BİTKİ MİTOSLARI

Emek Erez
30 Ekim 2021
"Ardıç ağacı", Heather L. Young
SATIRBAŞLARI

Deniz Gezgin Bitki Mitosları[1] adlı kitabının girişinde şöyle diyor: “İnsanın kültürel evrimindeki en önemli yol ayrımı bitkilerle ilişkisinin değişimine bağlanır. Dünya içinde dünya kuran türümüzün, çevresindeki kimi bitkileri ayırıp adlandırıp onları üretmeye başlamasıyla bazı bitkiler de ‘evcilleşir’ dile düşer.

Dilde ifade bulan bitkiler insanın yaşamında çok şeyi değiştiriyor. Genellikle, insan türünün doğanın diğer varlıklarıyla kurduğu ilişkide faydacılığın hâkim olduğu düşünülür. Ama Bitki Mitosları’nda bitkilerin sadece beslenme, şifa bulma gibi günlük hayatı devam ettirici unsurlar olmadığı da görülüyor. Onlara yüklenen sembolik ve tanrısal anlamlar da var. Örneğin, fesleğen antik Yunan’da yas tutmanın göstergesiyken, Romalılar onu aşk işareti olarak yorumluyor. Hayat ağacı ise doğa dinlerinden tek tanrılı dinlere, pek çok inançta yer ederken yaşamın ve varolma bilincinin sembolü kabul ediliyor.

Deniz Gezgin

Mitolojik metinler insanın dünyayla ve varlıklarıyla kurduğu ilişkiyi anlamak açısından da işlevsel. Tarihi boyunca dünyada anlamlı varlık olma çabası veren insan için bir yanıyla da kendisini yaratmanın ve inşa etmenin parçası. Deniz Gezgin’in Bitki Mitosları’nda da bunu görüyoruz ve insan türünün doğayla, bitkilerle, ağaçlarla kurduğu ilişkiye dokunabiliyoruz.

Bu ilişki adlandırmayla başlıyor. Adlandırma kavramı mülkiyetle ilişkisi bakımından sorunlu görülebilse de insanın kültürel belleğinin devamı açısından dikkate değer. Zira, böylece herhangi bir şeyi anlama yerleştirmek mümkün oluyor ve yaşamdaki başka varlıklar dilde bir ifade biçimine dönüşüyor, karşılıklı bir tanınma ilişkisi başlıyor.

Doğada ilk kez karşılaşılan bir bitki başlangıçta “yabancı”, onunla ilişki kurmak, onu yaşamın parçası kılmak, ondan öğrenmek, onu hayat için bir kolaylaştırıcı, sağaltıcı, doyuran, büyüten hale getirmek kuşkusuz bir sürecin ve karşılıklı ilişkilenmenin parçası.

Bitki mitosları hakkında düşünürken, bu anlatıları insanın kendisini özne olarak tahayyül ettiği ve bitkileri “nesneleştiren” anlatılar olarak kurmanın ötesinde, bitkiler, ağaçlar, otlar, çiçeklerle birlikte oluşan bir anlam dünyası yaratma çabası olarak görebiliriz belki de. Deniz Gezgin’e bu konudaki fikrini sorduğumuzda söyledikleri şöyle:

Bitkiler hakkında üretilen mitoslar bir tür dil aşısıdır. Doğada kendiliğinden yetişmiş bir ağacı ehlileştirmek için dalına aşı yapılır ve o aşı dalına bir daha asla dokunulmaz, ki ağaç tekrar yabana dönmesin. Mitos da aynı amaçla anlattığı şeyi ona bahşettiği anlamla katılaştırır.

“Canlıların, şeylerin, kendiliğinden doğası ile kültürel temsilleri, yani dile getirilişleri her zaman birbiriyle uyumlu olmayabilir. Yabani bir bitkiyi doğasından ayırmanın türlü yolları var. Bitkiler hakkında üretilen mitoslar bir tür dil aşısıdır. Doğada kendiliğinden yetişmiş bir ağacı ehlileştirmek için dalına, yaprağına aşı yapılır ve o aşı dalına bir daha asla dokunulmaz, ki ağaç tekrar yabana dönmesin.

