Grubun adı niye Peyk?
Ertan Çalışkan: Peyk’in sözlük anlamı “uydu”, ama biz anlama çok takılmadık. Eski bir şey olsun istedik. Yaptığımız müzik de biraz eski zaten. Peykin söylenmesi de kolay geldi bize, ama insanlar ilk duyduklarında anlamıyorlar. Keyk meyk falan diyorlar. Türkçe mi yazılıyor, İngilizce mi diye soruyorlar.
İrfan Alış: Cümle içinde “ay dünyanın peykidir” gibi kullanılıyor. Eski savaşlarda, haber taşıyan askere de peyk denirmiş, peyklerin başındaki askere de peykçibaşı diyorlarmış. Müjdeli haberleri peykçibaşı götürürmüş. Ama biz bunu bilerek mi koyduk ismi, hayır tabii ki. Bu bilgiyi de Ekşi Sözlük’ten öğrendik zaten.
İstanbul’da şekillenen bir grup musunuz?
İrfan: Serdal’la İstanbul Üniversitesi’nde tanıştık. Bizim kampüste ortam olmadığı için onların bölümüne gidiyordum. Teknik Bilimler’den, Elektrik’ten terkim ben. Grup 1991’de kuruldu denebilir. Ama başta grubun davulcusu, basçısı yoktu. Birkaç şarkı o zaman da vardı, sağda solda, Yıldız Şenliklerinde, bizim okulun şenliğinde çıkıyorduk. Ama Özgür ve Ertan’la tanışmamız 1995’e denk geliyor.
Grubun epey mazisi var anlaşılan. Ortada albüm falan yokken, grubu ayakta tutmak zor olmadı mı?
İrfan: Öyle bir durum yok, biz zaten kankayız. Grup olmasa da ayaktayız. Ama 1995 döneminde bayağı sıkı çalışıyorduk, her hafta provadaydık. İşportacılık yapıyorduk Bakırköy’de, eşofman altı satıyordum ben. Alüminyum doğramacıydım aslında, ama stüdyo için para lâzımdı ekstradan, geceleri de çalışıyordum. Serdal’ın dayısı düğün salonlarında saz çalma tribinde iyi bir abimizdi, onun aletlerini kullanmak istemiştim, sonra Camlıkahve’de onun bodrum katını yalıtıp stüdyo yaptık.
Türkçe rock, birkaç grup haricinde konuşulmuyordu o zamanlar. Neden bilmem, biz de hiç cover yapamadık. Deniyorduk, bir-iki şarkı çıkarıyorduk, sıkılıyorduk sonra. Aslında her birimiz cover yapmışız başkalarıyla, ama beraber yapamadık.
Barış Tokgöz: Ben Peyk’e gireli bir sene oldu ama, tanışıklığımız eski. Özgür’le, Ertan’la on sene önce beraber çalıyorduk, başka bir grupta. Reggae yapıyorduk.
Albüm yapmadan da müzik icra edebilirdiniz, internet de artık güzel bir mecra…
Ertan: Klasik olsun, albüm elle tutulsun istedik. Myspace’te de bir sayfamız var, ama sonradan açtık.
İrfan: Onu da biz açmadık, arkadaşlar yaptı. İçimizde bilgisayara hâkim olan insan sayısı bir-ikidir, onlar da hakikaten internet boyutunda hâkim değillerdir. Bir de, inanmıyorum ki bilgisayardan insanlar bizim müziğimizi dinlesinler de, bizim müziğimiz yayılsın. Zaten stüdyoda bile zorlanan, teknolojiyle sorunu olan bir grubuz. Keşke canlı canlı çalsak ve kaydetsek, işimiz bitse, sonra da herkes gitse.
Hazıra konmuş bir jenerasyon değiliz. Bizim hayatımız biraz zor geçmiştir. Arabesk söylemi sevmiyorum, ağlak muhabbet yapan bir adam da olmadım hiç, ama başıma bir sürü iş de geldi. Her birimiz hayat mücadelesi içinde bayağı yoğrulmuş insanlarız.
Enstrümanlarınızla nasıl tanıştınız?
