WEIMAR’DA TARİH VE HAYAT

A. Ekber Doğan
18 Ağustos 2022
Goethe ve Schiller
SATIRBAŞLARI

1999’da Avrupa Kültür Başkenti olmuş Weimar 60 bin kişinin yaşadığı, turistik adlandırmayla “butik” bir şehir. Modern kültürün Goethe, Wieland, Schiller, Herder, Bach, Liszt, Nietzsche gibi pek çok önemli figürünün çoğunlukla Eisenach-Weimar-Saksonya prensliğinin himayesinde (ev ve düzenli gelir tahsisiyle) yaşamış olduğu şehirde bu isimlerin neredeyse her birinin adına açılmış müzelerin yanında, şehrin UNESCO dünya mirası listesindeki tarihi kent merkezi de görülmeye değer. Ülkedeki en demokratik ve kısa cumhuriyetin de başkenti olmuş Weimar, soğanı ve birahanelerinin yanında, devrimci sanat-zanaat-mimarlık akımı Bauhaus’un kurulduğu yer olmasıyla ünlü…

Rus yazar Ivan Turgenyev’in Almanya’da yaşadığı ve burada yazdığı romanlarıyla ününe ün kattığı dönemde, librettosunu yazdığı Son Büyücü operetinin galası için geldiği Weimar’la ilgili Nisan 1869’da kaleme aldığı satırlara bakalım önce: “Weimar’daki arkadaşımdan bu operet daveti geldiğinde, fanatik bir Goethe hayranı olarak bunu o güne dek görmediğim şehri tanımak için şans olarak gördüm ve hemen kabul ettim. Etrafındaki hoş doğası hariç tutulursa, konfor ve güzellik açısından vasat olsa da pek çok yaşanmışlığı barındıran bu küçük şehri gerçekten çok sevdim. İnsan böylesi klasik şehirlerde kaldığında, çoközel bir duyguya kapılıyor. Evet, Weimar’ı görmüş, orada vakit geçirmiş olmak bana mutluluk verdi.”

Her ne kadar Turgenyev’in uzun yıllar yaşadığı Baden Baden, Wiesbaden gibi yerlerdeki Rus aristokrasisini çeken kaplıca ve kumarhaneleri olmasa da, Rusların Weimar’da da 19. yüzyıldan beri bir ağırlığı olduğunu halen şehrin en lüks otellerinden biri olan, 1808’de yapılmış Russischer Hof’tan (Rus Hanı) ve Weimar Şehir Müzesi’nde hususi bir Weimar-Rusya bölümü olmasından da anlıyoruz.

Doğu Almanya’ya dair bir yanılgı

Kentin içinde bulunduğu Thüringen Eyaleti’ni iki dönemdir Die Linke’den (Sol Parti) seçilmiş bir başbakanın koordinatörlüğünde Sol Parti – Sosyal Demokratlar (SPD) – Yeşiller koalisyonu yönetiyor. Batı eyaletlerinde yaşayanların Almanya’nın doğu eyaletlerinde tek güçlü partinin sağ popülist AfD (Almanya için Alternatif Partisi) olduğuna dair yaygın kanaatinin özellikle kent merkezlerinde ne kadar mesnetsiz olduğunu bölgedeki pek çok şehir gibi Weimar’da da görüyoruz.

Nitekim, son yerel seçimlerde belediye başkanlığını yüzde 26’yla SPD aldı. Belediye meclisi seçimlerindeyse ilk dört partinin oy oranı birbirine çok yakındı: Yeşiller yüzde 18,5, Weimarwerk (Weimar-tarzı) isimli yerel siyasi oluşum 17,9, CDU (Almanya Hıristiyan Demokrat Birliği) 17,5, Sol Parti 16,2… SPD ve AfD’nin onları geriden izlediği, nev-i şahsına münhasır bir yer Weimar. Kentin etrafındaki küçük yerleşimleri de kapsayan il yönetiminin başındaysa (Yüksek Belediye Başkanı deniyor) CDU ve Weimarwerk’in desteğiyle seçilmiş partisiz bir isim oturuyor. Bu arada, kendisinin küçük, turistik anlamda şöhretinin büyüklüğünden olsa gerek, Weimar, Demokratik Alman Cumhuriyeti zamanında belediye başkanlığını CDU’lu birinin yürütmesine izin verilen tek yermiş.

