HDP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ AHMET ŞIK

Söyleşi: Yücel Göktürk
25 Temmuz 2018
SATIRBAŞLARI

Ahmet Şık, 24 Haziran öncesinde, milletvekili adayı olarak Express’e verdiği mülakatın fikri takibinde, derginin temmuz-ağustos sayısında, milletvekili olarak 24 Haziran sonuçlarını ve yeni dönemde muhalefetin önündeki seçenekleri değerlendirdi. Ahmet Şık’ın Express’teki söyleşisini kısaltarak naklediyoruz.

24 Haziran gecesi için ne düşünüyorsun?

Ahmet Şık: Tabii ki üzüntülüyüz hepimiz. Beklentiyi mi yüksek tuttuk, meydanların kalabalığını sandığa mı tercüme ettik, her ne ise sonuçların farklı olacağını düşünmüştük. Aslında iddiamızda haksız çıkmadık, AKP’nin zayıflayacağından emindik, ki tablo öyle. 7 Haziran’da yüzde 41 bandındaydı, şimdi 42.5 bandında, oransal olarak bir artış varmış gibi görünüyor, ama matematiksel karşılığı düşük. 7 Haziran’dan daha kötü bir sonuç aldı AKP. İddiamızda haksız çıkmadık, ama denklemi bozan MHP’nin öngöremediğimiz çıkışı oldu. Bu sonucun hilesiz olduğunu düşünmüyorum. Hile yapıldı, bu net. Ama ortaya çıkan, tırnak içinde veya değil, başarısızlığı sadece hileyle açıklamak işin kolaycılığı. Ortaya çıkan sonuç diyor ki, AKP-MHP bloku seçimi kazandı.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde aradaki fark 1 milyon 295 bin. Bu farka bakarak hile seçim sonucunu belirledi diyebiliriz pekâlâ.

Haklısın. Ama Erdoğan’ın en yakın rakibine 10 milyon fark attığı gerçeği de önümüzde duruyor. Ortada bir başarısızlık var, bu çok açık. 

O GECEYE DAİR GRİ BİR ALAN VAR

Muharrem İnce basın toplantısında, söylemini bu fark üzerine kurdu. Ama bu bir çarpıtma, cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalmasını engelleyen fark 1 milyon 295 bin.

Doğru bir açıklama değildi. Sadece o mu? Demirtaş’ı kastederek “ben bir kişiye özgürlük istemedim” diyor. Hemen fabrika ayarlarına döndü, seçimden önce böyle konuşmuyordu. Bu da bir samimiyet turnusolu. 10 milyon fark elbette doğru bir tanımlama değil. Bir farktan bahsedeceksek, Erdoğan ve karşısındakiler diye hesaplanması gerekiyor. O zaman 10 milyon gibi bir farktan bahsedemeyeceğiz. Bir buçuk milyonun altında bir farktan bahsetmemiz lâzım. Ama bunu yapmıyor. Aslında İnce’ye değil, partisine kızmamız gerekiyor. İnce, neticede CHP’nin adayı, ama CHP’nin İnce’yi sahiplendiğini düşünmüyorum. İnce’nin o açıklamayı yapmasının nedeni de o. Kamuoyu önünde partisiyle kavga eder pozisyona düşmek istemedi.

Şu çok net: O geceye dair gri bir alan var. O gri alanı yaratan bizzat İnce’dir, bizzat CHP yönetimidir. Neden kuyruğu kıstırıp kenara çekildiklerinin hesabını vermek zorundalar.

Şu çok net: O geceye dair gri bir alan var. Onun ne olduğunu açıklamak zorundalar. “50 bin avukatla YSK’nın önüne gideceğim, şunu yapacağım, bunu yapacağım” diyen birine güvenip sokakta veya evinde bekleyen insanlara CHP’nin kocaman bir özür borcu var. İnce buna tek açıklama buldu, her yerde onu söylüyor, buradan da tuş olması lâzım: “50 bin avukatı sokağa çağırmadım, çünkü YSK mühürsüz oy kararı almadı” diyor. Bu kanun ile sabit artık, böyle bir açıklama bile seçmeni ahmak yerine koymaktır. Şu anda bir toplumsal depresyon var, nedeni CHP’nin tavrı. O geceki gri alanda ne olduğuna dair bu kadar komplo teorisi üretilmesinin –komplo teorileri mantıklı açıklama yapamadığında alır yürür– nedeni de CHP’nin tavrı.

