KORONA VE EKONOMİK KRİZ KISKACINDAKİ KAFE, BAR VE RESTORANLAR –II

Söyleşi: Anıl Olcan
4 Aralık 2020
SATIRBAŞLARI

“Korona ve ekonomik kriz kıskacındaki kafe, bar ve restoranlar” dizisinin ikinci bölümünde, söz sırası Beyoğlu’nun yerleşiklerinden, yirmi yıldır öğrencileri, sanatçıları, gazetecileri ağırlayan Leylek Kafe’nin işletmecisi Zeki Yıldız’da…
Zeki Yıldız

Yeni kurallara göre kafe ve lokantaların sadece paket servisi yapmasına izin veriliyor. Sizin buna bir hazırlığınız var mı?

Zeki Yıldız: Bizim paket servisimiz yok. Bunun için motor almak ve çalışan tutmak külfetli. Paket servisi sunabilecek kadar büyük bir yer değiliz. Gel-al servisi deneyeceğiz. Beyoğlu’nda çok mekân var, mesken sayısıysa az. Gel-al servisi Beyoğlu için cazip görünmüyor. Leylek Kafe’nin Facebook grubundan duyuru yaptım. İnsanlar kafeye gelip yiyecek alabiliyor. Menüyü biraz daraltacağız; kek, tiramisu, zeytinyağlı yemek ve tost gibi yiyecekler satmaya çalışacağız.

Bugün satış yaptınız mı? Hasılatınız nasıl?

İki kişi geldi. Biri kek, diğeri zeytinyağlı aldı. Toplamda 80 lira kazandım. Bir günde kazandığım toplam bu. O kadar.

Salgın başladığında devlet esnaflara bazı yardımlar açıkladı. Siz herhangi bir destekten yararlanabildiniz mi?

Devletin kasası tamtakır olduğu için bize bir şey sunmadılar. Avrupa’da esnaflar hibe ve sıfır faizli kredilerle desteklendi. Bizde verilen kredi hem faizli, hem de borcu olana kredi verilmedi. Kim kendisini nasıl güvende hissedecek? Şu durumda bile çevre temizlik vergisinden, atık yağ vergisine kadar hepsini alıyorlar. Devletin açıkladığı desteklerden Halkbank’ın esnaf kredisine başvurdum. O krediyle borçlarımı ödedim. Küçük esnafın durumu iç açıcı değil. Herkes borçlandırılmış. Borçlu esnaf bu dönemde devletin sunduğu devlet bankalarındaki kredileri kullanamadı. Kredi alanlar da borçlarını ödemeye çalıştı, dükkân kiralarını ve çalışanların maaşlarını ödediler. Derken o da eridi. Mart ayından beri doğru düzgün para da kazanmadık.

Devletin kasası tamtakır olduğu için bize bir şey sunmadılar. Şu durumda bile çevre temizlik vergisinden, atık yağ vergisine kadar hepsini alıyorlar. Herkes borçlandırılmış. Borçlu esnaf devlet bankalarındaki kredileri de kullanamadı.

Leylek Kafe nasıl bir mekân?

Leylek Kafe’yi 2000 yılında bir arkadaşla birlikte kurduk. Daha sonra o arkadaş ayrıldı, ben devam ettim. İlk açıldığımızda yemek servisimiz yoktu. Sadece içecek veriyorduk. Zamanla mutfak kurduk. Genelde üç kişi çalışıyoruz. Mutfakta bir kişi oluyor. İki kişi çalıştığımız dönemler de oldu, dört kişi çalıştığımız da… Leylek’i açtığımızda bu sokakta pek başka kafe yoktu. Kaktüs ve Peripetie Kafe buradaki en eski mekânlardı. Bunların bazısının yeri değişti, bazısı kapandı. Başa çıkılmıyor ki. Esnaf borçlu. Bir süre sonra yok pahasına devretmek zorunda kalıyor, bunca emeğini bırakıp çekiliyor insanlar. Sonrası meçhul.

Siz bu zor şartlarda nasıl ayakta kalabildiniz?

Mal sahibim salgının başlarında açık olmadığımız süre için kira almadı, anlayışlı davrandı. Leylek Kafe’de dayanışma kültürü vardır. Dayanışmayla ayakta durduk. Salgın yasakları yaza kadar böyle giderse ne olacağını bilmiyorum. Ama Leylek’in kapanmasını istemem.

Salgın başladığında neler yaptınız?

