EKOLOJİ MÜCADELESİNDE STRATEJİ TARTIŞMASI 2

Umut Kocagöz
17 Ağustos 2018
SATIRBAŞLARI

Yaşam alanının savunusu ile bizzat yaşamın savunusu nasıl iç içe geçirilebilir? Yaşam alanını yerelde savunan, müşterekleri geri çağıran hareketlerle, yerelde üretimi ve yeniden üretimi müşterekleştiren örgütler yeni bir siyaset ontolojisi tesis edebilir mi? Kır-kent emekçi dayanışması, kendine yeten otonom dayanışma ekonomilerinin inşası antikapitalist bir dönüşüme işaret ediyor mu? Ekoloji mücadelesinde strateji tartışmalarına devam ediyoruz.
Roxanne Martin

Geçtiğimiz günlerde, çevre politikaları, siyasal ekoloji, yeşil siyasal düşünce üzerine çalışmalarıyla bilinen Aykut Çoban Yine dene yine yenil” nereye kadar? başlıklı yazısıyla bir tartışma davetinde bulundu. Ekoloji mücadelesinde yer alan aktörleri stratejilerini gözden geçirmeye çağıran Çoban, stratejileri üç temel mesele üzerinden sorunsallaştırmayı öneriyor: Yerelliğe yapılan aşırı vurgu, sorun odaklı yaklaşım ve siyasetten imtina eden “siyaset-üstücülük.” Ardından, kapitalizmin sorunsallaştırılmasını merkeze yerleştiren bir stratejinin başat unsur haline gelmesi gerektiğini ifade ediyor.

Böylece ekoloji mücadelesinin antikapitalist bir mücadele olarak nasıl tarif edileceği ve ne türden stratejilerin bu mücadeleyi antikapitalist eksene yerleştireceği temel mesele haline geliyor. Çoban’ın sorunsallaştırdığı hatlardan gidecek olursak, yerelliği, sorun-odaklılığı ve siyaset-üstücülüğü aşmanın stratejilerini tartışmanın ve ekoloji mücadelelerinin kapitalizm karşıtı bir zeminde nasıl inşa edilebileceğini düşünmenin tam zamanı.

Bu tartışmada önemli bir nokta, ekoloji mücadelesinin kendisini var etme biçiminin mevcut siyaset ontolojisinden bir nebze farklılaşması. Çoban’ın da ifade ettiği üzere, Türkiye’de siyaset genel olarak parti siyaseti diye anlaşılmakla birlikte, tabanda ortaya çıkan hareketlilik ve örgütlenmeler kendilerini siyaset olarak algılanan ve düşünülen alanın dışında ifade etmeyi seçiyorlar, zorunda kalıyorlar veya tercih ediyorlar. Belki tam da burası ekoloji mücadelesinin kapitalizm dışına açılacağı yer olamaz mı? Yani, burjuva siyasal alanının dışı; hem biçim olarak hem içerik olarak. Bunu üç başlık altında tartışmaya çalışacağım.

Yereldeki komşuluk ilişkileri yaşamın üretildiği ilişkilerdir. Kültürel, dini veya sosyal bir takım normlar dışında, burjuva siyaset dünyasının belirleyiciliği kısmidir. Bir projenin bu ilişkilere yapacağı müdahale, o yereli komşuluk ilişkilerine dönmeye, müşterekliği geri çağırmaya vesile olur. Yerel, birliğini sağladığında burjuva siyasetini kesintiye uğratma kapasitesi gelişir.

