“Dünyanın en büyük camilerinden biri” diye lanse edilen Büyük Çamlıca Camii’nin inşaatından sonra cami çevresindeki Kirazlıtepe’ye kentsel dönüşüm saldırısı musallat oldu. Üsküdar Belediyesi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı türlü dolaplarla yoksul, ama boğazı gören evlere sahip olmaya çalışırken arkalarında büyük bir enkaz bıraktı. Kirazlıtepe Kentsel Dönüşüm Derneği başkanı Rıza Şener’i dinliyoruz.
Kirazlıtepe eskiden nasıl bir yerdi?
Rıza Şener: Bir komşumuz “burada önce Allah vardı, sonra ben geldim” diyor. Burada insanlar kavgasız gürültüsüz yaşayarak Çakaltepe’yi Kirazlıtepe’ye dönüştürmüşler. Mahalleyi kuran insanlar hâlâ buradalar. Evler müstakil olduğu için herkes birbirini tanırdı. Komşuluk ilişkisi çok güçlüydü. Kirazlıtepe’de Kürt, Türk, Laz hep birlikte yaşıyordu. Burada etnik bir kavga olmadı, olmaz. Kirazlıtepe Kentsel Dönüşüm Derneği bir grubun derneği değil. Ama Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen Karadenizli komşularımızı belediyeye çağırdığında “Tuttunuz PKK’lıların peşinden gittiniz” dedi. Bu laflar hiçbir muhatap bulmadı. Hepsi boş laf olarak kaldı.
Kirazlıtepe’de kentsel dönüşüm ne zaman başladı?
Kırk yıldır buradayım. O süre içinde kentsel dönüşüm planı diye bir şey yoktu. Kentsel dönüşüm hikâyesi 2014’te Büyük Çamlıca Camii yapıldıktan sonra Kirazlıtepe’de konuşulmaya başlandı. “Bu mezbelelikten sizi kurtaracağız. Camiye yaraşır bir mahalle kuracağız” sözü Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen tarafından söylenir oldu. Büyük Çamlıca Camii için cumhurbaşkanı ve çevresindekiler “dünyanın en büyük camilerinden biri olacak” diyorlardı. Cami SİT alanına yapıldı. Büyük Çamlıca İstanbul’un mesire yeridir. Dokunulmaması gereken bir yere dokunularak bu cami yapıldı. Kirazlıtepe’de zaten mahalle aralarında camiler vardı. Herkes camiye gider ibadetini yapardı. Büyük Çamlıca Camii’ini “60 bin kişinin aynı anda namaz kılacağı bir cami” olarak lanse ettiler. Bu caminin buraya yapılmasının anlamı “binlerce insanı buraya getireceğim” demektir. Binlerce kişinin buraya gelip gitmesiyle Kirazlıtepe’nin yeni bir rant kapısına dönüşeceğini anladık.
Kentsel dönüşüm sözü edildikten sonra dönemin Çevre ve Şehircilik bakanının Kirazlıtepe’ye geleceği söylendi. Daha bakan gelmeden bize gazla copla saldırdılar. “Bizi buradan çıkartıp zenginlere verecekler” düşüncesi zemin kazandı.
Kirazlıtepe halkını kentsel dönüşüme ikna etmek için nasıl bir söylem kullandı Üsküdar Belediyesi?
Önce “örnek dönüşüm yapacağız” dediler. Mahallenin her yerine görkemli resimler astılar. Bu resimlerle bizim gözümüzü boyamaya çalıştılar ve boyadılar da. Bu resimleri görünce “kentsel dönüşümü istiyoruz” dedik. Kirazlıtepe’de kontrolsüz yapılmış bozuk bir yapılaşma düzenimiz var. Ama İstanbul’un her yeri böyle. Kaldırım yok, yol yok… “Kentsel dönüşüm gelirse biz de şehirli insanlar gibi kaldırımlarda yürüyeceğiz” diye düşündük. Ama bu resimleri gördükten bir süre sonra bu binaları yapıp bize vermeyeceklerini düşünmeye başladık ve itirazlar yükselmeye başladı. Bu sefer de “örnek dönüşüm yerine, yerinde dönüşüm olarak uygulayacağız” dediler. “Sizi buradan çıkarmayacağız. Sokakları ve evleri bozmayacağız. Komşuluk düzeni kalacak” dediler. Yerinde dönüşüme bu yüzden inananlar oldu.
