ADİL YARGILANMA TALEBİ VE ÖLÜM ORUÇLARI –I

Söyleşi: Tuba Çameli
24 Haziran 2020
SATIRBAŞLARI

İki avukat ölüm orucunda. Talepleri adil yargılanma hakkı. İkisi de yaklaşık iki buçuk yıldır tutuklu. İkisi de Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi ve Halkın Hukuk Bürosu avukatı. Peki, bu noktaya nasıl gelindi? 
Çağdaş Hukukçular Derneği yöneticileri, üyeleri ve Halkın Hukuk Bürosu’ndan 16 avukat 12 Eylül 2017’de, evleri ve büroları basılarak gözaltına alındı. Dokuz gün gözaltında kaldıktan sonra, 15 avukat tutuklandı ve yedi ayrı şehirdeki cezaevlerine gönderildi. Aynı soruşturma kapsamında, kasım ayında ÇHD genel başkanı Selçuk Kozağaçlı’nın ve Yaprak Türkmen’in tutuklanması ile tutuklu avukat sayısı 17’ye çıktı. Tutuklu avukatların ilk duruşmaları bir yıl sonra, 10-14 Eylül 2018’de, İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Mahkeme heyeti tüm sanıkların tahliyesine karar verdi. Ertesi gün, tatil olmasına rağmen, savcılığın itirazı üzerine, aynı mahkeme heyeti, 12 avukat hakkında yeniden yakalama kararı çıkardı. Altı avukat tutuklandı. Eklenen dosyalarla birlikte toplamda 20 avukatın yargılandığı davada 20 Mart 2019’da karar çıktı. 18 avukata toplam 159 yıl hapis cezası verildi, iki avukatın dosyası ana dava dosyasından ayrıldı. 18 avukat hakkında verilen karar, Canan Kaftancıoğlu kararını da onayan İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi tarafından onandı. Dosya şu an Yargıtay aşamasında. Aralarında Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’ın bulunduğu, Çağdaş Hukukçular Derneği ve Halkın Hukuk Bürosu üyesi avukatlardan sekizi, 3 Şubat’ta “adil yargılanma” talebiyle açlık grevine başladı. Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal, 5 Nisan Avukatlar Günü’nde açlık grevlerini ölüm orucuna çevirdiler. Diğer avukatlar ise aralıklarla destek açlık grevi yapıyorlar. 24 Haziran itibarıyla, Ebru Timtik ölüm orucunun 174., Aytaç Ünsal 143. gününde. Dava dosyasının ve ölüm orucunun seyrini Çağdaş Hukukçular Derneği yöneticisi ve Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Didem Baydar Ünsal’dan dinliyoruz.  


Ölüm orucundaki eşinizi, Aytaç Ünsal’ı en son geçen hafta ziyaret ettiniz, nasıl geçti görüşmeniz?

Didem Baydar Ünsal: Burhaniye T Tipi hapishanesinde kayıt altına alınan kapalı bir görüş yaptık. Kapalı görüşte dokunamıyorsun, arada cam var, sesini telefondan duyuyorsun. Eline, yüzüne dokunmak, iyi olduğunu hissetmek istiyorsun, bu imkânsız. Çok zayıflamıştı. Ayağa kalkıp bedenini gösterdi. Üzerindeki giysilerden bile kemiklerinin sayıldığını görebildim. Ağzında yaralar çıkmış, muhtemelen bağışıklığı çöküyor. Görüşmeler kayıt altına alındığı ve zorla müdahale ihtimali olduğu için sağlığı hakkında uzun uzadıya bilgi vermiyor. Ölüm orucundan bu yana artan meslektaş ziyaretlerinden memnun. Ebru (Timtik) ablayı merak ediyor. Onun enerjisini iyi korumasını istiyor. “Biz canımızı halkımıza ve meslektaşlarımıza emanet ettik, onlara güveniyoruz ve mutlaka biz kazanacağız” dedi.

On gün önce de Silivri’de Ebru Timtik’i ziyaret ettiniz, orada neler gözlemlediniz?