Özgür Ulusoy: Benim dedem Köy Enstitüsü mezunuydu, müzik öğretmeniydi. Küçüklüğümde biraz daha olgunlaşmıştı, öyle klasik müziği falan da savunmuyordu. Eline bağlamayı almış bir adamdı. Teyzem de müzik öğretmeni. Ben de İzmir Konservatuarı’na başladım, önce klarnet, sonra keman eğitimi aldım. Sonra kompozisyondan da mezun oldum. Öğrencilik hayatım boyunca, para kazanmak için barlarda çaldım, Ertan ve Barış’la da öyle tanıştık, beraber çalmaya başladık.
Barış: Benim de lisede başladı müzik maceram, 16 yaşındayken Kadıköy’deki İstanbul Üniversitesi Konservatuarı’na girdim. Klasik gitar geçmişim var. Birkaç sene yarı zamanlı devam ettikten sonra Marmara Müzik bölümüne girdim, oradan mezun oldum. Klasik gitar sürerken, aynı zamanda bas gitar çalmaya başladım. 16 yaşımdan beri bas çalıyorum.
Serdal Ersoy: Lisedeyken en büyük hayalim grup kurup müzik yapmaktı. Gitarı da kendi çabalarımla öğrendim. İrfan’la tanıştığımız günden beri de müzik yapıyoruz. Arkadaşlık yapıyoruz sadece aslında, müzik bizim için bir aracı oldu.
Hayalin gerçekleşti mi bu albümle?
Serdal: En azından ilk adımı atmış oldum. Ben aslında bas çalmak istiyordum, hayalim oydu, ama bana gitar kaldı.
Ertan: Ben Eskişehir’de ekonomi okuyordum, müziğe de bir üniversite grubunda başladım, ama ortaokuldan beri bagetlerim vardı. Sadece izlerdim, hiç gerçek davulda çalmamıştım. Üniversitede davulla tanıştım.
Reggae’ye nasıl merak saldın?
Ertan: ‘93 yazında, bir grup arkadaşımla beraber Didim’e gittik, ben bir gün kalacaktım, ama dört sene sonra eve dönebildim. Didim’de bir grup vardı, gel zaman git zaman bir davulcuya ihtiyaçları oldu, ben de orada garsonluk yapıyordum. Onlar çalar mısın dedi, ben de başladım. Halbuki reggae’den nefret ediyordum. Iron Maiden dinliyordum. Her gece içip içip ağladığımı biliyorum, “ben nasıl reggae çalarım” diye. Metal müziğe ihanet ettiğimi düşünüyordum.
Didim’de iki Nijeryalı solistimiz vardı, “senin saçların kıvırcık, güzel rasta olur” dediler. “Rasta nedir?” dedim ben. Hayatımda rasta nedir bilmiyorum, Bob Marley’i bile görmemişim hiç. Saçlar uzamaya başlayınca böyle oldu, “aa, rasta buymuş” dedim. Reggae dinledikçe, şeklin içine girdikçe, ritmime bir şekilde uydu. Hareketlerim yavaşladı, eskiden çok hızlıydı hareketlerim. İyi oldu yani.
Reggae etkileri bu albümde de var.
Ertan: Seviyoruz valla.
Barış: Ertan çok iyi reggae davulcusudur, belki de Türkiye’de en iyilerden biri.
Çok temiz, yumuşak, ‘90’larda rastlasak şaşırmayacağımız bir müziğiniz var. Şarkılarınız hep o yoğun çalıştığınız dönemden mi kalma?
İrfan: Yarısından fazlası o dönemden kalma. Ama yeni yazdığımız şarkılar da var. Albüme almadıklarımızı da sayarsanız, epey şarkı üretiyoruz hâlâ.
Müzik dışında neler yapıyorsunuz?
Serdal: Ben bir firmada satış mümessiliyim. Gündüz iş, akşam müzik.
Ertan: Ben tonmaysterim. Feridun Düzağaç’la çalışıyoruz mesela.
Barış: Ben basçıyım, başka iş yapmıyorum.
Hüzün severim. İnce bir esprisi var hüznün. Ağlamak ve gülmek birbirine o kadar yakın şeyler ki. Asıl korkuncu arada olmak, ne hüzünlü olabilmek, ne gülebilmek.
Özgür: Ben öğretim görevlisiyim, Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar’da.
