TARİHİ EŞİK –2021-22 | VI: GIDA VE BESLENME KRİZİ

Bülent Şık
30 Aralık 2021
SATIRBAŞLARI

Gıda, tarım ve beslenme alanlarında 2021’de olanları kısa bir yazıyla anlatmak olanaksız. Ama genel bir değerlendirme açısından cevap net: Türkiye’nin gıda güvencesi ve gıda güvenliği açısından kötü bir yıldı. 

Gıda güvencesi bir toplumun kendine yeterli miktarda, erişilebilir gıda üretme yeteneği, gıda güvenliği ise topraktan çatala uzanan süreçte gıda maddelerinin sağlığa zararlı unsurlardan arındırılması için yapılan teknik ve hijyenik işlemler anlamına geliyor. Gıda güvencesi ve güvenliği ile ilgili sorunlar siyasal iktidarın icraatlarından kaynaklanır; bir başka deyişle, bir ülkedeki siyasal atmosfer gıdalarla ilgili sorunların kök nedenini oluşturur. 

Gıda güvencesi ve gıda güvenliği açısından kritik önem taşıyan bazı meseleler üzerinden içinde bulunduğumuz zor duruma açıklık getirmek için gıda ve beslenme ile ilgili üç önemli meseleye odaklanacağım. 

Doğal hayatın tahribi

Ormansızlaştırma, kirletme, doğal yaşam alanlarını yatırımlara açma gibi yıllara yayılan sorunlar 2021’de de devam etti. Ancak, 2021 odağında gıda ve beslenme ile yakından ilgili iki soruna, susuzluk ve orman yangınlarına dikkat çekmek elzem.

Gıda güvencesi ve güvenliğini sağlamak için en önemli fiziki varlık sudur. Su güvencesinin teminatı ise sulak alanlardır. Bu teminat sadece insanlar için de geçerli değil. Örneğin, ülkemizdeki sulak alanlar, diğer pek çok canlı türüyle birlikte 102 kuş türünün de değişmez yaşam ortamıdır. Türkiye’de sürekli su bulunan sulak alanların sayısı 300 civarı. Tüm bu alanlar aşırı kullanım, endüstriyel-tarımsal-kentsel faaliyetlerin yol açtığı tahribat ve kirlilik sorunuyla karşı karşıya. Ülke hızla susuz bir geleceğe doğru yol alıyor. Türkiye’de son elli yıl içinde toplam 1,3 milyon hektar, yani Van Gölü’nün üç katı kadar sulak alan yok oldu.

Bu yıkım 2021’de de hız kesmeden devam etti. Sulak alanların yitimini simgeleyen yılın olayı, bir zamanlar “flamingo cenneti” diye nitelenen ve Türkiye’nin en büyük ikinci gölü olan Tuz Gölü’nün kuruması nedeniyle yumurtadan çıkan binlerce flamingo yavrusunun ölmesiydi.

2021’in çok önemli bir diğer olayı, yangınlarla çok büyük ormanlık alanların tahrip olmasıydı. Özellikle Muğla ve Antalya’daki yangınlar devasa büyüklükteydi. Yangınlar yerleşim noktalarını da etkiledi ve binlerce konut zarar gördü; toprak, su ve hava ortamlarında kirlilik oluştu. 178 bin hektar, yani yaklaşık 250 bin futbol sahası büyüklüğünde alan kaybedildi.Bu rakam 2008-2020 arasındaki yangınlarda kaybedilen ortalama alanın sekiz katı. En vahimi ise iklim krizi ile ilgili raporlarda orman yangınlarının artacağı uyarısının yıllardır yapılıyor olmasıydı.

Tarımsal üretim ve toksik kimyasallar

Çiftçi sayısında azalma, tarımsal üretimde gerileme ve tarımda toksik kimyasal kullanımına dayalı sorunlar 2021’de de devam etti. Çiftçi Kayıt Sistemi’nde (ÇKS) 2017’de 2 milyon 100 bin olan kayıtlı çiftçi sayısının 2020’de 1 milyon 803 bine düştüğü tahmin ediliyor. 2021’de döviz artışına bağlı olarak tarımsal girdi fiyatlarındaki fahiş yükselişin çiftçilikle uğraşan kişi sayısını daha da azaltmış olduğunu tahmin etmek zor değil. Kasım 2021 itibariyle, son bir yıl içinde tarımda kullanılan çeşitli gübrelerin fiyatı dört ila beş kat artış gösterdi.Kayıtlı çiftçi sayısının 2021’de 1 milyon 500 binlere kadar gerilediği öngörülüyor.

2017’de 2 milyon 100 bin olan kayıtlı çiftçi sayısının 2020’de 1 milyon 803 bine düştüğü tahmin ediliyor. 2021’de tarımsal girdi fiyatlarındaki fahiş yükselişin çiftçi sayısını daha da azaltmış olduğunu tahmin etmek zor değil.