Mitos da aynı amaçla anlattığı şeyi ona bahşettiği anlamla katılaştırır. Yararlı ve zararlılar, kıymetli ve kıymetsizler, şifalılar ve zehirliler, kutsallar ve yasaklılar… Yeryüzünün en göz alıcı çeşitliliğine sahip bitki dünyası ikili bir sistemde ayıklanıp düzlenir. Bu tam bir peyzaj çalışmasıdır ve etkileri sadece bitkiler üzerinde değil, insan ilişkilerinden, yaşadığımız yere, bedenimize dek görülür.

Fakat elbette yaşayan her şey gibi mitosları da dönüşüme açık kılan kaçış alanları var. Kimi dirençli yaban oluşlar mitoslarda da yaşamayı sürdürür, dahası kendilerini onlar aracılığıyla dilde yaşatır. Baharın gelişiyle sarı çiçeklerini açan ve kırlangıç kuşlarını ilkbaharda konaklayacakları yere varır varmaz karşılayan kırlangıçotu (Chelidonium majus) diyelim. Bitkinin sap kısmındaki sarı süt iyileştirici özellikleriyle antikçağlardan bu yana bilinir. Kırlangıç yavrularının göz hastalıklarına iyi geldiği düşünülen bu sarı süte sürünerek gözlerini ‘dünyaya açtığı’ söylenir. Kırlangıçotu bir yansımayla isim ve anlam giyinir.

Ardıç Ağacı Dalında Sinekkuşu, Abigail Lyman, 1860

Demek ki, bazı bitkiler kendi mitoslarını insana anlattırır. Neredeyse bu tür örneklerin hemen hepsi ‘yetiştirilen’ değil de kendi başına yetişen bitkilerden oluşur. Türler arası birer geçit oluşturan eşikler burada işte. Kırlangıçların göçünün bir bitkinin çiçek açışıyla eş devinmesi, yavruları dünyaya hazırlayan bitki sütü ve gündelik yaşamına bu bilgiyi doğrudan nakşeden insan. Birbirimizin doğasıyla oynamadan, zamanda ve dünyada ortaklaşmak ve bu ortaklıktan yeşeren aşinalık; bitki mitoslarında böylesi bir iz sürmek tabii mümkün.

Buna karşın eklemeden geçmek istemediğim, mitos okumalarında önemli bulduğum ince bir ayrım var. Çağ üstüne çağ, anlam üstüne anlam bindirerek yükseltilmiş sipsivri bir tepede bir başımıza kalakaldık. Mitosların bu uygarlığın taşıyıcı unsuru olduğunu hep hatırlayarak, hikâyelerle kendimizi eylemeden, insanı çıkardıkları o tepe dallardan artık bir an önce inmeliyiz.”

Deniz Gezgin’in uyarıları mühim, kendiliğinden anlatının parçası olmakla, insan türü tarafından hikâyeye dahil edilmek arasında fark var. Mitoslarda insanın doğayla kurduğu ilişkiyi her zaman faydacı olarak konumlayamasak da klasik uygarlık anlatılarında “devamlı iyiye ve ileriye doğru giden” türümüzün edimlerini sorgulamayı gözden kaçırmamak gerekiyor.  

“Adlandırma”yla başlayan mülkiyet ilişkisi tek mahsulün ekildiği tarlalara, tek tür ağacın yetiştirildiği ormanlara dönüşüyor. Ormana bakınca, artık insanın mitoslarda kurduğu kutsallık değil, ne kadar kereste çıkacağının hesabı öne çıkıyor.

Gezgin’in şu sözlerini bu bağlamda düşünebiliriz, “Yararlı ve zararlılar, kıymetli ve kıymetsizler, şifalılar ve zehirliler, kutsallar ve yasaklılar… Yeryüzünün en göz alıcı çeşitliliğine sahip bitki dünyası ikili bir sistemde ayıklanıp düzlenir.

