KALE KAYIŞ İŞÇİLERİNİN İŞ GÜVENLİĞİ DİRENİŞİ

Söyleşi: Halil Burak Öz
29 Haziran 2019
SATIRBAŞLARI

Silivri, Kale Kayış fabrikası… Fabrikanın yakınındaki iki yolun arasında, eylem alanı olmasına müsaade edilen yerde, bunaltıcı sıcağın altında, kalabalık bir işçi topluluğu. 6 Mart’tan, iş bıraktıkları günden beri oradalar. Direnişleri dört ayı doldurmak üzere. 105 Kale Kayış işçisinin iş bırakma sebebi, ölümle burun buruna gelmedikleri günün olmaması, sayısız “iş kazası” geçirmeleri, işverenin iş güvenliği taleplerine kulak tıkaması. İlaveten, işyerine sendika sokmamak için elinden geleni ardına koymaması. Direnişteki Kale Kayış işçilerinden Selçuk Arslan, Erdal Turan, Aykut Basatlı ve Satılmış Eserli’yi dinliyoruz…
Soldan sağa: Aykut Basatlı, Selçuk Arslan, Satılmış Eserli ve Erdal Turan

Tanışarak başlayalım…

Selçuk Arslan: Ağrılıyım, 32 yaşındayım. Yaşam şartları nedeniyle on beş sene önce buraya göçtüm. Evliyim, iki çocuğum var. Biri üç yaşında, biri dört aylık. İki yıldır Kale Kayış’ta çalışıyorum. Daha önce de fabrikalarda çalıştım, ama direniş ilk defa burada oluyor. Kale Kayış’ta kalite kontrol operatörüydüm. Daha önce mobilyacılarda çalıştım. Gerçek mesleğim marangozluk.

Erdal Turan: 39 yaşındayım. Samsunluyum. Annem, babam çiftçiydi. Çiftçilik bitmek üzereyken geldik. Mecbur kaldık yani. On altı yıl oluyor. Sekiz yıldır burada çalışıyorum. Fabrika olarak ilk fabrikam… Daha önce özel güvenlik şirketinde çalışıyordum. Evliyim, bir çocuğum var, on bir yaşında.

Aykut Basatlı: 31 yaşındayım. Yaklaşık sekiz yıldır burada çalışıyorum. Zonguldaklıyım. İki çocuğum var. Biri iki, biri yedi yaşında. Yaklaşık on dokuz senedir Silivri’deyim. Mesleğim kuaförlük, ama para kazanamadığım için bıraktım. Burası ikinci fabrikam. Pres operatörü olarak çalışıyordum.

Satılmış Eserli: Zonguldaklıyım. Benim ana mesleğim fırıncılık, ama iş olmayınca 2008’de Silivri’ye geldim. Buradan önce çikolata fabrikasında çalışıyordum, maaşlar düşünce başka fabrikaya geçtim, orası da olmayınca bir arkadaş vasıtasıyla 2014’te buraya girdim. Buradan emekli olurum diye düşünüyordum, ama böyle oldu.

Ne oldu?

Arslan: Satı’nın bıraktığı yerden söyleyeyim, bizim eyleme geçme nedenimiz iş sağlığı ve güvenliği. Üç tane ölümlü iş kazası benden önce olmuştu. Birebir şahit olduğum iş kazaları sürekli oluyor. Yüzde doksanımız iş kazası geçirdi. Ben de yeniyim diye geçirmedim. Zaten bizim dışarıya çıkmamızın nedeni iş kazaları. Allah korusun, o ölen arkadaşlardan biri biz de olabilirdik. Biz aslında hem kendimiz hem de içerideki arkadaşlarımızın can güvenliği için direniyoruz.

Bizim eyleme geçme nedenimiz iş sağlığı ve güvenliği. Yüzde doksanımız iş kazası geçirdi. O ölen arkadaşlardan biri biz de olabilirdik. Biz aslında hem kendimiz hem de içerideki arkadaşlarımızın can güvenliği için direniyoruz.

