CARGILL İŞÇİLERİNİN DİRENİŞİ İKİNCİ YILINDA

Söyleşi: Halil Burak Öz
30 Nisan 2019
SATIRBAŞLARI

Bir yılı doldurdu, ikincisinden 13 gün aldı. Anayasal haklarını kullanarak sendikalı olmak istedikleri için işten çıkarılan Cargill işçilerinin direnişi, 30 Nisan itibarıyla 378. gününde. Direnişlerinin yıldönümü olan 17 Nisan’da, Orhangazi’den gelerek Cargill’in İstanbul’daki genel merkezi önünde basın açıklaması yapan Cargill işçilerinden Abdullah Saraç ve Yücel Özkan’a mikrofon tuttuk, beş ay önceki söyleşimizden bugüne neler yaşadıklarını, neler düşündüklerini dinledik… 

Beş ay önce yaptığımız söyleşiden bu yana mücadelenizde yeni bir gelişme var mı?

Abdullah Saraç: Direnişimiz normal devam ediyor. İşverenin görüşme talebi olmadı. Ekstra bir durum olarak 10 Nisan’da işe iade davamızın dördüncü duruşması görüldü. Biz karar bekliyorduk, fakat işveren fabrikaya bilirkişi istedi. Davayı kaybedecekleri belli, bilirkişi istemelerinin tek amacı süreci üç-beş ay daha uzatmak. Şimdi bizim işsizlik maaşı da bitti. Maddi anlamda tamamen tükenip “acaba bu nedenle direnişi sonlandırırlar mı?” diye düşünüyorlar. Bu ayın sonunda bilirkişi fabrikaya gelecek. 10 Haziran’da da duruşma var. Bu duruşmada artık karar çıkmasını bekliyoruz.

Yücel Özkan: 17 Nisan’da İstanbul’da yaptığımız eylemin ardından rutin şekilde Bursa Orhangazi’de fabrikanın önündeki çadırdayız. 1 Mayıs’a Bursa’da merkezde katılacağız.

İşsizlik maaşı alma sürenizin bittiğini söylediniz. Nasıl geçiniyorsunuz?

Özkan: Sendikanın (Tek Gıda-İş) bir miktar yardımı var. Bununla birlikte sendikanın bağlı olduğu Avrupa Gıda Sendikaları Birliği’ne bağlı diğer sendikaların oluşturduğu dayanışma fonundan da bir miktar destek yapılıyor. Pazarcılık ve kahvede çalışma işlerine de devam ediyorum. Bu şekilde geçimimizi sağlıyoruz.

Kazanmak onurlu duruşla ve mücadeleyle işine geri dönmektir. İşbaşı yaptırıldığında onurunu, özgüvenini kazanmış oluyorsun. Bir kere işini kazanmış oluyorsun. Haksız yere çıkarıldığını ispatlamış oluyorsun.

Saraç: Evli olanlar maddi olarak daha fazla daralma yaşayabiliyor. Bu arkadaşlarımızın geçindirmesi gereken nüfus olduğundan Yücel gibi pazara gidiyor, çay ocağına gidiyor. Bir arkadaşımız kahvede çalışıyor, bir arkadaşımız da elektrik işleri yapıyor. Benim ailem çiftçi. Oradan bir miktar kazanıyorum. Orhangazi küçük yer. Eş dost, tanıdık var. Günlük yevmiyelere gidiyoruz, o şekilde günümüzü geçiriyoruz, ki geçinemesek de biz bu yola her şeyimizi koyduk. Gıda anlamında, gezme anlamında bazı şeylerden geri kalacağız, ama gerekirse bir yıl mücadele edip fabrikaya girdiğimizde ailemize eskisinden daha iyi imkânlar sunacağız. Bunun için bu savaşımı veriyoruz. Ailelerimiz de bunun bilincinde olduğu için bize bu daralmada herhangi bir olumsuzluk yapmıyor. Her karın, her yağmurun arkasından güneş açıyor. Biz de bu karanlık günlerin arkasından güzel günler göreceğimize inandığımız için herkes biraz daha fedakâr olmaya çalışıyor.