Bir sanat okulu olarak kurulsa da Bauhaus, asıl olarak sanatçıyla zanaatkârı aynı kişide birleştiren, üniversite diploması yerine katılım ve ustalık belgesi veren büyük bir emek ortaklaşması işliği.

Demokratik Alman Cumhuriyeti çok partili bir rejime sahip olmakla birlikte, yönetimi Sosyalist Birlik Partisi’nce belirlenen ve devlet başkanlığını işçi veya zanaatkâr kökenli birinin yönettiği bir ülkeymiş. İstihdam ve ücretlerde tam cinsiyet eşitliği, eşcinsel haklarının tanınması, çocuk bakımının toplumun görevi sayılması, barınma hakkı gibi konularda Federal Almanya’dan çok daha ileride olması nedeniyle, eski Doğu Almanya toprakları olan eyaletler otuz yıl sonra bile kadın-erkek eşitliği kriterleri, dinsizlik, göl veya denizde çıplaklık gibi bakımlardan açık ara önde bulunuyor.

Siyasi tercihleri, piyasa ekonomisine ve Batı’daki hegemonik eğilimlere (ABD-NATO-AB sevgisi) bakışları da ciddi farklılıklar içeriyor. Bunun neticesi olarak her yıl Paskalya Bayramı’ndan önceki gün Almanya genelinde düzenlenen barış yürüyüşlerinin sonuncusunda en yüksek katılımın olduğu yerler Berlin, Leipzig gibi doğu kentleri oldu. Gösterilerde hükümetin silahlanma ve Ukrayna’ya silah gönderme planlarının yanında NATO ve ABD de protesto edildi. Haberlerinde Paskalya yürüyüşlerine yer veren düzen medyasının bu yürüyüşlerdeki pasifist içeriği protesto eden Ukraynalı karşı-göstericilerin tepkilerine daha fazla yer ayırmasına şaşırmadık tabii…

Almanya Komünist Partisi’nin efsanevi lideri Ernst Thälmann’ın heykelinin arkasındaki uzun duvarda şu söz yer alıyor: “Sosyalist mücadelemiz sizin katlettikleriniz üzerinde yükseliyor.

Toplama kampı ve cadı avı

Şimdilerde Almanya’da bir yapı marketi firmasıyla özdeşleşmiş olan Bauhaus’un müzesi Weimar gezimizin ana nedeni. Fakat oraya gelmeden önce tren garından başlayarak şehre doğru inelim. Birkaç yüz metre yürüdükten sonra Buchenwald Platz’a varıyoruz. Meydana adını veren Buchenwald, Nazilerin Weimar kırsalında inşa ettiği toplama kampının ismi. Kamptan 250 bin kişi geçmiş ve bu insanların 56 bini fırınlarda yakılarak öldürülmüş.

İstasyondan inen yolun ikiye böldüğü meydanın bir köşesinde Almanya Komünist Partisi’nin efsanevi lideri Ernst Thälmann’ın heykeli var. Heykelin arkasındaki uzun duvardaysa komünist liderin bir sözü yer alıyor: “Sosyalist mücadelemiz sizin katlettikleriniz üzerinde yükseliyor.

Doğu Almanya’dan miras meydanın sağındaki yoldan 150-200 metre ilerleyince, Buchenwald Toplama Kampı’na giden caddeye çıkıyoruz. Caddenin adı da Ernst Thälmann. Bütün bu mekân düzenlemelerinin arkasında büyük bir hikâye var: Nazi Partisi’nin iktidara geldiği Mart 1933 seçimlerinden birkaç gün önce Reichstag yangını bahane edilerek tutuklanan Thälmann son günlerini Buchenwald Toplama Kampı’nda, insanların yakıldığı krematoryum binasındaki bir hücrede geçirmiş ve Ağustos 1944’te bizzat Hitler’in emriyle öldürülmüş…

Meydandan birkaç yüz metre daha aşağıya yürüdüğümüzde, bu müzeler şehrinin ikinci büyük ve önemli müzesi Neues Museum Weimar’a varılıyor. Müzenin önündeki meydana bir diğer Buchenwald mağduru Jorge Semprún’un ismi verilmiş. Sonradan romancılığıyla tanınan Semprún, ülkesi İspanya’dan iç savaş sonrasında kaçmış, sürgünde yaşadığı Fransa Nazilerce işgal edilince direniş hareketine katılmış bir komünist. Auxerre’de Nazilerce yakalanıp bir yük treniyle Buchenwald’a sürülmüş. Kamp özgürleştirildiğinde Semprún da kurtulanlar arasındaymış, sonra Fransa’nın yolunu tutmuş. İsmi de bu 19. yüzyıl sonrası modern sanat eserlerinin sergilendiği müzenin önündeki meydana verilmiş.