O gri alanı yaratan bizzat İnce’dir, bizzat CHP yönetimidir. Neden kuyruğu kıstırıp kenara çekildiklerinin hesabını vermek zorundalar. Koca bir hayal kırıklığı yaşattılar insanlara. Hep aynı mevzu; direnmeden kazanmak istiyorlar. İnsanlar direnmeye hazır, bekliyor, bir işaret bekliyor… “Bizim itirazımız var, bunu dile getir” diyorlar. Bunun sözünü de vermişsin, ama yapmıyorsun. Neden? Tezcan’ın da, İnce’nin de, CHP’nin bütününün de o insanlara hesap vermesi gerekiyor.

AĞIR KONFORMİZM

Ama o insanların da hesap sorması gerekiyor. Basın toplantısında, gazeteci dostuna gönderdiği sms mesajı dışında bir açıklama yapmamasından ötürü dilediği kuru özürle takdir bile aldı. 

Türkiye’deki muhalefetin ana sorunu şu: Çok ağır bir konformizm var, insanlar hâlâ CHP ile muhalefet edilebileceğini sanıyor. CHP düzene alternatif bir parti değil, bizatihi düzen partisi. CHP’nin düzen partisi olduğunun en taze kanıtı o geceki tablodur. Orada, Seçim Kurulu’nun önünde olan ya da sokağa çıkmayıp evinde bekleyen insanlardaki konformizm şu: CHP’yi daha meşru bir alanda gördükleri için onunla birlikte muhalefet yapmayı güvenli alan sanıyorlar. Artık o güveni de kaybettiler, çünkü rejim değişti, bir saltanat kuruldu. Gayrıresmi olan saltanat resmileşti. Artık evinde oturanın da garantisi yok. Bugüne kadar CHP ile yol alınabileceğini sananlar, iktidarın medyasının ve yargısının HDP’yi ya da başka muhalif odakları kriminalleştiren diliyle düşünüp konforunu bozmamaya çalışanlar artık konforlarını bozmaları gerektiğini öğrensinler. Mevzu bu. Risk almadan bu ülkede ne muhalefet edebilirsin ne de kurulu düzene bir alternatif koyabilirsin.

Öte yandan, 24 Haziran öncesinde, şimdiye dek görülmemiş bir sivil inisiyatif oluştu, insanlar büyük sorumluluk duygusuyla uğraştı, didindi.  

Sandıklarda görev alanların, müşahit olanların çabaları, emekleri görmezden gelinemez, o insanların hakkını vermek gerekiyor. Ama Adil Seçim Platformu’nun koca bir balon olduğu ortaya çıktı. Şöyle iddialı bir açıklama yaptılar: “700 bin müşahidimiz var.” Toplamda 180 bin sandık olduğuna göre, 700 bin demek, sandık başına ortalama üç buçuk kişi demek. Ama şöyle görüntüler gördük: Altı kişi oturmuşlar bir sınıfta, çat çat çat…Toplu oy kullanıyorlar. Rize’den gördük, Erzurum’dan gördük, Suruç’tan gördük. Nerede görevlendirdin o 700 bin kişiyi? ASP derken sadece CHP’den bahsetmiyoruz. Orada CHP, HDP, İyi Parti, Saadet Partisi ve sivil toplum kuruluşları vardı. Hepsi sorumludur.

Şöyle bir cümle edilemez: “Hileyle seçim sonucunun değiştirilemediğini gördük.” Yani, hile çok azdı, seçime etkisi yoktu diyor. Bu bir yalan. Bir buçuk milyon oy yüzde 3 yapıyor. Çalınabilir oy miktarıdır bu. AKP’li analistlerin bir gazeteci arkadaşımıza off the record söylediğini söylüyorum: “Yaptığımız hiçbir araştırmada MHP yüzde 7’yi bulmadı.” Bence çalınan oylar parlamentoda MHP’ye, cumhurbaşkanlığında Erdoğan’a dağıtıldı.

Tekrar ediyorum, sandıklarda görev alanların hakkını vermek gerekiyor. Kimi yerlerde risk de aldılar. Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin örgütlediği Sandık Gücü’nün Suruç’ta neler yaşadığını gördük. O görüntüyü hatırlayalım. Birisi seçim perdesinin arkasında, parlamentoda MHP’ye, cumhurbaşkanlığında Erdoğan’a şakır şakır oy basıyordu. Tek elini kullanıyordu ve zorlanıyordu. Toplam bir dakikalık bir görüntü. 54. saniyesinde o kişi bir an gözüküyor. Başı sargılı. O insan Sandık Gücü’nün müşahitlerinden. Canına okumuşlar, “bu şekilde oy kullanacaksın, yoksa seni öldürürüz” diyorlar. “Bari perdenin gerisinde kullanayım” diyerek geçiyor, gizli gizli de çekiyor görüntüyü. İnsanlar bu şartlarda çalıştı.