Dalgalanan gıda fiyatlarının çiftçiliğe, pazarcılığa ne gibi yansımaları oluyor?

Abdullah Saraç: “Bazı şeylerden geri kalacağız, ama mücadele edip fabrikaya girdiğimizde ailemize eskisinden daha iyi imkânlar sunacağız. Her karın, her yağmurun arkasından güneş açıyor.”

Saraç: Müthiş yansımalar var. Pazardan geçen sene 60-70 liraya düzdüğün malzemeler bu sene 120-130 lira. Çoğu şeyi kısıtlı alıyorsun. Biz çiftçiyiz, traktöre 6 buçuk liradan mazot alıyorsun. Geçen sene 80 lira olan gübre, bugün 200. Geçen sene 300 liraya attığın ilaç bu sene 450-500. Senin maliyetlerin çarpı ikiyken, bunu pazara aynı şekilde yansıtamıyorsun. Çarpı bir, bir buçuk yansıtıyorsun. İki yansıtırsan insanlar hiçbir şey alamaz. Böyle olduğu zaman ne oluyor? Çiftçinin, esnafın, köylünün, hayvancının geliri düşüyor. Yani adam yılda 30 bin lira kazanması gerekirken, kendinden fedakârlık ediyor, 20 binlere düşüyor. Bu düşme de olunca ne oluyor? Ona göre harcama yaptığında büyük bir daralmaya gidiyorsun. Adam evine üç alacaksa bir almaya başlıyor. Çünkü üç kazanacaksa bir kazanmaya başlıyor. Ona göre harcama yapıyor. Ona göre harcama yaptığı adam da daha az kazanıyor. Bu sefer o da harcamalarını kısıyor. Hepsi zincirleme…

Ne ekiyorsunuz?

Saraç: Orhangazi bölgesinin toprakları diğer kırsal alanlarınkinden daha verimli olduğu için patates, soğan ekmektense daha iyi şartlarda yetişebilecek, gelir getirecek şeftali, kiraz, erik gibi meyve ağırlıklı tarım yapıyoruz.

Onların mevsimi gelmedi daha.

Saraç: Gelmedi ama, tarla aynı tarla. Geçen yıl 10 dönüm tarlaya 5 bin lira masraf yapıyorken bu sene 10 bin yapıyorsun. Geçen yıl şeftali ağacının budaması için işçi yevmiyesi 70 liraya geliyordu, bu sene 110-120.  Geçen sene 2 liraya sattığın şeftaliyi bu sene 2 liraya satarsan girdiğin kapıdan çıkamazsın. 

Şeftali ağaçları için pahalılaşan ilaç fiyatlarından söz ettin, bunlar nedir ve ne için kullanıyorsun?

Saraç: Örümceklere karşı zehir, hava şartlarından dolayı ağacı koruması için göztaşı (ağaçların mantar hastalıklarından korunması için kullanılan bakır sülfat) atmak zorundasın. Bunları atmazsan olmuyor. Bir gün ilacı aksattığında çok büyük kayıplara uğrayabiliyorsun. Ama dediğim gibi, geçen sene bir tanker –bir tona denk geliyor– ilaç 300 liraydı, bu sene 450-500. Ucuza da kaçamazsın, çünkü verim alamazsın. 500 liraya atacağın ilacı belki 200’e bulabilirsin, ama bir faydası yok. Sonra kalkıp 500 liralık atarsan ekstra bir maliyet olur. Bildiğin, faydasını gördüğün şeyi atmaya devam edersen garanti oluyor. Onu da denedik, ucuzu atalım dedik. Ertesi gün baktık, hiçbir faydası yok.

Pazarcılıkta durum nasıl?

