12 SORUDA KONAK DİRENİŞİ

Söyleşi: Yücel Göktürk
12 Mayıs 2018
SATIRBAŞLARI

Bugün 182. gün. Yarın 183… Yarına kalmamalı, çünkü iki dakikada çözülebilir. Hiç vakit kaybetmeden çözülmeli, çünkü 12 Kasım 2017’den beri direnen işçilerden Mahir Kılıç, direnişle eşzamanlı başladığı açlık grevinin 182. gününde. Durumu giderek ağırlaşıyor. Geçen her dakika dönüşü olmayan sonuçlara gebe. Bu kadar haklı bir direnişin, bu kadar haklı taleplerin bu kadar uzun süredir karşılıksız kalması, üstelik muhatabın CHP belediyesi olması nasıl bir şey? Konak direnişini başlangıcından itibaren yakından izleyen ve sürece müdahil olan Umut-Sen örgütlenme koordinatörü, Birleşik Emek Koordinasyonu kurucularından Başaran Aksu’yu dinliyoruz…  

 

Konak meydanında direnen işçiler tam olarak ne zamandan beri ve niçin orada?

Başaran Aksu: 13 Mayıs itibarıyla, 182 gündür Konak Meydanı’nda İzmir Büyükşehir Belediyesi önündeler –12 Kasım 2017’den beri. İşten çıkarıldıkları için oradalar. Direniş başlatmadan önce iki ay, sendika aracılığıyla istişare ile çözüm beklediler. İşverenin uzlaşmadan yana olmaması nedeniyle direnişe başladılar.

İşveren kim, işçilerin bağlı bulundukları sendika hangisi?

Patron CHP’li İzmir Büyükşehir Belediyesi. Sendika ise DİSK’e bağlı Genel-İş.

İşten çıkarılmalarının sebebi ne?

Eşit işe eşit ücret ve haklar talebiyle kadro hakkı davası açtıkları için işten çıkarıldılar. Belediyenin iktisadi teşebbüslerinde çalışan taşeron işçiler “Kamu İşçisi” statüsündeki işçilerle aynı işi yapmaları, fakat farklı ücret ve sosyal haklara sahip olmalarından hareketle muvazaa davaları açıp kazandılar. Yargıtay aşamasında da kazanınca, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu bu durumdaki 258 işçiyi işten çıkarma yolunu tercih etti. İşçiler CHP’nin ve üyesi oldukları DİSK’in “taşeron çalışmaya karşıyız” beyanlarından güç alarak bu davaları açmışlardı. Hukuki sürecin üç yıllık geçmişi var. 1500’ün üzerinde işçi bu davaları açıyor, parti, sendika ve belediye bürokratlarının baskısıyla çoğu işçi davadan geri çekiliyor.

Eşit işe eşit ücret ve haklar talebiyle kadro hakkı davası açtıkları için işten çıkarıldılar. Belediyenin iktisadi teşebbüslerinde çalışan taşeron işçiler “Kamu İşçisi” statüsündeki işçilerle aynı işi yapmaları, fakat farklı ücret ve sosyal haklara sahip olmalarından hareketle muvazaa davaları açıp kazandılar.

13 Mayıs itibarıyla, açlık grevinin 182. gününe gelen Mahir Kılıç’ın, belediyedeki görevi neydi, nasıl oldu da böyle bir direnişe başladı ve bugüne kadar sürdürdü?

Mahir Kılıç çalıştığı çöp temizliği biriminde defalarca temsilci, baş temsilci seçilen sevilen bir işçi. İşçinin ortak hakları için hem belediye bürokratları hem de sendika yöneticileriyle mücadele eden, bu yönüyle bilenen, sivrilen bir işçi. Kadro hakkı davası açılmasına öncülük eden bir işçi. Ancak bu dava nedeniyle değil de, “işyerinde kargaşa yaratmak, amirle kavga etmek” gerekçesiyle sendika ve belediye bürokratları tarafından organize edilmiş kurguyla, kıdemsiz, ihbarsız, işsizlik maaşı alamayacak bir maddeden atılmış bir işçi. Mahir Kılıç ve ailesi zaten açlıkla cezalandırılmış âdeta. Kadro hakkı davası açmaktan atılan altı işçi ve Mahir Kılıç birlikte direnişe başladı. Mahir direnişine açlık greviyle başladı, bugünlere geldi. Talepleri işlerine geri dönmek ve Mahir’in kıdem, ihbar, işsizlik alacaklarının verilmesiydi.