Turan: Bizzat ben iş kazası geçirdim. Sağ ayak başparmağımı kaybettim.

Nasıl oldu?

Turan: Bize üzerimize vazife olmayan işler veriliyor. “Yapacaksın, yapmazsan kapı orada” diye zorlanıyoruz. İşi yapmaya mecbur kalıyoruz. Benim kaza geçirmemde de zaten yapışkan hamurlar vardı. Beni öyle bir yere çıkardılar ki, kazanın olmamasına o anda imkân yoktu. Daha büyük olabilirdi, bacağım komple kopabilirdi. Canımdan da olabilirdim. O anda yanımda arkadaşımın olması isabet yani. Beni ölümden kurtardı. En az 15-20 kazaya da kendim şahit oldum. Bir arkadaşımın geçirdiği kazada makinenin düğmesine basarak durduran bendim. Eğer iki saniye geç düğmeye bassam belki o arkadaş da o gün canından olacaktı. İş yapılsın, sağlık önemli değil burada. Yeter ki iş yürüsün. Amaç o yani…

İş kazası sonucu parmağın koptuğu için ne kadar tazminat aldın?

Turan: Hiçbir şey almadım. “Şikâyetçi olma, biz sana maaşını vereceğiz” diyorlar. Olsan da iş kazalarında şöyle bir şey yapıyorlar: Kazayı görmeyen iki kişi buluyorlar, onlar “Kaza bu adamın hatasından olmuştur” diyor. Hastanede iki ay yattım, maaşımı yatırdılar, sonra geldim başladım. Parmağımın koptuğuyla kaldım yani.

Eserli: Benim kolum da bu hale geldi. Hâlâ platinler duruyor. Erdal (Turan) abi ile aynı yerde çalışıyorduk. Kalender diye bir makine var. Hammaddeyi hamur haline getirip, bezin üzerine çekip bant halinde gönderme işini yapıyor. [Kale Kayış’ta havaalanları ve madenlerdeki yürüyen bantların kayışları üretiliyor. Bunların imalatında Kalender adlı ısı ve basınç yardımıyla bez ile lastiği birbirine yapıştırıp tek yüzey haline getiren silindirlerden oluşan makine kullanılıyor.]

Bunda hiç güvenlik önlemi yok mu?

Turan: Sen basarsan durur. Eski makine bunlar. Şu elini makinenin tutmasıyla basmam arasında bir saniye var. Ta buraya omzuma kadar aldı. Bak Satı’nın (Eserli) kafasındaki ize, oraya kadar sürttü. Az daha orasını da alacaktı.

Satılmış Eserli’nin kolu mal yetiştirme baskısı altında sakatlandı

Kaza tam olarak nasıl oldu?

Eserli: Öğle yemeğine denk saatlerde başıma geldi. Habire “Malın yetişmesi lâzım” diye baskı yapıyorlardı. Artı, fazla da kimse yok bizim çalıştığımız yerde. Erdal abiyle yardımlaşarak işimizi yapıyorduk. Ben makinede işlenecek malzemenin kenarını keserken, kenar yapıştı, orayı tam temizleyeceğim anda kolum yukarıya farkında olmadan sabitlenince silindir çekti beni. Bir anda kendimi yerde buldum. Can havliyle baktım koluma. Çalışmıyor. Neyse, buradan çıktık, dışarıya geldik. Ambulans denen bir şey yok. Doktor da yok. Hatta ecza dolabı bile yok. Eski bir kamyonetin kasasına, afedersin, köpek gibi attılar beni. Şirketin anlaşmalı özel hastanesine bıraktılar. Orada müdür geldi, “Çorabına kadar her şeyini biz karşılayacağız. Sen hiçbir şeye karışma. Yeter ki şikâyetçi olma” dedi. Ameliyattan çıktıktan sonra bir şeyler lâzım oldu, istedim. “Sen aldır, fişini getirsinler, veririz” dediler. Ben kaza geçirmişim, ailemin durumu kötü, nereden bulayım da vereyim? Sonra da gelen giden şirket yöneticisi olmadı. Mahkemeye verecektim, şirketten haber geldi: “Mahkemeye verme, kaybedersin.” O müdür tekrar geldi, “Sana şu kadar para vereceğiz. Ayakta durmanı sağlayacağız” dedi. Hepsi yalan. Bunları bizzat yaşadım.

