KÜRESEL FETRET DEVRİ VE KAPİTALİST KANİBALİZM

Foti Benlisoy
11 Temmuz 2021
SATIRBAŞLARI
“İşçiler değil, patronlar mezara” sloganı hitabet sanatına has bir mübalağa değil, gerçekçi bir özsavunma çağrısı. Resmi rakamlara göre, 2019’da 1149 emekçi “iş kazası” nedeniyle hayatını kaybetti. Yani neredeyse her gün üç işçi sermayeye kurban edildi. Buna pandemi döneminde emekçilerin ölümüne çalıştırılmasını, artan yoksulluk intiharlarını ekleyin. Sistematik bir sınıf politikasıyla, işçi sınıfının sadece hakkını, hukukunu değil, teker teker işçilerin bizatihi yaşamlarını hedefleyen acımasız bir saldırıyla, yıllardır süregelen bir katliamla karşı karşıyayız. “Canavarlar zamanı”na yakın plan…
Heracles ve Iolaus Hydra’ya karşı..

1930 yılında Antonio Gramsci, Bari yakınlarındaki Turi hapishanesinde, daha sonra Hapishane Defterleri olarak anılacak çalışmalarının üçüncü defterini yazmaya başlar. Yaklaşık dört senedir hapiste olan Sardinyalı devrimci bu deftere, “Geçmiş ve Gelecek” adını verdiği pasajda, günümüzde çiğnenene çiğnene adeta sakız olmuş o ünlü cümleyi yazar: “Kriz, tam da eskinin ölmekteyken yeninin doğamaması gerçeğinde yatmaktadır: Bu fetret döneminde, çok çeşitli türden marazi fenomenler meydana gelir.[1]    

Gramsci bu cümleyi, 1929 Büyük Buhranı’nın patlak verdiği, faşist hareketin türlü varyantlarıyla Avrupa çapında yükselişte olduğu, Komünist Enternasyonal’in benimsediği ultra sol “üçüncü dönem” politikasının (özellikle Almanya’da) işçi sınıfını faşist felâket karşısında bilhassa zayıf düşürdüğü bir zamanda defterine yazmıştı.[2]    

Bir başka fetret devrinde, kimilerine göre “küresel bir Weimar” döneminde olduğumuz günümüzde, bu saptamanın yeniden keşfedilip iyice popüler olması bir tesadüf olmasa gerek. İşin ilginç yanı, bugün o cümlenin bir yanlış çevirisinin adeta bir “galat-ı meşhur” misali yaygın olarak kullanılması. Buna göre, eskinin bir türlü ölmediği, yeninin ise doğamadığı, marazi fenomenlerin müsebbibi olan bir fetret devrinde değil de bir “canavarlar zamanındayız”.

Söz konusu ifadenin “canavarlar zamanı” şeklindeki yanlış çevirisinin bu kadar tutmasında Slavoj Žižek’in payı olduğunu söyleyenler olsa da bu çeviri hatasının popülerliğini onun sırtına yüklemek haksızlık olur. Belli ki bu yaygın yanlış kullanım zamanın ruhuna denk düşen bir tınıya sahip. Ekolojik yıkımdan faşizmin (“post”, “pro” ya da “neo” gibi türlü sıfatlarla da olsa) yaşadığı “ikinci bahar”a, toplumsal ve iktisadi eşitsizliklerin görülmemiş ölçüde artmasından emperyalistler arası rekabetin giderek kızışıp askerileşmesine, dünyanın içinden geçtiği türlü felâkete “maraz” değil de “canavar” demek daha açıklayıcı geliyor olsa gerek.

Gramsci’nin ünlü cümlesindeki ifadenin “canavarlar zamanı” şeklindeki yanlış çevirisinin bu kadar tutmasında Žižek’in payı olduğunu söyleyenler olsa da bu çeviri hatasının popülerliğini onun sırtına yüklemek haksızlık olur. Belli ki bu yaygın yanlış kullanım zamanın ruhuna denk düşen bir tınıya sahip.