Deniz Özgür’ün başına gelenler… İsim vermeyeceğim, CHP’de faaliyet yürüten bir avukat beni aradı. “Suruç’a geldik, fakat partimden yardım görmüyorum” dedi, HDP’den arkadaşlarımızı yönlendirdik. Suruç’ta bile bunların yaşanıyor olması çok ilginç. “Bile”yi şundan kullanıyorum: Suruç’taki nüfusun içinden kamu görevlilerini çıkarırsan herkes Kürt. HDP’nin en güçlü olduğu yerlerden biri. Ama orada bile bu hile yapılabiliyor. Şimdi bu seçim adil miydi? Hayır, hileliydi. Apar topar çıkardıkları yeni seçim yasası, sandıkların taşınması, medyanın kullanımı, devletin bütün olanaklarının şer ittifakının hizmetine açılması… Seçim zaten baştan hileli kurulmuştu. 

UZUN SOLUKLU MÜCADELE

Herkes bunun bilincindeydi ve herkes olanca gücüyle çabaladı. Çünkü, büyük hileye rağmen referandumdaki fark kıl payıydı, 24 Haziran’da bu fark muhalefetin lehine çevrilebilir diye uğraşılıyordu. Herkes bir yandan da 16 Nisan gecesi yapılmayanın 24 Haziran gecesinde yapılabileceğine inanıyordu. Bu inanç büyük ölçüde İnce’nin kampanya boyunca verdiği güvenceden besleniyordu.

Şöyle bir cümle edilemez: “Hileyle seçim sonucunun değiştirilemediğini gördük.” Yani, hile çok azdı, seçime etkisi yoktu diyor. Bu bir yalan. Çünkü biraz önce bahsettiğimiz matematiksel gerçeklik ortada. Bir buçuk milyon oy yüzde 3 yapıyor. Çalınabilir oy miktarıdır bu. Bu seçim kesinlikle hileli. Aksini kimse iddia edemez. Biraz önce saydığım parametreler nedeniyle baştan hileli kurulmuştu. Onun dışında da bildiğimiz klasik hileler yapıldı. Ama ne oldu? AKP’li analistlerin bir gazeteci arkadaşımıza off the record söylediğini söylüyorum: “Yaptığımız hiçbir araştırmada MHP yüzde 7’yi bulmadı. Beklediğimiz en yüksek oran yüzde 7’ydi.” Bence çalınan oylar parlamentoda MHP’ye, cumhurbaşkanlığında Erdoğan’a dağıtıldı. MHP’nin yüzde 7 alması Meclis’e çok az vekil sokması anlamına geliyor. MHP’yi en azından baraja yakın ya da saraj seviyesinde bir yerde tutmak gibi bir hesapları vardı. O yüzden çalınan ve matematiksel karşılığı yüzde 3’e tekabül eden o oyları MHP’ye bastırdılar.

Bunca baskıya rağmen memleketin yarısı hâlâ diyor ki, “kardeşim, sen ne yaparsan yap sana karşı duracağım”. Bu çok kıymetlidir. Nasıl bir hat çizmemiz gerektiğine dair iyi bir mesajdır. Mesele o hattı doğru çizmek. İnsanlar da şunu görmeli: O hat CHP anlayışıyla çizilemez.

Evet, seçim hileliydi. “Hileyle seçim sonucu değişti denemez” koca bir yalan. Bu yalanın arkasına gizlenenler kendi sorumluluğunu gizliyor. Ve evet, Türkiye’de rejim artık resmi olarak da değişti. İki yıldır yaşananlar resmileşmiş oldu. Hayatımızda fiili olarak değişecek çok şey var. Artık sesimizi, sözümüzü kısmak için daha ceberrut olacak bir iktidarla karşı karşıyayız. Ortaya çıkan tablo, evet, beni üzdü, ama umutluyum. Kuru umuttan bahsetmiyorum. Şu nedenle söylüyorum: Bunca baskıya rağmen memleketin yarısı hâlâ diyor ki, “kardeşim, sen ne yaparsan yap sana karşı duracağım”. Bu çok kıymetlidir. Nasıl bir hat çizmemiz gerektiğine dair iyi bir mesajdır. Mesele o hattı doğru çizmek. İnsanlar da şunu görmeli: O hat CHP anlayışıyla çizilemez.