İrfan: Ben İzmir’de, bir Fransız tatil köyünde butik işi yapıyorum. Esnafım yani. Özgür’ü tanımam falan da esnaflıktan. Onun teyzesini tanıyan bir esnaf arkadaşım vardı, “benim öğrenci bir yeğenim var, çok yetenekli, ama sizinle çalışmaz” demişti. Yıllar geçtikçe kaynaştık hepimiz, müzik yapmasak da rakı-balık durumu yeter. Bir sene öncesine kadar grubun ismi bile umurumuzda eğildi aslında. Bir dönem “albümle uğraşmayalım, internetten yayılalım” şeklinde geçti. Rastlantılar denk geldi, albüm çıktı sonunda. Klipleri de arkadaşlarımız yaptı, tanımadığımız biri girmedi hiçbir aşamada.
Dinlediğiniz ortak müzikler var mı?
Ertan: Tek ortak müzik reggae galiba. Blues da vardı, ama sıkıldık artık sanki.
Şarkılarınız belli bir hikâye anlatmıyor ama, hep bir sahne kuruyorlar. Çok da hüzünlü, kırgın bir havası var bazı şarkıların…
İrfan: Bu biraz da benden kaynaklanıyor, sözleri ben yazdığım için. Hazıra konmuş bir jenerasyon değiliz. Hepimiz müzikal anlamda ailelerimizde öncüyüz. Bizim hayatımız biraz zor geçmiştir. Arabesk söylemi sevmiyorum, ağlak muhabbet yapan bir adam da olmadım hiç, ama başıma bir sürü iş de geldi. Her birimiz hayat mücadelesi içinde bayağı yoğrulmuş insanlarız. Mesela bir deprem girdi hayatımıza. Avcılar’da dükkânım vardı, yıkıldı, otuzumda sıfır oldum. “Evim yıkıldı, ceketimi mi alıcan laan” diye bağırıyor adam. Benim de dükkânım yıkılmış ama. Fransa’ya gittim dükkândan kalan parayla, Fransızca öğrendim o yaştan sonra. Gerçi aşk-meşk işlerindendi o gidiş de.
Güneydoğu’da askerlik yaptım. Operasyona gidiyoruz, yanında “kelle aldık, kulak aldık” diyen tipler var. Döndüğüm zaman kafayı yemiştim, resmen tipim kaymıştı. Toplumda dışlandım sonra, hikâyemi anlatacak kimseyi bulamadım, çocukluğumu kaybettim, masumiyetim gitti.
Neyse, var yaşadığımız şeyler, ama “bakın beyler, ben mağarada doğdum, bu İstanbul var ya” muhabbeti de yapmak istemem. Hüzün severim ama. Resme bak, edebiyata bak, en iyi yapıtların arkasında hüzün vardır. “Acı çekiyorum, güzel şarkılar yapıyorum” anlamında da söylemiyorum bunu. Ama ince bir esprisi var hüznün. Ağlamak ve gülmek birbirine o kadar yakın şeyler ki. Asıl korkuncu arada olmak, ne hüzünlü olabilmek, ne gülebilmek. Otobüste bakıyorum, kimse birbirinin yüzüne bakmıyor. Ama eski tip adamlar var, esnaf adam mesela, “selâmünaleyküm” diye odaya bir girer, birden insanlar “aa” der, uyanırlar. Kapalıçarşı’da eski ustalar vardır mesela, acayip acayip tipler, şekiller.
Gerçeklikle ilişkileri iyi yani…
İrfan: Aynen. Halk içindeki o tipleri seviyorum ben. Piyasadayım, onlarla ilişki içindeyim, onlardan mal alıyorum. Albümü hep satın aldı adamlar. “Sen böyle içlisin, bu da güzel müzik ama, bu albüm satmaz be oğlum” diyorlar. Ortamda değişik durumlar oldu, şimdi “vay İrfan, n’aber” demeden önce “albüm nasıl gidiyor baba” diyorlar.
Her yere giriyoruz işte bu tiple. Bir de sanki müzik yapan adamın şarkısını söylediği an bir şeyleri değiştirmesi lâzım. Ben o esnafların arasında bütün gün geziyorum. Adam beni alır, on kere cebine sokar, çıkartır. Ben kimim ki o adama “baba, eziliyoruz, haksızlıklar var” diyeyim?
Esnaf milleti için böyle bir şey zor tabii. Küçük, gündelik bir gelirin peşinde koşan, tek tek bireylerden bahsediyoruz…
İrfan: Esnaf değerli bulunmaz, fırsatçı görülür. Türk filmlerinde de öyle, üçkâğıtçıdır. Ama küçük hesaplar yapan memuru da kimse görmez.
