KAZDAĞLARI SALDIRISI

Söyleşi: Anıl Olcan
9 Ağustos 2019
SATIRBAŞLARI
Kazdağları sadece Kazdağları değil. Geniş bir coğrafya ve büyük bir ekosistem. Onlarca altın madeni ruhsatının sebep olduğu ve yeni saldırılarla birlikte daha büyük ölçekte yol açacağı ekolojik ve sosyal yıkımı, buna karşı verilen ve verilmesi gereken mücadeleyi Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nin yönetim kurulu başkanı Süheyla Doğan’dan dinliyoruz.

 


Ne zamandır ekoloji mücadelesinin içindesiniz?

Süheyla Doğan: Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nin yönetim kurulu başkanıyım. 17 yıl önce Ayvacık’ın küçük bir köyüne, Nusratlı’ya daha sakin bir hayat yaşamak için yerleştim. Köye yerleştikten sonra bölgede yapılması gereken çok fazla şey olduğunu gördüğüm için dernekleşmeye karar verdik ve Nusratlı Köyü Kültür, Turizm ve Dayanışma Derneği’ni kurduk. Kadınların, gençlerin ve çocukların yaşamlarını daha iyi bir noktaya getirmeyi, kültürel ve sosyal dayanışmayı artırmayı hedefledik. 16 kadının beraber kurduğu doğal ürünler satış merkezimiz var. Bu ürünleri aracısız bir şekilde gıda topluluklarına ulaştırıyoruz. Bir yandan kadın hareketi içinde aktif bir çalışma yürütüyorum. Körfez Bağımsız Kadın Dayanışması isminde bir grubumuz var. Özellikle kadın cinayetleri davalarını takip ediyor, kadına yönelik şiddeti görünür kılıyoruz. 2007’de yaşadığım köye çok yakın bir noktada altın madeni arama faaliyeti olduğunu öğrendik. Bir grup arkadaşımızla hemen müdahale ettik.
Daha sonra bu grup büyüdü ve Bahçedere altın madeni işletmesinin ruhsatını iptal ettirmeyi başardık. Bu süreçte başka bir altın madeni ruhsatıyla ilgili eylemlerimiz oldu. Bu proje için “ÇED olumlu kararı” çıkartmamayı başardık. Kazdağları’nın Evciler, Kirazlı ve Muratlar, Yenice ve Çan bölgelerindeki talanı görünce o mücadelelere de destek verdik. Halkın katılım toplantılarını ve ÇED süreçlerini takip ettik. Aslında Küçükkuyu merkezli bir dernektik, ama Havran ve Yenice gibi bölgelerdeki talanı görünce bu noktalara da el atma gereği hissettik. Çıkış noktamız altın madenciliği olsa da, ekoloji ile bütünlüklü olarak ilgilenmeye başlayınca Çanakkale’nin birçok farklı sorunu olduğunu gördük.

Nedir o sorunlar?

Termik santrallerin doğaya verdiği zararlar, derelerin ve arıtma tesislerinin kirliliği, yerel ürünlerin kaybolmasının ekolojik yaşama etkileri, sağlıklı gıdaya ulaşmanın zorluğu… Gençliğimde politik mücadelenin içindeydim, ama ekoloji mücadelesi ile ilgili deneyimimiz yoktu. Bu süreçte hayata daha bütünlüklü bakmayı öğrendim.

Kazdağları’nın birçok yerinde madencilik faaliyeti var. Bazı maden ruhsat alanı bölgeleri Kazdağları sayılmıyor. Bunun nedeni nedir?

Yetkililer Kazdağları’nın sadece milli park olarak ilan edilmiş bölgesini “Kazdağları” olarak kabul ediyorlar. Kamu insanları böyle yönlendiriyor. Aslında Kazdağları büyük bir ekosistem. Ağı Dağı da, Şap Dağı da Kazdağları ekosistemine dahil olan yerler. Yalnızca milli park sınırı ile düşünürsek Kazdağları’nın ekosistemini anlayamayız. Demirtepe altın madenininin ruhsatının olduğu Şap Dağı’nın etekleri ile Kazdağları’nın flora ve faunası birbirine çok benzer. Bu dağlar ekosistem açısından büyük değerler taşıyor. Bu yüzden Kazdağları’na da, Şap Dağı’na da, Munzur’a da sahip çıkmalıyız. Mücadeleyi tek bir yere sıkıştırmamak lâzım. Sadece Kazdağları’na yoğunlaşmak, Şap Dağı’ndaki talanı görmezden gelmek yanlış olur.