Meydanı biraz geçince, yolun karşısında Bauhaus Müzesi dev bir granit küp gibi heybetle yükseliyor. Müzenin yeni bir yapı olduğunu, açılışının 2019’da, Bauhaus’un 100. yılında yapıldığını ekleyelim.

Onun az ilerisinde de Weimar Şehir Müzesi var. Şehre akşam üzeri varabildiğimiz için ilk gün müzeleri gezme şansımız yoktu. O saatte tarihi Erningsdorf Bira Fabrikası’ndaki tur bile bitmişti. Weimar’ın dış mahallelerinde iki büyük tarihi bira fabrikası bulunmasıyla bölgenin kadınların cadı diye yakılması olaylarının en çok yaşandığı mıntıkalardan biri oluşu arasındaki paralelliğin aklımıza düşürdüğü, yakılan kadınların aslında evlerinde bira üreten küçük üreticiler olduğu konusuna bir soru işareti koyalım…

Bira fabrikası turunu kaçırsak da, UNESCO dünya mirası ilan edilmiş tarihi kent merkezindeki akşam turumuzda Weimar’ın iddialı olduğu gösterişli birahanelerini de kolaçan etmiş olduk. Aramızdaki kadın arkadaşlar cadıların anısına hürmeten bira içmediler. Birahaneler arasında dolaşırken Alman Ulusal Tiyatrosu binası önündeki Goethe-Schiller anıtıyla fotoğraf çektirdik. Tiyatronun 1919’da Weimar Cumhuriyeti’nin de ilan edildiği balkonunda asılı pankartta “Diplomasi Hemen Şimdi! Barış!” yazıyordu. Almanya’nın Batı eyaletlerindeki salt Rusya karşıtı ve kayıtsız şartsız ABD yanlısı tutumu düşününce çok dikkatli seçilmiş bir çağrı olduğu açık. Şehirde dolaşırken ne kamuya ait ne de bir özel mekânda Ukrayna bayrağıyla ya da Putin karikatürüyle karşılaşmamış olmak da Batı tarafından gelen bir turist için dikkat çekici bir detay.

Weimar’da Bauhaus müzesi

Alman Devrimi ve Bauhaus

Eisenach ve Saksonya’yla birlikte Alman devriminin en uzun ayakta kaldığı (1923’e kadar) bölgelerden biri olan Thüringen’in tarihi prenslik merkezi olsa da, Weimar ilginç biçimde 1919’da sosyal demokratlar ve muhafazakâr düzen güçleri tarafından ulusal meclisin toplanması için uygun bulunmuş. Toplantı sonrasında SPD’li bir delege Alman Ulusal Tiyatrosu balkonundan dışarıda bekleyen halka monarşinin kaldırıldığını, cumhuriyetin kurulduğunu ilan etmiş. 1919-1933 arasında parlamento faaliyetleri bu şehirden yürütüldüğü için de kurulan yeni rejime Weimar Cumhuriyeti denmiş.

Ülkedeki en demokratik cumhuriyet dönemi olarak kabul edilen bu kısa zaman aralığında Alman Devrimi’nin sancıları da devam etmiş. Monarşi yanlısı askerlerin 1920’de cumhuriyete karşı yaptığı Kapp darbesinin yenilgiye uğratılmasında, Ruhr işçilerinin “Kızıl Ordu”su kadar olmasa da, genel greve giderek parlamentoyu koruyan, bu sırada bir kısmı asker kurşunlarıyla can veren Weimarlı işçilerin de payı var. Şehir sokaklarında o zamanlara dair görebileceğimiz en önemli eserlerden biri de Walter Gropius’un Mart’ta Düşenler anıtı. 1922’de açılan, Nazi iktidarı döneminde kaldırılan, Doğu Almanya zamanında yeniden dikilen anıt, formundan dolayı halk arasında “Şimşek” diye anılıyormuş.