Çok başlı Hydra

Bir krizden bir başka krize sürüklendiğimiz, siyasetin de bir kriz yönetimine indirgendiği çağımız gerçekten de bir çoklu kriz ve felâketler, yani canavarlar zamanı. Naomi Klein’ın deyişiyle, “Bizimki bir krizi diğer bütün hepsinden koparmanın mümkün olmadığı bir zaman. Hepsi birbirlerini pekiştirip derinleştirerek birleşmiş, sürünerek ilerleyen çok başlı bir canavar halini aldı.[3]

Klein sanki Hydra’yı, yani Yunan mitolojisinde geçen devasa, nefesi de kanı da zehirli ve ancak Herkül’ün başa çıkabildiği o çok başlı su sürüngenini tarif ediyor. Aslında çok başlı Hydra, günümüzün kapitalist çoklu canavarlıklarını ifade etmek açısından çok da isabetli bir metafor olmayabilir. Zira Peter Linebaugh ve Marcus Rediker’in hatırlattığı üzere, Hydra erken modern zamanlarda yönetici sınıflar tarafından devlet inşası ve sermaye birikimine karşı yürütülen direnişlerin bir sembolü olarak görülüyordu.

“Bütünüyle yeni ve korkunç canavarların” aramızda dolaştığı bir çağda yaşıyoruz. Bu canavarlar günümüz kapitalizmine has gaddarlık, acı ve tahakküm yapıları. Asıl sorun bu canavarların çoğu zaman görünmez olması.

Yönetenler 17. yüzyılda İngiliz sömürgeci yayılmasının başlangıcından erken 19. yüzyılda metropoldeki sanayileşmeye, Herkül-Hydra mitini giderek küreselleşen emek sistemlerine düzen getirmede karşılaştıkları güçlükleri tarif etmek için kullanıyorlardı. Mülksüzleştirilmiş ahaliyi, sürgün edilmiş mahkûmları, sözleşmeli hizmetlileri, dindar radikalleri, korsanları, kentli emekçileri, askerleri, denizcileri ve Afrikalı köleleri canavarın sayısız ve değişken kafaları olarak tasvir ediyorlardı.”[4] 

Hem zaten günümüz canavarlarını tahayyül ederken onları geçmişin mitik canavarlarıyla mukayese ederek işin içinden çıkmak öyle kolay iş değil. Marx’ın bir dönem yakın olduğu şair ve yazar Heinrich Heine (1797-1856), tam da karşı karşıya olduğumuz bu zorluğu şöyle tarif ediyordu:

Vahşi, karanlık zamanlar gümbürdeyerek bize doğru yaklaşıyor ve yeni bir kıyamete dair yazmak isteyen peygamber, bütünüyle yeni canavarlar icat etmeli, öyle korkunç canavarlar ki Aziz Yuhanna’nın antik hayvan sembolleri onların yanında öten kumrular ve mırıldanan aşk tanrıları gibi kalsın.

Gerçekten de bizler, Heine’in bahsettiği o “bütünüyle yeni ve korkunç canavarların” aramızda dolaştığı bir çağda yaşıyoruz. Bu canavarlar günümüz kapitalizmine has gaddarlık, acı ve tahakküm yapıları. Evan Calder Williams’a göre, asıl sorun bu canavarların çoğu zaman görünmez olmasıyla ilgili. Canavarlar sürekli olarak başlarını yukarıya kaldırır, türlü eza ve cefaya sebep olurlar, doğru. Ancak tam da tarihsel bir kaza ya da birer anomali olmadıkları, kapitalist dünya sisteminin zorunlu fonksiyon ve sonuçları oldukları için büyük ölçüde görünmez kalırlar.

Williams’ın deyimiyle, adeta “yapısal kör noktalardır.” Canavarların yol açtıkları felâketlerin “aslında yaşanmaması gerektiği” söylenir, “keşke böyle bir şey hiç olmasaydı” diye hayıflanılır, ama tam da bu canavarlıklar sistemin işleyişinin, Heine’nin zamanında hakkında yazılması gerektiğini söylediği yeni kıyametin olmazsa olmazlarıdır.[5]

Perseus

Perseus’un büyülü takkesi

Aslında Marx daha işin başında canavarların bu görünmezliğini sorun eder. Kapital’in ilk cildinin Almanca basımına önsözünde şöyle der: “Perseus peşlerinden gittiği canavarlar kendisini görmesinler diye, sisten yapılma bir takke kullanırmış. Bizse, canavarların varlığını inkâr edebilmek için, sisten takkeyi kendi gözlerimizin ve kulaklarımızın altına kadar indiriyoruz.”[6]

