BİR İNSAN HAKKI OLARAK MÜZİK

Yehudi Menuhin, Miguel Ángel Estrella
7 Nisan 2023
Paul Klee, “Soyut Trio”, 1923
SATIRBAŞLARI

20.  yüzyılın bu son günlerinde, insanlık bir manevi ıstırap ve belirsizlik döneminden geçiyor. Değişimler öylesine önemli ve hızlı ki, henüz 20 yaşındaki bir genç bile, “nerde o eski dünya” diye iç geçirebilir. Bu kadar çok şeyin birden değişmesi bütün toplumun dönüşümünü zorunlu kılıyor ve toplum kendisine kimlik aramaya başlıyor. Bu geçiş çoğu zaman acılı oluyor. Yeniden inşa edilecek bir toplumun bunaltısının ve hayallerinin üzerlerinde belirginleştiği yaratıcılar bunu çok iyi bilir. Müzisyen olsun, yazar ya da ressam olsun, sanatçılar için bu arayış öylesine çetindir ki, sanatlarında, doruk noktasına ulaşan duyarlılıkla felsefi düşünceyi iç içe geçirmek zorundadırlar, bu da onları çok derinden sarsar.

Sanatçı “kariyer yapmak”la yetinebilir mi, yoksa bir tohum, bilinçlerin uyandırıcısı, bir “devrimci” mi olmalıdır? Toplum tarafından belirlenen kurallara uymalı mı, yoksa bunları değiştirip geliştirmek için mücadele mi etmeli, yani yalnızlığa itilme pahasına bunları sorgulamalı, gündeme mi getirmeli? Sanatçı tek başına kendisini kurtarabilir mi, yoksa ötekilerle birlikte mi kurtulmaya çalışmalı? Şahsi özgürlük mü, herkes için özgürlük mü? Herkes kendi tarzınca davranır, kendince kabul edilebilir olanla kabul edilemez olanın sınırlarını çizer, uzlaşır ya da muhalefet eder. Ama seçim yapmak kaçınılmazdır…

Kariyerizmin, hep daha fazla para ve daha fazla şeref yarışının nasıl da öldürücü olduğu ne kadar söylenip anlatılsa azdır. Bizdeki en iyi yanı öldürürler: sevgi ve özgürlük. Çoğu zaman, işin özünün, asli olanın tadını ve anlamını unuturuz. Oysa işin özü, ikinci planda gelenlerle bağları koparmakla atbaşı gider…

Bir toplumun içinde birey neyi temsil eder? Ağırlığı nedir? Bazıları bu soruyu daha ergenlik çağından itibaren sorarlar. Diğerleriyse, bundan sıyrılıp kaçmayı her zaman başarırlar. Deneyimler gösteriyor ki, her ne olursa olsun, şahsi ferahlığa, erince erme umutlarıyla içinde yaşadığımız toplumun evriminin birbiriyle bağdaşması mümkündür. Biz kendi adımıza, müzik aracılığıyla –ve müzik sayesinde– yeni bir şey kurmanın mümkün olduğuna derinden inanıyoruz.

Evrensel bir ifade yolu ve aracı olan müzik, gerçekten de, birliği, duygudaşlığı ve paylaşımı mümkün kılar: ötekilerle, çevreyle birlik ve kişinin iç zenginliğinin paylaşılması. Tek bir müzikal ifade biçimi yoktur, birçok tarz vardır. En popüler, en sade olanlardan başlayarak her biri saygıya, takdire lâyıktır –tabii, gerçek kültürel köklere bağlı olmak koşuluyla–, çünkü bunlar duyarlılık, yaratıcılık ve keşif hazinelerini barındırırlar. Bütün bunlar, dış görünüşten, takdir edilme arzusundan ve mal mülkten, saçma ve geçici parıltılardan vazgeçmeyi gerektirir.

Yehudi Menuhin (22 Nisan 1916 – 12 Mart 1999)

Kariyerizmin, hep daha fazla para ve daha fazla şeref yarışının nasıl da öldürücü olduğu ne kadar söylenip anlatılsa azdır. Bizdeki en iyi yanı öldürürler: sevgi ve özgürlük. Çoğu zaman, işin özünün, asli olanın tadını ve anlamını unuturuz. Oysa işin özü, ikinci planda gelenlerle bağları koparmakla atbaşı gider… Ticari olanın reddi, bütün bir ömür boyunca ve en güç koşullarda, bir dayanak işlevi görür. Böyle bir seçim yapmak, tıpkı, bir aradayken daha iyi olduğumuz inancıyla, yorulmak nedir bilmeden, bıkmadan usanmadan piyanosunu ya da kemanını çalmak gibi, kendi köleliğini seçme özgürlüğü de dahil olmak üzere, özgürlüğü seçmek demektir.

