Darbe girişimi başarısız olsa da, Venezuela’nın yakın geleceği hiç iç açıcı gözükmüyor. Peki Caracas sokaklarındaki insanlar ne düşünüyor? Bolivarcı devrimin mirası işgal fabrikaları, mahalle ve tarım komünleri ne durumda? Darbeden hemen önce Caracas’ı ziyaret eden Çiftçi-Sen temsilcisi Özlem Işıl’ın izlenimlerini artarıyoruz.
Uzaktan sokağın devrimci nağmeleri tınlarken, kendimizi Caracas uçağında buluyoruz. Maduro hükümetini ziyaret etmenin ne anlama geldiğini sorgularken, kaptan pilot Küba’ya aktarma inişi için kemerlerimizi bağlama uyarısı yapıyor. Havaalanında dolanırken Caracas’taki Enternasyonalist Halklar Buluşması için yola çıkmış insanlar olarak yavaş yavaş birbirimizi bulmaya, tanışmaya başlıyoruz. Heyecan kadar kaygıyı da yüklenerek Venezuela’ya doğru yeniden havalanıyoruz.
Bolivar havaalanına iner inmez elimiz telefonlarımıza gidiyor. Karşılama komitesine yönelik “free wifi” sorumuz havada kalıyor. Ücretsiz internetin çok az sayıda mekânda bulunduğunu, internetin genel olarak ateş pahası olduğunu önümüzdeki günlerde öğreneceğiz. Karşılama komitesinin pasaportlarımızı alıp bizi VIP çıkışına yönlendirmesiyle hayatımızın en kolay yabancı ülke girişini gerçekleştiriyoruz. Salonda geleneksel Latin ezgileri icra eden müzisyenlerce karşılanıyoruz. Güneşli hava ve müzik, iki sınırı kapanmış, uzunca süredir ambargo altında yaşayan, açlığın çığ gibi arttığı, çatışmaların yoğunlaştığı bir ülkeye giriş yaptığımızı idrak etmemize izin vermiyor. Küçük gruplar halinde havaalanından ayrılıyoruz.
Somos Paz: Barış biziz!
Buluşma için gelen 55 ülkeden 100’ü aşkın genç, Bolivarcı askerlerin eşliğinde, otobüs camının ardından, Caracas sokaklarındaki Bolivar devrimi anlatısını izleyerek seyahat halindeyiz. Duvarlar Simon Bolivar, Che Guevera, Hugo Chavez, Nicolas Maduro’nun ve sömürgecilik karşıtı yoksul halkın yumrukları havada resimleriyle bezenmiş.
2013’te Chavez’in ölümünün ardından yapılan seçimlerde yüzde 50.6 oy alan Maduro hükümeti, siyasi gündemimize beş yıl içinde giderek vahimleşen ekonomik kriz, yoksulluğun hızla tırmanışı, üç milyon insanın ülkeyi terk etmek zorunda kalışıyla yerleşti. 2018 seçimlerinde Maduro bir kez daha galip gelirken, Ocak 2019’da sağ muhalefet lideri Guadio ABD, Britanya, Almanya gibi büyük güçleri de yanına alarak kendi başkanlığını ilan etti. Maduro ve Guadio arasındaki iktidar savaşı Venezuela’yı her geçen gün daha da derinleşen bir siyasi ve ekonomik krize sürüklemeye devam ediyor. Bu vahim tabloya seyahatimizden hemen sonra, geçtiğimiz 30 Nisan’da Guadio önderliğindeki muhalefetin giriştiği ABD destekli başarısız darbe girişimi de tuz biber ekti.
ABD ambargosunun yoğunlaştığı, Brezilya ve Kolombiya sınırında çatışmaların yaşandığı ülkede, Caracas sokaklarında Maduro’nun destekçileri kitlesel eylemler yapıyor. Venezuela Birleşik Sosyalist Parti (PSUV) ileri gelenlerinin, Eğitim Bakanı, PSUV Gençlik Komiteleri sorumlularının ülkede yaşananları bizimle paylaşacağı toplantı Bolivar Üniversitesi’nde yapılacak. Kampüse büyük bir kalabalıkla birlikte giriyoruz. Latin Amerika’nın dört bir yanından gençler binaların camlarından ABD karşıtı sloganlarla bize sesleniyor. O an devrime dair inanca teslim olsanız gördükleriniz fazla gelecek, çaresizliğe kendinizi bıraksanız utanç yaşayacaksınız.
