik tanımına göre, 4.6 milyon işsiz var. Bu da yüzde 14’lük bir işsizlik oranına tekabül ediyor. Genç işsizliği de yüzde 27.4, o da rekor. Bu oran 1 buçuk milyon genç işsiz olduğu anlamına geliyor. Bu kış 5 milyonun üzerini göreceğiz, genç işsiz sayısı da 2 milyonun üzerine çıkacak. Bu da işsizlik oranının yüzde 15-16’nın, genç işsizlik oranının da yüzde 30’un üzerine çıkması demek.
Dolayısıyla üniversitelilerin vaziyeti korkunç bir hale geliyor. İşin sonunda, 29-30 yaşında, hiç iş deneyimi olmayan, ama aile baskısıyla evlenmek ihtiyacı duyan ya da bir yandan para kazanma ihtiyacı duyan bir üniversite mezunu profili de var karşımızda. Yaşı olmuş 30, hiç departmanlaşamamış, yani belli bir uzmanlık sahibi olamamış o yaşa kadar. Bir yandan da komşunun çocuğu 18-19 yaşında sanayide çalışmaya başlamış ve şimdi ustabaşı olmuş. Hal böyle olunca, baba karşılaştırıyor, “keşke biz de okutmasaydık” diyor. Başka bir sosyolojik probleme dönüşmüş durumda.
Meslek liselerinden mezunların durum ne?
Meslek lisesi mezunu olup da işsiz kaldı mı, kalmadı mı, ona ilişkin TÜİK verisi yok. Ama şunu söyleyebiliriz: Meslek lisesi belli bir temel atıyor mavi yakalı işçi olma adına. Fakat Türkiye son 17 yıldır sanayisizleşti. Yani, meslek liselerindeki eğitimi istediğin kadar nitelikli hale getir, onları istihdam edecek sermaye yapısı, bir sanayi altyapısı mevcut değil. Sanayinin yüzde 96’sı KOBİ’lerden oluşuyor, yani küçük ve orta büyüklükteki işletmeler. Bunlar 250’ye kadar çalışanı olan yerler. Asıl sanayi dediğimiz, büyük örgütlü işçi yığınlarının olduğu yerler, bin ve üzeri işçinin bulunduğu yerler. Öyle işçi havzaları sadece Sakarya, Kocaeli, İstanbul hattında –belki Bursa’yı da ekleyebiliriz. Bir de Güneydoğu’nun belli yerlerinde –Antep, Adana hattı– var. Sanayi olarak küçük ve mikro ölçekli işyerleri bulunan bir memlekette istihdam üretme kabiliyeti de kalmıyor tabii. İyi bir eğitim verseler de oradan sonuç çıkmaz. Oradan başka bir problem çıkacaktır.
Bir de üniversiteli işsizlerle ilgili olarak KYK borçları sorunu var. Mezun olunca iş bulamayan üniversiteli bir de yığınla borç ödemek zorunda.
Zaten 2002’den beri borçluluk mekanizması çok değişti. 2002 öncesi borçlu devlet iken, 2002’den sonra özel sektör borçlu hale gelmeye başladı. Özel sektör deyince, burada bir tüketici kredileri var, bir de ticaret kredileri var. Ticaret kredileri çok hızla artıyor. Tüketici kredileri de aynı hızla artıyor. Tüketici kredileri üçe ayrılıyor: İhtiyaç kredisi, konut kredisi, otomobil/taşıt kredisi. Öğrenci kredileri ihtiyaç kredileri içinde sayılıyor. İhtiyaç kredileri zaten dolar bazında, yedi katına çıkmış durumda. Bunların ne kadarının öğrenci kredisi olduğunu bakanlıklar söylüyor. Ama zaten orada önemli olan öğrenci kredisinin büyüklüğünden ziyade geri ödeyememe hali. Şimdi öğrenci bir de öğrenim kredisi stresi yaşıyor. Mezun olmuş, iş arıyor, bulamıyor. Öğrenim kredisini geri ödemesi lâzım, ödemezse şimdi e-haciz meselesi var. Bize gelen mesajlarda da var, öğrenci bilerek mezun olmuyor, kredi geri ödemesi başlamasın diye. Veya yüksek lisansa giriyor, ki geri ödeme süresini mümkün olduğunca ertelesin. Ya da bir işe giriyor, “sigorta yapmayın bana” diyor. Çünkü sigorta yapılsa maaşın bir kısmına el koyacaklar veya haciz işletecekler. Bu da kayıtdışılığı artırıyor.
Çalışabilir durumda olan kadınların yüzde 60 küsuru çalışmıyor. Kadınların yüzde 35’i işgücüne katılıyor. Onların da bir kısmı zaten iş bulamıyor. 9 milyon kadın çalışıyor, 2 küsur milyon kadın iş arıyor. 11 milyon kadın işgücü var. Kadın işgücüne katılım Almanya, İngiltere gibi olsa, işsiz sayısı 4 buçuk milyon olmaz, 7-8 milyon olur.
