1 MAYIS’IN ARDINDAN

Başaran Aksu
5 Mayıs 2019
SATIRBAŞLARI

2019 1 Mayıs’ına nereden bakmalı? Bakırköy’den veya İzmir’den bakınca ne görünüyor, Taksim’den bakınca ne? Marx’ın 201. doğumgününde, “işçinin, emekçinin bayramı”na yakın plan… 
1 Mayıs 2019, Bakırköy

 

AKP ve devletin faşist pratikleri sürüyor ve faşist borazanlar her an ekranlarda parmak sallıyor. Sadece siyasi kişi ve yapıları değil, muhalif bir tutuma sahip yurttaşları da gerçekten öldürüyor, tutukluyor, işkence ediyor, işten atıyor, sürgüne zorluyorlar. Üniversiteler, yargı, medya, polis, ordu gibi devlet kurumlarını denetim altında tutuyorlar, cemaat mensuplarını, faşist toplulukları, mafyöz grupları, çıkar odaklarını toplumun genelini hizaya sokmak için zaman zaman devreye sokuyorlar.

Siyasal analiz düşmanın gücünü tanımlamakla sınırlı tutulunca, liberal bir endişenin topluma pompalanmasının aracı haline geliyor. 2010 referandumundan bu yana egemen ideolojinin solun içine etki eden iki ana kolu olan liberalizm ve ulusalcılığın yaptıkları tam olarak budur: Düşmanın gücünü olduğundan büyük gösterip solcuları ve genel olarak toplumu korkutarak pasifize etmek. (Bu iki eğilimin devrimcilik zeminlerine yansıyan türevi olan düşmanın gücünü oldukça küçümseyerek sınırlı bir grubun propaganda ve eylemiyle devleti yıkıp iktidarı alacağını ile süren eğilim ise artık neredeyse ortadan kalkmış durumda.)

Bu iki kolun bazı temsilcilerinin her olay sonrası bir gerekçe bulup AKP ile ittifak önermesi (Perinçek, Soner Yalçın, Fuat Keyman vb.) ya da düzen muhalefetinin tek çıkış yolu olduğunu ima etmesi (Gül’ün ortak aday yapılması, Akşener’den siper yoldaşı yaratılması, Babacan ismi etrafında bir iyimserliğin şişirilmesi gibi proje ve arayışlar) tam olarak bu ideolojik tutulmadan, içerilmeden kaynaklanıyor. Sol ve emek muhalefetinin arada hiçbir mesafe bırakmadan tümüyle CHP inisiyatifine kendisini teslim ederek Millet İttifakı’na yanlamış olması da aynı ideolojik eğilim ve hegemonyanın gücünün basit bir uzantısı.

Siyasal analiz, düşmanın gücünü abartmadan, eksiltmeden olanca hakikatiyle tanımlayarak ve sıradan insanların oluşturduğu büyük çoğunluğun örgütlenmeleri ve mücadeleleriyle böyle bir düşmanın nasıl geriletilebileceğini, yenilebileceğini göstermiyorsa, egemen ideolojinin o ya da bu kampı üzerinden kurulu düzenin yeniden üretilmesi süreçlerine eklemlenmeye yol açmaktan başka işe yaramaz. Marx’ın doğumgünü vesilesiyle hatırlatalım, meşhur 11. Tez tam olarak bunu içerir. 11. Tez’de üzerinde hareket ettiğimiz zemini ve düşmanı doğru tanımlamanın ve onun nasıl yıkılacağını göstermenin de yetmeyeceği bir nokta vardır, o da yıkmak için gösterilmesi gereken sürekli ve kesintisiz örgütlenme, mücadele iradesinin somut stratejileridir.

Siyasal analiz, düşmanın gücünü abartmadan, eksiltmeden tanımlayarak nasıl gerileteceğini, yenileceğini göstermiyorsa, egemen ideolojinin o ya da bu kampı üzerinden kurulu düzenin yeniden üretilmesi süreçlerine eklemlenmeye yol açmaktan başka işe yaramaz. Marx’ın doğumgünü vesilesiyle hatırlatalım, meşhur 11. Tez tam olarak bunu içerir.

2019’un ve son üç yılın 1 Mayıs’ı

Bu çerçeveden geride bıraktığımız 2019 1 Mayıs’ına bakalım… Türkiye’de yaşayıp 1 Mayıs’tan söz ediyorsak, İstanbul’dan ve dolayısıyla Taksim Meydanı’ndan söz ediyoruzdur. Bunun yanısıra kısmen de işçi merkezlerindeki 1 Mayıs katılımlarındaki eksilme ve çoğalmalar önemlidir. Sol grupların kimilerinin erimesi, bazı sürpriz grupların görece kitlesel kortejler oluşturması ilgiyle izlenir.