Silivri hapishanesinde daha önce pandemi nedeniyle kapalı görüş yaptırılıyordu avukatlara. Şimdi eskiden görüştüğümüz avukat görüş yerlerinde, araya ince bir plastik konmuş, burada görüşme yaptık. Hapishanelerde pandemi önlemleri asgari düzeyde uygulanıyor. Tutuklular kendi imkânlarıyla önlemler almaya çalışıyor. Ölüm orucu direnişiyle Covid-19 karşısında risk altında olan arkadaşımızın yeterli düzeyde korunmadığını görmek endişe verici. Ebru çok zayıflamış, en az 30 kilo kaybetmiş durumda. Bağımsız hekim seçme hakkı verilmediği için cezaevi doktoruyla görüşmüyor. Uzun süreli açlığın doğal bir etkisi olarak halsiz görünüyordu. Kas ve kemik ağrıları artmıştı. Ellerinde lekelenmeler oluşmuş. Üç kişilik F tipi hücrede kalıyor. Kızkardeşi Barkın Timtik ve hükümlü müvekkili Aysu Baykal var yanında. B1 vitamini, şeker, tuz, su, çay ve bitki çayları tüketebiliyor. Enerjisini koruması için şeker alması gerekiyor, ancak şeker bulantı yapabiliyor. Bu nedenle daha az katkı maddesi içeren yumuşak şeker satın almak istiyor, ama bu temin edilmiyor. Verilen tuzun ağzındaki yaraları kötüleştirdiğini söylüyor ve kaya tuzu almak istiyor. İdare bu imkânı da sağlamıyor.

Görüşme sonrası basın mensupları arıyor, onlarla konuşurken içimden şöyle şeyler geçiyor: “Ne anlatayım, o kadar haksızlık, adaletsizlik, zulüm yaşadık ki, bunun son bulması için hangi kelimeler etkili olur, bilmiyorum. Yaşadıklarımız anlattıklarımızdan çok daha derin.”

Nasıl geçti görüşmeniz?

Vücut direnci düşmüş, bağışıklığı zayıflamış olmasına karşın yüzündeki gülümseme kaybolmamış. Enerjisini koruyarak yavaş yavaş konuşuyor, yoruluyor, ama yorulmamış gibi coşkuyla konuşmaya devam ediyor. 14 Eylül 2018 tarihli tahliye kararına geri dönülmesini istiyor. O tahliye kararında avukat oluşumuza, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne yapılan atıfların doğruluğuna ve hukuk tarihine katkısını anlatıyor. “Böyle bir karar emsal olabilecek nitelikte iken on saat içinde gerekçesiz bir şekilde geri alınmasını kabul etmeyeceğiz” diyor. “Dünyada ve Türkiye’de herkesin gözü önünde böylesi bir hukuksuzluk yaşandı, bu asla kanıksanmamalı” diyor ve adil yargılanma hakkını salt kendileri için değil, herkes için istediklerinden dolayı ölüm orucunda olduklarını söylüyor. Meslektaşlarının bu durumu kanıksamamalarını, mahkemelerde adil yargılanmanın tesisi için etkin eylemlilikler yapılmasını ve savunma hakkına, savunma mesleğine sahip çıkılması gerektiğini düşünüyor.

Açlık grevinin ölüm orucuna dönüştürülmesi kararını nasıl öğrendiniz?

Aytaç’ı ziyarete gittiğimde birkaç gün önce dilekçe verdiğini öğrendim. Çok telaşlandım önce, “şimdi ne yapacağım, nasıl bu sorumluluğun üstesinden geleceğim, sizi nasıl yaşatacağım” diye sordum ona. Böylesi irade isteyen, zorlu bir eylem biçimini tercih etmesine duyduğum saygıyla birlikte çok endişelendiğimi ifade ettim. Seçilen eylem biçiminin insanları harekete geçirip geçirememekte ne kadar etkili olacağını şu aşamada ölçemediğimi ve korktuğumu söyledim. Aldıkları kararda bize de bir sitem vardı. Bu süreçte adalet mücadelesini yeterince yükseltememiş, hukuksuzlukları yeterince teşhir edip son bulmasını sağlayamamış, meslektaşlarımızı dahi harekete geçirememiş olmamıza bir sitemdi. Bu ince sitemi, üzerimize düşen sorumluluğu yüklenip ayrıldım oradan.

