YEREL DAYANIŞMA AĞLARI –I: FATİH DAYANIŞMASI

Söyleşi: Anıl Olcan
18 Mayıs 2020
SATIRBAŞLARI

Sahibini bulamayan maskeler, koronavirüse karşı savunmasız bırakılan sağlık emekçileri, salgının kucağına atılan toplumsal kesimler… Covid-19 salgınının baş göstermesiyle birlikte, birçok şehirde mahalleler ölçeğinde yeni bir kültürün tohumları atılmaya başladı: tabanda dayanışma. Kökleri Gezi sonrası forumlara uzanan Fatih Dayanışması bunlardan biri. Küçük bir grupla başladıkları çalışma, öğrenciler, kadınlar, LGBTİQ+ aktivistleri ve işçilerin eklenmesiyle 30 kişilik bir dayanışma ağına dönüştü. Yeni toplumsal mücadele zemininin filizlenişini Fatih Dayanışması üyelerinden Ferhat Ergen ve İsmail Aydın’dan dinliyoruz.

 

Fatih genelde muhafazakâr bir semt olarak bilinir. Siz nasıl tarif edersiniz Fatih’i?

Ferhat Ergen

Ferhat Ergen: Fatih Eminönü’nden Eyüp’e oradan Samatya’ya kadar çok geniş bir alan ve çok çeşitliliği olan bir nüfusu barındırıyor. Çarşamba’ya gittiğinizde muhafazakâr bir yer görürsünüz. Kocamustafapaşa’ya geldiğinizde daha seküler, sosyal demokrat ve devrimci öğrencileri görürsünüz. Samatya dışarıda mangalların yakıldığı, biraların içildiği bir yerdir. İstanbul büyük bir kent, farklı sınıfların ve kimliklerin bir arada yaşadığı büyük bir metropol. İstanbul’daki genel manzarayı kendi bağrında toplaması açısından Fatih’e küçük bir İstanbul diyebiliriz.

Bu çeşitlilik Fatih Dayanışması’na nasıl yansıyor?

İsmail Aydın: Biz daha çok Kocamustafapaşa mahallesinde faaliyet yürütüyoruz. Kocamustafapaşa işçi sınıfının ve öğrencilerin yoğun olduğu, zenginlerle yoksulların birlikte yaşadığı heterojen bir yer. Mahallenin aşağı taraflarına veya Mevlanakapı’ya doğru gittiğinizde yoksulların arttığını görürsünüz. Kürt illerinden buraya göçmüş çok kişi yaşıyor. Afrikalı ve Suriyeli mültecileri de görürsünüz o mahallelerde. Biz biraz daha bu alanlara yoğunlaşıyoruz. Kocamustafapaşa kendi mahallemiz ve bu alanda faaliyet yürütüyoruz.

Biz de işçiyiz. Gittiğimiz yerlerde gözümüze ilk çarpan şey haliyle yoksulluk. Aslında kendi yaşadığımız durumu başkalarıyla paylaşmaya ve buna çözüm aramaya çalışıyoruz. Kendi sorunlarımızı diğer insanların sorunlarıyla ortaklaştırıyoruz.

Ferhat: Farklı kesimlerin ortak kaygılar ve sorunlar etrafında mücadelede yan yana gelmesi bakımından bu çeşitlilik dayanışma için bir avantaj. Yan yana gelebilmek elbette her zaman kolay olmuyor. Kapsayıcı bir dil kullanmak gerekiyor. Toplumsal gündemlerle yaptığımız pratikler farklı kesimleri yan yana getirmeyi kolaylaştırıyor. Mesela Elazığ ve Malatya’daki depremler sonrası depremzedelere yaptığımız yardım böyle bir durum yaratmıştı.

İsmail Aydın

Salgında sizi harekete geçiren neydi? Sokakta olmanın risklerine karşı nasıl önlemler alıyorsunuz?