Bu duygu salınımı içinde sloganlara eşlik etmeye başlıyoruz. Bolivar devrimi süresince okuma-yazma oranının yüzde 80’lere vardığından, eğitimde fırsat eşitliğinden, yoksul mahallelerdeki çocuk ve gençlerin eğitim oranın üç kat arttığından bahseden Eğitim Bakanı Elías Jaua’ya “peki, gençler açısındaki işsizlik oranı niye bu kadar yüksek” diye soruyoruz. Yanıtı ABD ambargosunda aramamız gerektiğini söyleyerek meseleyi kestirip atıyor. Ardından attığı “Viva Chavez” sloganı salondaki herkesi yeniden devrimci ruha çağırıyor. Sonra PSUV’lu bir yönetici elinde bir koliyle salonu selamlıyor ve kolinin içindekilerin yoksul halkın yaşadığı barrio’lardaki hanelere tek tek nasıl dağıtıldığını etraflıca anlatmaya başlıyor. Kutunun içeriği şöyle: bir paket pirinç, bir paket makarna, bir litre yağ, bir kutu süt tozu, bir paket peynir, yarım kilo et, kadın pedi, duruma göre yaşlı ya da çocuk bezi. Avrupalı ve Latin Amerikalı gençlerin çoğu genel sekreteri ayakta alkışlıyor.
Maduro kendi para birimlerini kullanan komünlere ambargo uygulamış. Silahlı komün milis güçlerinde yer alan, ismini vermek istemeyen bir kişi, eskiden tarımsal faaliyetlerinin, fırınlarının, marketlerinin ve kendi para birimlerinin olduğunu, ancak devlet bürokrasisini reddettikleri için sürekli saldırıya uğradıklarını söylüyor.
Yoksulluğun yönetimi memleketten çok tanıdık geldiğinden oturduğum koltukta biraz daha küçülüyorum. Türkiye’yle bu kadar benzerlik taşıması şaşırtıcı gelmiyor. Kurtarıcı siyasi aktör imgesi, muhafazakâr ya da devrimci olma iddiasındaki hükümetler fark etmeksizin, kendi rejimini o kişinin varlığıyla özdeş kılan bir taban yaratmaya çalışıyor. Tabanın güçlendirilmesi ve özyönetimin önünün açılması yerine bağımlılık ilişkisi iktidarın varlığının garantisi haline gelebiliyor. İktidarlar tarafından “armağan” kisvesi altında kurulan bu ilişki aslında yükümlülük barındırıyor. Venezuela’da yirmi seneyi aşkın sol iktidar boyunca üretim ağları örgütlenememiş. Bu koliler vasıtasıyla toplumsal patlama bir nebze engellenmeye çalışılıyor.
Dolar, Bolivar ve “yoldaş” Türkiye
“Ben bu devrime doğdum” diye sözlerine başlayan dokuz yaşındaki Fidel kendini bir Chavista olarak tanımlıyor. Yoksul bir mahallede yaşadığını, Bolivar Devrimi’nin ona tanıdığı eğitim imkânı ile şimdi burada olduğunu ve büyüdüğünde politikacı olmak istediğini çocuk ruhundan akıtıyor. Fidel’in yüzümüzde bıraktığı tebessümle toplantıdan ayrılıyoruz. Kenti dolaşmak için zamanımız olduğunu duyunca kendimizi sokaklara bırakıyoruz. Bolivar askerlerinin bizlere eşlik edeceği bilgisi veriliyor. Üç genç ve iki asker bize Caracas sokaklarının “tehlikeden uzak” kısımlarına doğru eşlik ediyor. Bir miktar doları Bolivar birimine çevirme işlemimiz saatlerimizi alıyor. Anlık değişen kur, uzun süren evrak işleri, piyasada sıcak paranın yokluğu, hem dolarla hem de Bolivarla birlikte işlemeye çalışan piyasanın sallantısı olanca ağırlığıyla hissediliyor.