Yunan mitolojisinde Perseus, Herkül misali kahramanlıklarıyla ve ortadan kaldırmayı başardığı (en önemlisi Medusa olan) canavarlarla bilinen bir kişilik. Rivayete göre, tanrı Hades, canavarlarla mücadelesinde ona yardımcı olsun diye Perseus’a görünmez olmayı sağlayan bir başlık ya da miğfer hediye etmişti. Kapital’in hemen girişinde bu miti hatırlatan Marx, kapitalist canavarları inkâr ediyor, onları görmüyor oluşumuzu sorgular.

Oysa yapılması gereken tam da canavarların görünür kılınmasıdır. “Marx’ın eleştirel kuramının hakiki radikalizminin bir kısmı, modernitenin canavarlarının izini sürmek ve onları adlandırmak konusundaki ısrarından kaynaklanır” diye yazan David McNally, Marx’ın eserinde kapitalist canavarların meydana çıkarılmasının belirleyici önemine dikkat çeker:

Bu korkunçlukların adını koymak, aynı zamanda sermayenin cadı kazanına karşı bir büyü yapmaktır. Çünkü sermayenin büyük bir yanılsama yaratma gücü, kendi canavarca oluşumunu görünmez kılma biçiminde düğümlenmektedir. Marx modernitenin büyülü takkesini çıkarmaya soyunarak canavarlığa meydan okumaya çalışıyordu. Sermayeye içkin vampir ve kurt adam lejyonlarını, tepelensinler diye gün yüzüne çıkarmaya girişiyordu.”[7]

Canavarca alâmetler

Annalee Lewitz’in ifadesiyle, “kapitalizmin tarihi, başından sonuna kadar bir canavar hikâyesi olarak anlatılabilir”.[8] Kendi başına bırakılsa, yani mesela köle ve sömürge haklarının ayaklanmalarının ve emekçilerin direniş ve mücadelelerinin basıncı olmasa, kapitalizmin bu canavarca doğasını bir ölçüde de olsa sınırlamak mümkün olmayacaktı. Son otuz yılda bu iki mücadele dalgasının geri çekilmesiyle, meydanın “tepeden tırnağa, her gözeneğinden kan ve pislik akıtarak gelen” sermayeye kaldığı malûm.

Marx Kapital’in ilk cildinin Almanca basımına önsözünde şöyle der: “Perseus peşlerinden gittiği canavarlar kendisini görmesinler diye, sisten yapılma bir takke kullanırmış. Bizse, canavarların varlığını inkâr edebilmek için, sisten takkeyi kendi gözlerimizin ve kulaklarımızın altına kadar indiriyoruz.

Günümüzde kapitalist toplumsal üretim ilişkileri günümüzde öyle normalleşmiş, öyle doğal addedilir hale gelmiştir ki onun eleştirisi, kapitalizmin “fantastik ve gizemli süreçlerini görünür kılan bir yabancılaştırma teknikleri cephanesine, bir eleştirel-diyalektik prosedürler dizisine gereksinim duyar.[9] Kapitalist toplumsal üretim ilişkilerinin absürtlüğünü ifşa eden, servetin nasıl üretilip nasıl biriktirildiğinin gizemini aktaran canavarlık hikâyeleri o yabancılaştırma teknikleri cephanesinin başköşesinde yer alır.

Dahası, kapitalist canavarlar bizi “güleryüzlü” ya da “iyi kalpli” mutedil bir kapitalizmin varolabileceğine dair tüm reformist yanılsamalar karşısında uyarır. Mark Fisher’in dediği gibi, “bu liberal etik sağduyu yerine Marx’ın Gotik dilini ciddiye alma hususunda ısrar etmeye ihtiyacımız var. Sermaye doğaüstü bir vampir, zombi yapıcı, kendi kendini doğuran bir canavarlık, gezegen ölçeğindeki yapay zekâdır.”