İsmail: Pandeminin ilk haftasından sonra, etraftan gelen haberler üzerine evde oturarak sorunlara çözüm bulamayacağımızı gördük. Madem Fatih’te oturuyoruz, buraya dair bir şey yapmak önemliydi. Daha önce mahallemizde beraber çeşitli politik faaliyetler yürüttüğümüz arkadaşlarımızla iletişime geçip Kocamustafpaşa’da çalışmaya karar verdik. Yan yana neler yapabileceğimizi konuştuk. Fatih’teki Covid-19 vakalarını gösteren harita kıpkırmızıydı. Hasta sayısı çok yüksekti. Evinden çıkamayan insanların acil ihtiyaçlarını karşılamak için N95 maske ve eldivenler edinip gerekli önlemleri alarak sokağa çıktık. Yanımızda dezenfektanlar ve kolonyalar taşıyoruz. Dayanışma kolilerini hazırlarken hijyene çok dikkat ediyoruz. Ailelere kolileri teslim ederken de sosyal mesafe kurallarına uyuyoruz. Kolileri kapının önüne bıraktıktan sonra ürünleri kendilerinin de dezenfekte etmelerini istiyoruz. Gerekli önlemleri almasaydık muhtemelen biz de aynı dertten mustarip olurduk. Şimdiye kadar dayanıştığımız en riskli grup Çapa Tıp Fakültesi’nde çalışan sağlık emekçileriydi. Koruyucu ekipmanlar sayesinde bugüne kadar hastalık kapmadan geldik.

İhtiyaç sahiplerini tespit etmek için nasıl bir yol izlediniz?

İsmail: Fatih Dayanışması’nda yer alanların çoğu burada yaşıyor, içlerinde senelerdir burada oturanlar var. Yoksul aileleri bizden daha eskiden beri burada oturanlardan öğrenmeye çalışıyoruz. Bu süreçte sosyal medyayı da aktif bir şekilde kullandık. Mahallede yaptığımız etkinliklerden dolayı çok olmasa da biliniyordu Fatih Dayanışması. Erzak kolisi dağıtımının, çocuklar için kitap gibi ihtiyaçların duyurusunu sosyal medyadan yaptık ve telefon numaralarımızı verdik. Bunlar üzerinden bize ulaşan aileler oldu. Sanırım 60 aileye ulaştık şimdiye kadar.

Fatih kısa süre önce yoksulluğa bağlı intiharlarla gündeme gelmişti…

Ferhat: Yoksulluğunun boyutlarını görünce şaşıranlar olabilir. Biz öyle bir şaşkınlık yaşamadık. Yoksulluğun bu derece olduğunun farkındaydık. Bizi harekete geçiren tam da bu gerçeklik. Aksaray’da Kumkapı, Samatya’da Yedikule mahalleleri Afrika ve Balkan ülkelerinden göçmenlerin, Özbeklerin, Ermenilerin, Kürtlerin, yoğun olarak işçi sınıfının yaşadığı yerler. Bu mahalleler Fatih’in en yoksul bölgeleri. Çalışmalarımızı bu mahallelerde de yürütüyoruz.

Bahçelerimizde ekim dikim yapmak hafıza bırakma açısından önemli. Bu faaliyetleri sonradan öğrenecek olanlar “pandemi sürecinde insanlar yan yana gelip üretimde bulunmuş” diyebilecek. Buradan doğru dürüst ürün elde edemeyebiliriz, domateslerimiz çürüyebilir. Ama temel amaç dayanışmayı kurmak. Üst komşu biz çalışırken bisküvi veriyor, yanımıza gelip sohbet ediyor.

İsmail: Biz de işçiyiz. Gittiğimiz yerlerde gözümüze ilk çarpan şey haliyle yoksulluk oluyor. Aslında kendi yaşadığımız durumu başkalarıyla paylaşmaya ve buna çözüm aramaya çalışıyoruz. Kendi sorunlarımızı diğer insanların sorunlarıyla ortaklaştırıyoruz.

Daha önce de mahalle çalışmaları yapıyor muydunuz? Fatih Dayanışması nasıl bir sürecin sonucu?

