BELARUS’TA MUHALEFET VE İKTİDAR

Hakan Güneş
7 Eylül 2020
SATIRBAŞLARI

Belarus 9 Ağustos’tan beri ayakta, Lukaşenko’nun 26 yıllık iktidarı sallantıda. Dört haftadır son yılların en kitlesel protesto gösterilerine sahne olan ülkede muhalefetin bileşimi, temsiliyeti ve talepleri de değişim içinde. Nasıl bir aşamaya gelindi, bundan sonrasında neler olabilir? Belarus’a yakın plan…
The Person in a Case, Igor Tishin

Belarus’ta olan biteni Batı-Doğu, AB/D-Rusya karşıtlığına dayalı bir denklemle okuyanlar için değişen bir şey yok. Ama dört haftada epeyce şey değişti ve değişmeye devam ediyor. Bu süre zarfında, Aleksandr Lukaşenko kendisine zaman kazandıran bir dizi taktiği durumu idare edecek düzeyde hayata geçirebildi. Muhalefet cephesinde ise üç önemli isim yollarını ayırdı. Svetlana Tihanovskaya’nın yerini Maria Kolesnikova doldurmaya başladı. Dört haftanın ardından, yorulsa bile dinamizmini kaybetmeyen halk hareketi varlığını sürdürürken temsilcileri ve talepleri farklılaşmaya başlıyor.

26 yıldır ülkeyi yöneten ve Belarus halkına komşularına oranla ciddi bir refah sağlayan, ancak özgürlükler karnesi hayli zayıf olan Lukaşenko iktidarı, “artık yeter” diyen milyonların sokağa inmesini engelleyemedi. 9 Ağustos’ta yapılan seçimlerin sonuçlarının ilan edilmesinden bu yana, yeni ve serbest bir seçim için ayaklanan halk neredeyse gösterisiz tek bir gün geçirmedi. Az bilinen bu kuzeydoğu Avrupa ülkesi halkının dünya sosyal hareketler tarihinin 2020 yazı bölümüne damgasını vurduğunu söyleyebiliriz.

9 Ağustos’tan beri dinmeyen protestolar, polisin yeniden kendini hissettirmesi üzerine, Gezi’nin “duran adam” eylemlerini anımsatan bir espriyle, “gezen insan” formunda devam ediyor: “Ya Gulyayu”, yani “Gezintiye Çıktım” ya da “Geziyorum”, dördüncü haftaya damgasını vuran eylem sözü haline geldi. Belarus halkının 30 günü aşan gezisinde yürüyüşler değişmese de yürüyenlerde, hedefleri ve sözlerinde önemli değişiklikler yaşanıyor. 

Muhalefet “atanmayan seçilmiş başkan” Tihanovskaya’nın liderliğinde mi, Kolesnikova’nın ağırlıkta olduğu Koordinasyon Konseyi liderliğinde mi ilerleyecek? Tihanovskaya AB ülkeleri tarafından desteklenirken, Kolesnikova hem Rusya hem de Batı ile daha dengeli bir ağı temsil ediyor.

Muhalefetin üç kadın lideri

Muhalefetin başkan adayı Svetlana Tihanovskaya ile onunla birlikte güçlü bir kampanya yürüten Veronika Tsepkalo ve Maria Kolesnikova üçlüsünün yolları üçüncü haftadan sonra belirgin bir biçimde ayrıldı. Tihanovskaya Litvanya’ya, Tsepkalo ise eşinin yanına (muhtemelen Moskova) giderek ülkeden ayrıldığında, bu üç önemli sembol isimden Maria Kolesnikova ülkede kalan tek “lider” olarak öne çıkmaya başladı.

Maria Kolesnikova Rus sermayeli Belgazprom Bankası eski CEO’su ve adaylığını açıkladıktan sonra tutuklanan Viktor Babariko’nun kampanya ekibinde yer almakla başladığı siyasi kariyerini halk hareketinin içinde dengeli adımlar atarak zirveye taşımış görünüyor. Muhtemel bir iktidar değişiminde Kolesnikova’nın Tihanovskaya’dan çok daha yüksek oy alacağı iddiası hiç de yabana atılır türden değil.