David McNally’nin hatırlattığı üzere, Marx’ın yaptığı da bundan farklı bir şey değildir zaten: “Marx, kapitalizmin saçtığı gerçek dehşetleri –çocuk emeğinden Kuzey Amerika’nın yerli halklarının imhasına, fabrika sisteminden köle ticaretine kadar- sergilemenin bir yolunu ararken, kapitalizmin ortaya çıkışıyla zuhur eden canavarlık söylemini yeniden ele aldı. Vampir hikâyelerinden Goethe’nin Faust’una kadar popüler ve edebi tahayyülü eşeleyerek, kapitalizmi her ikisi de canavarlık dilinin dışında açıklanamaz olacak şekilde, hem modern bir korku hikâyesi hem de bir gizem masalı olarak karşımıza çıkardı.”[10]

Moloch

Marx için kapitalist canavarlığın esası, insanın eti, kanı ve kemiklerini sermaye birikiminin hammaddesi haline getirmesidir. Dolayısıyla, onun çalışmalarında vampirlere, kurt adamlara, Moloch gibi kan emici tanrılara ve diğer canavarlara yapılan atıfların kışkırtıcı metaforlardan ibaret olmadığı ve Marx’ın canavarlarının kapitalist toplumsal hayatın yarattığı dehşetin bir tasviri olduğu çoğu zaman unutulur.

Vampir de Moloch da edebi metaforlar olmanın ötesinde Marx için sermaye ile yaşam arasındaki esaslı ve somut çelişkinin bir ifadesidir. Alain Badiou’nun dediği gibi, “Aslında, fiili dünya tam da dahiyane bir önceleme, bir tür gerçek bilim-kurguyla, Marx’ın kapitalizmin us dışı ve doğrusu canavarca gücüllüklerinin tam bir serpilip yayılması olarak haber verdiği dünyadır.”[11]

Kapitalizmi canavarlarla birlikte düşünmek, eleştirel teorinin yerini boş inanlara, hurafelere terk etmek anlamına gelmez. Tersine, canavarlar bizi mevcut dünyada doğru gitmeyen şeylere dair ikaz ederler. Bize metalaşmış toplumsal ilişkilerin canavarca ve ölümcül güçleri açığa çıkardığını hatırlatırlar. Mevcut üretim ilişkilerinin normal ve hatta doğal addedilmesinin aslında okült bir sömürü ve tahakküm sürecini gizlediğini gösterirler.

David Mcnally, İngilizcede canavar anlamındaki “monster”ın Latince uyarmak anlamındaki “monere” sözcüğünden geldiğini yazar. Yani canavar bir uyarıdır, sadece muhtemel felâketlere değil, halihazırda olmakta olan fenalıklara dair de bir uyarıdır.[12] Canavarlar, Amedeo Policante’nin ifadesiyle, “yaklaşan felâketin huzursuz edeci alâmetleridir.”[13]

Kapitalist mikrop

Bu “canavarlığı” sadece iklim krizi ya da pandemi gibi büyük iktisadi ve sosyal krizlerin ortasında hatırlamak, onun yarattığı dehşeti olağanüstü konjonktürlerle özdeşleştirmek, aslında kapitalist modernliğin bizatihi canavarca bir tabiata sahip olduğunu unutturur. Her sene yüzlerce çalışanın “iş kazası” denen cinayetlerle Moloch’un sunağında kurban edildiği Türkiye’de bu canavarlık basbayağı olağandır. Canavarlık, madencileri yer altında katletmekle kalmayıp başlarını kaldırıp mücadele ettiklerinde yer üstünde de ölüme sürükleyen sermaye düzeninin temel bir örgütlenme yasasıdır.

McNally’nin belirttiği üzere, “modernitenin canavarlıkları, ne kadar yürek burkucu ve çarpıcı olsalar da finans piyasalarının sarsıcı krizleriyle başlayıp bitmez. Tersine, kapitalist groteskin sinsiliği, bizatihi onun görünmezliğiyle, bir başka deyişle bu canavarlığın modern dünyada maddi deneyimin yapısından başlayarak gündelik hayatın asli dokusunu kolonize edip normal ve doğal hale gelmesiyle alakalıdır. Başka bir ifadeyle, kapitalist canavarlıkta en çarpıcı şey, onun akla gelmez sıradanlığı, onun gündelik varoluşun banal ve olağan ritimleriyle eksiksiz bütünleşmesidir.”[14]    

Kapitalist canavarlar bizi “güleryüzlü” ya da “iyi kalpli” mutedil bir kapitalizmin varolabileceğine dair tüm reformist yanılsamalar karşısında uyarır. “Liberal etik sağduyu yerine Marx’ın Gotik dilini ciddiye almakta ısrara ihtiyacımız var. Sermaye doğaüstü bir vampir, zombi yapıcı, kendi kendini doğuran bir canavarlık, gezegen ölçeğindeki yapay zekâdır.”