Proje sürecini hangi kurum üstlendi?
Pay dağılımı konusu gündeme gelince “buradaki işlemleri TOKİ yürütecek” dendi. Bir-iki maket yapıp bir vaziyet planı ortaya koydular. Bu maketler çok uyduruktu. Bu işi hiç bilmeyen biri bile vaziyet planına baktığında ne kadar uyduruk olduğunu görebiliyordu. Biz de “bu normal bir plan değil, gerçekten ne yapacaksanız onu anlatın” dedik. Ama bir yandan TOKİ anlaşmalar yapmaya başladı.
Kimlerle yapıldı bu anlaşmalar?
Üsküdar Belediyesi, Kirazlıtepe’de oturan çalışanlarını tehdit ederek “öncü olun, imzalayın” dedi. Maalesef bu insanlar evlerini ilk teslim edenler oldu. İlk imzalayanların evlerini hemen yıktılar. Bu yıkıntılardan kalan molozları, pisliği, kanal akıntıları hep sokaklarda bekledi. Bunların kaldırılmasını, sağlığımız açısından bir risk olduğunu söyledik. Ama Üsküdar Belediyesi bunu bir yıldırma politikası olarak uyguladı.
Kirazlıtepe’de çevik kuvvet polislerinin kentsel dönüşümü protesto eden halka saldırdığını da biliyoruz. Neler yaşandı o dönemde?
Buradaki halk hiç isyan etmemiş, toplu bir istekte bulunmamış. Haksızlığa uğradığı zaman bile “devletin bir bildiği vardır” deyip boyun büken insanlar. Bunu bildiklerinden milletin boynunu kırmaya çalışıyorlar. İlk kez kentsel dönüşüm sözü edildikten sonra dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’nin Kirazlıtepe’ye geleceği söylendi. Daha bakan gelmeden bize gazla, copla saldırdılar. O saldırıdan sonra insanlarda “malımızı elimizden zorla almak istiyorlar” düşüncesi doğdu. “Bizi döverek malımızı almak istiyorlar” dedik. Bu olaydan sonra ortada dolaşan tevatürler gerçek olmaya başladı. “Bizi buradan çıkartıp zenginlere verecekler” düşüncesi zemin kazandı. Demek ki doğruymuş. Daha sonra evleri yıkmaya geldiklerinde bütün mahalle o alana gidip o evin yıkılmamasını istedi. O gün polis acımasızca plastik mermilerle ve tazyikli sularla insanları dağıttı.
Yıktıkları cami bütün mahallenin camisiydi. İmamı aldılar ve caminin kurşunlarını ve kapılarını söktüler, biz tekrar taktık. Bir komşumuz da imamlık yapıyordu cemaate. Camide nöbet tutmaya başladık. Bir gece bir sürü çevik kuvvet polisiyle içeri dozeri soktular.
Büyük Çamlıca Camii yapılırken Kirazlıtepe Camii de yıkıldı bu süreçte. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu olayı?
Yeni yaptıkları cami ile yıktıkları cami arasında 500 metre var. Yıktıkları camii Şafi camiiydi, yapılan yer Hanefi camii. Yıktıkları cami insanların kendi emeğiyle yapılmış bir camiydi. Aynı belediye üç-dört sene önce seçim için camiyi güçlendirdi, aynı belediye daha sonra onu yıktı. Dinle, imanla ve insanlıkla bağdaşmayan bir acımasızlık.
Mahallelinin yaptığı camiyi yıkma nedeni neydi ?