Didem Baydar Ünsal 18 aydır Çağlayan Adliyesi önünde Adalet Nöbeti’nde

Eşinizle yaptığınız görüşlerden çıkınca neler hissediyorsunuz?

Bu görüşmelerde ne kadar istesen de eş-sevgili olma kimliğinden arınamıyorsun. Duygusal yükü ağır olabiliyor. Onun hassasiyetlerini biliyorsun, onu üzmemek, onu anlamak istiyorsun, ama endişeler öne çıkınca bu bazen çok zorlaşabiliyor. Onun eridiğini gördüğümde duyduğum üzüntüyü ona belli etmemeye çalışıyorum, üzgün ve zayıf görünüp onu endişelendirmek istemiyorum. Onu can kulağıyla dinleyip notlar alıyorum. Görüşme sonrası basın mensupları arıyor, onlarla konuşurken, sık sık içimden şöyle şeyler geçiyor: “Ne anlatayım, o kadar haksızlık, adaletsizlik ve zulüm yaşadık ki, bunun son bulması için hangi kelimeler etkili olur, bilmiyorum. Aslında yaşadıklarımız anlattıklarımızdan çok daha derin.” Bu yüzden konuşmakta zorlanıyorum her zaman. Aytaç ve Ebru “Adalet yerini bulacaksa, bizden sonra adaletsizlikler sona erecekse veya biraz olsun geriletilecekse, biz ölürüz, ama yaşamak ve adalet mücadelesini dışarıda özgürce verebilmek de istiyoruz” diyorlar. Muktedirlerden ne merhamet ne de özel bir uygulama istiyorlar; yalnızca adil yargılama talep ediyorlar, tıpkı adaletsizlikler yüzünden kaybettiğimiz müvekkillerimiz Mustafa Koçak, Helin Bölek ve İbrahim Gökçek gibi. Onları saygı ve sevgiyle anıyorum.

18 aydır Çağlayan Adliyesi önünde Adalet Nöbeti tutuyorsunuz, bu eyleme neden başladınız?

Ben de bu dosyanın sanığıyım. 14 Eylül’de tahliye edildikten sonra, arkadaşlarımızın ve Aytaç’ın tutuklanması sonrasındaki yargılanmalarında dışarıya uyum sağlamaya çalıştım bir süre, kim ne yapıyor, neler yapmak gerek, bunları gözlemledim. 39 baro başkanı açıklama yaparak bu süreçte sorumluluk alacaklarını söylemişlerdi. Verilen sözlerin, yapılan açıklamaların yerine getirilmediğini gördük. Cezaevlerine yapılan ziyaretler de azaldı. Hatta kimi konferanslarda konu savunma hakkı olmasına rağmen, bizim dosyamızdaki hukuksuz durumdan yeterli düzeyde bahsedilmediğini gözlemledim. Başkaca eylem ve etkinlik programı da konulamadığı için 18 ay önce Çağlayan Adliyesi önünde bir Adalet Nöbeti başlattım. Bu süreçte, orada Cumhuriyet gazetesi davası tutukluları için sürmekte olan bir Adalet Nöbeti vardı, ama bir süredir nöbeti bitirelim tartışmaları yaşanıyordu. Avukatların bu ülkenin aydınları olarak kamuoyu önünde periyodik bir eylemlerinin olması gerektiğinde ısrar ettim. Adalet nöbetlerinin aylık olarak farklı şehirlerde yapılması konuşuldu. Ben İstanbul’daki eylemde ısrarcı olup başladım. Eylemin yeri İstanbul olmalıydı, çünkü 37. Ağır Ceza’da birçok akademisyen, gazeteci, avukat haksız hukuksuz bir şekilde yargılanmış, cezalar almıştı. Bizim davamızda da hukuksuz biçimde karar veren mahkeme heyetinin kararını protesto etmeye başladım. Her perşembe saat 13’te orada oluyorum, nöbetimi kesintisiz sürdürmeye çalışıyorum. Ben olmadığımda kendileri de dosya sanığı olan çalışma arkadaşlarım nöbeti devralıyor. Böylece her hafta kararlı bir şekilde hukuksuzluğu kabul etmeyeceğimizi söylemiş oluyoruz.