Erdoğan’ın “İşsizlik rakamlarının yüksek çıkmasının nedeni işgücüne katılım oranındaki artıştır” sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Erdoğan’ın dediği iki şekilde eleştirilebilir. Birincisi, hükümetin temel görevi işgücündeki artışı planlayacak şekilde bir sanayi kalkınma programı hazırlamaktır. Beş yıllık kalkınma programları bu yüzden var. Bir plan yapmamışsın. İkincisi, TÜİK nüfus projeksiyonları açıklıyor. Ve diyor ki, “benim 2020-2025-2030-2040-2050 şeklinde devam eden ölçeklerde nüfusum bu olacak”. TÜİK sana zaten on sene önce demiş ki, “2019’da Türkiye’nin nüfusu 82 milyon olacak”. Bunu raporlamış, bütün devlet kurumlarına bildirmiş. Sen aslında biliyorsun nüfusun bu olacağını. Plan yaptın mı? Yapmadın. Bir de teknik hata var. “İşgücü arttı, o yüzden iş bulamıyorlar” diyor. İşgücü artmasaydı da işsizlik artacaktı, çünkü çalışan sayısı azalıyor. 29,5 milyon insan çalışıyormuş, artık 28,5 milyon çalışıyor. 780 bin kişi –tam rakam o– istihdamdan azalıyor. Çalışan sayısı azalıyor, ne işsizliğin artması!
Başka bir problem de işgücüne katılımın çok düşük olması. Son yıllarda kadınların, ev kadınlarının işgücüne katılmasıyla beraber işsiz sayısında bir artış oluyor, ama Türkiye’nin işgücüne katılımı zaten Avrupa’yla kıyaslandığı zaman çok düşük. Kadınların işgücüne katılımında Avrupa’da son sıradaki ülke Türkiye. Çalışabilir durumda olan kadınların yüzde 60 küsuru çalışmıyor. Ev kadını, okuyor veya başka işlerle uğraşıyor. Kadınların yüzde 35’i işgücüne katılıyor. Onların da bir kısmı zaten iş bulamıyor. 9 milyon kadın çalışıyor, 2 küsur milyon kadın iş arıyor. Toplam 11 milyon kadın işgücü var. Eğer, kadın işgücüne katılım Almanya, İngiltere gibi olsa, işsiz sayısı 4 buçuk milyon olmaz, 7-8 milyon olur. Yani gerçekten Erdoğan’ın dediği gibi işgücüne katılım Avrupa standartları gibi olsa, şimdi Türkiye’de yer yerinden oynar.
Yani Erdoğan’ın sözlerinin bir karşılığı yok…
Yok tabii. Gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler diye tanımlanıyor. Uyduruk bir tanım. Gelişmiş ülke deyince ileri kapitalist ülkeler, misal Almanya, gelişmekte olan ülke deyince de Türkiye örnek verilebilir. Türkiye ile Almanya kıyası güzel bir kıyas olur. Çünkü Almanya’nın da, Türkiye’nin de 82 milyonluk nüfusu var. Almanya’daki işgücüne katılım yüzde 60 küsurlarda. Türkiye’deki işgücüne katılım ise yüzde 50’nin başında. Almanya’da çalışan sayısı 40 milyon, Türkiye’de 28 milyon. Aynı nüfusa sahip bu ülkelerin birinde 40 milyon insan çalışıyor ve gelir üretiyor, diğerinde 28 milyon insan çalışıyor ve gelir üretiyor. Yani korkunç bir hesap var. 82 milyonun 28’i çalışıyorsa geri kalan ne yapıyor? O 28 milyonun eline bakıyor. “Bağımlı nüfus”, öyle tanımlanıyor. Bir kişi 27-28 yaşına gelmişse ve çalışmıyorsa nedir? Bağımlı nüfus. Yani başka bir çalışanın eliyle geçiniyor ancak.
Türkiye 2019’da yüzde sıfır büyüdü. 2020’de en iyi ihtimalle yüzde 1-2 büyüyeceği düşünülüyor. 2021’de ise en iyi ihtimalle yüzde 2-3. Matematik konuşuyor: Yüzde 5’in altında büyümede işsizlik artıyor. İki yıl daha artacak. Bu iki yılın sonunda, hele de bir finansal kriz yaşanırsa yüzde 14 işsizlik oranı için “ne güzel günlermiş” diyeceğiz. Gidişat çok daha kara bir tabloya sebep olacak 2020 ve 2021’de.
Bu veriler Türkiye kapitalizmine dair ne söylüyor?