Kapitalist canavarlığın illa somut bir görünümü yoktur. Evan Calder Williams kapitalist canavarların görünmez olduklarını yazarken tam da bu hususa işaret ediyordu. Onlar gündelik varoluşun sıradan, basmakalıp ritimlerinde yer tutmuşlardır. Canavarlık çalışamayanları intiharlara sürükleyen, çalışanlarıysa bir kısmını öldürüp diğerlerini yaşayan ölülere (namevt çalışanlara) dönüştüren kapitalizmin normal işleyişinin bir tezahürüdür.

1912’nin yılbaşı gecesi Berlin’deki bir evsizler barınağında gerçekleşen ve ölümlere neden olan bir zehirlenme vakası üzerine Rosa Luxemburg bugün de geçerliliğini koruyan şu satırları yazıyordu: “Normal sınıf ilişkileri her yıl binlerce proleter yaşamın su katılmadık bir ıstırabın karanlığına gömülmesine neden oluyor. Sermayenin artık faydalı özsuyunu ememeyeceği, toplumun altında kullanılıp tüketilmiş, faydasız unsurlar gibi sessizce aşağı batıyorlar”. (Dikkat: Luxemburg “vampir” tabirini kullanmasa da “sermayenin özsuyunu ememeyeceği” kitlelerden bahsederken Marx’ın “vampir olarak sermaye” metaforuna pas verdiği aşikâr.)

Luxemburg’a göre, gıda zehirlenmesi, mevcut toplumsal ilişkiler açısından istisnai bir kaza değil, proleter yaşamın, “normal sınıf ilişkilerinin” sıradan gerçeklerinden biriydi sadece. “Şehrin barınaklarında zehirli balığın yulaf lapasına katılması, milyonerin sofrasındaki havyar ve şampanyanın temelidir. Doktorlar ölümcül enfeksiyonun izini zehirlenmiş kurbanların bağırsaklarında mikroskopları aracılığıyla sürebilir. Ancak, barınaktaki insanların ölümüne neden olan gerçek mikrobun adı kapitalist toplumdur”.[15]

Vampir, Boris Kustodiev

Çalışmak sağlığa zararlıdır

Kapitalist toplumsal ilişkiler yaşamı pençesine almış cinai bir canavarlıktan başka şey değil. Marx’ın dediği gibi, “emek gücünün hayatının ne kadar süreceği sermayenin umurunda bile değildir. Onu ilgilendiren biricik şey, bir günde harekete geçirilebilecek azami emek gücüdür. Sermaye, bunu elde etme hedefine, emek gücünün yaşam süresini kısaltarak varır; tıpkı, açgözlü bir çiftçinin daha fazla ürün almak için toprağın verimliliğini sömürmesi örneğinde olduğu gibi.

Marx’a göre, “özünde artık değer üretmek, artık emek yutmak demek olan kapitalist üretim”, sadece işçilerin manevi ve fiziksel güçlerini emerek onların körelmesine neden olmaz. Sermaye, “bizzat emek gücünün zamanından önce tükenmesine ve ölümüne de sebep olur.”[16]

İnsan yaşamının değersizleştirilmesi kapitalizmin temel bir işleyiş ve örgütlenme prensibidir. Emeğin ucuzlatılması sadece ücretlerin düşük tutulması anlamına gelmez. Kapitalist üretim ilişkileri bağlamında emeğin maliyetinin düşürülmesi aynı zamanda toplumsal yeniden üretimin ucuzlatılması, sermaye için bir yük olmaktan çıkarılması demektir. Bu durum, artı değer sömürüsüne, Marx’ın deyişiyle, işçi sınıfının yaşam koşulları üzerinde gerçekleştirilen “sistematik bir soygunun” eşlik etmesi anlamına gelir.