Hastanede ne kadar yattın?

Eserli: Altı ay yattım. Yedinci ayı doldurduğumda işe geldim. “Seni tekrar kalender bölümüne vereceğiz” dediler. Dava açacağımı söyledim, protokol bölümüne verdiler. Araba paspası, ıvır zıvır hafif şeylerin yapıldığı bölüm, ama sürekli elle çevirme işi var. Dedim kolum yeni iyileşiyor, bunu nasıl yapayım? Üç-beş ay idare etmemi istediler. Kolumdan dolayı iş zorluyordu. Bu sefer, “Kapı orada” diye tehdit etmeye başladılar. Buraya çıkmadan önce kolumun platinleri sökülecek, “Beni hastaneye götürün” dedim. Bekle Allah bekle. Hâlâ bekliyorum…

Bir anda kendimi yerde buldum. Can havliyle baktım koluma. Çalışmıyor. Ambulans yok. Doktor da yok. Hatta ecza dolabı bile yok. Eski bir kamyonetin kasasına, afedersin, köpek gibi attılar beni. Şirketin anlaşmalı özel hastanesine bıraktılar. Orada müdür geldi, “Her şeyini biz karşılayacağız. Yeter ki şikâyetçi olma” dedi.

Basatlı: Ben birkaç küçük çaplı iş kazası geçirdim. Malzeme kestiğimiz makinede elim, kolum ve parmağım kesildi. Bunun dışında işyerinde banyoda kaydım. Kolum yarıldı. Bunun işyerinde olduğuna arkadaşım görmese inanmıyorlardı da. Gelelim iş sağlığına… Biz pres operatörü olarak çalışıyoruz. Burada makineler yirmi metre. Makineleri açtığımızda içerisi komple duman oluyor. Havalandırmalar çekmiyor. Söylüyoruz, gelip göstermelik yapıyorlar. İki günden fazla çalışmıyor havalandırmalar. Sobadan çıkan duman var ya, öyle duman oluyor, göz gözü görmüyor. Kafamıza havalandırmadan vida düşüyor mesela! O yüzden burada iş güvenliği sağlığı sıfır diyebilirim. İş sırasında makinelerde yanımıza acemi adam veriyorlar. Acele ettiriyorlar. “Hadi iş bitsin, iş bitsin…” diye baskı yapılınca da biz strese giriyoruz. Makinenin silindiri sürekli dönüyor. Bir şey olduğunda, “Niye dikkat etmedin?” diye komutan soruyor. E sen acele ettiriyorsun beni! Sen acele ettirme, ben sakatlık yapmayayım. Sonuçta kimseye bir şey olmasın. Sonra burada bir de memleket ayrımcılığı var. Amirler yapıyor. Mesela Samsunluysan kralsın burada. Sevmediklerine gıcıklık yapıyorlar. Kalendere veriyor, kendi bölümünün dışına veriyor. Bu röportajı dinlerse o kişiler kendilerini bilir. Bizim bir Mahmut komutanımız var. Yemek sırasındayız, havalandırmalar bozuk, şikâyet ettik. “İçeride sigara içmeyin” dedi. İçeride sigara içmiyoruz ki. Makinelerin dumanından boğuluyoruz. Adamlar resmen bizimle dalga geçiyor.

Neden komutan diyorsunuz?

Arslan: Vardiya amiri olarak emekli askerler çalışıyor. İşten anlamasa bile disipline etsin diye onları vardiya amiri olarak çalıştırıyorlar. İşyerine askeri düzen getirme amaçlı, yoksa askeriyede yetişen biri konveyör bant üretiminden anlamaz.