İmparatorluk ordusunun ve devrimci işçi hareketinin yoğunlaştığı Berlin yerine, görece sakin bir yer denerek ulusal meclisin ve cumhuriyetin merkezi seçilen Weimar, isyanlar, askeri ve milliyetçi darbe ve komplolar, genel grev ve ayaklanmaların 1923’e kadar sürmesi nedeniyle, ister istemez Alman Devrimi‘nin sancılarının da düğüm noktalarından birine dönüşmüş. Bu sancılar Weimar Cumhuriyeti’yle aynı yıl kurulan Bauhaus sanat okulunu doğurmuş. Kurumsal ömrü itibariyle Weimar Cumhuriyeti’yle aynı süreye (1919-1933) yayılsa da sanat, mimari, tasarım alanlarında getirdiği yenilikçi perspektif, ilke ve formlarla geniş halk kesimlerinin hayatlarında bıraktığı olumlu etkilerle Bauhaus’un diğerinden daha derin ve saygın bir anısı olduğu da söylenebilir.

Das Müze: Bauhaus’un Weimar’daki kısa ve görkemli hayatı

Gezimizin ikinci günü Bauhaus müzesine yollandık. Müzenin dört katını dolaşmak dört saatimizi aldı ve bugüne kadar hakkında pek çok şey okumuş olsam da Bauhaus’a dair bildiklerimin ne kadar kısıtlı ve renksiz, tatsız olduğunu idrak ettim. Bu aydınlanmayı üç yıl önceki Weimar gezimde yaşayabilirdim, fakat Almancam henüz A1 kurs kitabı seviyesinde olduğundan zamanlama hatası yapıp kente müzenin açılışından birkaç hafta önce gelmiştim.

İdrak ettiğim ilk bilgi, Bauhaus’un minimalist ve işlevselci bir mimari ve tasarım ekolü olmanın çok ötesinde, 1918-1923 arasındaki Alman Devrimi’nin Proletkült’ü olmasıydı. Kuşkusuz bunu görmemi sağlayan şey, müze küratörlerinin Bauhaus’un hikâyesini sunarlarken kurdukları sistematikti. Tarihsel politik arka planla, Alman Devrimi‘yle, onun Sovyet Devrimi‘yle iç içe bir süreç olduğunu göstermesiyle, konut ve eşya tasarımlarının Klasik Weimar’ın aristokratik ve burjuva döneminin diyalektik karşıtı olan sosyal/halkçı-demokratik içeriğinin çığır açıcılığını ortaya koymasıyla küratörlerin az rastlanan bir sadakat ve saygıyı cesurca ortaya koyduğunu belirtmek gerekir.

Kavradığım ikinci bilgi, bir sanat okulu olarak kurulsa da Bauhaus’un asıl olarak sanatçıyla zanaatkârı aynı kişide birleştiren, üniversite diploması yerine katılım ve ustalık belgesi veren büyük bir emek ortaklaşması işliği olduğu…

Okulun ilk yıllarında, öğrenci, öğretici ve sanatçıların emeğine yabancılaşmamış doğrudan üreticiler olarak zanaatkârlığa yaklaştırılmasıyla, yaratıcılığın özgürleştirilmesine yoğunlaşıldığı, daha sonra konutların ve içindeki eşyaların tasarlanmasının ağırlık kazandığı anlaşılıyor. Bu dönemde resim, heykel, müzik, modern bale, kukla gösterisi, mimarlık, grafik, görsel tasarım gibi alanlara yayılan yaratıcı ürünler ortaya konmuş.

Yüz yıl önce bunca güzelliğe, coşkuya, ışıltıya, umutla gelmekte olan yeni dünyaya, dünya vatandaşlarının sınırsız ülkesine doğru giden insanların yaşadığı bir yerde böylesi kan donduran, baş döndürücü bir zalimlik nasıl yıllarca hüküm sürdü?

Usta ve öğreticilerin de öğrencilerden öğrendiği, temel olarak onların esin perilerini uyandırmaya çalıştıkları bu okulda pedagojiyle eğlencenin birleştirildiğine ilişkin afiş ve fotoğraflardan bahsetmemek olmaz. Bu görsellerde, birlikte geziler düzenledikleri, cuma akşamları kostüm partileri yaptıkları görülüyor. Bu pedagojiyi ve hedeflerini Walter Gropius bir manifesto biçiminde kaleme dökmüş. En temel ilke şöyle özetlenebilir: “Bütün sanatsal faaliyetlerin nihai amacı inşa etmektir! […] Mimarlar, heykeltıraşlar, ressamlar, hepimiz zanaata geri dönmeliyiz! […] Sanatçı, zanaatkârda bir artıştır.”