Bozdurduğum 100 dolar sırt çantasını Bolivarla tıkabasa dolduruyor. Gayri ihtiyari küçük adımlarla askerlerle aramı kapatıyorum. Çantadaki paranın karşılığı 100 dolar olsa da hacmi önemli bir zenginlik taşıdığınız hissi veriyor. 2014’teki petrol kriziyle birlikte hızlanan ekonomik çöküş toplum üzerinde başa çıkılması gittikçe zorlaşan bir yoksulluğa dönüşmüş.
Sokak satıcılarının kaldırıma serdikleri bezlerde sadece birkaç limon ve elma yer alıyor. Askerlerden birine tezgâhlarda niye bu kadar az ürün olduğunu soruyorum. “Fazlasını koymazlar, sattıkları ürünler kaçak” diyor. Şaşkınlığımı yüzümdeki ifadeden anlıyor. ABD’nin gıda ambargosu yüksek burjuvaziyi teğet geçerken toplumun kalanını açlığa sürüklüyor. İlerleyen günlerde şahit olacağımız tablo durumu net özetliyor: Küçük esnaf dükkânlarındaki ya da uluslararası market zincirlerindeki kısıtlı sayıdaki ürünün büyük çoğunluğu kilitli cam dolaplarda alıcısını bekliyor.
Genç bir tezgâhtar kadınla ayaküstü sohbet ediyoruz. Türkiye’den geldiğimi öğrenince peşpeşe birçok soru soruyor. Türkiye halkları Maduro’yu destekliyor mu, Erdoğan’ın desteği ne anlam ifade ediyor, Türkiye’de kürtaj serbest mi, feministler güçlü mü, devlet Filistin meselesinde nerede duruyor, ABD ile ilişkiler ne düzeyde?
Konuştukça birçok meseleye derinlikli bir analizden ziyade duygusal yaklaştığını anlıyorum. Genç kadın kendini Chavista olarak tanımlıyor, Bolivar devrimine bağlı olduğunu ekliyor. Erdoğan’ın dünya nezdinde devrimci bir duruş sergilediğini söylediğinde dönüp askerlere biraz beklemelerini söylüyorum.
Askerlerden birine tezgâhlarda niye bu kadar az ürün olduğunu soruyorum. “Fazlasını koymazlar, sattıkları ürünler kaçak” diyor. ABD’nin gıda ambargosu yüksek burjuvaziyi teğet geçerken toplumun kalanını açlığa sürüklüyor.
Son on yıl nasıl on dakikada anlatılır bilemeden başlıyorum, Ortadoğu, Kürtler, Gezi, seçimler, milyonlarca hak ihlâlleri, cezaevleri, katledilen kadınlar… Ülkenin ağırlığını Chavista tezgâhtar kadınla aramıza bırakıyorum. “Anlıyorum, ama diplomatik durumlar yoldaş…” (camarada) diye duraksıyor. Kısıtlı zamana boyun eğiyoruz. Dükkânda yarı zamanlı çalıştığını ve haftalık maaşıyla yaklaşık 1.5 kilo pirinç alabildiğini söylüyor. Son sözleri aklıma kazınıyor: “Gençler arasında işsizlik ve göç çığ gibi artıyor. Bir yandan okurken bir yandan kayıtdışı çalışmak zorundayız.”
Venezuela’da 2001’de darbe girişimi ve akabindeki krizin ardından büyük sermaye üretimi durdurup ülkeyi terk ederken, işgal edilen yüzlerce fabrikada üretimin örgütlenmesi ve kolektif emeğin yaratılması amaçlanmıştı. Devlet bütçesiyle mahalle konseylerine sunulan fabrikaların birçoğu ayağa kaldırılamadı. Mahalle konseyleri, mahalle halkını temsil eden taban örgütleri. Mahallenin nüfusuna bağlı olarak konsey üyelerinin sayısı değişiyor. Konsey, mahalle ile devlet arasındaki köprü işlevi görüyor. Ancak komünlerin taleplerini ileten ve iç örgütlenmelerini sağlayan bu konseyler devrimi aşağıdan yukarı, devlet düzeyine taşıyamamış. Bazı konseyler eni konu hükümetin gölge örgütü haline gelmiş.