Yargıtay savcısı onlarca klasörden oluşan dosyayı bir günde değerlendirdi ve hükmün onanmasını istedi. Sadece örgüt üyeliği, yöneticiliği vasfı oluşmadığı için bu yöndeki cezaların verilemeyeceğini belirtti ve buna itiraz etti. Dosyanın tümüne ilişkin bozma kararı verilmesini umut ediyoruz. 800’den fazla adil yargılanma talep eden dilekçe dosyaya sunuldu.

Aytaç Ünsal’ı ziyarete gelenler arasında “ölüm orucunu bırak” diyenler oluyor mu?

Olmaz olur mu, oluyor tabii. Aytaç da buna cevaben, “Ben iki buçuk yıldır cezaevindeyim, çok sevdiğim eşimden, ailemden, halkın avukatlığından ayrıyım. Arkadaşım olarak bize yapılan hukuksuz yargılama karşısında ne yaptınız? Yapsaydınız, bu aşamada olmazdık, bunu biliyorsunuz. Bu yüzden lütfen bana seslenmeyin, bu adaletsizliğin müsebbibi olan iktidara seslenin, hukuksuzluğa karşı durun ve dilekçelerinizle Yargıtay’a bir şeyler söyleyin. Bugüne kadar siyasi iktidar bizi yalnızlaştırmayı başardı. Bizim yaşamamızı istiyorsanız bize ve davamıza sahip çıkın, adaletsizliğin sürmesine izin vermeyin. Sadece bizim için de değil, bu ülkede adil yargılanma hakkı için, savunma hakkı için, meslek onurumuzu korumak için adım atın, lütfen sessiz kalmayın” diyor özetle.

1996’daki açlık grevleri ve ölüm oruçlarında iktidarla müzakere yürüten aydınlar vardı. Bugün bu tür etkili müzakerelerin olmadığını gözlemliyoruz, ne dersiniz?

Şu âna kadar aydınların ve sanatçıların desteği düzenlenen imza kampanyalarına iştirak ve sanatçıların Aytaç ve Ebru için türküler seslendirmesi şeklinde gelişti. Savunmaya Özgürlük Koordinasyonu’nun başlattığı kampanya üzerinden adil yargılanma talebinin kabulü için on günde 11 bin 600 imza toplandı. Bu imzaları Yargıtay dosyasına beyan olarak gönderdik.



Adalet Bakanlığı’yla görüşme yapılıyor mu?

Pek çok koldan görüşmeler yapılmaya çalışılıyor. Doğrudan bakanın kendisiyle değilse de bakanlıktan yetkililerle görüşebilenler oldu, ancak şu âna kadar bakanlık sessizliğini korudu bizim davamızda. Bu da çözümsüz kaldıklarını gösteriyor bize göre.

Siyasi partilerden destek geldi mi?

Muhalefet partileriyle görüşme halindeyiz, vekillerle görüşülüyor. Kurumsal değil, daha çok bireysel olarak görüşülüyor. Müvekkilimiz Helin Bölek’i kaybettikten sonraki aşamada, HDP etkin bir biçimde desteğini gösterdi bu süreçte ölümler yaşanmasın diye. Bunun dışında da bireysel olarak vekillerin adil yargılanma hakkı konusunda kimi çalışmaları, meclis kürsüsünden konuşmaları oluyor. Adil yargılamanın olmadığı bir ülkede milletvekili olmak da zor. En ufak bir eleştiride haklarında fezleke hazırlanıyor. Gene de bizim davamıza yönelik seslerini daha yüksek ve ısrarlı bir biçimde çıkarmıyor olmalarını anlayamıyorum. Kendi öz güçlerine güvenmiyorlar, güvenmeliler.

İstinaf mahkemesi kararını verdi, dosya şimdi Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin önünde. Kararın ne yönde olacağını öngörüyorsunuz?