Son üç yıldır, 1 Mayıs’lar CHP belirleyiciliği ile organize ediliyor. Bakırköy-Maltepe-Bakırköy’de üç miting böyle gerçekleştirildi. İlk ikisinin Taksim dışında bir alanda yapılması özetle şöyle gerekçelendirilmişti: “Çok büyük bir saldırı ortamındayız, provokasyonlar olabilir, düşmana kitlesel bir görüntü vermeliyiz.”

Son 1 Mayıs’ın 31 Mart seçim sonuçlarının yarattığı “zaferin” temsilcileri olarak Taksim’de yapılmasının daha doğru olacağı ya da “iyi” olacağı yolunda yaygınlığı azımsanmayacak bir kanaat vardı. “Dörtlü” diye anılan DİSK, KESK, TTB, TMMOB 1 Mayıs’ın Taksim’de olacağını, bu doğrultuda bir başvuru bile yapılmayacağını, bunun en doğal, meşru hakları olduğunu söyleyerek valiyle görüşüp durumu bağıtlayacaklarını söylediler.

Kaftancıoğlu’nun Enternasyonal’i ezbere söylemesi (ben söyleyemem), İzmir 1 Mayıs’ında Tunç Soyer’e gösterilen yüksek alâka ve huşu içinde sol yumruk sıkılı söylenen marşlar “yeni sol” önderliklerin “kutsanma törenleri” olmuş. Bu satırları okuyup yüz ekşiten dostları anlıyorum, sevinçlerine itirazım yok. Ters yüz edilmiş bu ilişkilenmeye itiraz ediyorum.

Biz bunun bir oyalama taktiği olduğunu, gerçekte bu arkadaşların asla böyle bir derdinin olmadığını geçmiş deneyimlerden hareketle, yanılmayı göze alarak kamuoyuyla paylaştık. Gerçekler ortaya çıktı, yapılmayacağı söylenen Taksim için yasal başvuru yapılmış, çelenk yasakçısı vali bey yasaklamış, DİSK başkanlığı hususunda mevcut yönetimle yeni uzlaşan Birleşik Metal Sendikası’nın Maltepe alanının dolgu olması nedeniyle koyduğu şerh de dikkate alınarak eski çukur yeni pazar alanı olan Bakırköy’de miting için başvuruda bulunulmuş. Bu sürecin en başından sonuna CHP İstanbul il başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun inisiyatifiyle gerçekleştiğine eminiz.

Bakırköy manzaraları

HDP korteji, Bakırköy

DİSK başkanı, mitingden bir gün önce, muhtemelen Ekrem İmamoğlu’nun da katılımına güvenerek “yarın Bakırköy’de bir milyon kişi olacağız” dedi. Alanın hacminin bir milyonu nasıl içereceği ayrı bir tartışma. İmamoğlu ve diğer şöhretlerin katılacağının duyurulmuş olmasına rağmen, bu abartılı rakamların ulaşabileceği simgesellikte bir alan değil Bakırköy çukuru. Katılım için yüz bin kişi desek bile bir milyon iddiasını uydurtan “coşku” ortamının sunduğu imkânların harcandığı büyük bir toplumsal-siyasal fırsattır bu yılki 1 Mayıs mitingi.

Mitinge katılan, gözlemlerine değer verdiğim dostlarım şöyle veriler sundular: HDP içinde olan sosyalist grupların bariz zayıflama içinde olduğu –ESP’nin dinamizmi olsa da zayıflığının yansıdığı–, TKP’nin “beklenen”i karşılamadığı, Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP),  Türkiye Komünist Hareketi (TKH) ve Kaldıraç’ın kortejlerinin dikkat çektiği… Bu üç gruptan ilkinin ezelinden beridir kendi meşrebiyle ve tam gövdesiyle oada olduğunu, ikincisinin ise kriz sonrası işçi hareketine odaklandığını, Kaldıraç’ın yeni yeni bu alana adapte olmaya başladığını söyleyebilirim. Kanımca almış oldukları bu “doğru” pozisyon 1 Mayıs katılımlarında sonuç vermiştir.