İsmail: Bizim yedi-sekiz yıllık bir geçmişimiz var. Fatih Dayanışması Gezi döneminden beri varolan bir oluşum. İlk olarak ismimiz Kocamustafapaşa Dayanışması’ydı. Daha sonra Hayrola Fatih ve Tamam de Fatih olarak çalışmalar yaptık. Hedeflediğimiz şey aslında değişmedi. Paralı eğitime karşı dayanışmanın dersliklerini kurduk, atıl kalan parkları açık hava sinemalarına dönüştürüp aileler ve çocuklarıyla filmler, Hacivat-Karagöz oyunları izledik. Çocuklarla oyun atölyelerinde resim, kedi evleri, kukla yaptık. Aslında derdimiz, mahallenin sakinleriyle bunları yaparken aynı zamanda fatura, kira ve gıda zamlarına karşı sınıfsal dertleri gündeme getirmeye çalışmak. Belediye seçimlerinde önlüklerimizle pazarlara girip esnafı ziyaret ederek Fatih halkının gerçek dertlerini mahalleliyle birlikte gündeme getirdik. İktidarın görmezden geldiği, cezasız bıraktığı çocuk istismarlarına karşı sokaklara çıktık. İstanbul’a Kanal Değil Depreme Karşı Önlem başlığıyla düzenlediğimiz konferanslarımızda deprem ve çevre konusundaki kaygılarımızı dile getirdik. Siyasal fikirlerimizi ifade edebildiğimiz tüm bu çalışmalar yoksulların, emekçilerin dertlerine çözümler arayışında somut neler yapılabiliriz, nasıl alternatif oluşumlar üretebiliriz arayışında güven ağlarının oluşmasına büyük katkısı oldu. Ders verdiğimiz minik dostlarımızın muhafazakâr ya da milliyetçi ailelerinin bize dair baştaki güvensizliklerini zamanla yendik. Salgının ortaya çıkmasıyla aynı ailelerin bizleri arayıp hal hatır sormalarına, ihtiyaç neyse yapabileceklerini söylemelerine şahit olduk. Amacımız dayanışmayı, yoksulların adalete ulaşamamasının nedenlerini ve bunun politik sorumlularını ifşa edebilecek bir zemin haline getirmek.

Salgın örgütlenme ve ilişki kurma biçiminizde öncesine göre farklılıklara neden oldu mu?

Ferhat: Dayanışmayı meşruluk kazanmak için yapmıyoruz. Biz zaten meşruyuz. Mahalleli bizi biliyor, tanıyor. Toplumsal mücadele inişli çıkışlı. 2013 tüm Türkiye’de olduğu gibi Fatih Dayanışması için de toplumsal mücadelenin en yüksek olduğu dönemdi. O dönemde bu yükseliş karşısında başlatılan karşı propagandadan elbette etkilendik. Ama bizim için esas olan politika üretebilmek ve dayanışmanın sürekliliğiydi. Fatih Dayanışması sadece evlere erzak kolisi bırakan bir ağ gibi görünebilir, ama bir politik atmosferden ortaya çıkmış ağın parçası. Fatih’te yoksulluk yüzünden intihar eden dört kardeşi düşünelim. Fatih Dayanışması olarak yoksulluk kaynaklı intiharlarla ilgili basın açıklaması yapmıştık. Hatta bu açıklamalar iktidarın medyası tarafından hedef gösterildi.

Bugün karşımıza koronavirüs çıktı. Yarın başka bir salgın yaşayabiliriz. Yaşadığımız şeyin kaynağı neoliberalizm, dizilerde gördüğümüz, nereden geldiği belirsiz varlıkların sebep olduğu ve sınıfsal boyutu olmayan bir distopya değil. Bu süreçte kim gözden çıkarıldı? İşçiler, emekçiler, işsizler, sağlık emekçileri, çocuk işçiler…

İsmail: Gezi Direnişi döneminde, genel atmosfere bağlı olarak insanlar daha politikti. AKP’nin “çözüm süreci” diye adlandırdığı ve bunun üzerinden siyasi rant elde ettiği dönemde siyasi faaliyette bulunmak nispeten daha rahattı. Bugün insanlar fişlemeler ve soruşturmalardan dolayı çekiniyor. Gezi zamanında doğrudan politik bir temas kurabiliyorken şimdi biraz daha farklı temas kuruluyor. Biz de zorlanıyoruz, ama bu yan yana gelişimizi engelleyemiyor

Nasıl yeni ilişki biçimleri buldunuz?

İsmail: Yazın film gösterimleri yaptık mesela. Aileler ve çocuklarıyla beraber filmler izledik, mısır patlattık, güldük eğlendik. Gölge oyunları yaptık, parklarda mahalleliyle beraber iftarlar yaptık. Çocuklara ders vermeye başladık. Ders aralarında ailelerle sohbet ettik, çocuklarla top oynadık. Mahalleli olunca insanlarla yan yana gelmek kolay oluyor. İnsanlar artık çocuklarını bize emanet edecek kadar güveniyor.