Kirazlıtepe’de kahvehaneler ve camiler insanların toplanma merkezleri. Kahvecimiz o günlerde belediye başkanının neredeyse her gün yanına gelip “sen ver şurayı, ne istersen vereceğim” dediğini söylüyor. En sonunda kahveciyi ikna edip kahvehaneyi yıktı. İnsanlar kahvelerde kentsel dönüşümü konuşup tartışıyorlardı. Geriye sadece bir cami kalmıştı. Cami çok enteresan bir yerdeydi. Caminin altından geçen sokakta kentsel dönüşüm uygulanmıyordu, üst sokaklarında uygulanıyordu. Yıktıkları cami bütün mahallenin camiiydi. Bu yüzden yıktırtmak istemedik. İmamı aldılar ve caminin kurşunlarını ve kapılarını söktüler. Biz kapılarını tekrar taktık. Mahalleden bir komşumuz da imamlık yapıyordu cemaate. Camide nöbet tutmaya başladık. Bir gece bir sürü çevik kuvvet polisiyle bütün yolları kesip içeri dozeri soktular. O akşam caminin içinde nöbet tutan beş-altı arkadaşımız vardı, bu arkadaşları karga tulumba camiden çıkartıp tepki gösteren halka sis bombaları, göz yaşartıcı gazlar ve ses bombalarıyla saldırdılar. Akla hayale gelmez. Düşmana saldırır gibi mahalleliye saldırdılar. CHP ve HDP’den milletvekileri de gelmişti. Onları bile tartakladılar. Bu arada dozerler camiyi yıktı. Böylece toplumun toplanma mekânlarını ortadan kaldırdılar. Şu anda insanların toplanma mekânı kalmadı. Bir tek dernek binamız var. Bu bizim üçüncü mekânımız. Daha önceki mekânlarımız yıkıldı.
Bu yıldırma politikası Kirazlıtepe halkını nasıl etkiledi?
Düşünün, evinizin önünde bir moloz yığını var. Çocuklarımız o moloz yığınlarının içinde oyun oynuyor. Tozdan camlarımızı açamıyorduk. Kuru havalarda toz oluyor, yağmurlu havalarda sokaklardan pislik akıyor. Etkilenmemek mümkün mü? Üsküdar Belediyesi bizi moloz yığınlarıyla bırakınca Tabipler Odası’na sahayı incelemeleri için talepte bulunduk. Yıkım alanında ağır asbest olduğunu ve bunun tüm İstanbul’a zararı olduğunu söylediler. Biz bunun için suç duyurusunda bulunduk, ama bir el mahkemeyi kapattı. Bu yıkımlar yapıldıktan sonra lağım çukurları sokaklara aktı. Kanalizasyon kanalları kapatılabilirdi, ama bilinçli olarak kapatılmadı. Bu yüzden Kirazlıtepe’de görmediğimiz sinekler görüldü. Sinek sokmasından birçok insan hastaneye gitti. Ardından mahalleyi lağım fareleri bastı. Yazın akrep salgını oldu. İnsanlar önlem almaya çalıştılar, ama birçok akrep ısırma vakası yaşadık. Daha sonra, belediye zehirlediği köpeklerin cesetlerini mahallelere atmaya başladı. Çöp konteynerlerini kaldırdılar. Şikâyet ettik, bir bölümünü getirdiler. Mahalleye bilmediğimiz kamyonlar başka yerlerden gelen molozlar yığmaya başladılar. Mahallenin gençleri gece bu moloz yığılmalarını önlemek için nöbet tuttu. Hatta bir keresinde molozu döken plakası sökülmüş kamyonu yakaladılar. O kamyonun şoförü “Üsküdar Belediyesi’nin talimatıyla geldik” dedi. Böyle yüzlerce kamyon moloz döküldü Kirazlıtepe’ye. Bütün emeğimizi ortaya koyup yaptığımız evlerimizi bu tür baskılarla bırakıp gidecek değildik tabii.
Üsküdar Belediyesi bizi moloz yığınlarıyla bırakınca Tabipler Odası yıkım alanında ağır asbest olduğunu ve bunun tüm İstanbul’a zararı olduğunu söyledi. Suç duyurusunda bulunduk, ama bir el mahkemeyi kapattı.
Siz nasıl bir yöntem kullandınız bu politikayla mücadele etmek için?
TOKİ ve Üsküdar Belediyesi bunları yaparken biz de “ne yapabiliriz” diye düşündük. Çeşitli kahvelerde toplantılar yapmaya başladık. Daha sonra mahalle inisiyatifi oluşturduk. Bize yardım eden hukukçular dernekleşmemizin daha iyi olacağını söylediler ve Kirazlıtepe Kentsel Dönüşüm Derneği’ni kurduk. Derneği kurduğumuzda Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen “çok iyi etmişsiniz, biz Kirazlıtepe’de muhatap bulamıyorduk” dedi. Bizi çağırdı ve sık sık görüşmeye başladık. O görüşmelerde bizi dinledi, ama bize verdiği sözlerin hiçbirine uymadı.
Neden uymadı? O görüşmelerde sizin talepleriniz neydi?