Ekrem İmamoğlu Bakırköy’de

Haziran ve EMEP kortejlerinin Emekli-Sen korteji görünümünde olduğunu, insanların sol gruplarla yürümekten imtina ettiğini, KESK kortejinde Tüm-Bel-Sen’in güçlü geldiğini, Birleşik Metal ve Genel-İş’in DİSK kortejinde yığınsallıklarıyla öne çıktıklarını, alana dinamizmini veren esas gücün HDP (DBP olarak anlayalım) olduğunu ifade ettiler. HDP’li gençlerin açlık grevleri ve Leyla Güven sloganlarıyla alana girip hiç dinmeyen, azalmayan coşkularını miting sonuna kadar sürdürdüklerini belirttiler. Son olarak kürsüye ilginin İmamoğlu’nun geldiği beş-on dakikalık bir kesit dışında hiç olmadığını söylediler.

Canan Kaftancıoğlu’nun Enternasyonal marşını ezbere söylemesi (ben söyleyemem), İzmir 1 Mayıs’ında Tunç Soyer’e gösterilen yüksek alâka ve huşu içinde sol yumruk sıkılı söylenen marşlar “yeni sol” önderliklerin “kutsanma törenleri” olmuş biraz. Bu satırları okuyup yüz ekşiten dostları anlıyorum, sevinçlerine itirazım yok. Ters yüz edilmiş bu ilişkilenmeye itiraz ediyorum. Çünkü gelecekte egemenler CHP ve dolayısıyla Millet İttifakı’yla bugün sorumsuzlukla kapatılmış olan duygusal “mesafenin” ne kadar kıymetli olduğunu, o zamanın devrimcilerine sürekli idrak ettireceklerdir.

Tunç Soyer İzmir’de

Emniyet kaynaklarına göre, yurt çapında 1 Mayıs mitinglerine katılım 400 bin civarında. Rakamlar AA kaynaklı da olabilir, gerçeği de yansıtıyor olabilir. İzmit’te Türk-İş, geçmişteki şoven içerikli 1 Mayıs mitinglerinden farklı olarak bu sene iktidarın kıdem tazminatının gasp edilmesi heveslerine karşılık olarak “Kıdeme Dokuma” başlığıyla yaptı kutlamasını. Fakat mitinge katılımı yüksek tutmak için bir çaba içinde olunmadığı ortaya çıktı. Ülke mitingi olarak planladıkları mitinge sadece Marmara bölgesindeki üyelerini katmaya çalışsalar yüz binleri kolaylıkla bir araya getirirlerdi. Anlaşılan, AKP ile restleşme içine girmek istemiyorlar, AKP’nin telkin ettiği sınırlarda bir tepkiyi ortaya koyuyorlar. Bu handikaplı konum önümüzdeki dönem emek hareketinin kıdem tazminatı ve diğer haklarını savunma pratiklerine yansıyacaktır.

Halkın yoksulluğu, emeğin haklarının ortadan kaldırılmış olması hakikattir. Vekillerin, belediye başkanlarının, gazetecilerin tutuklu olması, KHK mağduru yüz binler ve işsiz milyonlar hakikattir. Nedir o zaman sakındığımız? Son üç yılın 1 Mayıs’larındaki konum alışlarını ikna edici bir biçimde izah eden tek bir politik grup metni yok. Gevelemek, CHP’nin arkasına dizilmek sınıf siyaseti değildir.

Taksim 1 Mayıs’ı

Anarşist grupların bile neredeyse tamamının Bakırköy’e gittiği bir ortamda, devletin işçilere, emekçi halka, sola koyduğu yasağı tanımamak son üç yıldır az sayıdaki devrimci gruba ve birkaç sendikaya düştü. Üç koldan Taksim’e çıkış denemeleri yapıldı. Nakliyat-İş her sene olduğu gibi Saraçhane’ye çağrı yaptı, DGD-Sen, Umut-Sen bu çağrıyı sahiplendi. Anarşist İnisiyatif, Gençlik Komiteleri, Devrimci Yolda Özgürlük gibi grupların da olduğu iki bine yakın insan Aksaray’dan Saraçhane Parkı’na yürüdü.

SGDF üyeleri Beşiktaş’ta

İBB önünde polis topluluğun önünü kesince oturma eylemi yapıldı. Uzel, Real, Makro, Tüvtürk direnişlerinden işçiler, Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu ve DGD-Sen Genel Başkanı Murat Bostancı konuşmalar yaptı. Taksim’e otobüslerle gidiş ve Saraçhane parkında miting yapılması uzlaşması çıktı. Ardından temsili bir grup otobüslerle Taksim Meydanı’na geçti. Beşiktaş stadyumundan Taksim Meydanı’na yürüyüş, Kazancı Yokuşu’nda anma, Cumhuriyet anıtına çelenk koyma ve konuşmalar… Bir kez daha yasak tanınmamış, işçi sınıfı ve solun fiiliyatı devlete dayatılmış oldu. İnşaat-İş Mecidiyeköy’den yürüyüşe geçti, polis saldırdı, yedi yönetici ve işçi gözaltına alındı. KHK direnişçileri Nazife Onay ve Mehmet Dersulu yine dövizleriyle bu güzergâhtan yürürken saldırıyla gözaltına alındı. Devrimci Gençlik Dernekleri’nden on dört genç Talimhane’de, Halk Cephesi üyeleri ise Okmeydanı ve Şişli’de gözaltına alındı.