Arka bahçede bostan faaliyeti

Sosyal medya hesaplarınızdan şehir bahçeleri ve tarımsal çalışmalar yaptığınızı gördük…

İsmail: Bir aydır insanların evde kalmaktan dolayı sıkışmışlık içinde olduğunu fark ediyorduk. Fatih Dayanışması’ndan bir arkadaşımızın evinin arka bahçesi var. Kendi aramızda başkalarını da dahil ederek bir kolektif alan yaratıp bu salgını nasıl atlatabiliriz diye tartışıyorduk. “Arka bahçelerimizi mi kullansak?” fikri ortaya çıktı. Gittik bahçeyi gördük, temizledik, yabani otlardan arındırdık ve çalışmaya başladık. Bu çalışmayı başlattıktan sonra da bize ulaşanlar oldu. Şehir dışındaki bir arkadaşımızın fide yollamasıyla dikime başladık. Diğer dayanışma ağlarıyla da iletişim halindeyiz. Fide eksiğimizi bu şekilde tamamlamaya çalışacağız. Bu bahçelerle bütün Fatih’i doyuramayacağımızı elbette biliyoruz. Amacımız salgını en az yarayla atlatıp dayanışma içinde olmanın önemini göstermek.

Neler ektiniz?

İsmail: Domates, patlıcan ve fasulye var. Biberler gelecek.

Kaç bahçeniz var ekim yaptığınız?

İsmail: Üç bahçe var; her biri ortalama 350-400 metrekare.

Nasıl karşılandı bu girişim?

İsmail: Bir bakıyoruz başkaları da bahçeye çıkmış, uğraşıyor. Bizi gören yan komşu bahçesine bir şeyler dikmeye başladı mesela. (gülüyor) Bahçelerimizde ekim dikim yapmak hafıza bırakma açısından da önemli. Bizden sonra bu faaliyetleri öğrenecek olanlar “pandemi sürecinde insanlar yan yana gelip üretimde bulunmuş” diyebilecek. Buradan doğru dürüst ürün elde edemeyebiliriz, domateslerimiz çürüyebilir. Ama temel amaç dayanışmayı kurmak. En basitinden, üst komşu biz çalışırken bisküvi veriyor, yanımıza gelip sohbet ediyor. Dayanışmayı neden kurmaya çalıştığımızı anlatmak bile önemli.

Dayanışma kolilerinin içindeki erzak ve hijyen malzemeleri bizim açımızdan ezilenlerin ezilenlerle kurduğu diyaloğun bir aracı. Bu diyaloğun kendisi politiktir ve daha büyük bir politik ihtimalin önünü açar.

Sağlıklı gıdaya ulaşmak gibi bir amacınız da var mı?

İsmail: Tabii. Salgın iki-üç ay daha devam ederse insanlar sebzeye, meyveye ulaşmakta zorluk çekmeye başlayacak. Bu faaliyet sayesinde belki 100 aile kendi ekip biçtiği sebzeyi yiyebilecek. Belki de Türkiye’nin her yerine yayılacak. Bostanımız çok büyük değil, ama şehirde yeşil alan yok denecek kadar az zaten, her yer beton. Ama küçücük bir toprakta da yapılacak şeyler var. Fatih’te küçük bir bahçede üretilen bir ürün kapitalist üretimin sağladığı gıdadan çok daha iyidir. İnsanlar bunu gördü.

Ferhat: Öncelikle bu yaptığımız işin neoliberal gıda politikalarıyla ilişkisini kurup anlatmak gerekiyor. Bugün karşımıza koronavirüs çıktı. Yarın başka bir salgın yaşayabiliriz. Bunların hepsi neoliberalizmin dünyayı getirdiği noktanın sonuçları; dizilerde gördüğümüz, nereden geldiği belirsiz varlıkların sebep olduğu ve sınıfsal boyutu olmayan bir distopya değil. Yaşadığımız şeyin kaynağı neoliberalizm. Bu süreçte kim gözden çıkarıldı? İşçiler, emekçiler, işsizler, sağlık emekçileri, çocuk işçiler… Çalışanların nasıl sömürüldüğünü de görmek gerek. Bir kişi birkaç kişilik işi yapmak zorunda bırakıldı. Somut örnek vermek gerekirse, Şok Market çalışanları raf toplayıp, depoyu silip, servise çıkıp, dükkânı kapatıp ertesi gün yeniden çalışmak zorunda bırakıldı. Sağlığa, bağışıklığa, gıdaya biraz da böyle bakmak gerek. Sağlıksız insan tipolojisinin yaratıldığı bir dönemde buna alternatif olarak dayanışma diye de bir olgunun olduğunu söyledik.