Kolesnikova seçim kampanyası dönemindeki yol arkadaşı Svetlana Tihanovskaya ile hiçbir temaslarının kalmadığını geçtiğimiz hafta paylaşmaktan kaçınmadı. Aynı günlerde, Vmeste (Birlikte) adında bir siyasal hareket kurduklarını da ilan etmişti. Yine aynı günlerde, Svetlana Tihanovskaya da ortak kampanyadan ziyade Strana Dlya Jizn (Ülke Yaşam İçindir) adlı bir kampanya/harekete çağrı yapıyordu.

Tsepkalo ise protestoların ilk günlerinde eşiyle birlikte yurtdışındaki evlerinden bağlandığı birkaç zoom söyleşisi dışında son derece düşük bir profile geçerek adının unutulması sürecini kendisi başlatmış oldu. Kolesnikova, Tsepkalo’nun “Koordinasyon Konseyi’ne ihtiyaç yok” açıklamasını ise “ülkede bulunmadığı için gerçeklikten kopması” olarak nitelendirmişti.

Soldan sağa, Maria Kolesnikova, Svetlana Tihanovskaya, Veronika Tsepkalo

“Atanmayan seçilmiş başkan” mı, Koordinasyon Konseyi mi?

Aralarındaki farklılıklar özellikle muhalefetin Tihanovskaya’nın liderliğinde mi, yoksa protestoların ilk haftasında kurulan Koordinasyon Konseyi liderliğinde mi ilerleyeceği sorusunda şekilleniyor. Bekleneceği üzere, bu iki kesim ittifakları, sürece yaklaşımları ve geleceğe dair planları bakımından giderek açılan bir makası temsil ediyor.

Tihanovskaya, başta Polonya ve Litvanya olmak üzere, AB ülkeleri tarafından desteklenirken Kolesnikova hem Rusya hem de Batı ile daha dengeli bir ağı temsil ediyor. Tihanovskaya Batılı ülkelerin desteğiyle BM Genel Kurulu’na hitap ettiriliyor, Rusya karşıtı ve AB yanlısı sözler sarf ederken Maria Kolesnikova geride bırakılan 30 günde realitenin değiştiğini, Putin’in Lukaşenko’ya yardım sözünün eksik yorumlandığını ve AB’nin mali yardım sözlerinin kendilerine zarar verdiğini söylemeye başladı.

Protestoların en önemli iletişim kanalı, iki milyon izleyicisi olan (Polonya merkezli) Nexta Telegram kanalı Svetlana Tihanovskaya’yı “atanmayan seçilmiş devlet başkanı” olarak tanıtmaya devam ederken, Maria Kolesnikova 2 Eylül’de Viktor Babariko Resmi Kanalı isimli alternatif bir kanal kurdu. Şimdilik 50 bin izleyicisi olan kanal yavaş yavaş güçlenirken Nexta kanalının haftada ortalama yüzde 10 izleyici kaybettiğini kaydedelim. Tihanovskaya’yı destekleyen Nexta’nın izleyicilerinin ancak yüzde 60’nın ülkede yaşayanlar olduğunu ve bir tercih yapmaları durumunda Tihanovskaya’ya oy vermelerinin garanti olmadığını da yine ekleyelim.

Tihanovskaya tarafı Lukaşenko’nun istifa etmesi talebini, Koordinasyon Konseyi ise iktidar ile diyalog çağrılarını öne çıkarıyor. Kolesnikova da kapsamlı bir siyasal reform ve yeni, adil, hür bir seçim talep ediyor. Ancak, aralarındaki nüans önemli: Lukaşenko’ya “Derhal istifa et” diyen Litvanya’da mukim Tihanovskaya ve diyalog çağrısı yaparak Minsk’te her gün sokağa çıkan Kolesnikova.