Siyaseten başka bir şey yapmamızı gerektiren bir tablo çıkıyor önümüze. CHP’lilere sesleniyorum. İnce Kılıçdaroğlu’na rakip oldu, ama o delege sistemi nedeniyle partinin başına geçemedi. Demokrasi talep edenlerin parti içi demokrasiyi kurması lâzım. Parti, parti içi demokrasiyi sağlayacak, seçmenler de bunu yapmayan partiye haddini bildirecek. Oradan başlamak lâzım. Herkes önce kendi evinde temizlik yapacak. Çok net ortaya çıktı: Bu koşullarda kaç seçime girersek girelim AKP kazanır. Her halükârda hile yapacak, kazanmadığı seçimi kazanmış hale getirecek. Bunu kanıtladı. Dolayısıyla, uzun soluklu bir mücadele yöntemi belirleyip oradan bir politik hat yaratmak zorundayız.

Bacaklarını kestikleri üç aylık köpek öldü ya, o fotoğraf Türkiye özetidir. O fotoğrafta Türkiye’nin dini var, eğitimi var, siyaseti var, kültürü var, daha acısı Türkiye’nin vicdanı var. Ama o fotoğrafta, o köpeği okşayan ve onu yaşatmaya çalışan elin temsil ettiği insanlar var, o insanlarla bir iyilik bulabileceğimizi düşünüyorum.

TÜRKİYE’NİN FOTOĞRAFI

Hile bir yana, AKP öngörülenden daha yüksek oy aldı. Bunu nasıl yorumluyorsun?

AKP’nin bu kadar oy almasını şununla da açıklıyorum: Bu ülkenin mayası korkunç bir kötülük barındırıyormuş. O kötülüğü temsil eden bir iktidar ve lideri var. Bu seçimde dindarlardan yine oy aldılar. Önceki seçimlerdekine “alternatifsizlik” diyelim, ama şimdi Meclis’e Millet İttifakı’yla girmesi muhtemel Saadet vardı. Ona rağmen, tercihini AKP’den yana kullandılar. Bütün dinlerin haram kıldığı her şeyi yaptığını bildikleri bir iktidara oy vermeye devam ettiler. Bununla yüzleşmeleri gerekiyor.

Bacaklarını kestikleri üç aylık köpek öldü ya, o fotoğraf Türkiye özetidir. O fotoğrafta Türkiye’nin dini var, eğitimi var, siyaseti var, kültürü var, daha acısı Türkiye’nin vicdanı var. O yüzden AKP bu ülkede iktidar olabiliyor. O yüzden bu kötülük iktidarda kalmaya devam edebiliyor. Ama o fotoğrafta, o köpeği okşayan ve onu yaşatmaya çalışan elin temsil ettiği insanlar var, o insanlarla bir iyilik bulabileceğimizi düşünüyorum. Fakat bunların ötesinde şu da var: AKP birkaç önemli adım attı ve onların birebir karşılığını aldı.

HDP’yle ya da HDP’nin savunduğu çoğulculukla bir bağ kurdu bu insanlar. Mevzu bu bağı daha güçlü kılacak bir politik hat örmek. Bunu yapabilirsek önümüz açılabilir.

Emeklilerin cebine iki bayramda biner lirayı koydu! Hiç yabana atılacak şey değil. IPSOS araştırması emeklilerin yüzde kaçının Erdoğan’a oy verdiğini ortaya koyuyor. İmar affı: Tam bir milyon tapu dağıttı! Hane başına bir seçmen demek. Bir milyon seçmen yüzde 2. Toplum yararına çalışma projesi diye bir şey var. Ne yapıyor? Diyelim ki işsizsin, sana falanca belediyede sözleşmeli iş buluyor. Üç aylık, altı aylık, bir yıllık sözleşme yapıyor. Seni istihdam ediyor ve aslında rehin alıyor. Seçim öncesi bu projeden faydalanan sayısı 140 bine çıkmış. Kıraathane projesi mesela, çok küçümsendi. Kahvede yancılar vardır ya, mevzu bu. Bedava çay, bedava kek. Çok basit. Ama adama bağlılığı olan seçmen açısından birebir karşılığı var. AKP’nin yıpranmışlığını, ülkenin siyasal, sosyal, ekonomik ve hukuki sorunlarını tartışıyoruz, o insanların hayatında çok üst perdeden şeyler bunlar. Daha basit çözümler, basit karşılıklar istiyorlar. O karşılığı veren bir lider Erdoğan. Bunu gözden kaçırıyoruz.