Teck Cominco’nun ruhsatı Bahar Madencilik’e devredildi. Kanadalı bir firma neden yerli bir firmaya ruhsatını devreder? Kazdağları’nda sürmekte olan bazı projelerin ruhsatları Cengiz Holding’e devredildi. Tuhaf bir sermaye değişimi de yaşanıyor. Bazı çokuluslu şirketler yerli firmalar kuruyor. Bir yandan yerli ortakları olan çokuluslu firmalar da Kazdağları’nda faaliyette.

Ekoloji mücadelesinin belirli bir alana sıkıştırılması gibi bir endişe taşıyor musunuz?

Evet. Kirazlı gerçekten çok vahim durumda, ama eşzamanlı bir şekilde Havran’da da yoğun bir talan var. Tepeoba molibden madeni çok yakın bir zamanda kapandı. Herkes bu madenin sonucunu gördü. Şimdi Kirazlı ve Demirtepe gibi yerler böyle olmasın diye mücadele ediyoruz.

Alamos Gold’un Kirazlı’ya yapmaya çalıştığı altın madeni projesi nasıl başlıyor?

Proje 1987’de başlıyor. Biz süreci 2007’den sonra takip ettik. Daha sonra hukuki süreç başlatıldı. Hukuki süreç tamamlanmadan valilik ve Çalışma Bakanlığı ile çalışma izinleri imzalandı ve Alamos Gold son sürat çalışmalarına başladı. Üç ay içinde 200 bin ağaç kesildi. Her ne kadar bakanlık 13 bin ağaç dese de, orman mühendislerinin ve TEMA’nın yaptığı hesap ortada. Alamos Gold çok süratli çalışıyor. Bugünlerde atık havuzlarını açmaya başladılar. Büyük kesimden önce de ağaç kesilme fotoğraflarını görüyorduk. Drone görüntüleri büyük bir tepki yarattı. Çanakkale halkı durumun bu raddeye geleceğini düşünmüyordu. Tümad Madencilik’in Lapseki’de yaptığı altın madeni gözlerden uzak. Benzer bir talan orada da yaşandı. Tümad’ın İvrindi’deki altın madeni aynı şekilde devam ediyor. Avrupa’nın en büyük altın madeni. Dört tane cehennem çukuru açılacak. Atık havuzlarını da düşündüğünüzde korkunç büyük bir alan. O alanın drone görüntüleri olmadığı için ne olduğunu bilmiyoruz. O alana yaklaşmak bile yasak. Tümad Madencilik’in bu iki projesi doğa talanı açısından ciddi yıkımlar getirecek. Kirazlı, Atikhisar Barajı’na çok yakın olduğu için ve büyük bir ağaç katliamı yaşandığı için büyük bir infial yarattı. Yaklaşmakta olan daha farklı tehditler de var.

Nedir o tehditler?

Newmont isimli bir firma Terziler Köyü’nde iki tane, Yeniköy’de bir tane altın madeni için ÇED süreci başlattı. Bakanlık bunun duyurusunu yaptı. New Monster (Yeni Canavar) diye bilinen Newmont maden şirketi “kuartz çıkaracağız” diyor. Bu çok komik. Sürece dahil olduk ve dilekçelerimizi verdik. Bu açık bir şekilde bir altın madeni projesi. Bu süreç bizim dilekçelerimizle biraz olsun yavaşladı, ama bu saldırıların devam edeceğini düşünüyorum.

Kazdağları büyük bir ekosistem. Ağı Dağı da, Şap Dağı da Kazdağları ekosistemine dahil olan yerler. Bu dağlar ekosistem açısından büyük değerler taşıyor. Bu yüzden Kazdağları’na da, Şap Dağı’na da, Munzur’a da sahip çıkmalıyız. Mücadeleyi tek bir yere sıkıştırmamak lâzım. Sadece Kazdağları’na yoğunlaşmak, Şap Dağı’ndaki talanı görmezden gelmek yanlış olur.

Bahsettiğiniz çokuluslu şirketlerin dışında yerli, büyük sermayeli şirketler de Kazdağları’nda…

Eczacıbaşı ve Koza’nın bölgede altın madeni projeleri var. Eczacıbaşı’nın Lapseki ve Balya’da altın madeni projesi var. Teck Cominco’nun ruhsatı şu anda Bahar Madencilik isimli yerli bir firmaya devredildi. Kimdir Bahar Madencilik, bilmiyoruz. Kanadalı bir firma neden yerli bir firmaya ruhsatını devreder, bilmiyoruz. Kazdağları’nda sürmekte olan bazı projelerin ruhsatları Cengiz Holding’e devredildi. Nedenini tam olarak anlamadığımız tuhaf bir sermaye değişimi de yaşanıyor. Bazı çokuluslu şirketler yerli firmalar kuruyor. Bir yandan yerli ortakları olan çokuluslu firmalar da Kazdağları’nda faaliyette.

Şirketlerin altın çıkarma yöntemleri nasıl? Madenler nasıl çalışıyor?