Çocuklarla ilgili özel etkinliklere yönelmenizin nedeni ne?

İsmail: Erzak dağıtıyoruz, ekip biçiyoruz, ama çocukları da unutmayalım dedik. Çocuklarla ders yapmaya başladığımızda tanıdık bir çevreyle işe başlamıştık. 15-20 çocuğa ders veriyorduk. Temel dersler ve çocuklar için felsefe dersleri veriyoruz. Okulda verilen felsefe eğitiminden farklı olarak daha geniş düşünmelerini sağlayacak ve eğlenceli işlenen bir felsefe dersi. Şen Şakrak Çocuklar isimli bir YouTube kanalı açtık. Çocuklar için videolar yapmaya başladık. Çocukların özneleşmesine destek olmak amacıyla hikâyelerin okunması ve kurgunun oluşturulması konularını çocuklara bıraktık. Onun haricinde, arkadaşlarımızın seslendirmesini yaptığı çocuk masalları var. Salgın bitene kadar çocukları da sıkmayacak şekilde etkinliklere dahil etmek amacındayız. Ailelerden de olumlu dönüşler alıyoruz elbette.

Dayanışma kolileri için tedarik faaliyeti

Felsefe derslerini nasıl organize ettiniz?

İsmail: Felsefe dersini veren hocamız özel bir kurumda felsefe öğretmeni. Çocukları da beraber düşünmeye katarak daha geniş bir bakışla, filozofların fikirlerini ve yaşamlarını oyun haline getirerek daha kolay anlaşılmasını sağlıyor. Çocukların belli durumlar karşısında kendilerini ifade edebilmeleri oyunlar, öyküler kuruyor. Çocuklara bir konu verip bunu bir masal ya da hikâyeye çevirerek anlatmalarını istiyor. Çocukların felsefeyi kavraması bakımından çok faydalı olduğunu görüyoruz bu faaliyetin.

Çocuklar bu çalışmaları nasıl karşılıyor?

İsmail: Ailelerden öğrendiğimiz kadarıyla EBA’yı (Eğitim Bilişim Ağı) dinlemiyorlarmış, bizim YouTube kanalımıza giriyorlarmış. (gülüyor) İktidarın sağlık konusunda olduğu gibi online eğitimde de sınıfta kaldığını gösteriyor bu. Bugün bahçesini ektiğimiz ailenin ikinci sınıfa giden çocuğu “10 dakikada bir aynı şeyi tekrarlıyorlar” diye EBA’yı dinlemediğini söyledi. Çocuklar farklı bir şeyi gördüğünde haliyle ilgilerini çekiyor, yakınlık hissediyorlar.

Dayanışma ağları birçok yerelde kurulmaya başladı. Bu hareketlilik dayanışmanın ne olduğu, dayanışma biçimleri tartışmasını da beraberinde getirdi. Siz nasıl tanımlıyorsunuz dayanışmayı?

İsmail: Erzak götürdüğümüz insanlarla biz aynı sınıftanız. “Erzak karşılığında oy” dönemi bitti. İnsanlar artık bunu görüyor. Bu yaptığımız ve doğruluğundan asla şüphe etmediğimiz şeyleri iktidar her zaman kendisine karşı tehdit olarak görmüştür. Bunu yıkmaya çalışacaklardır. AKP’nin koruduğu sermaye grubuyla, “sakin ol champ” diyen insanlarla bizim aramızda elbette fark var. Biz lüks arabalarla insanların evlerinin kapısına yanaşmıyoruz.

Çapa’da temas kurduğumuz işçilerin “daha sonra da görüşelim” demesi bir kazanımdır. Eve gömülmüş kadınlar veya öğrenciler için de böyle. Örneğin, feminizm Fatih gibi bir semtte öcü gibi görülüyor. Yakında bunun da yavaş yavaş değişeceğini görebiliriz. Toplumsal mücadelenin ivme kazandığı bir noktadayız.