TOKİ’nin teklifi kabul edilemez bir plandı. Mesela vatandaş arsasına 100 metrekareden dört katlı bir ev yapmış. 300 metrekare de arsası var diyelim. TOKİ 100 metrekare inşaata 13 metrekare yer veriyordu. Vatandaşın 400 metrekarelik evine 52 metrekarelik yer vermiş oluyordu. 100 metrekarelik arsanız varsa 75 metrekare inşattan yer veriyordu. Eğer içinde inşaat olmayan boş bir arsanız varsa bu yer için de arsanın yüzde 30’u kadar yer veriyordu. “Bu haksızlık” dedik. Baskı kurarak aldıkları elli-altmış binaya rağmen bir çözüm olmadı. Kimse evini vermiyordu. Daha sonra Üsküdar Belediyesi “TOKİ yanlış yaptı ve beceremedi” dedi. Ama TOKİ yetkilileri de “biz Üsküdar Belediyesi’nden aldığımız emirleri yerine getiriyoruz” diyorlardı. İyi polis – kötü polis hikâyesi… Daha sonra bu oranları biraz yükselttiler. Biz “yüzde 13 yerine yüzde 40 pay verin” dedik, “veremeyiz” dediler. Süreç yeniden tıkandı.
Görüşmeler nasıl devam etti?
Dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki devreye girdi. Dört saat bizimle görüşme yaptı. Biz de “bakan dört saatini bize ayırıyorsa bu iş çözülecek” diye düşündük. O toplantıda “benim vatandaşımın arsası 100 metrekareyse bu arsaya karşılık 100 metrekare inşaattan pay alması anasının ak sütü kadar helâldir” dedi. Biz 90 metrekare istedik, bakan 100 metrekare veriyor. Bizim anlaşmamız tamam diye düşündük. Biz buna imza atarız dedik. Bunu dedikten sonra Mehmet Özhaseki’nin telefonu çaldı ve dışarı çıktı. O odadan çıkınca müsteşarı “bakanın söylediği olmaz” dedi. Bakan odaya girince “müsteşarınız bakanın söylediği olmaz diyor” dedim. Bakan müsteşarına çıkıştı ve bizi savundu. Bunu duyunca biz de umutlandık. “Biz Allah’ın izniyle burayı çözeceğiz” dedi.
İşlerin olumlu gitmediğini ne zaman anladınız?
O toplantıdan aşağı yukarı bir ay sonra Mehmet Özhaseki tekrar Kirazlıtepe’ye geldi. Kirazlıtepe Yaşam Merkezi’nde büyük bir toplantı yapıldı. Kirazlıtepe Kentsel Dönüşüm Derneği’nden birkaç temsilciyle bakan görüşmek istiyor diye bize haber geldi. Mehmet Özhaseki bize “durum ne?” diye sordu. Biz de “sizin verdiğiniz direktiflerin uygulanmasını bekliyoruz” dedik. “Ben öyle söyledim, ama hesap ettik, bu iş olmuyor” dedi. “Adil bir formül ürettik, 40’a 70 vereceğiz” dedi. Yani bakanın değil, bürokratın dediği oldu.
Kanalizasyon kanalları bilinçli olarak kapatılmadı. Kirazlıtepe’de görmediğimiz sinekler görüldü, birçok insan hastaneye gitti. Ardından lağım fareleri bastı. Yazın akrep salgını oldu. Birçok akrep ısırma vakası yaşadık. Daha sonra, belediye zehirlediği köpeklerin cesetlerini mahallelere atmaya başladı.
Nedir 40’a 70?