Bu düzenlemede sorunsallaştırılması gereken şey, insanın “iyi” tarafa konumladığı bitkileri faydacı bir yaklaşımla yaşatma çabası verirken, “kötü”, “zararlı”, “kıymetsiz” görüneni ayıklaması. Bu yapılan, bir bakıma doğanın kendi düzeninde bir “öteki” yaratılması ve kendi oluşuna müdahale edilmesi olarak görülebilir.

Bu durumu James C. Scott’ın “basitleştirme” adını verdiği kavramla da tartışabiliriz: “Tarım, en gelişmemiş neolitik biçimlerinde bile, kaçınılmaz olarak doğadaki bitkilerin çokluğunu basitleştirme sürecidir. İnsanın florada faydalı bulduğu belirli türleri geliştirdiği, gereksiz bulduğu diğer türleri engellediği bu süreci başka nasıl anlayabiliriz?[2]

İnsan türü kendisine faydalı olanı “ayıklayıp” “basitleştirirken” doğadaki çokluğu yok eden bir süreç başlatıyor. Bu “basitleştirme”yle birlikte doğaya bakış hasılat ve kâr eksenli hale geliyor. “Adlandırma”yla başlayan mülkiyet ilişkisi, tek mahsulün ekildiği tarlalara, tek tür ağacın yetiştirildiği ormanlara dönüşüyor. Ormana bakınca, artık insanın mitoslarda kurduğu o kutsallık ilişkisi değil, ne kadar kereste çıkacağının hesabı öne çıkıyor. Bu bağlamda bitki mitosları sadece insanın doğayla kurduğu ilişkinin olumlu yanını değil, aynı zamanda Gezgin’in de belirttiği gibi, onun “uygarlık taşıyıcı” misyonunu görmek açısından da işlevsel.

Sıhhat Takvimi, Taccuinum Sanitatis- Taqwīm al-Ṣiḥḥa- Ibn-al-Butlan

Mitolojik düşünce

Mit ve Anlam kitabında, Claude Lévi-Strauss “mitlerin, insanın haberi olmaksızın onun içinde düşündüğünü” söylüyor.[3] İnsan türü binlerce yıllık bilgi birikimini belleğinde taşıyor, geçmişin bilgisi yaşamını anlamlı hale getirmenin, “iyiye” yanaşmanın, “kötüden” kaçınmanın bir yolu olarak gerektiği yerde işlevsel oluyor.

Bitki Mitosları’nda, bitkilerle kurulan ilişkide sağaltıcı yönlerinin epey öne çıktığını görüyoruz, ama anlatılanın orada kalmadığını bugünkü deneyimlerimizde de gözlemleyebiliyoruz. Örneğin, adaçayından (Salvia) şöyle söz ediliyor: “Ünlü doğa tarihçisi ve antik çağ yazarı Plinius, bir tür adaçayından bahseder ki, bunu öksürük ve ağrı için önerdiği gibi, akrep, yılan sokmalarında ve draco marinus olarak tabir ettiği bir deniz canlısının zehrine karşı uygulanabileceğini söyler.

Başka bir örnek çınar ağacı (Platanus). “Kadınlar ağacın yapraklarını göğüslerinde taşır, yataklarına koyar ve hamile kalabilmek için çiğnerlerdi.” Kitapta benzer çok örnek var. Bu da gösteriyor ki, bitkilerin sağaltıcı özelliği, Levi-Strauss’un dediği gibi, “insanın haberi olmaksızın onun içinde düşünmeye” devam ediyor. Bu mitoslardan haberdar olmasak bile adaçayının öksürüğe iyi geldiği bilgisinin, yaşam deneyimimizde epey yaygın olmasının belki de böyle bir anlamı var.