Sanatçı ve zanaatkâr ayrımını ortadan kaldırma perpektifi aslında 1907’de kurulmuş ve Walter Gropius’un da üyesi olduğu Deutscher Werkbund’a (Alman Çalışma Birliği) ait toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldırma ve halkları birbirleriyle kaynaştırma yönündeki sosyalist-enternasyonalist üst hedeflere varmanın önkoşulu. Kristin Ross’un Ortak Lüks kitabından hareketle bunların köklerinin Paris Komünü sırasında ilan edilmiş “Ortak Lüks” ve “Evrensel Cumhuriyet – Dünya Yurttaşlığı şiarlarında yattığını anlıyoruz.

Toplumsal hayatı eşitlikçi, özgürlükçü bir yerden kuran, proletaryanın barınma, eğlenme, kültür ve sanat hakkından yararlanmasını sağlaması anlamında hayatın bütününe demokratikleştirici bir yerden bakan, Komünarların “ortak lüks” diye adlandırdıkları bir çizgiyi tutturmaya, geliştirmeye çalışan bu siyasetin izini görmek isteyenler Weimar Bauhaus Müzesi’ni ziyaret edebilir.

Walter Gropius’un Mart’ta Düşenler anıtının replikası

Bauhaus praksisi

Gropius’un ekibe dahil ettiği Lyonel Feininger, Johannes Itten, Gerhard Marcks, Paul Klee, Oskar Schlemmer, Wassily Kandinsky gibi isimler, dönemin belli başlı avangard sanat akımlarını (konstrüktivizm, geç dışavurumculuk, fütürizm, kübizm) etkileşim içinde harmanlamış ve öğrenci-zanaatçılar eliyle kullanışlı, yararlı nesnelere dönüşmelerine önayak olmuşlar. Bu esnada Tatlin’in III. Enternasyonal Anıtı Itten tarafından renkli ve gösterişli Ateş Kulesi olarak yeniden yorumlanmış, Lyonel Feininger’in Sosyalizm Katedrali isimli gravürü fütürizmin ışınsal çizgileriyle Bauhaus Manifestosu’nun görseli olmuş. Müzede dikkatimizi çeken bir diğer kesişimsel eser, Walter Ruttermann’ın Berlin’in 1920’lerdeki gündelik ritmini Dziga Vertov’un sine-göz yaklaşımı ve Sergey Ayzenştayn’ın estetiğini birleştirerek gözlediği Berlin: Büyükşehrin Senfonisi filmi…

Bauhaus’un Weimar’daki tarihinin fotoğrafları zemin kattaki Müze Dükkânı’nın önündeki geniş alanda tematik biçimde yansıtılıyor. Sosyalizm temalı bir fotoğrafta Gropius atölyedeki öğrencilere arkadaki Lenin heykelini anlatırken görülüyor. Heykelin bana o an Michelangelo’nun Davut’unu çağrıştırdığını söylemek isterim. Bu avluda ayrıca Mart’ta Düşenler anıtının büyük bir maketi de bulunuyor. Gropius bu tarz politik eserlerle ilgili muhafazakâr yerel basına da yansıyan şikâyet ve ihbar mektuplarıyla uğraşırken, 1924 genel seçimlerinden sağın zaferle çıkması sonrasında okulu Weimar’dan daha doğudaki Dessau şehrine taşımış. Üç yıl buradaki okulda yöneticilik yapan Gropius, yerini 1928’de Hannes Meyer’e bırakmış.