Ferhat: Bizim yaptığımız yardımlarla siyasal iktidarın tabanını konsolide etmek için yaptığı “yardım” arasında bir nitelik farkının olması gerekiyor. Toplumsal mücadelede “dayanışma ezilenlerin inceliğidir”. Dayanışma, dayanışan öznenin de bir ezilen olması ve aynı zamanda ezilenlerle birlikte yer alıp onları özneleştirme meselesidir. Dolayısıyla, biz sadece dayanışma kolisi bırakmıyoruz. Siyasal iktidarın yaptığı yardımların bir dayanışma değil, sadaka olduğunu bilmemiz gerekiyor. Bu türden bir yaklaşım yardım ettiği kişiyi nesneleştirir. Kişinin sınıfsal bilincinin önünü kesen bir yardım biçimidir bu. Bizim yoksulluğumuz nedeni siyasi iktidarın uyguladığı politikalar. Dayanışma kolilerinin içindeki erzak ve hijyen malzemeleri bizim açımızdan ezilenlerin ezilenlerle kurduğu diyaloğun bir aracı. Bu diyaloğun kendisi politiktir ve daha büyük bir politik ihtimalin önünü açar. Bu nedenle dayanışmanın sürekliliğini sağlamak çok önemli.

Dayanışmanın sürekliliğinden ne kastediyorsunuz?

İsmail: Salgın sürecinde yan yana geldiğimiz insanlarla bu ilişkiyi devam ettirmek istiyoruz. Ders verdiğimiz öğrencilerin sosyalleşebilmesi için çeşitli etkinlikler yapmayı planlıyoruz. Ezberci eğitim sistemine bir alternatif oluşturmaya çalışıyoruz. Fatih Dayanışması’nın ders verdiği çocukların aileleriyle ilişkimiz devam edecek. Aynı şekilde sağlık çalışanlarıyla da. Buralarda kurulan yeni ilişkiler, yan yana gelişler salgın sonrasında da toplumsal mücadeleye katkıda bulunacaktır.

Dayanışmanın sahadaki karşılığı, sonuçları nasıl oluyor?

Ferhat: Salgın çok büyük bir sorun, ama Covid-19 yüzünden değil de açlık yüzünden öleceğini düşünen insanlar var. İnsanlar can derdinde. Kolilerimizin içine kim olduğumuzu, ne yaptığımızı anlatan bir bildiri koyuyoruz; bunu okuyorlar. Sosyal medyadan bize ulaşıp politik bir gönderiyi beğenmeleri ve paylaşmaları bile bir değişimin başladığını gösterir. Çapa’da temas kurduğumuz işçilerin “daha sonra da görüşelim” demesi bir kazanımdır. Eve gömülmüş kadınlar veya öğrenciler için de böyle. Örneğin, feminizm Fatih gibi bir semtte öcü gibi görülüyor. Yakında bunun da yavaş yavaş değişeceğini görebiliriz. Toplumsal mücadelenin ivme kazandığı bir noktadayız.

 

İsmail: Biz bir yandan Çapa Tıp ve Yedikule Devlet Hastanesi’ndeki sağlık çalışanlarına haftada bir gün yemek yapıyoruz. Dayanışmadaki arkadaşlar kendi mutfaklarını açarak çalışanlar için yemekler yapıyorlar. Son dönemde Okmeydanı Eğitim Araştırma, Çapa Tıp, Acıbadem, Yedikule, Samatya ve birçok hastane sağlık çalışanlarına verilen gece yemeği bir yumurta, biraz zeytin ve peynirden ibaret olduğu için doğal olarak doyurmuyor. Dayanışmanın şöyle de güzel yanları var mesela; koli verdiğimiz bazı aileler sağlık emekçilerine yemek yapmaya başladı. Sadaka usulüyle yapılmayan her faaliyetin iki tarafı güçlendiren bir yanı var. Salgın sonrasında da sorunların ortak tartışılmasına yol açacak bir mücadele haritası örülüyor. Üç evin mutfağında başladığımız bu dayanışma şimdi 12 mutfakla yapılıyor. Sağlık işçilerinin teşekkür mektuplarıyla birlikte “işçilerin arasında bir dayanışma ağı kurulmalı” önerileri geliyor, bu yolda bir köprü kurmuş oluyoruz.

Sağlık emekçileriyle deneyimlerini de paylaşıyor musunuz; neler anlatıyorlar?