Altın madeni ruhsat bölgelerinde çeşitli yöntemlerle rezerv miktarları ve tenör belirleniyor. Tenör, bir ton toprakta kaç gram altın olduğu öğrenmeyi sağlayan bir yöntem. Bu bilgilere göre açık ocak alanları belirleniyor. Bu cehennem çukurları cevherin kazılıp çıkarıldığı yerler. Daha sonra cevherin kırılıp öğütülme süreci var. Öğütülen toprak başka bir alanda katman katman toprağa seriliyor. Serilen toprağın üzerine siyanürlü su püskürtülerek altın topraktan ayrıştırılıyor. Kirazlı altın madeninde bu şekilde açık liç usûlüyle ayrıştırma yapılacak. Alamos Gold’un bu bölgede üç projesi var birbirine yakın. Ağı Dağı ve Kirazlı’daki maden alanlarında cevherin çıktığı yerde siyanür liçi yapacak. Çamyurt madeni projesinde cevheri ya Ağı Dağı’na ya da Kirazlı’ya getirip siyanür liçi yapacak.

Bu yöntemlerin Kazdağları ekolojisine vereceği zararlarla ilgili bir öngörünüz var mı?

Altın madenciliğine karşı çıkarken sadece siyanür üzerinden mücadele geliştirmek bana doğru gelmiyor. Siyanür kullanımı altın madenciliğinin zararlarından sadece biri. Esas olarak bölgenin ormansızlaştırılması ve susuzlaşması çok büyük bir yıkım. Atık su havuzlarının yeraltı sularını kirletmesi diğer bir sorun. Atık su havuzlarındaki maddeler buharlaşma yoluyla veya atık suyun tutulduğu barajın yıkılmasıyla canlıları etkiliyor. Brezilya’da ve Romanya’da atık suların tutulduğu havuzlar yıkıldı ve yüzlerce dönüm toprak alan zehirlendi. Brezilya’da atık su barajının çökmesinden dolayı dokuz insan öldü. Bu kaza madencilik faaliyetlerinin engellenemeyen sonuçlarından sadece biri. “Kaza olmuyor” diyebilirler, ama bu bölge deprem bölgesi. Maden sahalarında siyanürün buharlaşmaması için kireçleme yapılır. Eşme’de çok yağmur yağdığından kireçleme yapılamadı ve siyanür buharlaşarak elli kilometrekarelik bir alana yayılıp yağmurlarla toprağa karıştı. Erken doğumlar yaşandı, hayvanlar öldü ve insanların kanındaki arsenik oranı yükseldi.

Siyanür kullanımı altın madenciliğinin zararlarından sadece biri. Esas olarak bölgenin ormansızlaştırılması ve susuzlaşması çok büyük bir yıkım. Atık su havuzlarının yeraltı sularını kirletmesi diğer bir sorun.

Su ve Vicdan Nöbeti’nden pek çok aktivist maden şirketlerinin yoğun bir halkla ilişkiler faaliyeti gösterdiğini söylüyor. Siz ne dersiniz bu çalışmalarla ilgili?

İnternette “Tepeoba molibden madeni” diye arattığınızda şirketin genel müdürünün bir açılışta yaptığı konuşmada, “Tepeoba Köyü’nün okulunu boyadık, köye içme suyu getirdik” gibi sözler söylediğini görürsünüz. Şirketler, maden ocağı açmak istediği yerlerde birtakım sosyal rüşvetler vererek halkı avucunun içine alıyor. İstihdam vaadi şirketlerin en önemli silahı. Altın madeninin ömrü sekiz-on sene arasında değişiyor. Tepeoba molibden madeni on üç yıl sürecek diye başladı, ama yedi yılda alanı terk ettiler. Şirket yedi yıl bölgeyi sömürdükten sonra gitti, köylüler incir ağaçlarından, zeytinliklerinden oldular. Şimdi köylülerin çoğu işsiz ve tarlaları eskisi kadar verimli değil. Şirketler istihdam vaadiyle kandırıp bir süre işe alıyor, ama kısa sürede çekip gidiyor. Tepeoba’da büyük bir işsiz insan kitlesi var artık. Bu işsizlik ve güvencesizlik müthiş bir sosyal yıkıma yol açıyor köylerde.


Geçmişte yaşanan olumsuz durumu tecrübe etmiş köyler neden hâlâ tepki vermekten geri duruyor?

Türkiye halkının genel olarak devlete bir güveni vardır. “Devlet vatandaşı için kötü bir şey yapmaz, maden kötü olsa devlet ruhsat vermez” gibi bir düşünce taşıyorlar. Haklılar aslında, devletin vatandaşın aleyhinde bir şey yapmaması gerekir. Ne yazık ki sermaye devleti ele geçirdiği için halkın yararına olan projeler yerine sermayenin yararına olan projeler hayata geçiyor. Henüz bu ayrımın farkında olunmadığını düşünüyorum.