Taşeron işçiliği kaldırmak CHP’nin seçim vaatlerinden biriydi. CHP’li bir belediyenin, kadrolu olma hakkını isteyen taşeron işçileri işten çıkarmasına CHP milletvekilleri ve yöneticileri ne diyor? Konak direnişçilerinin işlerine iade edilmesi ve kadro haklarının verilmesi için girişimleri oldu mu?

177. güne kadar CHP vekilleri sorunu görmezden geldiler. Benzer sorunların çıktığı her yerde aynı tutumu sergiliyorlar. Olay farklı bir galakside geçiyormuş tavrıyla umursamaz bir tavır. Ve bu davranış bir kural. Artık direnişin görmezden gelemeyecekleri noktalara taşınması, seçim sürecinin hassasiyetleri, duyarlı insanların çözüm için devreye girmesi sonucu CHP yönetimi soruna çözüm arayışına girdi. Aziz Kocaoğlu bir derebeyi gibi yönetiyor kenti. Birçok CHP belediye başkanında görülen bir yaklaşım bu. Hiçbir vekil de bu tür derebeylerini açıktan eleştirebilme cesaretine sahip değil. “Taşeronu kaldıracağız” söylemi konusunda ise oportünist bir yaklaşım var. Sadece CHP değil, yerel yönetim olanağına sahip olan sol partiler kendi belediyelerinde kamu işçisi ile taşeron işçi arasındaki ayrımı ortadan kaldıran siyasi bir cesareti ortaya koymadı. Topu “sistem” denen tanrısal şeye attılar. Oysa belediye meclisi kararlarıyla bunu aşma olanakları her zaman vardı.

Eşit işe eşit ücret ve haklar talebiyle kadro hakkı davası açtıkları için işten çıkarıldılar. Belediyenin iktisadi teşebbüslerinde çalışan taşeron işçiler “Kamu İşçisi” statüsündeki işçilerle aynı işi yapmaları, fakat farklı ücret ve sosyal haklara sahip olmalarından hareketle muvazaa davaları açıp kazandılar.

Diğer muhalefet partilerinin herhangi bir girişimi oldu mu?

HDP’nin özellikle İzmir il ve ilçe örgütleri başından beri dayanışma içinde oldu. Son kısmi çözüm sürecine HDP İzmir milletvekili Ertuğrul Kürkçü’nün katkısı önemli. Bazı CHP milletvekillerinin de emeği geçti doğrusu. Özgür Özel, Veli Ağbaba, onların yanısıra CHP İstanbul Büyükşehir Belediyesi meclis üyesi Esra Kaya, CHP Gençlik Kolları… Ayrıca, HDP PM üyesi Beyza Üstün, HDP Hopa ilçe başkanı Cemil Aksu… Çok sayıda insanın gözardı edilemeyecek çabası oldu. Ancak, HDP Genel-İş yönetimi üzerindeki siyasi gücünü kullanarak direnişin talebinin karşılanmasına önemli bir katkı sunabilir. Bu açıdan sorumluluğu var.

Direnişçi işçilerin üyesi olduğu DİSK’e bağlı Genel-İş’in tutumu nasıl?