Özkan: Pazarda geçen yılki normal kazancımızın yarısının altına düştüğümüz oluyor. Pazarın bomboş olduğu zamanları, çok cüzi miktarla tezgâhı kapattığımızı biliyorum. Birkaç hafta sırf bu durgunluktan dolayı pazara çıkmadık.

Ne satıyorsun?

Özkan: Fasulye, üzüm vardı. Kabak satıyorduk. Kışı kabakla bitirdik. Haziran ayında şeftaliyle tekrar başlayacağız. Çiftçi belki bir miktar kâr koyarak satabilir, ama halden belli bir fiyata alan pazarcı bunun üzerine mecburi kâr koymak zorunda. Ama halkın da geçim sıkıntısı baş gösteriyor, iki kilo alacağına bir kilo alıyor. Beklediğin satışı yapamıyorsun, ödemelerin aksıyor.

Tazminatları alıp eylemi bitirmeyi hayal bile etmek istemiyorum. Salt maddi bir kazanım olmasını isteseydik, davayı açar, farklı bir işe girer, yaşantımıza kaldığımız yerden devam ederdik. Uğradığımız bir haksızlık var. İçimdeki ateşin sebebi de o.

Orhangazi otomotiv sektörü nedeniyle işçi nüfusun yoğun olduğu bir yer. Önceki söyleşimizde kapanan fabrikalardan, artan işsizlikten, insanların hoşnutsuzluğundan söz etmiştin. Fakat Orhangazi’de Cumhur İttifakı yüzde 52 oy aldı. Bu, 2014 seçimlerine AKP’nin aldığı oyun 12 puan üzerinde. Ekonomideki kötü gidiş, işsizlik, belediyenin kötü yönetimi Orhangazi’de niye sandığa yansımadı?

Saraç: Buna biz de çok şaşırdık. Orhangazi belediyesi dört-beş aydır işçilerine ücret ödeyemiyor. Seçimden bir ay önce belediye icralık oldu. Bilgisayarlarına el kondu.  Kimisi belediyeden parasını alamadığı için sabah saat 8’de binanın kapısını taşladı. Böyle şeyler olmasına karşın Orhangazi halkının AKP’ye oy vermesi ya bazı şeyleri görememesinden ya da AKP’den vazgeçmek istememelerinden. Ne diyelim? (gülüyor) Bir şey de diyemiyoruz. Ama Orhangazi’deki genç kesimin yüzde 90’ının AKP karşıtı olduğunu ve hak ettiklerini alamadıklarını düşündüklerinden eminim. Yaş ortalaması büyük olanlar, annelerimiz, ninelerimiz AKP iyi diye düşünüyorlar. Orhangazi’de AKP aday çıkarmasa bile yine AKP’ye oy verecek yaş ortalaması yüksek geniş bir kesim var. Kemikleşmiş artık. Kahvede gençler arasında konuşulduğunda kimse AKP’den yana değil, çünkü artık bazı şeyler görülüyor, ama 45 yaş üstüne geldiğin zaman adam ne olursa olsun AKP’ye atıyor. Orasını anlamıyoruz zaten.

Özkan: Orhangazi’de otomotiv sektöründe ve diğer sektörlerde çok büyük işçi kıyımları oldu. Akabinde belediyede yolsuzluk, haciz işlemleri olmasına rağmen neden Orhangazi halkının AKP’yi tercih ettiğini cidden anlamış değilim. Millet İttifakı’ndaki uyuşmazlık belki AKP’ye güç kazandırdı. Orhangazi’de genelde muhafazakâr bir kesim var. Bunların kafasındaki kalıplaşmış zihniyeti değiştirmeden bir şeyin değişmeyeceğini görüyorum. Aslında seçimi kazanmaları belediyenin 200 trilyona yakın borcu yüzünden iyi oldu. Muhalefet alsaydı, bu borç yükü yüzünden icraat yapamayınca beceremedikleri söylenecekti. En azından şimdi kendi pislikleri içinde boğulacaklar. Bugün AKP’nin sözcüsü kalkıp simit hesabıyla asgari ücretten 1200 lira artırıyorsa, meclis lokantasında 5-6 liraya et yemekleri yiyebiliyorsa, Diyanet İşleri “halinize şükredin” diyebiliyorsa, diyecek bir şey kalmıyor. 