Mesela bu duman meselesi için Çalışma Bakanlığı’ndan iş güvenliği müfettişleri gelmiyor mu?

Basatlı: Önceden haberi geliyor. O zaman sabah 6’da makineleri kapatıyoruz, ta denetleme gidene kadar. Formaliteden işler onlar.


Peki neden bu kadar çok iş kazası oluyor?

Arslan: Mekanik aksamdan. Makinelerin hiçbirinde güvenlik sensoru, acil durum butonu yok. İş güvenliği uzmanı da fabrikanın hissedarı… Bize ilk işe girişteki testin dışında iş güvenliğine ilişkin bir şey verilmedi. Zaten onda da eksik şıkları kendisi dolduruyor. Kâğıdı size veriyor, “İş güvenliği eğitimini geçtiniz, işbaşı yapabilirsiniz” deyip gönderiyor.

Sendikalı olma süreciniz nasıl başladı?

Arslan: Ben girdiğimde herkes birbirine söylüyor, E-devlet üzerinden arkadaşlar üye oluyordu. Sonuçta toplu sözleşme için yüzde 40’lık bir sayı üye olmalı. Bunun için tek tek arkadaşlar söylüyordu. Ben geliyorum Satı’ya söylüyorum, o Erdal abiye… Bana da söylediler. Sonuçta anayasal hakkımız. Bana söylediklerinde, “Rahat bir şekilde, sendikalı bir şekilde çalışmak isterim” dedim. Baskıyla üye yapma filan yok, herkes kendi özgür iradesiyle Petrol-İş sendikasına üye oldu. Bu süreçte yönetim de duydu tabii. Bunu engellemek için baskılar yapıldı. Bazı arkadaşlarımız sürekli gözetlendi, psikolojik baskı altında tutuldu. Hiç iş güvenliği eğitimi vermeyen uzmanımız bizi yemekhanede toplayıp sendikal hareket için “Destek vermeyin, ekmeğinizden olursunuz” dedi. Aba altından sopa gösterildi. Kimse yılmadı. Sayımızı da tamamladık, yetki belgemizi de aldık. Şu an itiraz sürecinde.

İşten atılmamış gözüküyorsunuz. Şu an eylemdeki işçilerin hukuken durumu ne?

Arslan: İş güvenliği ve sağlımız tehdit altında olduğundan çalışmama hakkımızı kullanıyoruz. Kanunen çalışıyor gözüküyoruz, ama şu an dışarıdayız. İş bırakma hakkımızı kullanıyoruz. Bu kadar iş kazası olmasına karşın iş güvenliği gözardı edildi, tedbir alınmadı. İnsan sağlığından hiçbir şey daha önemli değildir.

Turan: Sendikaya üye olma sebebimiz iş sağlığı ve iş güvenliği açısından. Biz içerideki aksaklıkları, sorunları sürekli amirlerimize bildiriyoruz. Havalandırmamız yok. Makinelerdeki acil stopları çalışmıyor. Sürekli kazalar oluyor. Önlemler alınarak bunun önüne geçilmesi lâzım diye sesimizi duyurmaya çalıştıkça “Siz işinize bakın” diye baskı uygulandı. Sesimizi duyuramayınca sendikaya üye olduk. Sayımızı filan toparladık. Bu sefer dışarıda bulduk kendimizi.

Makinelerin hiçbirinde güvenlik sensoru, acil durum butonu yok. İş güvenliği uzmanı da fabrikanın hissedarı… Bize ilk işe girişteki testin dışında iş güvenliğine ilişkin bir şey verilmedi. Zaten onda da eksik şıkları kendisi dolduruyor. “İş güvenliği eğitimini geçtiniz, işbaşı yapabilirsiniz” deyip gönderiyor.