Sorunun ne olduğu önümüzde duruyor. Ülkenin sosyolojisi bu. İlkenden taviz ver demiyorum. O sosyolojiyle dönüştürecek bir siyasal alan yaratmaktan bahsediyorum. Bunun adresi CHP değil. Parlamentoda olmayan sosyalist partiler, sol yapılar ve HDP. HDP en kitleseli, ama çok hayati bir sorunla uğraşıyor. İçişleri bakanı namlı biri kalkıp bir parti başkanına telefon açıp tehdit edebiliyor. İnsanlar Çakıcı’nın hapishaneden gazeteci tehdit etmesini tartışıyor. Tamam ama, içişleri bakanın böyleyken o adam da onu kendine hak görüyor. Bunu bile tartışamayacak noktadayız. HDP’nin durumu bu. HDP kitlesi dışındaki insanların, HDP’nin durduğu yerden bakarak Kürt meselesine siyasal odaklı bir çözüm talep etmeleri gerekiyor. CHP’den beklenen muhalefet hattı aslında HDP’de dururken insanların neden oraya gelmediğini düşünmek gerek.

CHP’li vekil Eren Erdem seçimin hemen ardından tutuklandı. Partisinin sesi çıkmıyor. Kılıçdaroğlu “diktatörlüklerde böyle şeyler olur” diyor. Bunu mu diyeceksin? Genel başkan yardımcın Enis Berberoğlu bir yıldır içerde. İddia edilen doğruysa bile, bir ifade özgürlüğü meselesi. Bunu bile savunamayacak bir partisin, bir genel başkansın. Seçmeni kusura bakmasın, böyle bir partiye oy verilmez. Bir cezalandırması yok mu bu işin! Seçmen memnun mu partinin bu halinden? Hayır, değil. Bir beklentisi var mı? Evet, var. Peki o beklentiyi karşılayacak bir yerde mi duruyor parti? Hayır. Peki, niye hâlâ ordasın kardeşim? Bunlar kıymetsiz sorular değil. Çünkü insanlar hâlâ CHP’yi meşru ve geniş bir odak olarak görüyor. CHP de kendisini HDP’ye göre meşru ve geniş sayıyor. Ama ne meşru ne de geniş. CHP iç iktidar mücadelesi yapan bir parti. Başka bir şey değil. Bunu Muharrem İnce meselesinde de gördük.

HDP’NİN BAŞARISI VE BAŞARISIZLIĞI

“HDP’nin durumu bu” dedin, o durum bir yana, HDP’nin elde ettiği seçim sonucunu nasıl değerlendiriyorsun? 

HDP’nin barajı geçmesi başarı mıdır? Evet, başarıdır bu koşullarda. Bunca zulme rağmen, 21 kent toplamında oyumuz artmış, 67 vekil çıkarmışız, 700 binin üzerinde artı oy almışız. Gene de ortaya çıkan tablo bir başarısızlıktır. Yüzde 14-15 almalıydık. Haftaya seçim olsa, HDP baraj altı. Katkı oylarının geleceğini düşünmüyorum. Katkı oyları olmasaydı, HDP baraj altıydı. Bekir Ağırdır yanılıyor. Sandık bize öyle demiyor. 714 bin fazla oy almış gözükmemize rağmen aslında bir milyon kaybı var. Bu da yüzde 2 demektir. HDP’nin şu anki oyu, Demirtaş’ın oyunun üzerine bir puan ekle, o kadar. Siyasi Haber sitesindeki analiz önemli. Partide de bu konuda bir kafa karışıklığı söz konusu.

Batıdaki oylarda ciddi bir artış var. Şimdi bu bağı nasıl daha güçlü kılabiliriz, buna bakmak lâzım. İstanbul’da, 1 Kasım’a göre, 236 bin 330 oy artmış. İzmir’de 84 bin, Ankara’da 72 bin 375. Sadece üç ildeki artış bu. Antakya’da 5 bin oyla kaybedilmişti, bu seçimde 15 bin oy farkla kazanıldı, 20 bin oy artışı demek bu. “Bir oy Muharrem’e, bir oy HDP’ye” sloganı tuttu. Bu, aynı zamanda, bu seçmenlerin Kürt meselesinde siyasal çözüm talep ettiğini gösteriyor. Bu insanlara ulaşmamız, ilişkimizi daha iyi, daha sağlam kılmak nasıl mümkün, ona bakmamız lâzım.

“HDP başarısız” derken Kürt bölgesindeki düşüşü kastediyorum. Hakkâri’den AKP vekil çıkardı, Şırnak’tan, Muş’tan vekil çıkardı. Diyarbakır’da inanılmaz düşüş var. Bunu nasıl açıklayacağız?  Bence seçmen “paradigma değişikliğine gitmeni istiyorum” diyor. Öyle yorumluyorum. Bu seçimin kazancı, “Bir oy Muharrem İnce’ye, bir oy HDP’ye” diyerek bir hat tutturan insanlar. Kaygılarımızın ortaklaştığına dair bir işarettir bu.