Bu da mitolojik hikâyelerin bellek aracılığıyla yaşamın içine yerleştiğinin, canlı bir şekilde varlığını sürdürdüğünün göstergesi. Deniz Gezgin şöyle diyor:

“Doğa bilgisi, kültürel pek çok şey gibi, mitoslar aracılığıyla nesiller boyu aktarılıyor. Mitosun yaşam gayesi de gelecekte yaşamak. Türümüzün belleğini taşıyoruz. Bunun hayat kurtaran, yol gösteren evrimsel diyebileceğiz yanları var. Aktarılan esnek ve bir o kadar da saf bir bilgi ki, bu, tüm canlılar arasında dolaşan, hikâyelere gerek kalmaksızın aktarılan hayat bilgisi.

Mandragora, Adamotu.

Mitoslarla düşünmek konusuna gelince, meselenin bambaşka, doğa ötesi yönleri ortaya çıkıyor. İnsan merkezci bakış, üstelik insanı da erkekten ibaret gören ataerkil yapı ve onun binlerce yıldır hayatlarımıza çökmüş dil aygıtlarının başında mitoslar, hikâyeler yer alır. Yaşamımızdaki diğer her şey gibi, bitkilerle de mitlerin koşulladığı anlam kodları üzerinden ilişki kurarız. Sonra da yanıp kavrulan bir yaşam alanını fidan dikerek dirilteceğimize inanırız. Binlerce yıllık birikim nerede şimdi? Her şeyi bilen insan yaşadığı her krizde hâlâ bir vaize ihtiyaç duyuyor. Görünen o ki, ölümsüzlük otunu yılana kaptırmış, sonra da tüm yılanların başını ezmişlerin kral olduğu bir dünya düzeninde, her birimiz er ya da geç kul köle olacağız.”

Mitoslar şimdide insanın zihninde çeşitli şekillerde devam ediyor. Yukarıdaki örnekler bitkilerin “sağaltıcı” yanının bellekle aktarılan “hayat bilgisi” kısmına odaklansa da, düşüncede yaşayan sadece bunlarla sınırlı değil.

Gezgin’in işaret ettiği gibi, “İnsan merkezci bakış, üstelik insanı da erkekten ibaret gören ataerkil yapı ve onun binlerce yıldır hayatlarımıza çökmüş dil aygıtlarının başında mitoslar, hikâyeler yer alır.” Bu da gösteriyor ki, mitoslarla aktarılan bilgi her zaman sabit bir iyiye konumlanamıyor. Örneğin, ardıç (Juniperus) mitosunda, bu ağacın kötü ruhları, cinleri, perileri, şeytanı kovduğuna inanıldığı için ondan yardım alınıyor. Bu nedenle ev, bahçe, beşik, ağıl gibi yerler, ayrıca hastalar ardıç ağacı ile tütsüleniyor. Ardıç ağacından tütsü için budak alma işlemi hassas bir iş. Mesela, bir kadının bu işlemi yapabilmesi için hamile olmaması gerekiyor, çünkü “budak almaya giderken temiz olmak gerekir.

Bitkilere, hayvanlara, ara canlılara, kayalardan sulara, hayat bilgimiz dünyaya açıklığımızla ilişkili. Tüm kültürel yargılardan, işaretlerden, boy ölçüşmelerden uzaklaşarak arı bir bakışla kavrama çabası dünyayı genişletir.

Claude Lévi Strauss yeryüzünü bir dizi ikili karşıtlığa bölmeye meyilli, bilinçdışı bir “yaban düşünce”den söz eder. Bu karşıtlıklar iyi-kötü, yenebilir-yenmez, pişmiş-çiğ, evlenilir-evlenilmez, yabancı-yerli şeklinde örneklenebilir.[4] “Temizlik-kirlilik” de bu bahisle ilişkilenebilir.

Bugün “başka” varoluşlara yönelik kirlilik algısını ele alalım. Mesela, hiç temas etmediği Suriyeliyi “kirli” olarak adlandıran söylemlere çok sık rastlıyoruz. Kadınları regl dönemlerinde “kirli” görmenin hâlâ tartışıldığını da hatırlayabiliriz. Belki de hamile kadının “temiz” görülmemesinin ardında da böyle bir anlamlandırma biçimi var. Elbette bir tür özcülüğe varmak söz konusu değil, ancak mitoslarla da inşa edilen bir kültürel bellek olduğunu ve bunun yaşamın içine sızdığını dışlayamayız.