“Hareminde Han” diğer şarkılardan ayrışıyor sanki. Albüme gayet şehirli bir ses hâkimken, bir anda han nereden çıkıyor?
İrfan: 1992’de yapıldı o şarkı, Tansu Çiller ve döneminin şarkısı. O dönemde bir sürü insanı yok ediyorlar, uçuruyorlardı. Güneydoğu’da bir olay var, ben de orada askerlik yaptım. Operasyona gidiyoruz, yanında “kelle aldık, kulak aldık” diyen tipler var. 19 yaşımda asker oldum, 21 yaşımda döndüğüm zaman kafayı yemiştim, resmen tipim kaymıştı. Toplumda dışlandım sonra, hikâyemi anlatacak kimseyi bulamadım, çocukluğumu kaybettim, masumiyetim gitti. Şu anda da bitmedi oradaki olay, devam ediyor. Sebeplerini biliyoruz, sonuçlarını biliyoruz, neler olacağını biliyoruz. “Süpermen” diye bir şarkı yaptık: Geldi Süpermen, orada kendine bir Kürt bölgesi icat etti, “geçmeyeceksin bu tarafa” diyor. Sınır ötesi operasyon dönemi bitti yani. Ben askerdeyken vardı sınır ötesi operasyonlar. Şarkıdaki “orduyu salar ırağa” dizesi, hem Tansu Çiller için, hem de birinci Bush için söylenmişti. “Başımıza iş açarsak bu şarkıyla, ‘uzak’ anlamında ırak derim, yırtarım” diye düşünüyordum.
O kadar da korkmamak lâzım belki de…
İrfan: Hayatı bir kere yaşıyorum, hapse de girmek istemiyorum, nefret ediyorum o işten. Bir şey olur ya da olmaz şarkıdan, farketmez, ama benim devletle işim olmaz, esnaf adamım ben. Hem kimin uğruna savaşıyorsun ki? Deniz Gezmiş’i kim hatırlıyor, bu toplum için kafayı önüne koyup giden insanları kim hatırlıyor? Bu toplum ne kadar dürüst ki fedakâr insanlara karşı? Ben şimdi bu topluma saygı duymak zorunda mıyım? Ben doğudan döndüğüm vakit “burası İstanbul mu?” dedim. Tarkan klip yapmış “oynama şıkıdım şıkıdım” diye, millet oynuyor burada. Bizim okulda bir kıza tecavüz edip öldürdüler, bahçede kızın cesedi bulundu, öğlenleyin geldim, kızlar masaya çıkmış, oynuyor. Alıcan beyzbol sopasını, dağıtıcan ortalığı. Akıllı bir insanın yapacağı şey bu.
Tam Taksi Şoförü gibi oldu…
İrfan: Askerden sonra bir çocuk geldi yanıma okulda. Ben çavuştum askerde, o da yanımda elemandı. Kapmış yoğurdu, beni ziyarete gelmiş. Tam da sivil hayata uymaya, arkadaş bulmaya çalışıyorum. Herkes sivil polis paranoyasında, kim bizi düdükleyecek diye düşünürken, “İrfan çavuşum” diye elime saldırdı kantinin tam ortasında. Bir sene herkes kaçtı benden. Bir de solcu tayfa var, “sen kesin faşistsindir” diyor adam. Değilim abi! Ama anlamıyorum da ne dediklerini. Yemişim zaten gençliğin cillop gibi iki senesini. İki sene de uyku tutmadı zaten, etti dört.
Ben daha gitar bile çalmazken, Serdal’la “biz müzik yapacağız” diye kafayı kırdık. Kaçış gibi bir şey. “Hareminde Han” da tam o dönemin şarkısı. Gazı gitti şimdi şarkının, hatırlamıyorum bile o dönemleri.
Ama belli bir zamana bağlı olmayan bir tarafı da var şarkının: Savaşlar da, ezenler de, ezilenler de hep var sonuçta…
İrfan: Han dediğin zaten, egemen güçleri anlatmaya çalışacağımız en güzel kelimeydi. Her güç gösterisinin arkasında bir zayıflık yatıyor. Hitler’e, Mussolini’ye bak, bütün diktatörlerin geçmişinde mutlaka bir yamukluk, dengesizlik var.
Fransa’dayken Fransız müzisyenleri dinlemeye başladın mı?