Beşiktaş’ta Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’na üye on genç saldırıyla gözaltına alındı. Her sene Beşiktaş kolundan kararlılıkla yürüyen HKP kortejine saldırıldı, onlarcası gözaltına alındı. Yine Mücadele Birliği üyeleri de Beşiktaş’ta polisin saldırısına ve gözaltına maruz kaldı. Maçka’da, Öğrenci Faaliyeti üyesi dört öğrencinin yürüyüşüne polis saldırıp gözaltı yaptı. En son saat 14.00’te Gençlik Komiteleri’nin Beşiktaş Çarşı içinden başlattığı yürüyüşe Barbaros Bulvarı girişinde polis saldırdı, hiddetini frenleyemeyen polisler direnişi görüntüleyen gazetecilere de saldırdılar. Umut-Sen’in üç sözcüsünün de aralarında bulunduğu yirmi altı genç burada gözaltına alındı.

Burukluk ve umut

Nakliyat-İş ve Umut-Sen üyeleri Saraçhane’de

2015 Metal Fırtına’dan bu yana işçi direniş ve eylemleri kesintisiz bir biçimde sürüyor. Bu direnişlerin hepsi valilerin, kaymakamların yasakları, polisin saldırıları, gözaltılar ve en son Tariş işçileri örneğinde olduğu gibi hapis cezalarıyla sürdü, sürüyor. Bizler işçilere her türlü yasağa, baskıya, şiddete karşı direnmezsek kazanmamız imkânsız diyoruz. İşçiler hiçbir yerde geri adım atmadılar. Alanlarını, konumlarını bir adım terketmediler. İşçilere direnmeyi telkin edenler bu sene yine Taksim diyemediler. O zaman topluma da, işçilere de direniş öneremezsiniz. Ya da bir zahmet önden buyuracaksınız. Egemenlerin uzlaşma, diyalog, kucaklaşma, sevgi etiketli paylaşımlarına beğeni yapıp onları keyiflendirmeyeceksiniz.

Halkın yoksulluğu, emeğin haklarının ortadan kaldırılmış olması hakikattir. Vekillerin, belediye başkanlarının, gazetecilerin tutuklu olması, KHK mağduru yüz binler ve işsiz milyonlar hakikattir. Nedir o zaman sakındığımız? Nedir o zaman korkunun, endişenin, hesabın kaynağı? Son üç yılın 1 Mayıs’larındaki konum alışlarını ikna edici bir biçimde izah eden tek bir politik grup metni yok. Gevelemek, CHP’nin arkasına dizilmek sınıf siyaseti değildir.

Son üç yılın Taksim ısrarını sürdüren politik ve sendikal kümeler olmasaydı, egemenlerin zaferi kesin olacaktı. Solun içine girdiği teslimiyet tablosu kabul edilemez. Direnmenin içinde olunan dönemde nasıl bir tarihselliğe sahip olduğu iyice kavranmalıdır. Bu 1 Mayıs’lar söz konusu kavrayıştan çok uzakta olunduğunu göstermektedir.

DİSK genel başkanı, miting sonrasında bir TV programında, Taksim yasağını işaret ederek “buruk bir 1 Mayıs geçirdik” dedi ve ekledi: “Ama insanların gözünde umut vardı.” Burukluk ve umut aynı anda bir arada olabilir mi? Olabilir belki de. Burukluğun ve umudun kaynağına bağlı. Ama burukluğa sebebiyet verenlerden umutlu olunamayacağı açık. Burukluk duyanların gözlerini başka türlü bir mücadelenin ışıldatacağı da açık.

Şunu net olarak biliyoruz. O gün Bakırköy meydanında ve yurdun tüm meydanlarında toplananlar başta olmak üzere, herkesin umutla baktığı ve takip ettiği tek bir yer vardı: “Taksim 1 Mayıs alanıdır” iddiasını taşıyanlarla ilgili havadisler.

Evet, içimiz buruk, ama gözlerimiz ışıltılı…

^