Madenlerin açılacağı bölgelerdeki köylerde ÇED toplantıları nasıl geçiyor?

2000’li yılların ortalarında çok iyi geçiyordu. Köylüler bu projeleri desteklemiyordu ve toplantıları yaptırmıyordu. Daha sonra, sosyal rüşvetlerle ibre tersine dönmeye başladı. Bazen biz bu toplantı salonlarına giremiyorduk. Kubaşlar Köyü’nde yapılacak maden projesinin toplantısına maden şirketi yandaşlarını doldurmuştu. Biz bir cümle bile edememiştik. Böyle olduğu zaman biz de toplantıyı yaptırmamayı tercih ettik. (gülüyor) Diyalog kötü bir şey değil. Bilimsel itirazlarınız raporlanmıyorsa o toplantının hiçbir değeri yoktur.

Tepeoba molibden madeni on üç yıl sürecek diye başladı, ama yedi yılda terk etti. Şirket yedi yıl bölgeyi sömürdükten sonra gitti, köylüler incir ağaçlarından, zeytinliklerinden oldular. Şimdi köylülerin çoğu işsiz ve tarlaları eskisi kadar verimli değil.

Son yıllarda maden şirketlerinin yoğun bir şekilde doğaya saldırmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cumhuriyet döneminin kalkınma politikalarında devletçi bir yöntem vardı. Enerji veya madenle ilgili yatırımlar KİT’ler üzerinden yapılırdı. KİT’ler bu yatırımları şimdiki gibi acımasız bir şekilde yapmıyordu. KİT’ler kapatılıp madencilik faaliyetleri sermayeye bırakılınca kâr öncelikli bir sistem kuruldu. Doğayı ve insanları üzerinden para kazanabilecekleri bir araç olarak görüyorlar. Egemen sınıfların kâr hırsı hükümetler tarafından da desteklenince ortaya bu durum çıkıyor. Biz toprakta başka bir şey görüyoruz, onlar altın madeni görüyor.

Ekoloji mücadelesi ile ilgili çalışmalar yapan diğer sivil toplum örgütleriyle nasıl dayanışıyorsunuz?

Süheyla Doğan söyleşi bittikten sonra gelen bir telefondan Demirtepe altın madenini yapacak olan firmanın projeden çekildiğini öğreniyor

Ayvalık Tabiat Platformu, Burhaniye Çevre Platformu ile dayanışma içindeyiz. Edremit’te kent konseyi içinde bir çevre çalışma grubu kuruldu, onlarla da çalışmaya başlayacağız. Kazdağları’nın diğer tarafında İda Dayanışma Derneği, Çanakkale Kent Konseyi Çevre Meclisi ile dayanışma halindeyiz. İyi bir işbirliğimiz var. Türkiye’de altmış çevre derneğiyle Ekoloji Birliği’ni kurduk. Bu birlik yerel çevre derneklerinin üst birliği. Türkiye’deki ekoloji mücadelelerini birleştirmeye çalışıyoruz. 5 Ağustos’ta yapılan büyük eylem için Ekoloji Birliği’ne çağrı yapılmıştı. Birçok bileşen eyleme gelerek destek verdi. Daha genel bir ekoloji politikası üretmek için bileşenlerle birlikte düşünmeye devam ediyoruz. Hukuki süreçlere ve çevre yasalarıyla ilgili konulara müdahale etmek için bir çalışma başlattık. Biz de Kazdağı Derneği olarak bileşenlerinden biriyiz.

Belediyeler ve çevre örgütlerinin birlikteliğini bu süreçte nasıl görüyorsunuz?

2007’de altın madenlerine karşı mücadeleye başladığımızda yerel yönetimleri çok ciddi bir şekilde işin içine kattık. O bölgenin belediye başkanı AKP’liydi, ama bölgesini seven biriydi. Yerel hareketlerde maddi ve lojistik desteğe ihtiyaç var. Belediyeler bu konuda önemli bir paydaş. Bu süreçte belediyeler de kendi içlerinde bir birlik oluşturdular. Ege ve Marmara Çevre Belediyeler Birliği çevre mücadelelerine destek vermek amacıyla kuruldu. Bu dayanışmayı önemli buluyorum.

Su ve Vicdan Nöbeti tarihi bir eylem olma yolunda. Siz nöbet alanına girdiğinizde neler hissediyorsunuz?

Nöbet alanını görünce çok mutlu oluyorum. Geçen gün yüz kişilik bir ekiple alandaydık. Alandaki dayanışma ruhu bizi birleştiriyor ve umutlandırıyor. Direncimizi artırıyor.

Son söz?

Yerel halk ile dayanışma. Mücadele, mücadele, mücadele…

^