Müzenin en üst katındaki iki büyük salondan biri, komünist mimar ve kentleşme uzmanı Hannes Meyer’in 1929’da Yeni İnşa Yordamı diye adlandırdığı manifestosundan hareketle hazırlanmış Yeni Dünya (Die Neue Welt) enstalasyonunu ağırlıyor. Sergi salonu duvarlarına farklı şekillerle işlenmiş “Her çağ kendi formunu talep eder. Görevimiz, yeni dünyayı bugünün imkânlarıyla şekillendirmektir”, “Dünya yurttaşı olacağız”, “Hayatımız hızlanıyor ve böylece daha uzun yaşıyoruz” gibi Meyer manifestosunun temaları ziyaretçilere tefekkür imkânı sağlarken, yukarıdan sarkıtılmış kulaklıklardan metnin tamamını dinleyebiliyorsunuz. Odanın çıkışının sol köşesine kurulmuş küçük film odasında “Dünya yurttaşı olacağız” sözünün günümüzdeki anlamı üzerine yapılmış röportajlar izlenebiliyor. Hannes Meyer’in 1920’lerin sonundaki çağrısı bugün de geçerli: İşlevsellik ve ucuz maliyetle estetiği birleştiren, en geniş emekçi kesimlerin başını sokabileceği konutlar inşa etmek…

Bauhaus’un praksisini mimariye daha fazla çeken ve hane içinde “lüks ihtiyaçlar” yerine “proleter insanların ihtiyaçlarına dönük ekonomik çözümlere yönlendiren Meyer’in politik kimliği Dassau’nun SPD’li belediye başkanını rahatsız etmiş ve onu görevden almış. Meyer de bir grup öğrencisiyle birlikte Sovyetler Birliği’nin yolunu tutmuş, öğrencileriyle birlikte burada pek çok çalışmaya öncülük etmiş. Üç yıl sonra başlayan Stalin’in muhaliflere dönük cadı avını ülkedeki pek çok yabancı uyruklunun suçlanması furyası izlemiş. Bu durum karşısında Meyer, SSCB’yi terk ederek ülkesi İsviçre’ye dönmüş. Bir süre sonra da, pasaport sorunları yüzünden kendisiyle çıkamayıp Sovyetler’de kalan eşinin kurşuna dizildiğini öğrenmiş…

Yıkıntılar arasındaki melek

Müze gezisinin bittiği büyük salondaysa bu yıla yayılmış üç güncel sergiden ilki vardı. Üç sergi de aslında Walter Benjamin’in Paul Klee’nin Bauhaus-Weimar yıllarında yaptığı Angelus Novus (Yeni Melek) isimli resminden hareketle formüle ettiği “tarihin meleği” alegorisine atıfla kurgulanmış. Bizim denk geldiğimiz Eshter Shalev-Gerz’in Ayrılmaz Melekler enstalasyonu, oraya kadarki hayranlığımızın insanlığın gerçekliğiyle çarpışıp tuzla buz olmasını gösteren gerçek bir Brecht’yen müdahaleydi. Shalev-Gerz, Benjamin’in alegorisini Weimar kırsalındaki Buchenwald Toplama Kampı’na göndermeler yaparak yorumlamış.

Tüm müzeyi dolaşıp, Bauhaus’a dair böylesine bir aydınlanma yaşayıp bu enstalasyonda dolaşırken insan şöyle bir düşünceye kapılıyor: Yüz yıl önce bunca güzelliğe, coşkuya, ışıltıya, umutla gelmekte olan yeni dünyaya, dünya vatandaşlarının sınırsız ülkesine doğru giden insanların yaşadığı bir yerde böylesi kan donduran, baş döndürücü bir zalimlik nasıl yıllarca hüküm sürdü? Kanatları ileriye (geleceğe) açılmış, ama yüzü geçmişin yıkıntılarına dönük olan tarihin meleği, birden kopan bir fırtınayla geçmişin muhafazakâr, tutucu, milliyetçi yıkıntıları arasında nasıl olup da kaybolup gitmiş?

Halen bu paradoksu aşamadığımız gün gibi ortadayken, ekolojik yıkımın geri döndürülemez eşikleri aştığı bir dünyada insanlığın bir geleceği olacaksa, bu ancak kapitalizmden radikal eşitlikçi bir kopuşla, bu fikrin her düzeyde hegemonik hale gelmesiyle mümkün olacak. Bize bu anlamda büyük bir mucize lâzım. Bu noktadan sonra, müze sonrası Weimar izlenimlerine devam etmenin de bir esprisi kalmıyor… Zaten biz de gezi ekibindeki arkadaşlardan birinin Ukrayna’da yaşayan yeğeninin iki çocuğuyla birlikte artık Almanya’da yaşamak üzere pazartesi günü onların evine geleceklerini öğrenip ertesi sabah apar topar Weimar’ı terk ettik.

1+1 Express, sayı 180, Yaz 2022

^