Diyelim vatandaş 100 metrekarelik bir arsaya 100 metrekarelik dört katlı ev yapmış. Toplamda 400 metrekarelik inşaatın yüzde 70’ini, arsanın da yüzde 40’ını alacak. Ne çoksa onu 70’le çarpacaksın, az olanın da yüzde 40’ını alacaksın. 100 metrekare arsaya 400 metrekare inşaat yapan 320 metrekare yeni inşaat alacak. 400 metrekare arsada 100 metrekare evi olan 320 metrekare yeni inşaat alacak. Burada moloz değeri arsa değeri ile aynı tutuluyor. 100 metrekare arsası olan da, 400 metrekare arsası olan da 320 metrekare yeni inşaattan hak kazanıyor. Burada arsa mı önemli, inşaat mı? Toprak önemli. O toplantıda bu teklifin büyük bir haksızlık olduğunu söyledim. “Biz bunu imzalamayız” dedim. Mehmet Özhaseki masaya vurdu ve “imzalamazsanız bu haliyle bırakır giderim” dedi. “Hakkaniyetli bir dönüşüm yapmayacaksanız, komşularımızla bizi birbirimize düşürecekseniz gidin” dedim. Bakan kızdı, masadan kalktı ve binanın dışındaki halka “dernekle 40’a 70 konusunda anlaştık, hayırlı olsun” dedi. Süslü laflar etti, arabasına bindi ve gitti. Yahu ne anlaşma var ne de başka bir şey. Gözümüzün içine bakarak yalan söyledi. Bir bakana “yalan söyledi” demek yakışık kalmıyor, ama bunlar da bir bakana yakışmayacak hareketler. Yukarıdan aşağıya kadar konuşulanlar bu kadar değişir mi? Herkes gayrıciddi.
Mehmet Özhaseki’nin dayattığı formül uygulandı mı? Siz bu süreçte neler yaptınız?
Bakanın bu açıklamasından sonra halkı topladık ve bir anlaşmanın olmadığını söyledik. Ama o formül uygulandı. Arsası küçük olup üzerindeki enkazı olan insanlar için bu iyi bir anlaşmaydı ve birden o komşularımız bu anlaşmayı imzaladılar. Kirazlıtepe’de toplam 780 imza sahibi var. O dönemde neredeyse 300 kişi imzalamıştır bu anlaşmayı. Daha önce de elli-altmış kişi imza atmıştı. Ancak sadece daire sayısı vardı, “sana beş daire, sana altı daire” gibi, plan yok, proje yok, sözleşme yok. Rastgele verilmiş vaatler vardı. Ama 6306 sayılı yasa arsa bazında 2/3’lük çoğunluğu sağlamasını emrediyor. İmza atanların çoğunun arsası küçük olduğu için çoğunluk sağlanamamış oldu. Dönüşüm yine yapılamadı.
Süreç bakanlıkla da tıkanınca neler yaşandı?
Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen bize bir muvafakatname hazırladı, biz de bunu hukukçulara incelettik. O muvafakatname tuhaf maddelerle doluydu. Maddelerden biri “eğer proje gerçekleştirilemezse, metrekaresi 2650 TL olan arsa bedeli, inşaatın metrekare bedeli olan 250 TL’den hesap edilerek parası imza sahiplerinin hesabına yatırılacaktır” diye yazıyor. O vereceği parayla bir ev bile alamazsın. Biz itiraz edince o maddeye başka bir madde koydular. “Proje gerçekleştirilemezse, herhangi bir projeden size yer verilecek” diye yazdılar. “Herhangi bir proje” ne demek? Vereceği ev hangi ilde belli değil, nasıl bir ev vereceği belli değil. Daha sonra o maddeyi de kaldırttık. Daha sonra, bize “bunu beğenmiyorsanız kendi muvafakatnamenizi hazırlayın” dediler. Biz de hukukçulara danışarak kendi muvafakatnamemizi sunduk. Yirmi gün sonra tekrar görüşmeye gittiğimizde, Hilmi Türkmen hazırladığımız muvafakatnamenin tek bir sayfasını açıp bakmamıştı bile. “Ne hazırlıyorsunuz ya, biz devletiz, hazırlamışız işte” dedi lâkayt bir şekilde. “Siz kimsiniz” der gibiydi. Biz tapu sahibiyiz, hak sahibiyiz. Ama bizi görmezden geldiler.
Kartala bir ok değmiş, “yüksekte uçuyordun, bu ok sana nasıl değdi?” diye sormuşlar. “Kendi yeleğimden çıkan ok bu” demiş. Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen de “Ben bu mahallede büyüyen insanım” diyerek bu mahalleyi yok etti. “Ben sizin hemşerinizim” diyerek bir sürü Karadenizli komşumuza imza attırdı. Bizi yıkan “bizim uşak” oldu.
Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen’in Kirazlıtepeli olduğu söyleniyor…
Kartala bir ok değmiş, “yüksekte uçuyordun, bu ok sana nasıl değdi?” diye sormuşlar. “Kendi yeleğimden çıkan ok bu” demiş. Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen de “Ben bu mahallede büyüyen insanım” diyerek bu mahalleyi yok etti. “Ben sizin hemşerinizim” diyerek bir sürü Karadenizli komşumuza imza attırdı. Bizi yıkan “bizim uşak” oldu.
Şimdiki durumda imza atan insanların düşünceleri nedir?
Böyle yaparak o komşularımızı da bize düşman etti. O komşularımız bize “anlaşmayı yapsanız evlerimiz yapılacaktı” diyorlar. O komşularımızın bu anlaşmanın kendi aleyhlerine olduğunun farkında olmamaları imkânsız. Sorduğumuz bütün hukukçular, “bu muvafakatnameyi imzalarsanız intiharınız olur” dediler. Bize 100 metrekarelik ev vereceklerini söylediler. Şimdi yapılanları görüyoruz, en fazla 60 metrekare evler. Bir odasına dolap anca sığar. Otopark alanlarını ve çevre düzenlemesi alanlarını da 100 metrekarelik alandan düşmüşler. Hiç bir şey gösterdikleri vaziyet planına uymuyor. Kirazlıtepe’de yaşayan ailelerin çoğu kalabalık. Nasıl sığacaklar bu evlere? Biz dernek olarak onlarca mimar ve hukukçu gezdik. Bize her maddeyi detaylı anlattılar. Bu maddelerde öyle ifadeler var ki, açıkça “size buradan yer vermeyeceğim” demek anlamına geliyor. O maddelerden birinde “eğer inşaatlar yapılmazsa arsalarınız metrekaresi 2650 TL’den alınacaktır” yazıyor. Ne demek “yapılamazsa”? Demek ki, yapamayacaklarını düşünüyorlar. Yapacağına güveniyorsan metrekaresi 30 bin TL yazarsın. O maddelerden projeleri gerçekleştirmeyeceğini ve bize parayı verip daha ucuza bizi buradan çıkaracağını düşündürüyor. Bu yüzden bizim aklımıza başka bir planları olduğu geliyor.
Nedir bu planlar sizce?
Kirazlıtepe Boğaz görünümü olan bir bölge. Buraya zenginler için villalar yapılacağını düşünmeye başlıyoruz. Bir gün alanı gezen bir mimar manzaraya baktı, “bu zengin manzarayı bu fakir insanlara bırakmazlar” dedi. Bizler fakir insanlarız. Burada herkes asgari ücretle geçinmeye çalışıyor. Biz ekmek derdindeyiz. Eve yorgun argın gelip yatıyoruz. Mimar hanım “siz bu manzaraya bakmazsınız, ekmek düşünürsünüz, dert düşünürsünüz” dedi. Hakikaten daha önce bakmadığımı farkettim. Onlar gelmeden evvel deniz mi görüyorduk? Şimdi bakıyorum da hakikaten burada bir manzara varmış. Biz o manzarayı seyretmiyorduk ki.
Yeni Çevre ve Şehircilik bakanıyla süreç nasıl devam ediyor? Genel tutumda bir değişiklik var mı?