İşgal fabrikası ve Venvidrio’nun akıbeti
Üretimin devam ettiği ve sayıları iki elin parmağını geçmeyen fabrikalardan birine, Carabobo mahallesindeki Venvidrio cam fabrikasına doğru yola düşüyoruz. Fabrika, çevresindeki mahallede yaşayan yaklaşık üç bin kişinin ekonomisinde temel bir rol üstleniyor. Mahalle komününden birçok kişi ya bu fabrikada çalışmış ya da halen çalışıyor. Devlet eliyle komünlere devredildikten sonra faaliyetini süründürebilen fabrikalar konseyler aracılığıyla yönetiliyor. Carabobo’daki komün konseyi yaklaşık 250 işçinin vardiyasını düzenliyor. Fabrikanın bahçesinde koşturan işçi çocukları bizimle fotoğraf çektirmek için epey hevesli.
Üretim bölümlerine yöneldikçe güneş yerini sıcak bir karanlığa bırakıyor. Taşıma bantlarının büyük kısmı hareketsiz. Bir tanesi iç bölümlere çuvallar taşıyor. Fabrika komitesi daha biz sormadan, gerekli hammaddeyi temin edemedikleri için kapasiteyi düşürmek zorunda kaldıklarını aktarıyor. Komünün can damarı fabrika yavaş yavaş uzuvlarını kaybeden bir canlı gibi. Fırınlarda ateş parçaları halinde görünen camlar kalıplara dökülüp şekil alırken işçilerle sohbete dalıyoruz. İstihdamın son iki yılda yarıya yakınını kaybettiklerini, üretim kapasitesinin üçte birini ancak hayata geçirebildiklerini anlatıyorlar.
Venvidrio işçilerinin sesleri fabrikayı işgal ettikleri zamanı anlatırken gürleşiyor, şakalaşmaya, geçmişi özlemle anmaya başlıyorlar. Bin işçinin vardiyalı çalıştığı zamanlar, fabrika kreşindeki çocuklar, üretim bandında yaşanan aşklar, eksik etmedikleri müzikler, anıları mekânla kurdukları derin bağı söze döküyor.
Fabrikayı işgal edip üretime yeniden başladıkları zamanı anlatırken sesleri gürleşmeye, aralarında şakalaşmaya ve onları güçlü kılan bir geçmişi özlemle anmaya başlıyorlar. Bine yakın işçinin vardiyalı çalıştığı zamanlar, fabrikanın kreşindeki çocuklar, üretim bandının bir ucundan ötekine yaşanan aşklar, uzun toplantılar, çalışırken eksik etmedikleri müzikler, tüm anıları mekânla kurdukları derin bağı söze döküyor. Ekonomik kriz sonrası fabrikanın üretimden gelen sermayesi hammadde ihtiyacını karşılamayınca hükümet desteğine ihtiyaç duyulmuş. Maduro hükümeti ise yönetimin değişmesini, fabrikanın işleyişine müdahil olmayı talep edince üretim mekânı neon ışıkları hızlıca sönen bir demir yığınına dönüşmeye başlamış.
İşgal fabrikalarında hükümete, dolayısıyla kamu bütçesine yakınlığınız oranında varlığınızı devam ettirme şansınız artıyor. En azından krize kadar sistem böyle işliyormuş. Maduro iktidarına mesafeli, ancak kendini Chavista olarak tanımlayan komünler devlet bürokrasisinin çarkları arasında kaybolmaya mahkûm bırakılıyor. Özyönetime dayalı, katılımcı ve demokratik bir toplum modeli inşa etmek için çıkılan yol, iktidarın kendi kontrolündekileri ehlileştirme, olmayanları ise dışlayarak tüketme stratejisine dönüşmüş.
Maduro hükümetini eleştiren Chavista komünlerine devlet yardımı kesilmiş. Devletle konseyler arasında görev alan birçok bürokratın kendi ekonomik çıkarlarını öncelemesi gittikçe daha fazla sayıda Chavista’nın eleştirisine neden olmuş. Bu nedenle birçok komün konseyinin özerk, yatay ve katılımcı olduğundan bahsetmek gittikçe zorlaşmış.
Öte yandan kamulaştırılmış olan 100’ün üzerindeki fabrikanın büyük kısmı üretim yapamıyor. Üretime devam edebilenler ise enflasyon, hammadde tedariki gibi sorunlarla karşı karşıya kalmış. Kentteki komünlerin 40’ı örgütlenmeye devam ediyor. Bunların önemli bir kısmı Maduro karşıtı Chavistalar. Bu komünler aynı zamanda Guadio’nun da desteklediği paramiliter güçler tarafından silahlı saldırılara uğruyor. Yüzlerce insan katledilmiş.