Kapitalist canavarlığın illa somut bir görünümü yoktur. Gündelik varoluşun sıradan, basmakalıp ritimlerinde yer tutmuşlardır. Canavarlık çalışamayanları intiharlara sürükleyen, çalışanlarıysa bir kısmını öldürüp diğerlerini yaşayan ölülere dönüştüren kapitalizmin normal işleyişinin bir tezahürüdür.

Marx için kapitalist üretim ilişkileri yalnızca artı değer sömürüsü, artı değer hırsızlığına neden olmaz. Kapitalist üretim sistemi, “sermayenin elinde aynı zamanda sistematik bir soygunculuk haline gelir; işçiye çalışırken gerekli olan hayat koşulları üzerinde, yani mekân, hava, ışık ve işçiyi emek sürecinin tehlikelerine veya sağlığa zarar veren etkilerine karşı alınması gereken koruyucu tedbirler üzerinde yapılan bir soygundur bu.[17]

Bu soygunun sonuçlarını iyi biliyoruz. SGK’ya, yani resmi rakamlara göre, 2019 yılında (yani pandemi öncesinde), tam 1149 emekçi “iş kazası” nedeniyle hayatını kaybetti. Yani sadece resmi rakamlara göre dahi, neredeyse her gün üç işçi sermayeye kurban edildi. İşçi sınıfına dayatılan güvencesiz, taşeron çalışma koşulları, bu ölümlerin temel sebebi.

Buna pandemi döneminde emekçilerin, kelimenin gerçek anlamıyla, ölümüne çalıştırılmasını, artan yoksulluk intiharlarını ekleyin. Sistematik bir sınıf politikasıyla, işçi sınıfının sadece hakkını, hukukunu değil, teker teker işçilerin bizatihi yaşamlarını hedefleyen acımasız bir saldırıyla, yıllardır süregelen bir katliamla karşı karşıyayız. Burjuvazi taammüden katlettiği emekçilerin bedenleri üzerinde arsızca tepiniyor, ölülerimizi “büyüme” adlı zafer arabasının peşine takmış sürüklüyor.

Kapitalist Vampir, Walter Crane

Sözün özü, kapitalist çalışma ilişkileri sağlığa zararlıdır, sermaye düzeni bir halk sağlığı sorunudur. William Morris ta 1886’da, “Mevcut koşullar altında, ‘aşağı sınıflar’a dayatılan emeğin neredeyse bütünü sağlığa zararlıdır” diye yazıyordu: “Bu emek insanların hayatını kısaltır ve biz, sırf bu insanların gırtlakları gözümüzün önünde kesilmiyor diye, bu durum hakkında hiçbir şey düşünmeyiz.”[18]

Kapitalist canavarlığın illa somut bir görünümü yoktur. Gündelik varoluşun sıradan, basmakalıp ritimlerinde yer tutmuşlardır. Canavarlık çalışamayanları intiharlara sürükleyen, çalışanlarıysa bir kısmını öldürüp diğerlerini yaşayan ölülere dönüştüren kapitalizmin normal işleyişinin bir tezahürüdür.

Marx Kapital’de, “toplumdan gelen bir zorlama olmadığı sürece, sermaye, işçinin sağlığına ve ömrünün uzunluk veya kısalığına karşı kayıtsızdır” diyerek kritik bir uyarıda bulunur. “İşçinin beden ve ruhça bozulduğu, zamansız öldüğü, aşırı çalışma işkencesi altında kıvrandığı yolundaki yakınmaya onun cevabı şudur: Bu acılar keyfimizi (kârımızı) artırdığına göre, niye bizi dertlendirsin?[19]

William Morris ta 1886’da, “Mevcut koşullar altında, ‘aşağı sınıflar’a dayatılan emeğin neredeyse bütünü sağlığa zararlıdır” diye yazıyordu: “Bu emek insanların hayatını kısaltır ve biz, sırf bu insanların gırtlakları gözümüzün önünde kesilmiyor diye, bu durum hakkında hiçbir şey düşünmeyiz.”