Gezegenin öbür ucunda, ne zaman bir çatışma meydana gelse, hepimiz buna bulaşırız, çünkü insanlık bölünemez. Bütün savaşlar içsavaştır. Yeryüzünde ağırlığını hissettiren bütün tehditleri ortaklaşa paylaşıyoruz, ama aynı zamanda kaynakları da paylaşıyoruz. Gelecek kuşaklara olduğu gibi, yeryüzüne karşı da sorumluluklarımızın ve ödevlerimizin yeterince bilincinde miyiz? Hiçbirimiz şöyle diyemeyiz: “İşte suçlular, işte masumlar. İşte iyiler, işte kötüler.” Ya da: “Ben yapmadım, o yaptı.”

Sanatçı yanlış notalarından başkasının sorumlu olduğunu iddia etmeye yeltenebilir mi? Hepimiz şunu daha çocukluğumuzdan itibaren öğrenmeliyiz: Kendi kendimizden ve ötekilerden sorumluyuz.

Yüzyıllardan beri çok temel bir hata yapıyoruz: korunması gerekenlerle, kendilerine karşı korunmamız gerekenler arasında ayrım yapmak. Ancak, düşmanlarımızı da en az kendimiz kadar savunmamız gerekirdi, kendimizi yabancılardan korumak değil, kendimizden korumak gerekirdi ve sahip olduğumuzun fazlasını vermekle yetinmek yerine, her şeyi vermeyi öğrenmek gerekirdi.

Paylaşmak hâlâ barışın en iyi güvencesidir. Müzik ve sanatlar, insanlar arasındaki uyumun önündeki her türlü engele karşı panzehir oluştururlar. Müzik yapmak sadece çalmak ve söylemek değildir, aynı zamanda dinlemektir de. Daha çok küçük yaşlarda ötekini dinlemeyi öğrenen çocuk, hoşgörünün ne olduğunu keşfeder ve barbar içgüdülerinden korunur. Tıpkı hava gibi, su gibi, süt gibi müzik onun olmalıdır, çünkü bizce müzik insan hakları arasındadır. Müzik, toplum içinde, her şeyi yerinden oynatabilecek, kuşku götürmez bir güce sahiptir. Herkesin zihnini yaratıcılığının kapasitesine açmak ve yetenekleri açığa çıkarmak: İşte sanatçının rolü budur.

Sanatçı yanlış notalarından başkasının sorumlu olduğunu iddia etmeye yeltenebilir mi? Hepimiz şunu daha çocukluğumuzdan itibaren öğrenmeliyiz: Kendi kendimizden ve ötekilerden sorumluyuz.

Pek çok tutku yıkıcıdır, çünkü birine ya da bir şeye sahip çıkmayı, kendine mâletmeyi hedefler, ama bu tutku savaş değildir, hatta savaşın tam tersidir. Sanat, her insanoğlunun içinde bulunan hükmetme, sömürme ve intikam alma arzuları başta olmak üzere, her şeyi dönüştürür. Sanat kötülüğü yok etmeye muktedirdir. Sixtine kilisesinin kubbesi altında çalınan Bach, insanlığın bahtsızlıklarına bir son verebilir. “İnsanların karnı açken Beethoven çalmak neye yarar?” diyenlere cevabımız: “Ama Beethoven dinlerken onların hayatı değişiyor ve onlarla birlikte biz de değişiyoruz.”

Miguel Ángel Estrella (4 Temmuz 1940 – 7 Nisan 2022)

Hepimiz yaratıcıyızdır. Mühim olan kendi yeteneğini keşfetmek ve onu geliştirmeye kendini vermektir. Dansçı tutkuyla vücuduna hükmeder. Kemancı yayına. Orkestra şefi müzisyenleriyle partisyon arasında en doğru ilişkiyi bulma peşindedir. Flütçü soluk alırken enstrümanına can verme tutkusunu taşır. Yorum sonuçta bize bağlıdır. Yaratıcılık bizim içimizdedir, içimize işlemiştir, tıpkı sonsuzluk gibi. Bu anlamda, hepimiz kutsalız. Milyonlarca yıldır, kesintisiz bir soy zincirini takip ederek sürekli olarak yaratılıyoruz, yeniden yaratılıyoruz, biçimleniyoruz ve bu bizi, hepimizi birbirimize bağlıyor, dayanışmaya yöneltiyor.

Müzik, insanlığı görmenin, dönemine tanıklık etmenin bir biçimidir. Dünyanın herhangi bir köşesinde insanların yaşamı ya da özgürlüğü tehdit altındayken bir müzisyen buna nasıl kayıtsız kalabilir?