Pestisitler (tarım zehri), toksik etkili kimyasal maddeler çiftçi sağlığından genel halk sağlığı sorunlarına, toprak ve su kirliliğinden biyolojik çeşitlilik kaybına uzanan bir dizi ağır soruna yol açıyor. 2018’de tarımda kullanılan pestisit miktarı 60 bin tona çıkmıştı. Bu miktarın yaklaşık yüzde 40’ı beş ilde kullanılıyor. 2020’de tarımda 54 bin ton pestisit kullanıldı. 2021’deki pestisit kullanım miktarı henüz belli değil. 

Ancak, tarımsal üretimde agro-ekolojik yöntemlerin egemen kılınmasına yönelik bir kamusal program olmadığı için miktarın azalmasını beklemek gerçekçi olmaz. Ülkemizden ihraç edilen gıda ürünlerinde yapılan analizlerde yasaklanmış çok sayıda pestisitin kalıntısı çıktığı için açıklanan rakamlar inandırıcı değil. Yasaklı pestisitlerin kullanımı kayıtlara girmediği gibi, tutulan kayıtların güvenilirliği de epey kuşkulu.

Büyüyen obezite sorunu

Sağlıksız beslenmenin en önemli göstergelerinden biri obezite sorunu. Obezite piyasada satılan besin içeriği açısından çok fakir olan, ancak yüksek miktarda şeker içeren gıda ürünleriyle yakından ilgili. 

Ülkemizde 15 yaş ve üstü obez bireylerin oranı 2016’da yüzde 19,6’dan 2019’da yüzde 21,1’e yükseldi. Özellikle çocuklar arasında obezite hızla yayılıyor.  Obezite sorunu yaşayan kişilerin yüzde 60’ı, 18 yaş altındaki çocuklar ve gençler. Obezite sorunu yaşayan kişi sayısının her yıl yüzde 8 oranında artış gösterdiği ve bu durumun çocuk sağlığı için büyük bir risk oluşturduğu belirtiliyor.

Obezite sorununa yol açan en önemli nedenlerin başında sağlıksız ürünlerle dolu bir gıda sisteminde ve toksik maddelerle kirletilmiş bir çevrede yaşamak geliyor.[i]

Toksik kirliliğe maruz kalmak hormonal sistemi etkileyip kilo alımını kolaylaştırıyor. Sağlıksız gıda ürünlerinin başında şeker içeriği yüksek abur cubur gıdalar geliyor. Bu ürünlerindeki şeker miktarının anormalliği (bir litre alkolsüz içecek 70 adet kesmeşeker içerebiliyor), bu tip ürünlerin ucuz ve kolay erişilebilir olması çocukluk çağı obezitesine yol açan en önemli nedenlerden biri. Obezite sorunuyla mücadele edebilmek için öncelikle bu ürünlerin piyasaya sürülmesine kısıtlamalar getirmek, ürünlere erişimi zorlaştırmak, hatta bazı ürünlerin üretim iznini iptal etmek gerekiyor. Bunlar yıllardır bilinmesine rağmen 2021’de obeziteyle mücadele adına bir çaba gözlenmedi.

Pandemi koşulları, ormanların ve sulak alanların tahribatı, dövizdeki aşırı artış, çiftçi sayısındaki azalma, tarımdaki dalgalanmaları dengeleyecek politikaların yokluğu başta olmak üzere, bir dizi sorunun 2022’de bir gıda krizine yol açması olası.

Ufukta ne var, ne yapmalı?

“2022’de gıda ve beslenme konusunda ne bekleniyor” sorusu “ne yapmalıyız” sorusuna da kapı aralıyor. O nedenle 2022’de açığa çıkması muhtemel sorunlara ve bu sorunlara kamu refahını, doğal hayatın sağlığını korumaya yönelik bir bakışla nasıl müdahale edebileceğimize kısaca bakalım. 

İçinde olduğumuz siyasal ahval değişmezse, 2021’de gıda ve beslenmeyle ilgili sorunların daha da kötüleşeceğini söylemek mümkün. Gıda üretimindeki sorunların derinleşmesi ve gıda fiyatlarının beklenmedik ölçüde artış göstermesi muhtemel; gıdalardaki toksik kimyasal madde kalıntılarının azalmayacağı ve obezite oranlarının düşmeyeceği de öyle. 

İki yıldır süren pandemi koşulları, orman alanlarının ve sulak alanların tahribatı, döviz fiyatlarındaki aşırı artış, tarımsal üretimle uğraşan çiftçi sayısındaki azalma, tarımsal üretimdeki dalgalanmaları dengeleyecek kamusal politikaların yokluğu başta olmak üzere, bir dizi sorunun 2022’de bir gıda krizine yol açması olası. Yaşanacak gıda krizi temel gıda maddelerinin fiyatlarının aşırı artışına yol açabilir. Küresel ölçekte baş gösterecek bir krizin ülkemizdeki gıda krizini şiddetlendirmesi de muhtemel. BM Sürdürülebilir Kalkınma Grubu’nun 2020’de hazırladığı bir raporda, dünyada 820 milyondan fazla açlık çeken insan bulunduğu ve 135 milyondan fazla insanın da aşırı açlık çeken kişi kategorisinde yer aldığı, Covid-19 pandemisi nedeniyle bu sayıların ikiye katlanabileceği belirtiliyor. 