Yeni Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, Kirazlıtepe’ye 503 konutun temel atma töreni için geldi. Daha bize evlerimizi vermemişken o evlerin ortasında temel atma töreni düzenlendi. Malı olmayan yere temel atıyor, düşünebiliyor musunuz? Temel atma töreninin yapıldığı alanda Murat Kurum’dan önce Hilmi Türkmen konuşma yaptı. O konuşmaya başlayınca biz alanı boşalttık. Murat Kurum sorunu öğrenmek için derneğimize geldi. Hilmi Türkmen’in insanları sıkıştırarak insanların ellerinden evlerini aldığını söyledik. Belediye başkanına güvenimizin kalmadığını söyledik. Bunları söyledikten sonra “Hilmi Türkmen’e güveniniz sarsıldıysa benim genel müdürüm Vedat Gürgen ile görüşeceksiniz. Bundan sonra devreye ben giriyorum” dedi. Biz yeniden durumumuzun düzeleceğini düşündük. Kirazlıtepe’den 15 kişilik bir grupla Vedat Gürgen’den randevu alarak toplantı yapmaya gittik. “Ne istiyorsunuz” diye sordu. Dernek olarak bizim inşaatları denetlemek ve gözlemlemek gibi bir isteğimiz vardı. “Biz devletiz, bizi nasıl denetleyeceksiniz” deyip bunu kabul etmedi. “Kat karşılığı sözleşmemizi noterden tasdikli bir şekilde istiyoruz” dedik. Bu isteğimize de güldü. “70’e 40 formülü bizi perişan etti” dedik. “Bu formülü ortaya atanı bulsam onun üzerinden geçerim, bu adiliktir” dedi. Bizim bazı isteklerimizi not aldı. “Arsa sahiplerine yüzde 100 veriyoruz” dedi. Hesap edilenin harici bize toplamda 120 daire daha verilirse adil dağılım sağlanmış oluyordu. Buna da “tamam” dedi, “uygulanabilir projeyi çizeceğiz ve İBB ve TOKİ’ye de onaylatacağız” dedi. “Bizim de istediğimiz bu” dedik. “Bu işi olmuş bilin, 15 gün sonra mahalleye gelip bayram havasında imzalayacağız” dedi. O görüşmeden 15 gün sonra mahalleye bakan gelmedi, ama o müdürün imzasıyla bakanlıktan tebligatlar geldi. “Evleriniz boşaltın, evleri yıkacağız” dediler. Vedat Gürgen’i defalarca aradım, mesajlar attım, dönen yok. Bunun üzerinden yedi ay geçti ve tekrar Üsküdar Belediye başkanı Hilmi Türkmen’i sahaya sürdü.
Alanı gezen bir mimar manzaraya baktı, “bu zengin manzarayı bu fakir insanlara bırakmazlar” dedi, “siz bu manzaraya bakmazsınız, ekmek düşünürsünüz, dert düşünürsünüz”. Hakikaten daha önce bakmadığımı farkettim. Şimdi bakıyorum da hakikaten burada bir manzara varmış.
Yeni süreçte Hilmi Türkmen nasıl bir yol izledi?
Kirazlıtepe’de Üsküdar Belediyesi bazı parselleri dörde böldü. Çoğunluğu kazandığı bölgelerdeki imza vermeyenlerin evlerini satılığa çıkardı. Daha sonra parçaladığı parselleri birleştirerek birleştirdiği parseli de aldı. O parselde azınlığa çıkan evleri de satışa çıkardı. Parsel büyütüp küçülterek yavaş yavaş alana hâkim olmaya başladı. Böylelikle üç parseli aldı. Bu işin kanunu filan yok. Riskli alan ilan edilmiş bir bölgede parsellerle oynamak yasal değil. Biz bu uygulamayı mahkemeye verdik, ama bize altı ay sonrasına gün verildi. Bazı parsellerde ifraz geçirme yaptı. Bu da yasal değil. “30 dönümlük arsadan ifraz geçirdiğim için bu arsanın yüzde 40’ını alıyorum” dedi, kamuya terk olarak. Böylece 30 dönümlük arsanın 12 dönümünü aldı. Daha önce de 8 dönümlü bölümünü zaten almıştı, etti 20 dönüm. 2/3’lük çoğunluğu böyle sağlayarak geri kalan 10 dönümlük araziyi satılığa çıkardı. Şu anda 780 evden 580’i imza verdi. İmza vermeyen 200 ev kaldı. Arsa bazında da çoğunluğu yakalamak üzereler. Ama şimdi satışa çıkararak bize baskı uygulamak istemiyor. Bunun şu anda siyasi maliyeti çok büyük. Bizim burayı yavaş yavaş terk etmemizi bekliyor belediye. Haftada bir aile gitse bile bunu kâr olarak görüyor. Şu anda inşaatlar devam ediyor ve herkesin çıkmasına gerek yok. Bu yüzden bekliyorlar. Yıldırma politikaları en ağır şekilde uygulanıyor.
Kirazlıtepe’de uzun süredir kentsel dönüşüm süreci yaşanıyor. Bu süre içinde birçok seçim yaşadık. Yerel seçimlerde Ekrem İmamoğlu’nun seçilmesiyle durumunuzda bir değişiklik yaşandı mı?