Basatlı: Sendika için üye toplama işi geçen yıl şubat ya da mart ayında başladı. Biz bölümden bölüme “Böyle böyle bir sendikal mücadelemiz var. Bu sendikayı buraya getirelim” diye arkadaşlara söyledik. Tabii ki o ona, o ona söyledi, zamanla yayıldı. Yüzde 40 toplu sözleşme sayısını yakalayınca da bakanlığa başvurduk. Bakanlıktan da yetki tespiti geldi. Patron itirazda bulundu. Sendika normalde kanunen hakkımız. Bunu kimse engelleyemez, ama baskılar oldu. Patron Faruk Dağlı yemekte tehditler savurdu. Ama biz asıl iş sağlığı ve iş güvenliği olmadığı için dışarı çıktık. Şu an halen sendikamız yanımızda, mücadelemize devam ediyoruz.

Eserli: Sırf başkası sakatlanmasın, birisi ölmesin diye sendikaya üye olduk. Buradan çıkıp evime gidip başımı yastığa koyduğumda yemin ederim uyku uyamıyorum. Acaba birinin başına bir şey geldi mi, yarın ne olacak diye düşünüyorum.

Arslan: İş sağlığı ve güvenliği sendikaya üye olmamızın başlıca nedeni. Maaşımız zamanında yatıyor, saatlerle ilgili sorunumuz yok, ama tabii ücret sektöre oranla düşük. Asgari ücret yani…

Kaç saat çalışıyorsunuz?

Arslan: Günde iki vardiya, 12’şer saat çalışıyoruz. Akşam 8’de başlayan sabah 8’de bırakıyor, sabah 8’de başlayan akşam 8’de bırakıyor. Böylece fabrika 24 saat çalışıyordu, ama biz dışarı çıktıktan sonra fabrika 12 saat çalışıyor. Vardiyalar da sekiz saate döndü. 12 saat çalıştığında ailene ayıracağın vaktin olmuyor. Bir saat gelişin, bir saat gidişin, 14 saatin dışarıda geçiyor. Sosyal faaliyeti geçiyorum, çocuğunla konuşma fırsatın olmuyor. Aile kavramı ortadan kalkıyor.

Turan: Buradan nasıl çıkıyorsak öyle geliyorduk. Makinenin parçası gibisin. Makineleşiyorsun yani… Dört gözle pazar günü gelse de yatsak, dinlensek diye bakıyorsun.


Hepiniz kendinizi makinenin bir paçası gibi mi hissediyorsunuz?

Arslan: Siz 12 saat çalışırsanız bu fotoğraf makinesiyle onun bir düğmesinden farkınız kalır mı? Bir de siz düğmeye basmayı unutup burada kayıt almazsanız baştan tekrar ederiz, ama bu arkadaşın kolu koptuğunda bunun geri dönüşü yok. 

Basatlı: Patron bizim sayemizde büyüyor. Ben buraya 2011 yılında girdim. O zamanlar tek bina vardı. Fabrika aldı 20 trilyona. Sonra Değirmenköy’e bir fabrika daha kurdu. İşçi kazandırdı, yükseldin. Tabii işçiden kıstın.

Fabrikada kaç işçi var, eyleme kaç işçi destek veriyor?

Basatlı: Şu an dışarıda 105 kişi var. 250 civarında kişi de içeride çalışmaya devam ediyor.

Eserli: İçeride 100’e yakın çalışma izni, oturma izni olmayan Suriyeli çalıyor.

Turan: Biz çıktıktan sonra işçi aldılar. Çoğu yeni eleman…

Eserli: Arkadaş “Siz çıktınız, bizim paralar iki kat arttı” diyor. Allah korusun, sana orada bir şey olsa o para seni kurtaracak mı?

Turan: Biz buraya çıkalı üç-dört defa daha kaza oldu.

Arslan: Her şey örtbas ediliyor. Çocuğun birinin kolu kırılmış, kimsenin haberi yok. Tedavi olmuş hastanede, sonra evine göndermişler.