Müşterekler siyaseti

Ekoloji mücadelesi çok katmanlı bir mücadele. Mücadele genellikle bir bölgede yapılması planlanan bir projeye karşı başlıyor. Bu proje, büyük ihtimalle, o bölgedeki mevcut toplumsal ilişkileri ve yaşamın örüldüğü çevreyi bozuma uğratacağı için, bölgede yaşayanlar harekete geçiyor. Yerellik burada esasında bir müşterek etrafındaki komşuluk ilişkilerini ifade ediyor. Aynı dereyi kullanmak, ortak bir denizden faydalanmak gibi yaşamsal pratikler temel motivasyonu sağlıyor. Mücadeleyi kuran ve mücadeleye dahil olan aktörler dolayısıyla müştereklik üzerinden harekete geçiliyor. Komşuluk ilişkileri, yani mücadelenin konusu olan yaşam alanında kurulan ilişkiler yaşamın üretildiği ilişkilerdir. Kültürel, dinî veya sosyal birtakım normlar dışında, burjuva siyaset dünyasının bu ilişkiler üzerindeki belirleyiciliği kısmidir. Dolayısıyla, sözgelimi bir enerji projesinin bu ilişkilere yapacağı müdahale, o yerelin komşuluk ilişkilerine dönmesine, yani müşterekliği geri çağırmaya vesile olur. İşte tam bu noktanın mücadelenin başladığı, örgütlenmenin kurulduğu zemin olduğunu düşünebiliriz. Yerellik komşuluk ilişkilerinin gerçekleştiği, müşterekliğin var olduğu yerin adı. Bu anlamda mücadele yerelde başlıyor, yerel aktörlerin ilişkilerine dayanıyor.

Elbette bu ilişkilerin çatışmasız olduğu düşünülemez. Çatışmalar arasında ailesel gerilimler, çıkar farklılaşmaları, geçmiş husumetler, hasetler yer alabilir. Bunların üzerinde yükselen siyasi rant, siyasi tarafgirlik çatışmaların en üst noktası olabilir. Ancak, bu çatışmalar komşuluğun hatırlandığı ve müşterekleşmenin gerçekleşebildiği durumlarda askıya alınabiliyor. Yani, bir projeye karşı bir araya gelen ve mücadele içine giren insanlar mevcut çatışmalı ilişkilerini dayanışmacı bir düzlemde bir süreliğine askıya alabiliyor. Birbiriyle hiç konuşmayan komşular aynı eylem içerisinde buluşabiliyor. Yerel, birliğini sağladığında, müştereğe sahip çıkabiliyor ve dolayısıyla burjuva siyasetini kesintiye uğratma ya da askıya alabilme kapasitesi geliştiriyor.

Örneğin, yakın zamanda Rize’nin Hemşin ilçesinde yapılması planlanan Dikmen regülatörü ve HES projesine karşı, seçim sürecinde farklı kamplarda yer alan dört siyasi parti, AKP, CHP, MHP ve İyi Parti ortak bir açıklama yaptı. Bu açıklamanın, farklı çıkar ilişkileri üzerinden burjuva siyasal alanında yer alan dört partiye bölünmüş insanların mevcut siyasetlerin aksi yönünde tavır almasının, “askıya alma” kapasitesinin bir örneği olduğunu öne süreceğim. Elbette bu örnekte eylemi gerçekleştiren özne kendisini daha bütüncül, tek bir platform üzerinden de dile getirebilirdi ve o durumda mevcut parti siyaseti zemininin dışında, bir öz örgütlenmeyle siyasi alanı kurardı. O halde, müştereklerin bir siyaset zemini olarak pirüpak veya çatışmasız olmadığını, yine de başka bir siyasal alanı kurma kapasitesi geliştirdiğini söyleyebiliriz.

Bu durumu “siyaset-üstücülük” diye ifade etmek yerine, başka bir siyaset arayışının bir sonucu olarak okumak da mümkün. Burada müşterekler siyaseti mefhumu işimize yarayabilir. Bir müşterek etrafında bir araya gelen komşu-iştirakçilerin burjuva siyaset biçimlerinin dışına çıkan siyaset arayışları ve açtıkları siyasal alan mevcut politika kodlarını bozuma uğratır. Bu anlamıyla “çevre siyaseti” yapmak, bu siyasetin aktörleri tarafından siyasetler dışı veya siyasetler-üstü olarak algılanabilir. Zira mücadele aktörlerinin bunu bu şekilde anlamlandırması, anaakım siyasi partilerin özellikle yerelde çıkar ve rant odaklı ilişkilerinin, politikalarının dışına çıkma özlemi olarak da düşünülebilir. Tabii bunu çok abartmadan.