Aynı raporda, pandeminin yol açtığı sorunların birleşik etkisinin ve salgını önlemek için uluslararası işbirliğinde gösterilen zafiyetin son elli yıl içinde görülmemiş ölçüde büyük bir gıda krizine yol açabileceği vurgulanıyor.[ii]

Kamusal mesele, kamusal plan

Olası bir gıda krizine hazırlık yapmak gerektiği açık. Ancak, mevcut politikalar tam aksi yönde seyrediyor. Örneğin, su varlıklarını kullanılamaz hale getirmeye aday toksik madde kirliliğini izlemek ve kontrol etmek amacıyla yürütülen tek bir kamusal çalışma yok. 

İklim krizi ile derinleşecek gıda güvencesi – gıda güvenliği ve beraberinde gelecek halk sağlığı sorunlarına çözüm getirebilecek, yeterli altyapıya ve donanıma sahip kamu kurumlarına ihtiyaç var. Bir başlangıç olarak, yerelde politika yapmayı mümkün kılacak, gıda ve beslenmeyle ilgili sorunlara yerel yönetimlerin müdahil olmasını sağlayacak yapılar oluşturmak gerekiyor.  

Gıda üretimi, biyolojik çeşitlilik kaybı ve iklim krizine bir çözüm önerisi olarak agro-ekolojik çalışmaları gündeme getirmeli ve uygulanabilir politikalara dönüşmesi için çaba göstermeliyiz. Ülke genelinde agro-ekolojik yöntemleri yaygınlaştırmaya yönelik nitelikli bir kamusal programı acilen uygulamaya koymak gerekiyor. 

Siyasal iktidarın böyle bir programının olmadığı çok açık. Ancak, muhalefet partilerinden de henüz ses yok. Oysa agro-ekolojinin toprağın yapısını iyileştirmek, biyolojik çeşitliliği korumak, su varlıklarının tasarruflu kullanımını sağlamak, temiz su teminini kolaylaştırmak gibi çok önemli faydaları var. Bu faydalar iklim krizine dirençli bir tarımsal üretim altyapısı oluşturmak için çok önemli. 

Ayrıca, değişen iklim şartlarının getireceği kırılganlıklara direnç oluşturacak agro-ekolojik yöntemlerin yaygınlaştırılması besleyici içeriği yüksek, sağlıklı gıda maddelerinin üretilmesiyle ilave kamusal faydalar sağlayacaktır.

Sağlıklı beslenme içinde yaşadığımız çevre koşullarından bağımsız düşünülemez. Doğru. Ama bir adım daha atmalıyız. Sağlıklı beslenme gıdaların içinde yer aldıkları çevreden ve o gıda maddeleri için harcanan emek gücünden de bağımsız düşünülemez. Dolayısıyla, çevre tahribatını önlemeye, emek gücünü güvence altına almaya ve işçi sağlığını korumaya yönelik çalışmalar da gıda güvencesi ve güvenliğini sağlamaya yönelik çalışmaların asli bir parçası olarak görülmeli. 

2019’da yayınlanan bir çalışmada, toksik kimyasallar nedeniyle bağışıklık sisteminde oluşan bir zayıflamanın ya da bir kusurun bir sonraki nesle aktarılabileceği belirtiliyor. Yani, bağışıklık sisteminde oluşan bir hasarın kalıtsal olabileceği dile getiriliyor. İşte önümüzdeki mesele tam da bu: Çocuklara sağlıklı bir çevreyi mi, yoksa bazı hastalıkları mı miras bırakacağız? 

Bireysel tercih ve alışkanlıklarımızı değiştirerek üstesinden gelmemizin çok zor, büyük bir ihtimalle imkânsız olduğu bir sorun bu. Bizi, her birimizi politik birer yurttaş olmaya, toplumsal hayatın barış içinde devamlılığı için müşterek varlıkların el birliğiyle korunmasına, dayanışma içinde olmaya davet eden bir sorun. Bu yüzden 2022’de koruyucu, önleyici, onarıcı çalışmaların el birliği ve dayanışma ile daha çok görünür olması şart.

KAYNAKLAR

[i] Nappi F, Barrea L, Di Somma C, Savanelli MC, Muscogiuri G, Orio F, Savastano S. Endocrine Aspects of Environmental “Obesogen” Pollutants. Int J Environ Res Public Health. 28 Temmuz 2006;13(8):765. doi: 10.3390/ijerph13080765. PMID: 27483295; PMCID: PMC4997451.
Sharpe RM, Drake AJ. Obesogens and obesity –an alternative view? Obesity (Silver Spring). Temmuz 2013; 21(6):1081-3. doi: 10.1002/oby.20373. PMID: 23512350.

[ii] United Nations, (2020). Policy Brief: The Impact of COVID-19 on Food Security and Nutrition. https://knowledge4policy.ec.europa.eu/publication/policy-brief-impact-covid-19-food-security-nutrition_en

^