Açlıkla, ırkçılıkla, bombalarla, işkenceyle uyum içinde ve onlarla uzlaşan otantik bir sanat olamaz. Bundan tam 15 yıl önce Musique Espérance[1] işte bu fikir ve bu çok aşikâr hakikat üzerine kuruldu. İki kurucu ayağı –müzik ve etik– bu oluşumun, Ortadoğu ya da Latin Amerika gibi savaşlar ve diktatörlüklerle yara almış, yasa bürünmüş bölgelerde, Ukrayna’da Çernobil gibi felaketlerin kasıp kavurduğu yerlerde ya da zengin olduğu söylenen bölgelerde, dünyanın hemen her yerindeki eylemine temel olmayı sürdüyor. Musique Espérance, giderek dayanışmadan uzaklaşan, insanların arasındaki bağların koptuğu toplumların bağrında, insanların dışlanmasına ve yalnızlığa itilmesine karşı mücadele etmeye çalışıyor ve ıstırabın damgasını vurduğu yerlerde müziğin fışkırmasını istiyor.

Müziği her türlü adaletsizliğe karşı verilen bütün savaşların hizmetine sunmak, aslında büyük müzisyenlerin her zaman izlediği yolu takip etmek anlamına geliyor: Beethoven, Bach, Mozart, Mussorgski, Bartok, Liszt ve diğerleri, zamanlarının toplumuna verebileceklerinin en güzelini, en iyisini vermek için hayatlarını cömertçe harcadılar. Müzik, insanlığı görmenin, dönemine tanıklık etmenin bir biçimidir. Dünyanın herhangi bir köşesinde insanların yaşamı ya da özgürlüğü tehdit altındayken bir müzisyen buna nasıl kayıtsız kalabilir?

Kurulduğu günden bu yana, Musique Espérance kendisine birçok müdahale alanı saptadı: –başta çocuklar için olmak üzere, herkes için nitelikli müzik eğitimini de içeren– insani haklar ve genç profesyonel müzisyenlerin durumu. Tek bir insanın haklarında, insanlığın geleceği söz konusudur. Genç müzisyenler söz konusu olduğunda, müziğin, dolayısıyla insanlığın özgürlüğünün geleceği söz konusudur. Dünya kadar eski, güneş ışığı kadar paylaşılan ve insanları birbirine bağlayan olağanüstü, eşsiz bir aracı olan müzik, yaşamın ve ölümün, acının, sevincin ve umudun evrensel dilini konuşur.

Barışın taşıyıcısı olan müzik, sağlıktan, çalışma hakkından, insanlık onurundan mahrum bırakılanlardan, acı çekenlerden yana tavır alır. Müzik bir tüketim nesnesi değildir, olmamalıdır. Müzik ötekine ve kendine açılmanın bir yoludur.

Korkunun da sefaletinki kadar çehresi vardır. Kapatılan bir fabrika karşısında işçinin korkusu ve sefaleti, yapıtları yakılan bir sanatçının korkusu, toprağı elinden alınan bir köylünün korkusu… Ve özellikle de artık kimsenin kimseyle konuşmaz olduğu büyük şehirlerde insanların birbirlerinden korkuları… 2000 yılında da, bütün zamanlarda olduğu gibi korku, dünyanın sonudur. Ama aynı zamanda, korku, madem ki her şey başarısızlığa uğradı, her şeyin yeniden mümkün olduğu, madem her şey kaybedildi, her şeyin yeniden yapılabileceği umududur da. Korku, son kertede, iyimserliğimizi doğrulamalı, geçerli kılmalıdır. İç sıkıntısı ve bunaltı şeklindeki bütün bu sorulardan –günümüzün olağanüstü iletişim araçları sayesinde üçüncü binyılın eşiğinde eskiden olduğundan çok daha yoğun bir şekilde sorulan sorulardan– yıkıcılığın değil, her birimizin eseri devasa bir yaratı doğacaktır.

Özgür bir dünya hayal ediyoruz ve bu umudu paylaşan bizlerin kalabalık olduğumuzu biliyoruz. Barışın savaşa hazırlıktan ibaret olmamasını istiyoruz. Ütopyacı mıyız? Belki. İdealist miyiz? Kesinlikle. Ama, idealler ve ütopyalar olmadan insanlığın ilerleme kaydetmesi nasıl umulabilir ki?

Çeviren: Siren İdemen
Roll, sayı 18, Nisan 1998
Kaynak: Le Monde Diplomatique


[1] Musique Espérance, Uruguaylı dünyaca ünlü piyanist Miguel Angel Estrella tarafından, ülkesinin hapishanelerinde geçirdiği üç yıllık sürenin ardından, özgürlüğüne kavuştuktan hemen sonra, 1982’de kuruldu. Estrella’nın serbest bırakılması için dünya çapında dayanışma kampanyası yürüten Menuhin, bu oluşumun onur üyelerinden.

^