Ekoloji mücadelesini sorun-odaklı yaklaşımdan kurtarıp hayatı örgütleyen bir paradigma etrafında yeniden yapılandırmak gerekir. Bu paradigma da, üretim ilişkilerinde dönüşümler hedefleyen, üretimi kooperatifleştirmeyi, yaşamı kolektifleştirmeyi amaçlayan yöntemler ve araçlar üretebilir. Kırda ortaya çıkan ekoloji mücadelelerinin ayak bastığı yereller tam da böyle bir zemini sunuyor.

Bu bağlamda, burada gerçekleşenin mevcut siyasi aktörlerin oluşturduğu siyasal alan dışında bir siyasal pratik olduğu ifade edilebilir. Bu elbette siyasi bir pratiktir; adı nasıl ifade edilirse edilsin, ister çevre siyaseti, ister yaşam alanı siyaseti, ister müşterekler, isterse de siyaset-üstücülük. Önemli olan, bu mücadeleler içerisindeki aktörlerin “ne düşündüğü” değildir, ne yaptıklarıdır. Yani, kendilerine ne dediklerinden çok, nasıl bir siyasal alan inşa ettikleri, bu siyasi alanın ne kadar kapitalizm-dışı olduğu ve nasıl daha da güçlendirilebileceğine odaklanmak gerekir. Elbette bu, mücadelelerde kapitalizm-dışı imkânı nerede göreceğimiz ve bu imkâna ne tür bir siyasi yatırım yapacağımıza göre değişir. Benim önerim bu konuda müşterekler siyasetine odaklanmak.[1]

Yerel ekoloji mücadelelerinde en tartışmalı konulardan biri, onca mücadelenin seçim sonuçlarına bir etkisinin olmaması. Seçimler ve siyasi parti tercihleri elbette birçok farklı dinamiğe bağlı gerçekleşir. Ancak, ekoloji mücadelesi kapitalizm karşıtı bir hat üzerinden kendisini kuracak ise, mücadelenin aktörlerinin politik yatırımı yapacağı yer zaten burası olmamalı. Aksine, mücadele ne kadar müşterekleşebilir, yerel aktörler bu müştereklik üzerinden farklı ilişkileri nasıl dönüştürebilir, bunu başka türlü bir paradigma ekseninde nasıl kurabilir, buna bakmak, burjuva siyasal alanın böldüğü yerellikte farklı ilişkiler üzerinden nasıl müştereklik kurulabilir, buna odaklanmak gerekir. Ekoloji mücadelesinin önündeki temel sorunun tam da bu olduğunu düşünüyorum. Müşterekleri savunma stratejisinden hayatı dönüştürmeye nasıl geçebiliriz?

Hareket halindeki toplumlar

Yine Hemşin’e dönüp bir anekdotu paylaşayım. Hemşin Çaykur’un belirlediği “organik tarım” havzası. Çay üreticileri bu bölgede güvencesiz, hak aramada örgütsüz ve bağımsız bir kooperatifleri olmadan hayatlarını devam ettiriyorlar. HES gibi “dışarıdan” gelen bir bela karşısında bir araya gelip örgütlenebiliyorlar. Peki, içeride hareket halinde olan sorunlara karşı örgütlenmek neden mümkün olmasın?

Bahsi geçen yereller nihayetinde birtakım hareket halinde olan toplumlardır ve ne yöne hareket edecekleri de o yereldeki ilişkilerin ne yöne doğru dönüşeceğine bağlıdır.[2] Dışarıdan gelen bir proje ile yapılan müdahale, dolayısıyla bir etki, bir hareket yaratır. Ekoloji mücadelesinin stratejisi bu açığa çıkan hareketin kurucu ve dönüştürücü bir harekete nasıl çevrilebileceği sorusunda gizli. Mücadelenin ister yerel, ister ulusal ve hatta küresel aktörleri, sosyal yapının açığa çıkan sorunlarını tespit etme, bu sorunları yaşayan aktörlerin sorunu olarak belirleme ve bu sorunlar etrafında örgütlenme görevini ne kadar taşıyabilirse, yani mücadeleyi o yerel ölçeğinde ne kadar dönüştürücü ve kurucu bir sürece evriltebilirse, hareketin muhtevası da o ölçüde farklılaşır.