Farklılaşan talepler

Tihanovskaya ve Kolesnikova sürecin bundan sonra gideceği yön, dolayısıyla talepler konusunda da farklılaşmaya başladı. Tihanovskaya tarafı ısrarla Lukaşenko’nun derhal istifa etmesi talebini, Kolesnikova’nın ağırlıkta olduğu Koordinasyon Konseyi ise Lukaşenko iktidarı ile diyalog çağrılarını öne çıkarıyor. Elbette sonuçta, Kolesnikova da kapsamlı bir siyasal reform ve yeni, adil, hür bir seçim talep ediyor. Ancak, aralarındaki nüans önemli. Lukaşenko’ya “Derhal istifa et” diyen Litvanya’da mukim Tihanovskaya ve diyalog çağrısı yaparak Minsk’te her gün sokağa çıkan Kolesnikova.

Kolesnikova, Tsepkalo ve Tihanovskaya arasındaki makas AB’nin attığı adımlara bakış noktasında daha da açılıyor. Tihanovskaya grev çağrılarında AB ülkelerinin grevcilere fon verdiğini propaganda ederken Kolesnikova bu mali yardım kararlarının kendilerini çok zor durumda bırakmaktan başka bir işe yaramadığını söylüyor. Kolesnikova’ya göre, bu tür dış yardımlar tam da Lukaşenko’nun onlara “vurmak” için kullanacağı bir gerekçe olacak. Ülke dışında olanların ülkenin gerçeklerinden koptuklarının altını çizen Kolesnikova bu yardımları reddettiklerini net biçimde ifade ediyor.

Kolesnikova ayrıca, Putin’in Lukaşenko’ya verdiği destek konusunu da Batı basınında sunulandan farklı yorumluyor. BBC Rusça kanalına verdiği uzun röportajında (28 Eylül), Putin’in Lukaşenko’ya destek açıklamasının ikinci bir yüzü olduğunun altını çiziyor. İlk olarak, Kolesnikova’ya göre, Putin “destek talebinin Lukaşenko’dan geldiğinin altını çiziyor”, ikinci olarak da “halka kulak verilmesi” vurgusu yapıyor.

Kolesnikova, Putin’in demecindeki bu noktaların altını çizdikten sonra, Putin’in de “Lukaşenko’nun halk desteğine sahip olmadığını bildiğini” ekliyor. Eğer fazla abartılı bir yorum yapmayacaksak, Kolesnikova’nın bu sözleri Putin’in kendilerini de alternatif olarak değerlendirdiği imasını taşıyor. Sürecin başından beri muhalefetin yekpare olmadığını ve hele Batı-Rusya karşıtlığında, Batı’nın “renkli devrim” operasyonunun piyonu olmaya indirgenemeyeceğini bilenler için bu hiç de şaşırtıcı olmayan bir sonuç aslında.

Peki, Tsepkalo süreçten hayli geri düşmüş ve Tihanovskaya ise yurtdışından giderek daha az izlenen bir konuma gerilerken, Kolesnikova’nın bundan sonraki süreci başarıyla yürütmesi mümkün mü? Lukaşenko Koordinasyon Konseyi’nin diyalog çağrılarına ve dördüncü haftayı geride bırakan halk hareketinin taleplerine nasıl yaklaşıyor? Bu iki sorunun yanıtını önce Lukaşenko’nun göreli gücünü nereden aldığına bakarak vermeye çalışalım.

Lukaşenko ve Putin

Lukaşenko iktidarını nasıl koruyabiliyor?

Lukaşenko’nun ülkedeki olağanüstü yüksek katılımlı “artık yeter” hareketine rağmen hâlâ ayakta durmasını sağlayan üç etmen söz konusu: Sosyal devlet, güvenlik aygıtı ve yumuşatıcı karşı taktikler. Sırayla bakalım.

İlk etmen, banisi olduğu sosyal devletin sağladığı göreli refah sayesinde, Lukaşenko’nun hâlâ yüzde 30’lardan az olmayan bir desteğe sahip olması ve bu kitleyi sokağa çıkarabilmesi. Pek çok bağımsız gözlemci, seçimlerden önce ve hemen sonrasında, Lukaşenko’nun gerçek oy oranını yüzde 30-35 bandında tahmin ediyordu. Hiçbir bağımsız kaynak ona yüzde 50 destek ihtimali bile vermezken seçimleri takiben yüzde 80 oy aldığını ilan etmesi tam da bardağı taşıran son damla olmuştu.