Zira, Gezgin’in ifadesiyle, “mitlerin koşulladığı anlam kodları”, dilde devam eden ve biçimleyici bir “aygıta” dönüşen, teknolojik ilerleme ve gelişmeyle birleşip yolumuzu kapitalizme çıkaran, patriarkal düzeni besleyen anlatıların bir parçası da olabiliyor.

Doğayla başka bir ilişki mümkün

Bitki Mitosları’nda yer alan tüm bitkilerin, ağaçların, çiçeklerin, otların insan için gerek simgesel anlamda gerekse gerçek anlamda çok önemli olduğu görülüyor. Tarihsel süreçte insan türünün edimleri doğa üzerindeki yıkıcı etkisiyle öne çıkıyor, bugün kapitalizmin yok ediciliğiyle birleşince, doğanın başka varlıkları gibi, insan da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.

Mitoslar elbette birçok gerçeküstü ögeyi barındıran metinler, ancak ayrıntısında insanın yapıp etmelerine, özellikle de bu kitap özelinde bitkilerle ilişkilenme biçimlerine bakınca, doğayla başka türlü bir ortaklığın mümkün olduğunu söyleyen göstergeler de var ve bunlar şimdide bize yol gösterici olabilir. Çünkü geçmişten öğreniriz, insanın bitkilere yüklediği anlamın “sahipliği”, “şeyleştirmeyi” çağrıştırmadığı, yer yer kutsallığın, tanrısal özelliklerin öne çıktığı anların tanıklığını, şimdide başka şekillerde tahayyül edebiliriz.

Zira, Donna Haraway’in hatırlattığı gibi: “Doğayla, şeyleştirmeden ve sahiplikten başka bir ilişki içine girebilmemiz gerekiyor.[5] Bu nedenle mitoslarda bitkilerin yaşamın nesnesi değil, insanla birlikte anlamlı yaşamı ortaya çıkaran özneler olduğu zamanlar da var diye düşünürsek, iyimser bir bakış mı olur, sorusunu sorabiliriz. Son sözü Deniz Gezgin’e verelim:Şeyleştirme ve sahiplenmeden başka bir ilişkinin arayışındaysak, mitoslara şüpheyle yaklaşmaktan yanayım. Bir mitosun yeşerdiği zaman, coğrafya, orada yaşayan kültür, doğduğu dil o mitosun taşıdığı şeyi de açık eder. Sınıflı toplum yapısının yerleştiği, cinsiyet rollerinin tanımlandığı, mülkiyetin işlediği bir toplumun diline doğan zeytin ağacı mitosunda bir kadim doğa bilgisi bulunur, fakat zeytin ağacını ‘şeyleştiren’, sahiplenici söyleyişi asla gözden kaçırmamak gerekir. Bu yüzden, bitkilere, hayvanlara, ara canlılara, kayalardan sulara, hayat bilgimizin dünyaya açıklığımızla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Tüm kültürel yargılardan, işaretlerden, boy ölçüşmelerden uzaklaşarak arı bir bakışla kavrama çabası dünyayı genişletir.”  


[1] Pinhan Yayıncılık, 2021.

[2] Devlet Gibi Görmek- İnsanlık Durumunu Geliştirmeye Yönelik Projeler Nasıl Başarısız Oldu?, Versus Yayınları, 2008. Çev. Nil Erdoğan.

[3] Mit ve Anlam, İthaki Yayınları, 2013. Çev. Gökhan Yavuzdemir.

[4] Akt. Kearney, R., Yabancılar, Tanrılar ve CanavarlarÖtekiliği Yorumlamak, Metis Kitap, 2012. Çev. Barış Özkul.

[5] Başka Yer, Metis, 2010. Çev. Güçsal Pusar.

^