Yücel Özkan: “Aslında Bursa’da seçimi kazanmaları belediyenin 200 trilyona yakın borcu yüzünden iyi oldu. Muhalefet alsaydı, bu borç yükü yüzünden icraat yapamayınca beceremedikleri söylenecekti.”

Saraç: Şöyle bir şey ekleyeyim. Diyelim bir ailenin çocuğu fabrikada çalışıyor. Çocuğu fabrikadan çıkardıklarında ailesi çocuğu suçluyor. Kendileri AKP’ye oy veriyor. Çocuğu “Sen çalışmadın mı? İzin mi aldın? Devamsızlık mı yaptın? Çalışmadın demek, bak diğerlerini çıkarmadılar” diye suçluyorlar. Ülkenin bu duruma gelmesi, krizin olması, doların fırlaması yönetime bağlıyken, şirket senin çocuğunu çıkartmazsa başkasının çocuğunu çıkartacak. Ülke olarak ekonomik darboğazdasın, ama kalkıp AKP’yi savunuyorsun. Bu senin tezadın. Büyük fotoğrafı göremediğimiz sürece bir şeylerin düzelmesi zor gözüküyor.

Sizinle hemen hemen aynı dönemde başlayan Flormar eylemi, işçilerin tazminat haklarını almasıyla sonlandı. Siz de tazminat alırsanız eylemi bitirir misiniz?

Özkan: Tazminatları alıp eylemi bitirmeyi hayal bile etmek istemiyorum. Salt maddi bir kazanım olmasını isteseydik, davayı açar, farklı bir işe girer, yaşantımıza kaldığımız yerden devam ederdik. Uğradığımız bir haksızlık var. İçimdeki ateşin sebebi de o. Flormar bana göre tamamen bir kayıptır. En nihayetinde haklarını alacaklardı. 300 günlük emekleri var. Bırakmamalıydılar.

Saraç: Flormar’da işçiler sadece zaten alacakları parayı dört-beş ay öncesinden, beklemeden aldılar. İşlerini geri alamadılar. Tabii tek bir gözle bakmamak gerekiyor. Onlar da bizim gibi direniş konusunda tecrübesizler. Sendika yönlendiriyor. Sendika “Parayı almak daha hayırlı” dediğinde, işçinin çok fazla seçeneği yoktu. Onlar için hayırlı olanı seçtiler. Onlar işlerini alamadı, inşallah bize nasip olur.

Sence kazanmak nedir?

Saraç: Kazanmak, onurlu duruşla ve mücadeleyle işine geri dönmektir. İşbaşı yaptırıldığında onurunu, özgüvenini kazanmış oluyorsun. Bir kere işini kazanmış oluyorsun. Sendika girmiş girmemiş, orası önemli değil. En azından haksız yere çıkarıldığını ispatlamış oluyorsun. Sonra içeride işçiler aralarında örgütlenip “Buraya sendika girsin” dediklerinde girer. İşçi örgütlü çalışmak isterse çalışır. Bu kadar basit. Bizim burada verdiğimiz asıl mücadele kaybettiğimiz işi geri alabilmek.

Fabrikada destekçimiz olan arkadaşlar da var, servise binerken perdeyi çeken de var. Biz çıkarıldığımızda dik durup buna bir tepki gösterebilirlerdi. Kırılsak da, incinsek de o insanlara ihtiyacımız var. Yıkıcı değil, yapıcı olmamız lâzım.

Bir yıl oldu kapının önündesiniz, Cargill fabrikasının içinden ses yok. İçeride çalışan işçilere kırgın mısınız?