Karar çok ani alındı. Mart ayının ortasında kafeyi kapattık. 1 Haziran’da tekrar açtık. Toplam 15 masamız var. Hijyen kuralları gereği masa sayımız altıya düştü. Kendi imkânlarımızla hijyen kurallarına uymaya çalıştık. İyi kötü işimizi devam ettiriyorduk. Zaten salgın öncesinde de işler düşüktü.

Esnaf ve sanatçıların 15 Kasım’da Beyoğlu-Mis Sokak’ta yaptığı sessiz protesto

Bu daha ne kadar daha böyle devam edebilir?

Devlet piyasa dinamiklerini dinliyor, küçük esnafı düşünmüyor, AVM gibi büyük yerleri destekliyor. Bu çok adaletsizce. Fabrikalardaki işçilerin Covid-19 olmaları da umurlarında değil. Tümüyle bir kapatma yapılması gerekirdi, ama yapılmadı. Geçmişteki gibi önlemlerle devam ederlere bu kapatmalar yaza kadar sürer. Salgının pik yaptığı dönemde kapatıp tekrar açarlar. Kısıtlamalar küçük işletmelerin tökezlemesine ya da batmasına yol açıyor.

Kafede bütün işleri tek başınıza mı yapıyorsunuz şimdi?

Bir arkadaşımla bakıyoruz dükkâna. Her gün 13-14 saat çalışıyorum. Sabah geliyorum, yemek yapıyorum, müşterilere bakıyorum. Ev gibi. Emeğimin karşılığını alamıyorum. Para kazanayım düşüncesi kalmadı artık. “Mevcut durumu, mekânın kalitesini koruyalım yeter” diye bakıyorum. Bir gelecek görmüyorum aslında. Mekâna daha nitelikli bir şeyler katmak isterim, ama bunlar maddi altyapı gerektiriyor. Çok masraflı biri olmadığım için gelen parayı mekâna yatırıyordum. Hep buradayım. Sosyal yaşantım da yok.

Devlet küçük esnafı düşünmüyor, AVM gibi büyük yerleri destekliyor. Fabrikalardaki işçilerin Covid-19 olmaları da umurlarında değil. Tümüyle bir kapatma yapılması gerekirdi.

Leylek Kafe’nin dayanışma kültüründen bahsettiniz. Nasıl müşterileriniz var, kimler gelir Leylek’e?

Leylek’i açtığımızda Küçükparmakkapı sokak izbeydi. Beyoğlu’nun yeni yeni dinamizm kazandığı dönemlerdi. Çok kişi geldi geçti tabii… Sinemayla, tiyatroyla, edebiyatla ilgilenen, bu konularda çalışmalar yapan insanlar geliyor. Söyleşiler düzenleniyor. Ders çalışmaya gelen öğrenciler çok olur. Burada ders çalışan bazı öğrenciler şimdi hoca oldu. (gülüyor) Gel-al servisi dayanışmak için kullanan müşterilerimiz var. Uğrayıp yemek alıyorlar. Başlarda salgının nasıl bir şey olduğunu kavrayamamıştık. Bizim müşterilerimiz bu konuda duyarlı ve bilinçlidir. Onlar da kafeye gelip gitmeyi sınırlandırdı. İşler düşüktü. Haziranda günde en fazla 20 kişi geliyordu, ekimde biraz hareket oldu. Ama o da geçmiş yıllara göre yarı yarıya düşüktü. İş olmayınca motivasyon düşüyor. Kafeleri veya restoranları dinamik kılan gelen giden insanlardır. Onlar olmayınca, bu ruh halimize de yansıyor. Ayağını sürerek iş yapıyorsun. İnsanın moralini bozan bir süreç bu. Maddi boyut bir kenara, psikolojik dayanak lâzım. Günü kurtarmaya çalışıyorum.

Müşterileriniz uzun süredir Beyoğlu’ndan uzaklaşmasının Beyoğlu’nun dönüşümüyle ilgisi olduğunu söyleyebilir miyiz?

Tabii. Kültür-sanat dediğin zaman akla Beyoğlu gelirdi. Beyoğlu sinema ve tiyatro salonlarıyla anılırdı. Sanatçıların atölyeleri vardı. Sanatın çeşitli dallarıyla uğraşan insanların uğrak yeriydi. Zamanla bu mekânlar kapatıldı. AKM yıkıldı. Bu mekânların sayısı azaldıkça sanatla uğraşan kesimler ayağını çekti. Beyoğlu’nun kimliği şu anda nargileyle özdeş durumda. Beyoğlu’ndaki eski ortamın geri dönmesi için sinema ve tiyatro salonlarının yeniden açılması gerekir.

^