İrfan: Çok müzik takılmadım, gitarım bile yoktu. Ama var bazı sevdiğim müzisyenler. Renaud var, Manu Chao var. Sonra Noir Désir… Renaud gayet arıza bir adam. Konuşunca anlıyorsun, dışında olayın. Fransızların en sevdiği insanlar arasında seçiliyor hep, ama birinci her zaman Zinedine Zidane. Gerçi ben oradayken daha kafa atmamıştı İtalyana. Ama bitireceksen de öyle bitireceksin be abi! (gülüyor)
ON ŞARKIYLA “LAY LAY LOM”
Dobra ironi
2018’de, Peyk’in üçüncü albümü “Lay Lay Lom”da arabeskten rebetikoya çeşitli denemeler de vardı. Albümün ipuçlarını bir mini “blind-test”le, on çok bilinen şarkıyı anahtar yaparak İrfan Alış ve Özgür Ulusoy’dan almaya çalışmıştık. Express’ten naklen…
Led Zeppelin – Whole Lotta Love
Özgür Ulusoy: Bu babalar kuralları daha çok kendileri yazdılar, sonra cıvıtanlar, iyice coşanlar oldu, ama şimdilerde olabildiğince gerçek olmak veya öyle görünmekle ilgili bir damar daha baskın sanki. Tabii bize gelmez bu şarkıdaki gibi artistik işler… İlerde yaparsak da saniyesi saniyesine yazılmış bir mizansen olur belki..
İrfan Alış: Ben açıkçası sahnede olmanın artık eskisi kadar anlamı olduğunu düşünmüyorum. O ‘68 romantizminin ve idealizminin yok olduğu sanal bir dünyadayız artık. Çoğumuz akıllı telefonlara hapsolduk. Led Zeppelin’in bu şarkıyı söylediğiyle bizim çaldığımız sahne aynı değil. O zamanları özlemektedir Robert Plant belki ama, bence asıl özlenen müziğin topluma hükmetme kapasitesi ve etkileme gücü. Şu an müzik çok daha az etkili.
İrfan: Zor bir şey grup olmak. Ama olduğunda da çok güzel bir şey. Moğollar elli yılı devirdi. Biz de yirmi yılı. Huyumuzu suyumuzu biliyoruz artık. Sahnede, stüdyoda bu aynı. Soluğumuzu aynı anda alıp veriyoruz gibi bir şey müzik yaparken. Ama hele bir duruşa sahip olmak iddiasına sahipseniz Moğollar gibi, bir grubu sürdürebilmek zor ötesi bir şey.
Özgür: Çok büyük işler yapmış kişiler bunlar. Şarkıları yerel-evrensel geyiğini yapmadan kendiliğinden yolunu bulmuş gibi. Onun için, bu şarkının söylendiği dil falan, bizim baktığımız coğrafyadan çok da farketmiyor sanki.
“Sabret”, arabesk yapanların artık “batsın bu dünya” demediği günlerde yapıldı. Onlar varolan iktidara bağlı ve düzenden memnun gibiler. Oysa sokaklarda hâlâ yüz binlerce çoçuk işçi var. Ve gelir dağılımı adaletsiz.
Cem Karaca – Dervişan Beni Siz Delirttiniz
İrfan: Çok değişik bir anlatım. İnanılmaz renkli bir kişilik. Müziği de onun gibi. Şarkı sözlerindeki cesaret takdire şayan.
Özgür: Roots rock reggae… Çok güzel tarz. Bir de adam Bob Marley’in yanında: Bazen bir futbol takımında iki tane Messi gibi bir durum olur, “haksızlık bu” dersin ya içinden, bu ikisi de öyle bence. Söylemde biraz sıkıntı var benim bakış açıma göre. İsyan tamam, çok güzel hatta, ama pek ayağı yere basan bir öneri değil gibi…
İrfan: Peter Tosh bana çok hitap etmezdi, ama sonra “Johnny B. Goode”u keşfettim. Sonra da gruptan ayrılış şeklini ve dikkafalılığını takdir ettim. Reggae bize hep başka bir şeymiş gibi gelmiştir. İnsanın karakterini bile değiştirir. Cool olursun bir anda. Yürüyüş ve duruşun bile değişir. Peter bu cool imajını taşır beynimde.