Chavez döneminde her komünün kendi parasını basmasına, komün dışı mübadelede bankaların komün paralarını geçerli kabule etmesine yönelik yasayı Maduro fiiliyatta askıya almış. Kendi paralarını kullanan komünlere ambargo uygulamış. Silahlı komün milis güçlerinde yer alan, ismini vermek istemeyen bir kişi, eskiden tarımsal faaliyetlerinin, fırınlarının, marketlerinin ve kendi para birimlerinin olduğunu, ancak devlet bürokrasisini reddettikleri için sürekli saldırıya uğradıklarını söylüyor. Maduro veya Guadio’nun, hangisinin başkan olursa olsun bunun değişmeyeceğini, bu nedenle silahlarını bırakmayacaklarını ifade ediyor.
Diriliş Ertuğrul yüzüğü
Sabahın erken saatlerinde bileklerimize takılan bileklikler ve pasaport numaralarımızın kaydedilmesinin ardından geniş bir salonda Nicolas Maduro ile buluşmayı bekliyoruz. Birçok kanal canlı yayın yapmak için hazırlanırken müzik herkesi salsaya davet ediyor. Kadın ve erkek askerler ellerimizden tutup bizleri dansa davet ederken, askerlerin bu davetine şaşırmayan sadece Latin Amerikalı gençler oluyor. Müzik yerini coşkulu bir anonsa bırakıyor. Sloganlarla Maduro karşılanıyor.
Hızlıca ön sıraya “Müslüman Ortadoğulular”, en çok da Filistinliler, Rusya’dan gelen katılımcılar ve Lula’sı cezaevinde Brezilyalılar, Kübalılar yerleştiriliyor. Kürtlere arkada kalmaları, Kolombiya FARC örgütüne bayraklarını indirmeleri gerektiğine dair nazik uyarılar sıralanıyor. O sıra tezgâhtar kızın “yoldaş” sözü aklıma düşüyor: “Diplomatik durumlar camarada!”
Sabırla Maduro’nun bizlere politik bir program anlatmasını beklerken upuzun Guadio ve ABD karşıtı bir anti-emperyalist söylem dinliyoruz. Parmağında Türkiye ziyaretinde hediye edilen Diriliş Ertuğrul dizisinin yüzüğünü görüyorum.
Sabırla Maduro’nun bizlere politik bir program anlatmasını beklerken upuzun Guadio ve ABD karşıtı bir anti-emperyalist söylev dinliyoruz. Gözüm o konuşurken ellerine takılıyor. Parmağında Türkiye ziyaretinde hediye edilen Diriliş Ertuğrul dizisinin yüzüğünü görüyorum. Yanımdaki Kübalı arkadaştan izin isteyip arkalara geçiyorum. Konuşmada politik, ekonomik, sosyal bir programa dair hiçbir iz yok. Esas meselenin Maduro’nun iktidarda kalma savaşı olduğu anlaşılıyor.
Maduro’nun iktidarı boyunca Venezuela devleti neoliberal politikalara, özelleştirmelere giderek daha fazla kapı araladı. Uluslararası sermaye de Arco Minero bölgesi gibi devasa sermaye aktarım kanallarına çok daha fazla göz dikmiş durumda. Chavez döneminde korunan doğal varlıkların piyasaya devredilmesi hiç de azımsanmayacak bir ihtimal. Fabrikalar üretim yapamazken petrolün ülke ekonomisine getirisi düşüyor, dış ticarette ise petrol neredeyse tek meta haline geliyor. Yabancı sermayeye açılan doğal varlıklar Maduro karşıtı Chavistalar tarafından yoğun eleştiri alırken, sınırlardaki insani yardım konvoyları hükümet tarafından reddediliyor.
Maduro, “bu ordu halkına karşı silah kullanmaz” dedikten üç saat sonra sınırda asker ve halk arasındaki çatışma haberleri komün ziyaretimizin ortasına düşüveriyor. Komün üyelerinden ordu-hükümet ilişkisini dinliyoruz. Chavez döneminin ardından Maduro ordunun siyasete daha fazla müdahil olmasına imkân tanıyor. Ordunun tabanında yoksul halk, üst rütbelerde ise zenginleşmiş bir zümre yer alıyor. Bu kanatta az sayıda da olsa Guadio taraftarının bulunduğu biliniyor. Zaten başarısız darbe girişiminden bu grubun sayıca az olduğu da anlaşıldı.