Genel-İş 65 bin üyesiyle DİSK’in en büyük sendikası. Ağırlıklı olarak CHP ve HDP (şimdi kayyım) belediyelerinde örgütlü. Yönetimini de bu iki siyaset belirliyor. İzmir’de şube ve genel merkez yönetimini Aziz Kocaoğlu ve şürekası belirliyor. İl yönetiminin belirlenmesi sürecinde de bu sendika yöneticileri Aziz Bey’in listesi için cansiperane çalışıyor. Bir patronaj ilişkisi bu. Bu durumdaki bir sendikal anlayışın işçinin hakkı için Aziz Kocaoğlu’nun karşına dikilmesi koltuğunu kaybetmesi demek. Anlaşılmıştır sanırım.

Genel-İş 65 bin üyesiyle DİSK’in en büyük sendikası. İzmir’de şube ve genel merkez yönetimini Aziz Kocaoğlu ve şürekası belirliyor. İl yönetiminin belirlenmesi sürecinde de bu sendika yöneticileri Aziz Bey’in listesi için cansiperane çalışıyor. Bir patronaj ilişkisi bu.

Konak direnişi özelinde Genel-İş nasıl bir tavır aldı?

Kamuoyu baskısının yükselmesi sonucu, 105. günde, Genel-İş direnenlerin üyesi olduğunu kabul etmek durumunda kaldı ve genel merkez yöneticileri Aziz Kocaoğlu ile iki görüşme yaptı. Bu görüşme sonrasında, Genel-İş genel Başkanı Remzi Çalışkan “Aziz Kocaoğlu mahkemeyi kazansalar bile hiçbir işçiyi geri almayacağını, ilçe belediyelerinin de almasını engelleyeceğini, sadece Mahir Kılıç’ın kıdem, ihbar, işsizlik alacağını almasını sağlayacağını söyledi, bizim yapacağımız bir şey yok, 20 bin üyemizin işverenini karşımıza alamayız” beyanında bulundu. Fakat sonrasında Mahir’le ilgili ödeneceği söylenen alacak bile ödenmedi.

CHP’den milletvekili aday adayı olan Kani Beko’nun Mahir Kılıç’ı yumruklamaya teşebbüs ettiği doğru mu? Doğruysa, bu olay nasıl cereyan etti?

Bilindiği gibi Türk-İş kökenli DİSK Başkanı Kani Beko CHP’den aldığı adaylık teklifini, DİSK yönetiminde istişare etmeden, iki gün sonra gerçekleşecek 1 Mayıs’ı da beklemeden kabul ettiğini açıklamıştı. Ertesi gün DİSK Ege Bölgesi binasında açıklamalar yaparken, orada bulunan Mahir Kılıç “Siz bizim taleplerimiz için ne yaptınız? Kürt illerinde kayyım belediyelerden atılan işçiler için ne mücadelesi verdiniz de koşarak adaylık açıklıyorsunuz?” deyince, Beko hiddetle üzerine atılıyor, direnişçilerden Elif Seher ve orada bulunan birkaç kişi Mahir Kılıç’ın üzerine kapaklanıp saldırıyı engelliyorlar.

Taşeronu kaldıracağız” söylemi konusunda oportünist bir yaklaşım var. Sadece CHP değil, yerel yönetim olanağına sahip sol partiler kendi belediyelerinde kamu işçisi ile taşeron işçi arasındaki ayrımı ortadan kaldıran siyasi bir cesareti ortaya koymadı. Topu “sistem” denen tanrısal şeye attılar.

“Kısmi çözüm süreci”nden söz ettiniz. 13 Mayıs itibarıyla nasıl bir noktaya gelindi?

Kamuoyunun baskısıyla, geçtiğimiz hafta CHP genel merkezi devreye girdi. Eski vekil ve il başkanı Alaaddin Yüksel, Aziz Kocaoğlu ile görüştü. Direnen yedi işçinin Karşıyaka Belediyesi iktisadi teşebbüslerinde istihdam edileceği sonucu çıktı. Bu, olumlu bir adım olmakla birlikte, direnişi açlık greviyle sürdüren Mahir Kılıç’ın, yedi aylık hamile eşinin, yakın zamanda psikolojik tedaviye başlayan dokuz yaşındaki kızı Yaren’in açlığa mahkûm edilmelerini gidermeye yönelik talebin karşılanmaması direnişin bitmesini imkânsız kıldı. Kendisi ve ailesi fiilen açlığa mahkûm edilmiş Mahir Kılıç, haklı olarak “direnişi sürdürmek dışında seçeneğim yok” noktasında. Genel-İş yöneticileri isteseler bu durumu iki dakikada çözebilirler. Mahir Kılıç’ın başına gelebilecek her şeyin sorumlusu bu yöneticiler ve Aziz Kocaoğlu’dur. Biz Mahir Kılıç’ı ikna edemedik. Sesi olmaya devam etmek dışında yapacak bir şey kalmadı. Takdir kamuoyunundur.