Meclisin sokakta kurulması gerekiyor. Her mahallede bir meclis yaratmalıyız. Her mahallede bir meclis oluşturulması için bir çabaya gireceğim. Taban örgütlenmesi çok temel bir mesele. Ve çok emek yoğun bir iş. Ama sıfırdan da başlamıyoruz. Gezi forumlarının sonrasında oluşan çeşitli mahalle ve semt meclisleri, Hayır Meclisleri’nden evrilen Seçim Süreci Meclisleri, Kadın Meclisleri… Bütün bu meclisleri bir üzüm salkımı gibi örgütlemeliyiz.

HDP’yle ya da HDP’nin savunduğu çoğulculukla bir bağ kurdu bu insanlar. Mevzu bu bağı daha güçlü kılacak bir politik hat örmek. Bunu yapabilirsek önümüz açılabilir. CHP otuz yıldır Kürt seçmenlerin yaşadığı yerden alamadığı oyu bu seçimde aldı. Daha baştan, ikinci tura kalıp kalmayacağı belli olmayan bir seçimde tavrını belirledi. HDP’ye oy verenlerin yüzde 25’i İnce’ye oy verdi! Sandık sonuçları öyle diyor. Böyle bir teveccüh varken, sen de o teveccühe karşılık vereceksin. Karşılıklı bir oy takasından bahsetmiyorum. Düzen dışı, demokratik ve hukuki değerler üzerinden düzene alternatif geliştiren bir siyasal hareketi büyütmekten bahsediyorum.

O halde, önümüzdeki döneme gelelim. Nasıl bir “mücadele yöntemi”, nasıl bir “politik hat” yaratmak gerekiyor? Artık TBMM’de olduğuna göre, oradan başlayalım. 

Ne yapacaksın?” diye soruyorlar. Bilmiyorum, bu TBMM’de ne yapılır? Gerçekten tahayyül edemiyorum. Binali Yıldırım’ın başkan seçilmesi de artık Meclis’in pek bir anlamı kalmadığını gösteriyor. 

SİNE-İ MİLLET İÇİN ŞU AN ERKEN

Muhalefet cephesinin tabanında “Meclis’ten çekilmek” giderek yaygınlaşan bir söylem. Önümüzdeki günlerde siyasetin gündemi olur mu? 

O tartışma her dönemde oluyor, hiçbir zaman gerçekleşmiyor. Bu defa biraz faklı tabii. Gidişata, şartların ne kadar ağırlaşacağına bağlı olarak böyle bir yol ayrımına gelinebilir. Ortaya çıkan seçim sonucunu şöyle okumak da mümkün: Emperyalizmin Ortadoğu planları üzerinden AKP’ye biçtiği rolün daha tamamlanmadığı anlamına da geliyor bu sonuçlar. Seçmenler bunu bilerek, buna göre oy verdi mânâsında söylemiyorum. Yapılan hile ve dışarıdan gelen destek bunu böyle okumamızı söylüyor. Bu, içerideki savaş koşullarının derinleşebileceği anlamına da geliyor. Öyle bir şey olduğunda, AKP-MHP ittifakına dahil olmayan herkes için nefes almak bile çok zor hale gelecek. Sine-i millet o zaman tartışılabilir. Şu an için erken.

Taban örgütlenmesi, tabandan siyaset kılavuzumuz olmalı. ‘80 öncesinde, böyle çalışıyordu sol ve öyle güçlendi –mahalle çalışmalarıyla. Başlangıç noktamız yine o olmalı. Sadece o değil tabii.

Bir yandan da, şu an yaz, turizm sezonu, para girişi var. Ama eylül, ekim geldiğinde hem sıcak para girişi kesilecek, hem de okulların açılması var. Arkasından kış geliyor. Korkunç bir harcama çıkacak karşımıza. Açıklanan enflasyon yüzde 15,3. Daha da yükseleceği, insanların daha da yoksullaşacağı açık. Dolayısıyla, hükümet krizden göreceği zararı azaltmak için birtakım siyasal hamleler yapmak zorunda. Bu nedir? NATO konseptine dönmek, AB ile ilişkileri düzeltmek… Başka şansı yok. Eğer böyle olursa, kısmen de olsa bir nefes alma alanımız olabilir. O nefes alma alanının politik hat belirlememize ve yol almamıza faydası olur. Ama o da olmazsa, çok ağır bir süreç. Türkiye’de her an her şey olabilir, hiçbir şey olmayabilir.