İstinaf mahkemesi çok hızlı, hiçbir delili ve itirazı tartışmadan, toplanmasını istediğimiz delilleri toplamadan kararın onanması yönünde karar verdi. Beklediğimiz gibi, bir an önce bu davayı kapatmaya yönelik bir karardı. Amaç belliydi: Bu avukatlar hukuk sisteminin, savunmanın dışına atılsın. Şimdi dosya Yargıtay’da. Maalesef ilk aşamayı aynı hızda geçtik. Yargıtay savcısı onlarca klasörden oluşan dosyayı bir günde değerlendirdi ve hükmün onanmasını istedi. Sadece örgüt üyeliği yöneticiliği vasfı oluşmadığı için bu yöndeki cezaların verilemeyeceğini belirtti ve buna itiraz etti. Genel olarak aleyhte görünen bir durumla karşı karşıyayız. Dosyanın tümüne ilişkin bozma kararı verilmesini, yanlıştan dönülmesini umut ediyoruz. Bunun için elimizden geleni yapmaya devam ediyoruz. 800’den fazla adil yargılanma talep eden dilekçe dosyaya sunuldu bu arada. 600’e yakın dilekçe de yurtdışındaki meslektaşlarımızdan geldi.

Başta Avrupa Barolar ve Hukuk Birlikleri Konseyi, uluslararası demokratik kitle örgütleri Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi başkanlığına mektup gönderdi. BM Yargıç ve Avukatların Bağımsızlığı Komiserliği’ne aktif harekete geçme başvurusu yapıldı. Avrupa Barolar Birliği de dahil, 50’yi aşkın baro ve avukat örgütleri Ebru ve Aytaç şahsında tutuklu avukatların serbest bırakılması gereğini yineledi.

Uluslararası destek ne durumda?

Gerçeği ortaya koymak gerekirse, buradaki barolardan ve meslek örgütlerinden daha çok, uluslararası düzlemde hem baroların üst kuruluşlarından hem tek tek ülke barolarından ve avukatlık örgütlerinden destek geldi. Yaklaşık otuz ülkeden yetmiş avukatın katılımıyla bir uluslararası online konferans düzenlendi. Dünyanın dört bir yanından kırka yakın avukat tutuklu avukatların tahliyesini talep etti. Başta Avrupa Barolar ve Hukuk Birlikleri Konseyi (CCBE) olmak üzere, Avrupa Demokrat Avukatlar Birliği (AED), Dünyada İnsan Hakları ve Demokrasi İçin Avrupalı Avukatlar Birliği (ELDH) ile hukuk alanında çalışan uluslararası demokratik kitle örgütleri Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi başkanlığına Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’ın durumuyla ilgili mektup gönderdi. BM Yargıç ve Avukatların Bağımsızlığı Komiserliği’ne dosya için aktif harekete geçme başvurusu yapıldı. Avrupa Barolar Birliği de dahil olmak üzere, elliyi aşkın baro ve çeşitli avukat örgütleri de Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal şahsında tutuklu avukatların serbest bırakılması gereğini yineledi ve uluslararası sözleşmelerden kaynaklı devletin sorumluluklarını hatırlattı. Bu destekler artarak devam ediyor. Son olarak Avrupa Barolar ve Hukuk Birlikleri Konseyi (CCBE), Uluslararası Avukatlar Birliği (UIA), diğer uluslararası demokratik kurumlar ve Avrupa’daki barolardan oluşan 22 hukuk örgütü tarafından hazırlanan raporun Türkçe çevirisi Yargıtay’a sunuldu.