İsmail: Çapa Tıp Fakültesi’ne ilk yemek götürdüğümüz gün hastanenin doktorlarından Prof. Dr. Cemil Taşçıoğlu covid-19 yüzünden hayatını kaybetmişti. Sağlık emekçileri yoğun bakım servisinde durumun kötü olduğunu, ekipmanların yetersiz olduğunu dile getiriyordu. Covid-19 hastalarıyla çok yakın temas halinde oldukları için koruyucu ekipmanın hayati önemi olduğu aşikâr.

Ferhat: Sağlık çalışanları kendileri için gerekli önlemlerin alınmamasının yanı sıra hastalarla ilgili önlemlerde de eksiklikler olduğunu anlatıyordu. Covid-19 olup olmadığı belli olmayan hastaların Covid-19 hastalarının yanında bekletildiğini anlattılar.

İsmail: Görüştüğümüz sağlık emekçileri ilerde beraber yürüyebileceğimiz, toplumsal muhalefeti yükseltebileceğimiz insanlar. Onların talepleri bizim de taleplerimiz. Sağlık çalışanlarına koruyucu ekipman vermeyen iktidarın Britanya’ya koli koli koruyucu sağlık malzemesi gönderdiğini biliyoruz.  Ya da İstanbul Aksaray’da intihar eden Ahmet Karakeçi’yi görmeyen iktidar İsveç’e uçak kaldırarak reklamını yapabiliyor. Yüzlerce sağlık çalışanı ekipman eksikleri olduğunu söylerken iktidar reklamını yapma peşinde.

Dayanışma Ağı içindeki işleyiş nasıl? Siyasi yapılarla nasıl bir ilişkiniz ya da mesafeniz var?

Ferhat: Yeni kurulan dayanışma ağlarında ilkelerle ilgili çok tartışma çok yapılıyordur. Ama Fatih Dayanışması’nın epey bir geçmişi olması nedeniyle bu tartışmaları büyük oranda yapmıştık. Fatih Dayanışması’nda farklı siyasi düşüncelerden arkadaşlar var. Aynı zamanda bireysel olarak siyasi faaliyet yürütenler de var. Şoven, cinsiyetçi, ırkçı olmamak gibi ilkelerimiz var. Bu ilkelere uyulduğu sürece herkese kapımız açık. Fatih Dayanışması olarak özerkliğimiz sağladığımız ölçüde bir değer oluşturabileceğimizi düşünüyoruz.

Başka dayanışma ağlarıyla ilişkiniz, birlikte çalışma zemininiz var mı?

Ferhat: İstanbul’daki bütün dayanışma ağlarıyla ortak iletişim grupları mevcut. Bunun dışında, tohum aldığımız veya fazla gıda kolisi olup bizimle paylaşan, siperlik gibi ihtiyaçlarımıza cevap olan ağlarla dayanışma halinde olduk. Biz pek bir şey veremedik. Malûm haritada bölgemizin rengi kırmızı, tonu da epey ağır…

Biraz önce değindiniz, yerellerdeki bu hareketin, bu buluşmaların engellemeyle, baskıyla karşılaşacağını düşünüyor musunuz?

Ferhat: Bu soruna, siyasal iktidar ve halkın oluşturduğu meclisler açısından bakmak gerek. Siyasal iktidarın bu alana saldırmasıyla ilgili bir korkumuz yok. Ama bir saldırı bekliyoruz. Örgütsel bir temasımız olmasa da Adana ve Kars’ta dayanışma ağı örmeye çalışan arkadaşlarımızın gözaltına alındığını biliyoruz. Pandemi hem dünyada hem de Türkiye’de sınıfsal çelişkileri son derece keskinleştirdi. Çocuklar yaşlılar, çalışanlar burjuvazinin de siyasal iktidarın da umurunda değil. Bunu net bir şekilde gördük. Çelişkilerin bu kadar keskinleştiği bir noktada bizim dayanışmamız da büyüyecektir. İnsanca yaşamanın en temel koşullarını örgütleyen alternatif yapılar saldırıya uğrayacaktır. Ama bu saldırılar bizim ne meşruluğumuzu sorgulatır ne de iş yapmamıza engel olur. Bu bugüne özgü bir durum da değil. Muhtemelen bizim için “bunlar paraleldir” diyecekler. Bence biz onların hattını dik kesen bir çizgideyiz.

^