Öte yandan, seçim sonrası protestoların olağanüstü kitleselleştiğini görmesi neticesinde, yüzde 80 değilse de, protestocuların yaklaşık üçte biri ile yarısı oranında bir sayıyı çeşitli kentlerde sokağa çıkarabilmişti. Bu sayılar muhalefetle yarışacak bir rakama işaret etmese de Lukaşenko’ya hatırı sayılır bir desteğin olduğunu göstermeye yetti. Tek başına anlamlı olmasa da diğer iki faktörle birleşince ipleri elinde tutabilme yolunu öncelikle buradan kurduğunu söyleyebiliriz.

İkinci etmen, Lukaşenko’nun, başta özel kuvvetler (Omon) olmak üzere, güvenlik aygıtındaki kilit konumları kontrol edebilme kabiliyetinin devam etmesi. İlk hafta, sayıları 100’ü bulmayan polis ve özel kuvvet mensubu istifa edip muhalefet saflarına geçmiş olsa da hem bu süreç yaygınlaşmadı ve başka istifalar gelmedi hem de orta ve üst düzey güvenlik bürokrasisi pek fire vermedi.

Lukaşenko’nun olağanüstü yüksek katılımlı “artık yeter” hareketine rağmen hâlâ ayakta durmasını sağlayan üç etmen söz konusu: Sosyal devlet, güvenlik aygıtı ve yumuşatıcı karşı taktikler. Bu üç etmen Lukaşenko’nun kontrolü kaybetmemesini sağlamış gibi. Ancak, bunun sürdürülebilmesi hayatın olağan akışına uyacak gibi görünmüyor.

“Barışa karşı barış” hamlesi

Üçüncü ve belki de en önemli etmen ise muhalefetin hareket tarzını okuyarak, otoriter bir liderden pek beklenmeyecek “sabırlı” bir karşı politika geliştirebilmesi. Seçim sonrası halkın sokaklara yüzbinlerle akmasına neden olan konu seçim sonuçları olsa da sokağa çıkmaya iten duygu daha çok özel kuvvetlerin kanunsuz tutuklamaları ve göstericilere uyguladıkları zorbalıktı. Halkı özel kuvvetlere ve onları yöneten Lukaşenko’ya daha da fazla isyan ettiren şey göstericilerin son derece barışçıl olmalarıydı.

Ülkenin Ukrayna olacağını iddia eden Lukaşenko’nun çizdiği tablonun aksine, muhalifler tarihte az görülür düzeyde bir sivil-pasifist eylemlilik ortaya koyuyordu: Özel kuvvetlerin coplarına karşı çiçekler. Yönetim kontrol edemeyeceği bu sivil isyana karşı daha önce uyguladığı taktiklere ara verdi. Lukaşenko kısa sürede gözaltındakileri bırakmakla kalmadı, polislere çiçek dağıtılması eylemlerine karşılık polisin de eylemcilere barışçıl eylemlerinden dolayı teşekkür ederek çiçek dağıtmasını sağladı.

Minsk, 6 Eylül

Bu türden halk hareketleri tarihinde ender görülen bir durum ortaya çıktı. Bu görüntüler birçok mecrada yanlış veya yalan biçimde “polisin halka katıldığı” gibi yorumlansa da gerçek, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, güvenlik bürokrasinin karşı hamlesiydi aslında. Bu yumuşama sürecin zamana yayılmasına sebep oldu. Ne muhalif halk kesimleri iddialarından ne de Lukaşenko kendini güçlü hissettiği ölçüde ipleri sıkılaştırmaktan vazgeçti. Ama “barışa karşı barış” hamlesi Lukaşenko’ya iki uzun hafta kazandırdı. Üçüncü büyük Pazar gösterisinden sonra ise yeniden kısmı gözaltılar, işten ve okuldan atmalar başladı.