Özellikle kır temelli mücadeleler için ciddi bir paradigma değişimine ihtiyacımız var. Ya turizm ya da toprakların terk edilmesi ikilemine sıkıştırılmış bir kır dünyası, toprakla bağını kurmadığı ölçüde ciddi bir zemin kaybı yaşadı. Tarımın zayıflaması, kısa yoldan para kazanmayı, adaletsizliği ve rantı teşvik eden neoliberal politikaların yurdun her köşesine sızması, toprakla ve yaşam alanlarıyla kurulan asli ilişkide ciddi bir dönüşüme sebep oldu. Üreticilik, üretim üzerinden hayatın tanımlanması değer kaybetti ve tali hale geldi.

Kır ve kenti birbirine bağlayacak bir dayanışma zemini, kırın ve kentin emekçi karakterini öne çıkarmak, emekçiliğin üretim ve yeniden-üretim ilişkilerini göz önüne alan somut dünyasını politikanın merkezine yerleştirmek anlamını taşır. Emeği üzerinden kendini var edebilen bir yerel otonomi kazanır. Harekete geçirilen ilişkilerin inşa edeceği müştereklik, yeni bir dayanışma ekonomisi inşa edebilir.

Ekoloji mücadelesini sorun-odaklı yaklaşımdan kurtarıp hayatı örgütleyen bir paradigma etrafında yeniden yapılandırmak gerekiyor. Bu paradigma da üretim ilişkilerinde dönüşümler hedefleyen, üretimi kooperatifleştirmeyi, yaşamı kolektifleştirmeyi amaçlayan yöntemler ve araçlar üretebilir. Özellikle kırda ortaya çıkan ekoloji mücadelelerinin ayak bastığı yereller tam da böyle bir zemini sunuyor.

Elbette sorun-odaklı başlayan bir mücadelenin kurucu ve dönüştürücü bir toplumsal harekete dönüşmesinin kendiliğinden, hızla, aktörlerin niyet ve çabalarının doğal bir sonucu olarak gerçekleşmesi beklenmemeli. Bir yerelde bu dönüşümü gerçekleştirmenin temel koşulu, o yerel içindeki sosyal ilişkilerde yer almak, üretim ilişkilerinde örnekler yaratmak, ilişkileri kooperatifleştirecek mücadele araçlarını hayata geçirmek. Bunun için sabırlı olmak, sistemli çalışmak, yılmamak ve inanmak gerekiyor. Godot’yu beklemek şüphesiz doğru değil, bunun için de ekoloji mücadelesi stratejisini değişen paradigma çerçevesinde gözden geçirmek durumunda.[3]

Artvin/Hopa’daki çay kooperatifi, Kaz Dağları/Nusratlı’daki köy derneği, Soma’daki başarısız süt kooperatifi girişimi, Bergama mücadelesinin önemli girişimlerinden biri olan süt birlikleri ve mandıracılık deneyimleri, Dersim Ovacık’taki yerel yönetim ve kooperatif deneyimi, yine Dersim/Mazgirt’te yeni başlayan kooperatifçilik deneyimi, Bitlis/Kavar’daki kooperatif deneyimi, yahut güncel bir örnek olarak Tire’deki kooperatifçilik ve tarım deneyiminin Tire mücadelesine kattıkları önemli örnekler olarak düşünülebilir.[4] Ekoloji mücadelelerinin başarılı olduğu birçok yerde önce “yaşam” var. Bu yaşamı bahsettiğimiz komşuluk ilişkileri, müşterekler ve üretim faaliyetleri kuruyor. Bunların nasıl çoğalacağı, kurumsallaşacağı, köylüleri/çiftçileri/kırda yaşayanları nasıl politik aktörler haline getireceği, farklı yerellerle nasıl ilişkiler geliştirilebileceği ekoloji hareketinin önünde duran önemli sorulardan biri.

Otonomi ve bağlar

Değişen paradigma, Çoban’ın da ifade ettiği üzere, ekoloji mücadelesinin aktörlerinin emekçi kimliğine ve ekolojik yıkımdan etkilenenlerin de yine emekçi kesimler olmasına dayanıyor. Üstelik böylece kır ve kent emekçilerinin ortak bir mücadele hattı kurmasının, bağları geliştirmesinin, mücadeleyi derinleştirmesinin imkânını düşünebiliriz.