Ordunun büyük bir kısmı Chavista, aralarında Maduro karşıtları da mevcut. Olası bir iktidar denkleminde ordu kilit rol oynuyor ve içinde çeşitli fraksiyonlar barındırıyor olsa da, Guadio’nun orduyu yanına alma ihtimali düşük görünüyor. Öte yandan Ulusal Meclis’teki çoğunluğun muhalefette olması Maduro’nun elini güçsüz kılıyor. Maduro yönetimini eleştiren bürokratlar görevlerinden uzaklaştırıldığı gibi, herhangi kamu kurumunda da iş bulamıyorlar.
Yol uzun, zaman kısa
Elektrik kesintileri, internet altyapılarına yapılan saldırılar devam ederken bu sefer rotamızı Caricuao’daki agro-ekoloji komününe çeviriyoruz. Hem gönüllü çalışacağız hem de ülke tarımı hakkında bilgi edinme imkânı bulacağız. Finansal kriz, gıda fiyatlarının yükselişi ve tarımsal ürünün ithalatına bağımlı gıda sistemi Bolivar devriminin başından beri tepesinde gezinen bir heyula. 1999 Anayasası’nda gıdanın bir insan hakkı olduğunun benimsenmesinden sonra gıda üretimini teşvik eden kır ve kent tarımı politikaları ortaya konmaya çalışılmış.
Caricuoa komünü altı binin üstünde ailenin yaşadığı, konseyinde 23 temsilcinin yer aldığı, kentle kır arasında bir yerleşim yeri. Komünden 26 gönüllünün tarımsal faaliyeti yürüttüğü okul, petrol gelirleri yüzünden terk edilmiş tarımı canlandırmak ve kendine yeterli bir üretim yapmak amacıyla kurulmuş onlarca agro-ekoloji okulundan sadece biri. Ülke açlıkla mücadele ederken yıllar önce büyük gıda şirketlerine terkedilmiş tarım şimdi dört elle sarıldıkları, onları hayatta tutacak bir cevhere dönüşmüş durumda.
Komün üyesi Anael devrim boyunca ortaya konan çabaları şöyle sıralıyor: “Yoksul kır halkı burjuvazinin boş duran arazilerini üretim yapmak için işgal ederdi, devlet arkasındaydı. Üstelik devlet kooperatifleşmeyi teşvik ederdi.” Ancak toprak işgallerinden bahsederken sanki on yıl değil, bir asır öncesinden söz ediyormuş gibi hali var.
Gözlerini kahve ağacı fidelerinde gezdiriyor. Agro-ekoloji okullarında Küba’dan gelen tarım eğitmenleri geleneksel tarım yöntemlerine dair eğitim vermeye devam ederken, kır ve kent tarımının yaşamsal bir ihtiyaç olduğu kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyor. Hükümetin bu öz-örgütlenme pratiklerine yardım için mutlak siyasal bağlılık şartı koşması kentlerde tarım yapan toplulukların sayısını 50 binden 600’lere kadar hızla düşürmüş.
Agro-ekoloji okulları tüm ülkeye yayılsa da, ülkenin sağlıklı ve ucuz gıdaya ulaşmasını mümkün kılmaktan uzaklar. Yol uzun ve zaman az. Sadece Venezuela’da 68 çeşit yerli fasulye ırkının olduğu söylenirken şimdi ellerinde sadece yedi çeşit tohum kalmış. Komposttan fidelemeye, tohum bankalarına, aromatik bitkilerden kahveye yeni yeni yeşertmeye çalıştıkları bilge tarım vasıtasıyla önlerindeki uzun yolu hızla koşmaya çalışıyorlar.
Ancak doğanın ritmi ile kaybedilenlerin geri dönüşü arasındaki zaman farkı bu yolu hiç de kolay kılmayacak. Elimde küçük bir fideyi ekiyorum, can suyunu veriyorum. Büyürse bakla olacak. Uçakta dönerken o baklanın büyüyeceği toprakların özgür olmasını umut ediyorum.