Bütün muhalefet partilerinin üst düzey temsilcileri geldi Kirazlıtepe’ye. Hükümet yetkilileri bizi düşman ilan etti. “Muhalif partiler size destek oluyor” diye bizi dışladılar. İktidar partisinin hiçbir kademesiyle görüşemedik. Yerel seçimler sürecinde Ekrem İmamoğlu bize destek vereceğini söyledi. Seçimleri kazandıktan sonra yanına gittik ve Kirazlıtepe’ye destek vereceğini hatırlattık. Kentsel dönüşüm müdürünü atadı ve bizimle ilgilenmeye başladı. Üsküdar Belediyesi’yle bir görüşme yaptı. Orada sözlü olarak bir anlaşma metnine ulaşıldı. Ekrem İmamoğlu’nun yardımcısı Mehmet Çakılcıoğlu ve Kentsel Dönüşüm müdürü Tayfun Kahraman’la sözlü anlaşmayı yazılı bir metne dönüştürmek için bir toplantı yaptık. Üsküdar Belediyesi “Kirazlıtepe Kentsel Dönüşüm Derneği gelirse biz masaya oturmayız” demiş. O toplantıda bizim istediğimize ek olarak 120 daire daha verilemeyeceğini söyledi Üsküdar Belediyesi. Üsküdar belediye başkanına sorarsan “burada size verilecek fazla daire yok, burayı zararına yapıyoruz” diyor. TOKİ müdürü “elimizde devlete ait 200 tane daire var” dedi. Yıkılan caminin yolunu 1 km’lik bir cadde yapacaklar ve sağlı sollu dükkânlar olacak. Sağlı sollu baktığında 2 km’lik iş merkezleri olacak. O dükkânları bize vermiyorlar. Sadece Mehmet Akif caddesinde ve Orhan Seyfi Orhon caddesinde dükkânı olanlara 100 metrekare karşılığında 70 metrekarelik dükkânlar verilecek. Diğer dükkânlar kendilerine kalacak. Bunları rant olarak görmüyorlar. Üsküdar Belediyesi tekrar “kendi sözleşmelerini getirsinler, imzalayalım” diye İBB’ye taahhütte bulunuyor. Bizim hukukçular tekrar yeni sözleşmeleri hazırladılar ve kurumlara bu sözleşmeleri gönderdik. 15 gündür Üsküdar Belediyesi’nden ses yok.
Kirazlıtepe halkı olarak anlaşma umudu ve umutsuzluk arasında uzun bir süreç yaşamışsınız. Bu sizleri nasıl etkiliyor?
Bir umut doğduğunda iyi şeyler olacak diyoruz, ama arkasından hayal kırıklığına uğruyoruz. “Ne yapalım, bu da çürük çıktı” diyoruz. Demek ki devlet çürümüş. Tepeden tırnağa herkes söylediği sözün arkasında durmuyorsa, devlette tutunacak dal kalmamış demektir. Üsküdar Belediyesi’ni alandan molozları kaldırmadığı için mahkemeye verdik. Savcı bize “bu yaptığınızın hiçbir değeri yok, İçişleri Bakanlığı belediye başkanı hakkında soruşturma izni çıkarmaz” dedi. Nitekim öyle oldu. Çürük bir dal kopup düşecek, diğeri ona sahip çıkıyor. Çünkü çürük dal gövdeyle beraber çürümüş.
Geleceği nasıl görüyorsunuz? Bir umudunuz var mı?
Çevre bakanının genel müdürüyle yaptığımız son toplantıda “en kısa sürede anlaşmaya varılacağını” söylediler. Biz bu anlaşmayı yaparsak zaten gideceğiz ama yapmazlarsa “verdik gitti” demeyeceğiz. Biz yasadan yanayız, ama iktidar ve belediye şu âna kadar bunu en kötü şekilde kullandılar. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Kirazlıtepe’de 24 saat inşaat çalışmalarının devam edebileceğine dair izin verdi. Sabah akşam çoluk çocuk okula giderken devasa inşaat makinaları gidip geliyor Kirazlıtepe’ye. Bu makinalar yollara sığmıyor. Kirazlıtepe’den çıksak bile biz derneğimizin faaliyetlerini devam ettireceğiz. Mülk dağılımlarını takip edeceğiz. Yaşanabilecek hukuksuzluklara karşı mücadelemizi sürdüreceğiz. Yasalara inanıyoruz. Ancak yasaları çiğneyenlere de bir gün yasaların lâzım olduğunu bu ülkede sık sık görüyoruz. Umarım yönetimde bulunanlar ders alır, akıllarını başlarına toplar ve yasalar çerçevesinde hizmet verirler.