O halde, yine Hemşin’e bağlanalım. Bu sefer biraz geri sarıp 2012’ye gidelim. O dönem Hemşin’de Kantarlı köyü muhtarlığı yapan Abdurrahman Aydın’ın bir söyleşide dile getirdiği sözleri anımsayalım. Aydın, HES karşıtı mücadele içinde yer alan “yerel” aktörlerin köylülük sıfatına dikkat çekerek, mücadeleye “destek” olmak isteyen kentli aktörlerin ne tür bir dayanışma geliştirebileceğini anlatıyordu. Aydın’ın vurguladığı temel husus, köyde mücadele veren kişilerin çay üreticisi olduğu, geçinmek için köyde yaşamaya devam ettikleri, somut bir desteğin bu üretim faaliyetine yönelik bir çaba ile buluşmasının çok daha güçlü bir etki yaratacağıydı.[5]

Kır ve kenti birbirine bağlayacak bir dayanışma zemini, kırın ve kentin emekçi karakterini öne çıkarmak, yani emekçiliğin üretim ve yeniden-üretim ilişkilerini göz önüne alan somut dünyasını politikanın merkezine yerleştirmek anlamını taşır. Emeği üzerinden kendini var edebilen bir yerel, öncelikle kendi otonomisini kazanır. Harekete geçirilen sosyal ve kültürel ilişkilerin inşa edeceği müştereklik, yerelin otonomisi dahlinde bir ekonomi politikası, yani bir dayanışma ekonomisi inşa edebilir. Bir köy kooperatifi, bir belde kooperatifi, yereldeki ekonomi ilişkilerini düzenlemeye, yerelin bağımsız karar verebilme kapasitesini geliştirmeye, beraberlik ruhunu pekiştirmeye, beraber düşünme ve davranma pratiklerini çeşitlendirmeye imkân verir. Bunun sonucunda da yerel ayakları üzerinde durabilir, kendine güvenebilir ve farklı kesimlerle ilişki kurma konusunda daha rahat davranabilir. Buradaki örgütlenmeler elbette katılımcı ve demokratik tarzda bir siyasal alan inşa ettikleri ölçüde gerçekten dönüştürücü olma potansiyeli taşır.

Örneğin, yerel örgütlenmelerin sorunsallaştırdıkları en temel meselelerden biri politikanın bütçesidir. Yerel örgütlerin dışında, mücadeleler içinde yer alan veya yer almak isteyen çeşitli aktörlerin (bunlar çoğunlukla birtakım STK’lardır) nasıl fonlandığı, bu fonlanmanın mücadeleye gölge düşürüp düşürmeyeceği konusu sıkça konuşulur. Strateji tartışması bakımından bir yerel mücadelenin olabildiğince fazla aktör tarafından desteklenmesi, mücadelenin bilgisinin ve görünürlüğünün yaygınlaşması, yereldeki aktör(ler) dışında, yereller-arası ve küresel ölçekte ittifaklar kurulabilmesi mücadelenin başarısı açısından hayatidir. O halde, yerel örgütlenmelerin kendi özgüçlerine dayanan ittifaklar kurabilmesi ve mücadeleyi yerelin çıkarlarını merkezine alan, ancak genelin çıkarlarına da katkı sunan bir çerçevede yürütmesi söz konusudur. Bunun için önce yerelde ayakları yere basan güçlü bir örgütlenmenin oluşması, bununla eş zamanlı yereller-arası ve küresel ilişkilerin tesis edilmesi gerekir. Bu tür bir özgüçlenmeyi sağlayabilecek en temel motivasyonlardan biri mevcut ekonomik ilişkileri müşterekleştirerek ortak bir bütçe ve bu bütçenin politikasını oluşturmaktır.

Dolayısıyla, özörgütlenme meselesini ekoloji hareketlerinin temel stratejisi olarak düşünmek gerekir. Ancak elbette, özörgütlenme pratiklerinde ortaya çıkan ekonomik ve politik otonomi, hareketlerin izole/yalıtık kalması anlamına gelmemeli. Böylesi bağların gerçek aktör tanımları üzerine dayanacağını, somut sosyal kesimleri içereceğini, temsilcilik ilişkilerinin ötesine geçeceğini, değer yaratacağını, komşulukları harekete geçireceğini, kıymetli ve mânâlı şeylerin müşterekleştirilmesini teşvik edeceğini öngörebiliriz. Başka bir ifadeyle, kırda ve kentte emekçi kesimlerin özörgütlenme ve birbiriyle bağlar kurma stratejileri, hem mücadeleyi kısmilikten kurtararak herkes-içinleştirme imkânı sunacak, hem de somut ilişkiler etrafında gerçek bir dönüştürücülüğü mümkün kılacak.