Ancak sermaye açısından “tükenen emek gücünün yenilenmesi” ihtiyacı da bakidir. Sermaye tek tek işçilerin ömrünün süresini kısaltsa da emeğin soyunu devam ettirmesi onun için bir zarurettir. Ancak Marx’a göre, tıpkı köle ticaretinde söz konusu olduğu gibi yeni emek gücü kaynaklarına ulaşabildiği sürece sermaye için bir sorun yoktur. “Aşırı çalıştırmanın Londra’daki fırıncıların saflarını nasıl zayıflattığını, ama yine de Londra işçi piyasasının, fırınlarda çalışmak için Almanya’dan ve diğer ülkelerden gelen ölüm adaylarıyla durmadan nasıl dolup taştığını gördük. Görmüş olduğumuz gibi, çömlekçilik, işçi ömrünün en kısa olduğu iş kollarından biridir. Böyledir diye çömlekçi sıkıntısı mı çekiliyor?[20]

Semaye “fazla nüfus” kaynaklarına ulaşabildiği sürece, emekçilerin aşırı çalıştırılmaktan ya da hastalıktan kırılmasını dert etmez. “Tecrübelerin kapitaliste genel olarak gösterdiği, sürekli bir fazla nüfustur; yani, kırık dökük, kısa ömürlü, yeri çabucak boşalan, deyim yerindeyse dalından zamansız koparılmış meyve gibi zamansız harcanan insan kuşaklarıyla besleniyor olsa bile, sermayenin anlık değerlenme ihtiyacına oranla sürekli bir nüfus fazlası vardır.” Dolayısıyla da sermaye, “fazla nüfusa” ulaşabildiği sürece çalışan nüfusun önemli bir bölümünün sağlığını kaybetmesi ve ömrünün kısalması olasılığını, “ancak Dünya’nın bir gün Güneş’in üzerine düşmesi olasılığını gözettiği kadar gözetir.[21]

Amerikan sosyalizminin kurucularından Eugene V. Debs, 1905’de yaptığı bir konuşmada, dinleyicilerini “aynı zamanda hem insan hem kapitalist olamazsınız” diye uyarıyordu: “Kapitalist sömürü ile varolur, çalışanların emeği, yani yaşamı aracılığıyla yaşar, onu yiyip bitirir. Bu, kapitalizmin kanibalizm olduğunu ispatlar.”

Toplumsal yamyamlık

Gramsci’ni şu yanlış çevrilip sıklıkla kullanılan ifadesinin verdiği esinle çıktığımız yolda kapitalizmin bizatihi kendisinin bitmek bilmeyen bir “canavarlar zamanı” sayılması gerektiğini tartışır hale geldik. Kapitalizm bazen Hydra misali çok başlı bir canavar, bazen bir vampir, bazen bir kurt adam, bazense Joe Carpenter’in yönettiği The Thing (Şey – 1982) filmindeki gibi, “temasa geçtiği her şeyi metabolize eden ve içine emen canavarımsı, sınırsızca plastik bir varlık” aslında.[22] Lenin bundan yüz küsur yıl önce, “kapitalist toplum şimdi olduğu gibi her zaman sonu olmayan bir dehşettir” diye yazarken tam da kapitalizmin bu canavarca doğasına işaret ediyordu.

Amerikan sosyalizminin kurucularından Eugene V. Debs, 1905’te, New York’ta yaptığı bir konuşmada, dinleyicilerini “aynı zamanda hem insan hem kapitalist olamazsınız” diye uyarıyordu: “Kapitalist sömürü ile varolur, çalışanların emeği, yani yaşamı aracılığıyla yaşar, onu yiyip bitirir. Bu, kapitalizmin kanibalizm olduğunu ispatlar.”

Kapitalizm, bir tür toplumsal yamyamlık düzeni olarak insanın ve tüm yaşamın değersizleştirilmesi prensibi etrafında örgütlenir. Marx “işçiler anatomi uzmanlarının deneylerinde kurbağaları kullanmaları gibi, experimenta in corpore vili (üzerlerinde deneyler yapılan değersiz bedenler) haline getirilmişlerdi” diye yazarken bu durumu hatırlatır.[23]

Sermaye düzeni proleter bedenler üzerine inşa edilmiştir. Kapitalizmde ilerleme ya da büyüme, “nektarını ancak katlettiklerinin kafataslarından içen o iğrenç pagan putunabenzer. Sermaye dünyayı devasa bir mezarlık haline getirerek birikir. Tam da bu nedenle “İşçiler değil, patronlar mezara” sloganı, aslında hitabet sanatına has bir mübalağa değil, makûl ve gerçekçi bir özsavunma çağrısından başka bir şey değildir.  