İrfan: Yeni albümdeki “Sabret”i Müslüm Baba söylemeliydi. Tam onun şarkısı aslında, ne yazık ki bu mümkün olamayacak. “Sabret”, arabesk yapanların artık “batsın bu dünya” demediği günlerde yapıldı. Onlar varolan iktidara bağlı ve düzenden memnun gibiler. Oysa sokaklarda hâlâ yüz binlerce çoçuk işçi var. Ve gelir dağılımı adaletsiz. Orhan Baba, Ferdi Bey gecekonduların babaları değil artık… Arabesk yozdu çoğu zaman, ama bazen güzel şeyler çıkardı karşına. “Sabret” bu fikirden doğdu. Mısır arabeskine yakın bir sound denedik.
Özgür: İrfan ilk günden beri “Sabret” için arabesk deyip duruyordu, ama o genelde kendi duyduğuna en yakın şeyi söyler, biz anlamaya çalışırız. Bu kez yaylıları yazan kişi olarak “arabeskin gözü mü bak, emin misin” falan diye birkaç kez sordum, he dedi. Ben de al o zaman dedim. Daha önce hiç çalışmadığımız bir tarzdı, yapabildiğimizi gördük, bu zaten güzel, bir de üstüne arabeskçilere de teknik anlamda bir şeyler önerebildiğimizi düşünüyorum, bu daha da güzel.
İrfan: “Uyan”, Yunan şarkısı “To minore tis avgis”in Türkçeleştirilmiş hali. Ne gerek vardı diyecekler olabilir. Bu şarkıyı havalandırmak istedik bu ülkede de. “Denizdeyim” ise kendi melodisini taşıyan yepyeni bir şarkı. İkisi de içimize sindi.
İrfan: Selda hep vardı, ama sadece anaakım medyada aforozluydu. Sonradan işler değişti. Aslında geri dönen Selda değil, o hep buradaydı. Geri dönmüş olan iyi bir piar ve “management” ile dünyaya pazarlanması.
Çok severim Clash. Dans ve heyecan verici düzenlemelerle aslında hepimizin bildiği sade gerçekleri saf bir şekilde anlattılar. Çok terbiyesizce ve sade olarak, tam da bizim bazen yaptığımız gibi 🙂
İrfan: Cartel çok severdim. Alamancı ailelerin orda büyümüş fırlama çoçukları olarak yaptıkları müzik çığır açtı ülkede. Şimdi rap, hip hop adına ne varsa onların ortalığı yıkmasının sonrasında oldu. Bizim yeni albümde Fuat da var. Her Ayın Elemanı diye bir albüm yapınca ondaki espri ve ironi yeteneği dikkatimi çekmişti. “Lay Lay Lom”u uçuracağını düşündüm, uçurdu 🙂
İrfan: Ahmet Kaya’nın sözleri beni hep “düzgün kaybetmenin onuru”na götürür. Öyle bi şey vardır. Mesela bu şarkıda sözler verir bize. Neden? Aslında amacı nedir? Kaybetmek korkunç bir şeydir bu toplumda oysa. Sınavı kazanan çoçuğuyla övünür teyzeler, okulu boykot eden çoçuğuyla değil.
İrfan: Çok severim Clash. Söz ve şarkı açısından etkilemiştir beni. Dobralık konusunda da. Konuları ele alıp dans ve heyecan verici düzenlemelerle aslında hepimizin bildiği sade gerçekleri saf bir şekilde anlattılar. “Murder is a crime –unless it was done, by a policeman… or an aristocrat…” (Cinayet suçtur –bir polis veya aristokrat tarafından işlenmemişse…) Çok terbiyesizce ve sade olarak, tam da bizim bazen yaptığımız gibi 🙂 Tam alnından vuruyor sözleriyle sistemin zavallılığını.
Özgür: Dünyada bağımsızlık ya da en azından yaygın olanın dışında olma iddiasındaki her popüler müzik müzisyeni yeni bir sözel ve müzikal dil peşinde. Öte yandan muhalefet çok tehlikeli iş, şu açıdan: Eğer ciddi muhalefet yaptığını düşünüyorsan, ama buna rağmen çok görünür bir haldeysen, yaptığın iş senin zannettiğin şey olmayabilir. Yine de bu yaptığınız işin kıymetsiz olduğunu göstermez tabii de, toplumun gazını alan bir araç olma ihtimalini düşünmeli muhalif olduğunu düşünen her müzisyen. Tabii bu söylediğim şey bu grup için geçerli midir, ona bakmak lâzım, öyle ortadan söyledim ben 🙂