Yereller-arası bağları iki kategoride ele almak faydalı olabilir. Birincisi, mevcut bir yıkım projesi nedeniyle tehdit altındaki yerellerin özörgütlenmeleri arasındaki bağlar. Örneğin, Derelerin Kardeşliği Platformu yahut Ekoloji Birliği gibi daha çok direniş örgütlenmelerini kapsayan platformlar. İkincisi de görece statik, yani bir tür direniş özörgütü olmayan, ancak başka türlü özörgütlenme pratikleri inşa edenlerin bağları. Kooperatifler arası çalışmalar, gıda inisiyatifleri arasındaki bağlar buna örnek gösterilebilir.[6] Yaşam alanını savunmak ile yaşamı savunmanın iç içe geçmesi, bunun için yaşamın belirli bir yerel içinde anlamlı ve müşterek ilişkileri ifade eden bir içerik kazanması, bu iki tipte yereller-arası birliği yeniden içeriklendirmek ve kapitalizm-dışı bir alternatifin kurucu ögesi olarak tarif etmek mümkün.

Yereli, yereller arasını ve aktörleri bu biçimde tanımladığımızda, aslında siyaset yeni bir içerik kazanıyor. Anaakım siyaset kodları ile kapitalizmin dışına taşan siyasal alan arasında salınmak bir zorunluluk olsa da, hareketin stratejisini belirleyenin aktörlerin özörgütlenme, otonomi ve bağlar kurma üzerinden siyasallaşma dinamiği olduğu söylenebilir. Taban örgütlerinin mücadeleleri içinde açığa çıkan birçok sorun bugün ekoloji hareketinin siyasal programını tarif edecek nitelikte. Önemli olan, bu programın biçimsel düzeyde kendini antikapitalist olarak deklare etmesi değil. Hakiki bir kapitalizm karşıtlığı, hareketlerin tabandaki mücadelelerinde, örgütlenme biçimlerinde, açtıkları siyaset alanında, ekonomik bağımsızlıklarında ve nihayetinde bu pratikleri toplumsallaştırarak başka mücadele alanlarına genişletmelerinde görülebilir. Böyle bir antikapitalizm iktidarı alma meselesinden bağımsızlaşarak yaşamı bugünden dönüştürme siyasetine kapı aralayabilir.

 

[1] Bunun için yeni ve güncel iki yazıya bakılabilir: Umut Kocagöz, “Gezi Bizim 68’imiz miydi?”, Birikim, sayı 349-50; Eylem Akçay ve Umut Kocagöz, Bir Siyaset Rasyonalitesi olarak Müşterekleştirme, Felsefelogos sayı 68.

[2] Hareket halindeki toplumlar için bkz: Stavros Stavrides, (2017) “Brezilya Kent Hareketleri: Kenti Müşterek olarak “Yeniden-İcat Etmek”. (içinde) Herkesin Herkes İçin (haz: Fikret Adaman, Bengi Akbulut ve Umut Kocagöz). İstanbul, Metis. Ayrıca bkz. Raul Zibetchi (2015) İktidarı Dağıtmak. çev: Nurhayat Köklü. İstanbul, Otonom.

[3] Godot üzerine başka bir yazı için bkz: https://yesilgazete.org/blog/2016/09/22/godot-sendromu-ve-biz-umut-kocagoz/

[4] https://www.evrensel.net/haber/357752/jeotermale-karsi-cikan-koyluler-alikoyduklari-kisileri-serbest-birakti

[5] Bz: https://bianet.org/biamag/yasam/151522-direnisi-kooperatifte-dokumak

[6] Bu konuda daha kapsamlı bir çalışma için bkz: Gıdanın Müşterekler Siyaseti. https://musterekler.sehak.org/2018/07/30/gidanin-musterekler-siyaseti-umut-kocagoz/

^