Mahir Kılıç’ın sağlığı ne durumda?

TİHV’den doktorların Mahir Kılıç’ın sağlık durumuna dair son gözlemleri olumsuz. Vücudundaki protein tükenme aşamasında; son haftalarda uyuyamıyor, şiddetli baş ağrısıyla boğuşuyor, yürüme güçlüğü çekiyor, unutkanlık artmış durumda. Ayrıca, hepatit hastası olduğu için enfeksiyon riskine çok açık. Açlık grevi için gerekli hijyen ve sterilizasyon koşullarından mahrum olması, düzenli sağlık denetiminde olmaması, gerekli vitaminleri düzenli temin edemeyişi riski artırıyor, açlık grevine ölüm orucu hüviyeti kazandırıyor. Durumu ciddi.

Birkaç sosyalist çevre dışında kimse Konak direnişine açıktan sahip çıkmadı. Sosyalistlerin haber sitelerini ve gazetelerini merak edip tarayan her yurttaş kimlerin direnişi görmediğini, kimlerin birkaç küçük habercikle kendini gizlediğini çok net olarak görür.

Konak direnişi genel manzaraya dair neler söylüyor bize? “Demokrat İzmir”den başlayarak…

İzmir’i bilenler sol parti, çevre ve oluşumların başına CHP’yi koyar. Kimse yerel iktidarın olanaklarından kendi çevresini nemalandırmayacak bir ilkelilikle hareket etmiyor. Belki istisnalar vardır, ama genel geçer kaide bu. Belediye demek iş, ihale, etkinlik kolaylaştırıcılığı, salon, araç temini, bağış olanağı demek. Ve geleceğe dair başka “politik” beklentiler demek. Birkaç sosyalist çevre dışında kimse Konak direnişine açıktan sahip çıkmadı. Bazıları Genel-İş’te şube yöneticiliği ve uzmanlık pozisyonuna sahip olduğu için, bazıları DİSK yönetiminde koltuğa sahip olduğu için, bazıları DİSK’in yönetime yakın sendikalarında çeşitli konumlara sahip oldukları için, işçilerin haklı direnişine sustu. Sosyalistlerin haber sitelerini ve gazetelerini merak edip tarayan her yurttaş kimlerin direnişi görmediğini, kimlerin birkaç küçük habercikle kendini gizlediğini çok net olarak görür. Taşeron çalışma uzun süredir olmasına rağmen, taşeron işçilerin sendikalara üyeliği on yıl öncesinde başladı, son üç dört yıldır daha hız kazandı. Bu süreci belediye başkanlarının onayı belirliyor. Mesela Battal İlgezdi izin vermediği için Ataşehir Belediyesi’nde sadece yüz civarında kamu işçisi Genel-İş sendikasına üyeydi. Başkanın AKP tarafından uzaklaştırılması ve güvenlik soruşturması sonucu atılan işçilerin kararlı direnişinin kazanması sonrasında, iş güvencesine dair oluşan belirsizliği aşmak için 2400’e yakın taşeron işçi mayıs başında kendi iradesiyle sendikaya akın etti. Belediye başkanları, bürokratlar ve siyasi parti il ve genel merkez hizipleri sendika temsilciliğinden, şube yöneticiliğine oradan genel merkez yöneticiliğine kadar belirleyiciler. Bu solda da sağda da böyle. Genel manzara maalesef bu.

^