Saraç: Bizim millette “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” fikriyatı var. Biz bugün sendika çalışmasında ön planda yer aldığımız için kapının önündeyiz. Fabrikada çok arkadaşımız sendikaya üye. Niye çıkartılmadılar? Bazı bedeller ödemen gerekiyor. Bu bedelleri herkes ödeyemez. Belli kişiler öder. Belli kişiler bedelleri ödeyenlerin yanında durur. Korkaklar da en arkada durur. Onlar kazansın, bizler nemalanalım modundadır. Öyle arkadaşlarımız var. Kimisi sendikaya sadece üye oluyor, başka bir şey yapmıyor. “Ben bu yola baş koydum, gerekirse bedel öderim” diyen de var, “geleyim gideyim, işimi yapayım, akmasa da damlıyor” modunda olanlar da var. İşverene yakın çalışanlar da var.

Özkan: Fabrikada destekçimiz olan, şahit olma cesaretini gösteren arkadaşlar da var, servise binerken perdeyi çeken de var. Aslında bir şeyler yapabilirlerdi. Fazla çalışma olduğunda mesaiye kalmamak için dilekçe yazabilirlerdi. Biz çıkarıldığımızda dik durup buna bir tepki gösterebilirlerdi. Bir taraftan da düşünüyorum. O mutlu günü görmemiz için kırılsak da, incinsek de o insanlara ihtiyacımız var. Yıkıcı değil, yapıcı olmamız lâzım. Bundan önceki örgütlenme girişiminde Öz Gıda-İş sendikasındaki örgütlenme sorumlusunun tavırları, hakaretleri yüzünden birçok insanı kaybettik. Keşke karşımıza Tek Gıda-İş daha önce çıksaydı.

Medyadan mücadelenizi duyurmada yeterli desteği aldığınızı düşünüyor musunuz?

Saraç: İşçiyi dinlemeyip sadece işverenin gözünden haber yaparsan şeffaf olmuyor. Sadece benim gözümden dinleme de olmaz. İki taraf da dinlesin. Bugün Cargill yönetimi, “Şeker kotasının yüzde 10’dan 5’e düşürülmesi işleri düşürdü. Mecbur işçi çıkardım. Sendikalı sendikasız ayırmadım” der. Sadece bunu dinleyip yazarsan vatandaş Cargill yönetimini haklı görür. Objektif olması gerekiyor. İşçiyi dinleyen medya işveren tarafından sevilmiyor. İşvereni dinleyen de işçi gözünde sevilmiyor. İkisini kontak yapan medya ise maalesef yok. Dünyada var mı, bilmiyorum ama, Türkiye’de yok. Fabrikaya Sözcü muhabirleri geldi. Önlerini kestik, zor bela kendimizi dinletebildik. Ertesi gün bizim söylediklerimiz yazıldı. Niye? Çünkü biz haklıyız. Ama biz zorla kendimizi dinletmesek Cargill yönetiminin söyledikleri yazılacaktı. Ama ne kadar konuşursan konuş kapıyı hep paranın gücü açıyor.

Özkan: Orhangazi’nin yerel medyasında gerçekten direnişle, saygıyla karşılayan arkadaşlarımız var. Bunlar bizim haberlerimizi yayınlıyorlar. Yerel basın en azından çevremizdeki insanların durumdan bilgi sahibi olmasını sağlıyor. Ancak genelde yazılı basından çok sosyal medyadan, Facebook ve Twitter sayfalarımızdan gelişmeleri duyuruyoruz.

Facebook ve Twitter gazete ve televizyonlardan daha mı etkili?

Saraç: Gazeteler ve televizyonlar daha etkili, ama oralarda haberinizi yayınlatamıyorsunuz. Biz küçük insanlarız. Sosyal medyadan her kesime, her bölgeye daha rahat ulaşabiliyoruz. Bunu yaparken de birilerine gitmene, medyada çıkmak için uğraş vermene gerek kalmıyor. Sosyal medyada Twitter, Facebook’tan daha etkili oluyor.

^