15 Haziran’da 19 il barosu ve Alanya Barosu basın açıklaması yaptı. Birkaç gün sonrasında sizin başlattığınız Adalet Nöbeti de epey kalabalıktı. Müzisyenler avukatlar için türküler söylüyor ve sosyal medyada paylaşıyorlar. Bu destekleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aynı gün içinde yirmi ayrı açıklama yapabilmek ve tek bir konuya, savunma özgürlüğüne odaklanabilmek çok kıymetli. İstanbul’daki açıklamada Ebru Timtik’in mektubu okundu. Nitelik olarak önemli, nicelik olarak elbette daha fazla olabilirdi. Bu gibi açıklamaların, eylem ve etkinliklerin devam etmesini bekliyoruz. Adil yargılanma hakkının tesis edilmesi tüm avukatları kapsamalı. Pekâlâ 81 baro iştirak edebilir bu eylemlere. İstanbul Barosu başkanının da dediği gibi, er veya geç bu hukuk mücadelesini kazanacağımıza inanıyoruz, ama bunu şimdi yapabilmek zorundayız, Ebru ve Aytaç için geç olmadan; bunun altının çizilmesi önemliydi. Aytaç ve Ebru’yu kaybedersek meslek onurumuzu kaybedeceğiz, bu mesleği yapmak daha da zorlaşacak. Birçok insanın bunun farkında olduğunu düşünüyorum. Ancak, bütün bunlar adil yargılanma talebinin karşılanmasını sağlamıyor, böyle olunca da etkili eylemlilikleri yeterince ortaya koymadığımızı düşünüyor Aytaç ve Ebru.

Didem Baydar ve Aytaç Ünsal

Etkili eylemlerin ortaya çıkamayışını neye bağlıyorsunuz?

Siyasal baskının artması ve muhalefetin bir bütün olarak sindirilmişliğe ve susturulmuşluğa alışmasıdır etkili eylemlerin ortaya çıkmamasının nedeni. Kimi meslektaşlarımız biraz durup beklemek, izlemek, görmek gerektiğini söylediler uzunca bir süre. Ben de durdukça, sustukça saldırıların arttığını, artacağını ifade ettim sıklıkla. 24 Ocak 2018’de, Tehlikedeki Avukatlar Günü’nde çok büyük bir yürüyüş düzenlenmesi için devreye girdik. İstanbul Barosu’nun girişimleriyle iki bin kişilik bir yürüyüş yapıldı, savunmaya özgürlük talepleri dile getirildi. Bunu sürdürülebilir kılsaydık, kitle eylemlerine devam edilebilseydi, mesleğimize yönelen gözdağını kırabilirdik. Ölüm orucuna başlarken Ebru ve Aytaç şöyle demişlerdi: “Bu açlık faşizmi utandırmaz, biliriz. Ama dostlarımızın yüreğini yakacağını da biliriz. Bizim açlığımız adalet açlığı çekenleri harekete geçirir, geçirsin dileriz. Hakikat ve adaletin yılmaz savunucuları sizlere dayıyoruz sırtımızı.”
Domino taşları gibiyiz, birimizi devirdiklerinde hepimizi devirecekler. Önce politik hukuk bürolarından başlayacaklar, politik ceza davalarına bakanlardan başlayacaklardı, nitekim öyle oldu. Sonrasında bu saldırılar tüm muhalif avukatlar cephesine yayılacak. Bunu yıllardır söylüyoruz. Mussolini’nin sözü vardır, “avukatlar olmasaydı bu ülkeyi nasıl da güzel yönetirdim” diye. Bizim bu fırsatı iktidara vermememiz gerek. Onlar yönetememe krizi içerisinde. Bu yüzden hak ve özgürlük savunucusu avukatlara saldırıyorlar. Onları durdurmazsak bunu yaygın şekilde yapacaklar ve gücümüzü kıracaklar.

Seçilen eylem biçimi kitleselleşmeyi engelliyor olabilir mi?