MECLİSLER: ÜZÜM SALKIMI GİBİ

Aralık 2017 sayımızda, “her an seçim olacak gibi, hiç seçim olmayacak gibi” diyerek taban örgütlenmelerine, Hayır Meclisleri’nin Demokrasi Meclisleri’ne dönüştürülmesine çağrı yapmıştık. Bu, kerameti kendinden menkul bir çağrı değildi, bu yönde kıpırdanmalar, girişimler vardı. Baskın seçimin ilanına dek ağır aksak ilerlendi, ama 28 Nisan’dan itibaren Seçim Süreci Meclisleri adıyla önce İstanbul’da 16 ilçede, ardından Ankara, İzmir, Bursa ve Antalya’da filizlendi. Ayrıca, Kadın Meclisleri giderek yaygınlaştı, 28 Nisan’dan itibaren de Memleket Biziz’in meclis girişimleri başladı. Şimdi geldiğimiz noktada, bu “meclislenme” daha da hayati bir önem kazanmış durumda.

Ne zamandır aynı şeyi düşünüyorum. Meclisin sokakta kurulması gerekiyor. Her mahallede bir meclis yaratmalıyız. Her mahallede bir meclis oluşturulması için bir çabaya gireceğim. Nasıl yaparım, bilmiyorum. Taban örgütlenmesi çok temel bir mesele. Ve çok emek yoğun bir iş. Ama sıfırdan da başlamıyoruz. Gezi forumlarının sonrasında oluşan çeşitli mahalle ve semt meclisleri, Hayır Meclisleri’nden evrilen Seçim Süreci Meclisleri, Kadın Meclisleri… Bütün bu meclisleri bir üzüm salkımı gibi örgütlemeliyiz. Bunu belli bir siyaset, bir parti adına yapmak zorunda değiliz. Kendini muhalif gören herkes, her siyasi görüşten insan meclislerde olabilmeli. Homojen olmayan, geniş tabanlı ve sorun çözme odaklı meclis örgütlenmeleri çabası içinde olmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu, yapabilirsek, yerelden siyaset kurma ve uzun vadede de ciddi bir örgütlenme anlamına geliyor.

Seçim bölgemde 12 ilçe var. Bu, yüzlerce mahalle demek. Olabildiğince çok yerde mahalle meclisi örgütlenmesi çabası içinde olacağım. Hazırdaki meclislerle harekete geçmenin uygun olduğunu düşünüyorum. Mahalle, semt, ilçe, il meclisleri; iyi bir model oluşturabilirsek başka kentlere de yayılabilecek bir örgütlenme bu. Yerel güç odakları olarak belediyelerle, çeşitli STK’larla, farklı kesimlerle temas noktaları yakalamak mümkün. Birebir iletişim, insanlara değmek çok önemli, çok kıymetli. Meclis meselesini o yüzden çok önemsiyorum. Bir mahalle meclisinde, semt meclisinde, sorunlara çözüm bulma doğrultusunda yapılacak çalışmalar insanların hayatına değen bir şeydir. Bunu yapmazsak siyaseten kendimizi var edemeyeceğiz. Edeceğiz de, kendi mahallemizde konuşacağız, kendi mahallemizde güzel güzel kelimelerle meselelerin tarifini yapacağız, ama alanımızı genişletemeyeceğiz.

Gezi’den sonraki 2014 yerel seçimleri döneminde, CHP’den sosyal bilimci bir milletvekiliyle karşılaştık bir park forumunda. Dedim ki “hocam, saraydaki muhtar toplantıları çok küçümseniyor. Halbuki çok stratejik ve doğru bir şey. Muhtar demek hangi evde ne olduğunu bilen kişi demek. Bu yerel seçimlerde belediye başkanı adayı göstermeyeceksiniz, ama en azından muhtar adayı olarak bu park forumlarından insanları gösterin CHP olarak.” Cevabı “iyi fikir” oldu, ama partisi ciddiye almadı tabii. Taban örgütlenmesi, tabandan siyaset kılavuzumuz olmalı. ‘80 öncesinde, böyle çalışıyordu sol ve öyle güçlendi –mahalle çalışmalarıyla. Başlangıç noktamız yine o olmalı. Sadece o değil tabii. Flormar işçilerinin direnişi en taze örnek. İşten atılmış Flormar işçisinin yanına gitmek elbette bir dayanışmadır. Ama, o insanlar için ne yapıyorsun? Bir dayanışma ağı örgütlüyor musun? Bunu yapmazsan o insanlardan oy alman tabii ki mümkün değil. AKP-MHP genel olarak yoksul mahallelerinden oy aldı. Niye? Haluk Levent AHBAP diye tek başına bir sivil toplum örgütü kurdu, sadece sosyal medya dayanışmasıyla. İstersen yapabiliyorsun, bunun olanakları var. İktidarın o insanları siyasi rehine almak için yaptıklarını biliyoruz, sen de onları bu rehinelik durumundan kurtaracak politikalar ve somut çözümler üretmek zorundasın. Bu meşakkatli bir iş. Ama yapmamız lâzım.