Vaziyet şu: 2002 Kasım’ında iktidara gelmiş bir parti ve iktidara geldiğinden itibaren uyguladığı programın tümü deregülasyon. Ne demek bu? “Elimi, eteğimi çekerim programı.” Regülasyon “düzenleme”, deregülasyon “düzenlememe”. Her alandan elini, eteğini çekmiş; süt üretiminden, et üretiminden, enerji, inşaat, petrol üretiminden… Her alandan devlet elini eteğini çekmiş. Deniyordu ki, “ne güzel işte, liberalizm olur, özgür olur herkes”. Devlet elini eteğini çektikten sonra yerini dolduranlar tekeller, monopoller olmuş. Monopollerle, bugün adını çokça duyduğumuz şirketlerle iktidar partisinin alengirli ilişkisi bu şirketleri koruyup kollamak üzerine kurulu. Ortaya çıkan sonuç ne? Servet dağılımı istikrarlı bir şekilde bozulmuş, konum sahipliği tek bir elde toplanmış, varlık sahipliği bir elde toplanmış, işin sonunda akla kara gibi, gece ile gündüz gibi birbirinden net bir şekilde ayrılan iki sınıf ortaya çıkartılmış. Şimdi bu sınıflarla ne yapacaksın? Bir de sıkıntı şu ki, kapitalizm işsizlik vaat etmiyordu yüz yıl önce. Şimdi kapitalizmin vaat ettiği en ağır şey işsizlik olmaya başladı. Bu işsizlik, ücretleri de bastırıyor, o da ayrı konu.
Tüm bu veriler, bu muhasebe neye işaret ediyor?
Şu anda, TÜİK’in dar anlamdaki işsizlik tanımına göre, 4.6 milyon işsiz var. Bu da yüzde 14’lük bir işsizlik oranına tekabül ediyor. Genç işsizliği de yüzde 27.4, o da rekor. Bu oran 1 buçuk milyon genç işsiz olduğu anlamına geliyor. Bu fal bakmak olmaz: Bu kış 5 milyonun üzerini göreceğiz, genç işsiz sayısı da 2 milyonun üzerine çıkacak. Bu da işsizlik oranının yüzde 15-16’nın, genç işsizlik oranının da yüzde 30’un üzerine çıkması demek. Neye göre söylüyorum bunu? Türkiye’nin nüfusu Avrupa’nın en hızlı büyüyen nüfuslarından biri. Yüzde 1’den daha hızlı büyümüş. Türkiye’nin artan nüfusu istihdam edebilmesi için yaklaşık 400 milyar dolar kadar yatırıma ihtiyaç var. Eğer bu kadar yatırım yapılırsa işsizlik sabit kalır. 400 milyar dolar ne demek? Yaklaşık olarak ekonominin yüzde 5 kadar büyümesi demek. Yani, Türkiye yüzde 5 büyürse işsizlik artmaz. Türkiye 2019’da yüzde sıfır büyüdü. 2020’de en iyi ihtimalle yüzde 1-2 büyüyeceği düşünülüyor. 2021’de ise en iyi ihtimalle yüzde 2-3 büyüyeceği tahmin ediliyor. Matematik konuşuyor: Yüzde 5’in altında büyümede işsizlik artıyor. İki yıl daha artacak. Bu iki yılın başındaki patikada zaten cumhuriyet rekoru kırdık. Bu patikanın sonunda ise kara bir tablo ortaya çıkacak. Çözülmesi neredeyse imkânsız olan bir problem ortaya çıkacak. Bu iki yılın sonunda, hele bir de finansal kriz yaşanırsa, en iyi ihtimalle söylüyorum, yüzde 14 işsizlik oranı için “ne güzel günlermiş” diyeceğiz. Gidişat çok daha kara bir tablonun ortaya çıkmasına sebep olacak 2020 ve 2021’de.
Platform olarak bir çağrınız var mı?
Türkiye’nin en büyük sorunu işsizlik. Ondan daha büyük bir sorun görmüyoruz. Çünkü işsizlik esasen sosyal bir vaka. 11 milyon genç var 15-24 yaş arasında. Bu 11 milyon gencin yaklaşık 6 milyonu lise ve üniversitede, örgün eğitimde okuyor. 5 milyon genç ne yapacağını bilmiyor. Bu gençlerle otuz-kırk yıl sonrasının Türkiye’sini kuruyorsunuz. “Gençler geleceğimizdir” klişesi doğru. Buraya ilişkin bir adım atılmazsa, bu, ülkenin yok olması anlamına gelir. Yani geri kalan bütün sorunlar bu büyük sorunun yanında önemsiz kalıyor. Çünkü geleceğin sorunu haline geliyor. Genç İşsizler Platformu olarak “genç işsizliğini azaltan her hamle bu memleketin hayrınadır” diyoruz. Hükümetin de bu anlamda sıkıştırılması lâzım. Hangi hükümet gelirse gelsin, sadece AKP için söylemiyorum, her türlü hükümetin bu anlamda sıkıştırılması lâzım. Bu sorun, sistem içi şekilde en azından azaltılabilir. Bunu en azından azaltabilecek bir programa ihtiyaç var. Bunu talep etmeli herkes. Çünkü ortaya çıkan bu sorun deprem değil, doğal afet değil, doğrudan hükümetin ekonomi politikalarının getirdiği bir sonuç. Sorunun nedeni, sorunun çözümü olmaz. Sorunun nedeni on yıllık sanayileşme politikasıydı. Bu politikayı uygulayan sorunu çözemez. Ama yurttaşların buraya ilişkin bir talep yaratması gerek.