Kesinlikle hayır. Açlık grevlerinin tarihçesi sol örgütlerle sınırlı değil, Roma dönemine kadar gidiyor kökleri. Tümüyle karşı tarafın vicdanına seslenen bir eylem biçimi açlık grevi veya ölüm oruçları. Sol örgütlerle ilişkilendirilebiliyor, hatta bu nedenle de kara propaganda malzemesi yapılabiliyor. Sonuçları itibarıyla sarsıcı ve belki de en etkili eylem biçimi olduğu düşünüyorum. Harekete geçiren bir eylem biçimi. Avukat arkadaşlarımız bu eyleme başladıktan hemen sonra onlara yapılan hapishane ziyaretleri arttı, onlar hakkında daha çok yazılıp çizilmeye başladı. Açlık grevleri, ölüm oruçları gibi eylemler bir yanıyla siyasal iktidara, bir yanıyla da kamuoyunun vicdanına seslenir. Bir tarafı ince bir sitemdir, bir tarafı “talebimi yerine getirmek zorundasın” der muhatabına. İnce sitem olan tarafı dostlara ve bu ülkenin hukukçularına, aydınlarınadır. Süresiz olarak başladıkları açlık grevini ölüm orucuna çevirmelerinin bir nedeni de adil yargılanma taleplerinin yeterince sahiplenilmemesi zaten. Yüksek sesle itiraz edebilseydik ne bu yargılama böyle olurdu, ne de bugün iki avukat bedenlerini ölüme yatırırlardı. Bu yargılamada yapılan bütün usûlsüzlükler bu davadan sonra artarak devam etti. 5 Nisan sonrası başlatılan imza ve dilekçe kampanyası, artan cezaevi ziyaretleri, 15 Haziran’da yirmi baronun açıklamaları, sanatçıların verdiği destekler bu sağırlaştırıcı duvarın aşılacağını gösteriyor. Buna inanıyorum.

Domino taşları gibiyiz, birimizi devirdiklerinde hepimizi devirecekler. Önce politik hukuk bürolarından, politik ceza davalarına bakanlardan başlayacaklardı, nitekim öyle oldu. Sonrasında bu saldırılar tüm muhalif avukatlar cephesine yayılacak. Bunu yıllardır söylüyoruz. 

Baroların özerkliğine müdahale edecek yasal düzenleme gündeme geldi. 19 Haziran’da, altmışa yakın baro başkanının başlattığı Savunma Yürüyüşü Ankara’da engellendi ve avukatlar polis şiddetine maruz kaldı. Bu gelişmeler #SavunmaDurdurulamaz etiketiyle gün boyu gündem oldu. Bütün gece polis ablukasında kaldılar. Bu yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aslında tam olarak Aytaç da, Ebru da bu sonuca varılacağını göstermek istediklerini söylüyorlardı, baroların özerkliğine müdahaleyi hedef alan düzenlemeler gündeme geldiğinde. “Bugün bize yapılanların yarın tüm avukatlara yapılacağını, baroların özerkliğinin tartışma konusu olacağını anlatıyorduk. Keşke öngördüğümüz durum yaşanmasaydı, bu konuda zamanında onları ikna edebilmiş olsaydık” diyorlar.
Son günlerde birtakım “reform paketleriyle” baroların etkisizleştirilmek istenmesi, savunmanın etkisizleştirilmesi politikasının bir parçası. Büromuza, derneğimize yönelen saldırıların aslında bizim üzerimizden savunmaya saldırı olduğunu çok kereler söylemiştik ve bunun geleceğini de öngörmüştük. Mücadele etmek zorunluluğunu ve aciliyetini hep anlatmaya çalıştık. Bugün barolara yönelen bu saldırıyla, hazırlanmakta olan kanun teklifiyle, savunmanın tümüyle saldırı altında olduğunu, siyasal iktidarın güdümüne alınmak istendiğini görüyoruz ve hep birlikte yaşıyoruz.
Bugün savunmanın başı olan barolar bu saldırılara dur demek için sokağa çıkıyor ve Savunma Yürüyüşü yapıyorsa, topyekûn bir saldırıya karşı topyekûn bir mücadele başlamış demektir. Şimdi arkadaşlarımızın haklı talepleri için ölesiye direnmelerinin ne kadar anlamlı hale geldiğini daha net görebiliyoruz. Yapılan her etkili direnişin bir birikime yol açtığını ve adalet mücadelesine güç verdiğini, ivme kattığını görüyoruz. Savunma Yürüyüşü’nü gerçekleştiren baro başkanlarımızın savunmaya, mesleklerine, meslek onurlarına sahip çıkıyor olmalarını görmek gurur verici. Bu yürüyüşte meslektaşlarımızın resimlerini taşıyan, taleplerini duyuran baro başkanlarımız olduğunu, direnişlerin birbirini desteklediğini, birbirinden güç aldığını görmek de mesleğimizin geleceği için umut verici. Ebru ve Aytaç da tutuklu olmasalardı barolarda çalışıyor ve bu mücadeleye güçlü biçimde destek veriyor olacaklardı.

^