Şimdi işimiz daha zor, ama ısrar edeceğiz, direteceğiz. Hayali olan insanlar için mevzu hep aynı: Direneceksin. Direnmeden kazanma şansın yok. Dediğim gibi: Mahalle. Mahalle. Mahalle! Meclis. Meclis. Meclis!

Düzene alternatif olduğumuzun iddiası nedir ve nasıl değişiklikler yaratabiliriz? Bugünden tezi yok başlamalıyız. Diyelim Dilovası; işçi yerleşimi mi? Evet. Orada çok ağır bir yoksulluk olduğunu biliyor muyuz? Evet. Peki, orada ne yapabiliriz? Sorunların ne olduğu belli. O insanların hayatında değişiklik yaratacak ve bizim yapabileceğimiz şey ne olabilir? Evet, çok asimetrik bir güç ilişkisi söz konusu. Ama “bilek kuvveti” ile yapabileceğimiz şeyler var. Üniversite sınavlarına bakalım. En kötü kursun ücreti 25 bin lira. O koşullarda, o ücretlerle çalışan insanların 25 bin lira ödeme şansları yok. Bankalardan kredi çekerek, borçlanarak karşılamaya çalışıyorlar. Neden imece örgütlenmesiyle kurslar açmıyoruz? O ailelerden cüzi miktarlar toplayarak öğretmen arkadaşlarımızın emeğini karşılayan bir model yaratabiliriz. Bir başka konu kreş; aylığı en aşağı bin lira. Ondan kurtaracak bir çözümle çık insanın karşısına. Kadına, ona biçilen annelik rolünün ve mesaisinin dışında da bir alan açmış olursun. Üretime katabilirsin, kadının kocasına bağımlı olmaktan kurtulmasına önayak olabilirsin. Bunları gerçekleştirecek modeller tasarlayıp uygulayabilirsin. Bir kamusal karşılık yaratır mısın? Yaratırsın. Ama konuşmakla olmaz. Yapmamız lâzım. Her mahalle meclisinde o mahallenin sorunlarının çözümü noktasında ne yapabileceğimize dair somut öneriler geliştirmemiz lâzım. Ve bir imece kasası yaratmamız lâzım. İnsanların çok ciddi ekonomik kaygıları var. Ovacık belediyesi çok güzel bir örnek.

KOOPERATİFLER MECLİSLER KADAR ÖNEMLİ

Dikili’yi de hatırlayalım. Bundan on sene önce, belediye başkanı Osman Özgüven suyun en temel insan hakkı olduğunu, parayla satılmaması gerektiğini söyleyerek 10 tona kadar suyu hanelere ücretsiz dağıtıyordu.

Evet, bu yüzden yargılandı da. Ovacık gibi bir modeli tabii İstanbul gibi bir yerde kurma şansın yok. Ama mahallelerde kurabilirsin. Ovacık’ta üretilen nohutu, balı, peyniri oradaki kooperatif üzerinden temin edersin, mahallende kuracağın kooperatifle tüketiciye ulaştırırsın. Ovacık’taki üreticiyi de güçlü kılarsın. “Niğde’de patates 50 kuruş, tarlada bekliyor, alan yok” diye bir haber vardı geçenlerde. O üreticiden alır getirirsin, ona da faydan olur, buradaki insana da. Kooperatifler meselesi meclisler kadar önemli. Üreticiyi güçlü kılacak, aracıyı ortadan kaldıracak, tüketiciyi rahatlatacak kooperatif modelleri oluşturmalıyız. Bunları yapmaya mecburuz.

Bağlayalım. Son söz?

Mahalle, mahalle, mahalle! Meclis, meclis, meclis! Bunca baskıya, zulme bu ülkenin yarısı hâlâ direniyor be kardeşim. Bu ülkenin yarısı direniyorsa, kafasında kurduğu istibdatı yerleştiremeyecek. AKP’nin handikapı bu zaten. Rejimi yıktı, rejim kuramıyor. Kuramayacak. Burası Mısır değil. Küçüksemek için söylemiyorum. Burada başka bir direniş geleneği var, başka bir demokratik bakış var, hukukun üstünlüğünden yana, laiklikten yana on milyonlar var. Şimdi işimiz daha zor, ama ısrar edeceğiz, direteceğiz. Hayali olan insanlar için mevzu hep aynı: Direneceksin. Direnmeden kazanma şansın yok. Dediğim gibi: Mahalle. Mahalle. Mahalle! Meclis. Meclis. Meclis! Başka türlü olmaz.

Express, sayı 165, Temmuz-Ağustos 2018

 

^