Gözaltına alınanlar bu kez fiziki şiddet görmediklerini beyan ediyordu. Üstelik bunu en sert muhalif kanallar da yayınladı. Bu tutum güvenlik aygıtının bir tür “hazmedilecek kadar” baskı politikasına geçmiş olduğunu gösteriyor. Belarus toplumunun şiddet karşısındaki tutumu, şiddete açıkça başvuracak tarafın kaybedeceğini polis devletine bile öğretmiş görünüyor. Ama aynı şekilde polis devleti de yerinden kıpırdamaksızın bu durumu kendi lehine kullanma taktiği geliştirmiş görünüyor.

Bu üç etmen Lukaşenko’nun kontrolü kaybetmemesini sağlamış gibi. Ancak, bunun sürdürülebilmesi hayatın olağan akışına pek uyacak gibi görünmüyor. Dört haftanın ardından hâlâ her gün ve gece sokak gösterileri devam ediyor. Grev dalgası ve istifalar hız kaybetse ve Pazar günleri düzenlenen büyük gösterilere katılım sayısı ve dinamizm (yorgunluk ve kısmen artan baskı nedeniyle) bir parça zayıflasa da ortaya çıkan tablo sivil isyan dalgasının hâlâ büyük ve güçlü olduğunu gösteriyor. Peki, tabiri caizse, bu “pat durumu” daha ne kadar devam edecek? Burada güncel soru, Lukaşenko’nun Koordinasyon Konseyi’nin diyalog çağrısına ne yanıt vereceğinde kilitleniyor.

Muhalefet liderliğinin açıkça Batı destekli ve/veya Batıcı olan Tihanovskaya’dan Rusya ile dengeli bir ilişki vaat eden Kolesnikova’ya geçmeye başlaması, Putin’e eskisinden daha fazla muhtaç olan Lukaşenko’nun dikkate almak durumunda kalacağı bir etmen. Bu etmen de Koordinasyon Konseyi’yle diyaloğun olası olduğuna işaret ediyor.

Diyalog mümkün mü?

Lukaşenko geçtiğimiz hafta “toplumun farklı kesimleriyle diyaloğa hazır olduğunu” söyleyerek kapıları kapatmadığını göstermiş olsa da henüz kendisini yeterince güvene alamamış olduğundan adımlarını sürece yaydığı görünüyor. Ancak bu adımları geciktirmesi kontrol edemeyeceği başka sorunlu konuları gündeme getirebileceği için düşük düzeyli ve dolaylı bir görüşme kanalının gelecek hafta başlatabileceği konuşuluyor. Bunun gerçek bir değişim sürecine dönüşmesi ise gerçekten çetin bir süreç.

Keza muhalefet liderliğinin açıkça Batı destekli ve/veya Batıcı olan Tihanovskaya’dan Rusya ile de dengeli bir ilişki vaat eden Kolesnikova’ya geçmeye başlaması Putin’e eskisinden daha fazla muhtaç olan Lukaşenko’nun dikkate almak durumunda kalacağı bir etmen. Bu etmen de Koordinasyon Konseyi’yle diyaloğun dört hafta ya da bir hafta öncesine oranla daha olası olduğuna işaret ediyor. Yine de pek çok iç ve dış aktörün çeşitli hamleler yapacağı ve milyonların sokaklarda olduğu bu süreçte hiçbir şeyin siyaset sosyolojisin genel kestirimlerine uymayabileceğini kayda geçmek gerekir.

Belarus’ta 30 günü aşan büyük değişim hareketinin nasıl sonlanacağı sorusunu iktidar da muhalefet de bilmiyor. Ancak süreci anlamaya çalışan bizler için değişim hareketinin kendisinin de değiştiğini görmek önemli bir güncelleme olarak kaydedilmeli. Değişim hareketindeki değişime bakarak hem geriye doğru olayları yeniden okumak hem de ileriye doğru uç veren dinamikleri anlamlandırmak çok daha mümkün görünüyor.

^