Unutmadan: Rosa Luxemburg alıntıladığım yazısını şöyle bitiriyordu: “Etimizden et, kanımızdan kan olan zehirlenmiş kurbanların bedenlerini yeni yılda Berlin’de milyonlarca proleterin kolları üzerinde taşırken bağırmalıyız: Böyle dehşetlere sebep olan bu iğrenç toplum kahrolsun.[24]

[1] Antonio Gramsci, Prison Notebooks, cilt 2, Columbia University Press, New York, 1996, s. 32-3.
[2] Söz konusu pasajın siyasal bağlamı hakkında bir tartışma için bkz. Gilbert Achcar, “Morbid Symptoms”, https://isreview.org/issue/108/morbid-symptoms
[3] Naomi Klein, On Fire –The (Burning) Case for a Green New Deal, Simon & Schuster, New York, 2019, s. 201.
[4] Peter Linebaugh ve Marcus Rediker, The Many-Headed Hydra Sailors, Slaves, Commoners and the Hidden History of the Revolutionary Atlantic, Beacon Press, Boston, 2013, s. 3-4.
[5] Evan Calder Williams, Combined and Uneven Apocalypse, Zero Books, Wichester, 2010, s. 137-8.
[6] Karl Marx, Kapital Ekonomi Politiğin Eleştirisi, I. Cilt, Sermayenin Üretim Süreci, çev. Mehmet Selik – Nail Satlıgan, Yordam Kitap, İstanbul, 2010, s. 19. Kapital’in gerek bu çevirisinde, gerekse Alaattin Bilgi tarafından yapılan çevirisinde Almanca “Ungeheuern”, yani İngilizce “monsters” sözcüğünü karşılamak için “devler” kelimesi tercih edilmiş. Bkz. Karl Marx, Kapital Cilt 1 Kapitalist Üretimin Eleştirel Bir Tahlili, çev. Alaattin Bilgi, Sol Yayınları, İstanbul, 1986, s. 17-8.    
[7] David McNally, Piyasanın Ucubeleri Zombiler, Vampirler ve Küresel Kapitalizm, çev. İdil Çetin, Dipnot Yayınları, Ankara, 2015, s. 162-3.
[8] Annalee Lewitz, Pretend We Re Dead Capitalist Monsters in American Pop Culture, Duke University Press, Londra, 2006, s. 22.
[9] McNally, age, s. 19.
[10] McNally, age, s. 29-30. Bu çeviride “monster” kelimesi “ucube” sözcüğüyle karşılanmış. Bu seçimi doğru bulmadığım için söz konusu çeviriden yaptığım aktarımlarda “canavar” tabirini kullanmayı tercih ettim.
[11] Alain Badiou, Tarihin Uyanışı, çev. Murat Erşen, Monokl Yayınları, İstanbul, 2011, s. 26.
[12] McNally, age, s. 24.
[13] Amedeo Policante, “Vampires of Capital: Gothic Reflections between Horror and Hope”, Cultural Logic: An Electronic Journal of Marxist Theory and Practice (2012), s. 3.
[14] McNally, age, s. 14. (Çalışmanın orijinal metninden faydalanarak alıntının bir bölümünü yeniden çevirdim).
[15] Aktaran J. Peter Nettl, Rosa Luxemburg, cilt II, Oxford University Press, New York, 1966, s. 477-8.
[16] Marx, age, s. 259-60.
[17] Marx, age, s. 407-8.
[18] Aktaran, John Bellamy Foster, Marx’ın Ekolojisi Materyalizm ve Doğa, çev. Ercüment Özkaya, Epos Yayınları, Ankara, 2001, s. 313.
[19] Marx, age, s. 263-4.
[20] Marx, age, s. 261.
[21] Marx, age, s. 263.
[22] Mark Fisher, Kapitalist Gerçekçilik Başka Alternatif Yok Mu?, çev. Gül çağalı Güven, Habitus yayıncılık, İstanbul, 2010, s. 12.
[23] Marx, age, s. 437.
[24] Nettl, age.
^