Basatlı: Eskiden Medipol diye anlaşmalı bir hastane vardı. Şimdi seni devlet hastanesine götürüp bırakıyorlar. Bir arkadaşımız kalenderde gece vardiyasına geldi. Daha vardiya başı. Akşam 9’da kaza geçiriyor. Bizim şirketimizde araç yok. Değirmenköy’de bir fabrikamız daha var, araç oraya gidiyor. Kaza oluyor, on dakika sonra buraya geliyor. Çünkü çocuğun ağzından kan geliyor. İç kanama olabilir. Mecbur yedek bir aracın olması lâzım…

Turan: 250-300 kişinin çalıştığı bir fabrika sonuçta.

Ne oldu o arkadaşınıza?

Basatlı: İç organları ezildiği için iki ay hastanede annesi mamayla besler gibi besledi. Taburcu olduktan sonra da şirket yardım etmedi. “Kendi yaptı” diye suçladılar. Yani seni ne arayan olur ne soran. Her türlü mağdur ediyorlar.

Turan: Şahitleri de hazır zaten. Bölümünden iki kişiye “Seni üst seviyeye getireceğiz, operatör yapacağız” diyorlar. Adam da hemen tava geliyor.

Günde iki vardiya, 12’şer saat çalışıyoruz. Akşam 8’de başlayan sabah 8’de bırakıyor, sabah 8’de başlayan akşam 8’de bırakıyor. 12 saat çalıştığında ailene ayıracağın vaktin olmuyor. Bir saat gelişin, bir saat gidişin, 14 saatin dışarıda geçiyor. Sosyal faaliyeti geçiyorum, çocuğunla konuşma fırsatın olmuyor.

Arslan: Kazalar kendi sorumluluk alanının dışında olmuş gibi gösteriliyor. Kalendercisin, ama pres basan adamın yanında iş kazası geçirmişsin gibi gösterilerek insanlar mağdur ediliyor. İşyerinde amirsiniz, bana diyorsunuz ki “Şu kalender bölümüne gideceksin”. Benim itiraz etmem kâğıt üzerinde bakıldığında hakkım. Kendi bölümüm dışında çalışamam. Ama gel de çalışırken itiraz et. Bu sadece burada değil, her yerde böyle. “Tamam kardeşim, anlaşamıyoruz, kapı orada, çık bakayım” derler.

Turan: Ölümlü kazada yalancı şahitlik yapan vardiya amiri oldu başımıza. 90-95 kiloluk arkadaşımız banda sıkıştı. Kaburgaları, kolu kırıldı, ciğerleri ezildi. Kapının önüne çıkardık, ambulans yok. Çocuk sadece nefes alıyor, başka hayat belirtisi yok. 15 dakika aracın gelmesi için bekledik. Öyle götürdük hastaneye. Yaşadı, ama iz kaldı tabii. En son gördüğümde çene kayıktı. Onu da şikâyetçi olduğu için işe geri almadılar. Mahkeme süreci devam ediyor.

Hemşericilik bu yalancı şahitlik konusunda mı devreye giriyor?

Eserli: Hemşericiliği amirler yapıyor. Patron Afyonlu, onun işi olmaz. Samsunlu, Ordulu amirler yapıyor.

Turan: Hemşericilik iş açısından oluyor. Amirin köylüsüyse onu bizim gibi kalender bölümüne vermiyorlar. Nerede rahat iş varsa orada çalıştırıyorlar. Kaza olduğunda yakınındaki elemanları yalancı şahit gösteriyorlar. Mesela onu korumuş, kollamışsın, o da senin sözünden çıkmıyor. Sen diyorsun ki, “Şuna şahitlik yap, olayı görmüş gibi anlat”. Halbuki olayı hiç görmemiş.

Şu an nasıl geçiniyorsunuz? Başka işlerde çalışıyor musunuz?

Arslan: Ben mesela dün düğün salonuna gittim, orada garsonluk yaptım. Öyle günübirlik işler olursa yapıyoruz. Çoğu arkadaşımızın böyle bir imkânı da olmuyor. Geçinmek konusunda çok sıkıntılar yaşıyoruz.

Basatlı: Ben de bahçe işleri yapıyorum. Restoranlara yemek yapmaya gittiğim oluyor. Ekstra ne iş olsa yapıyoruz. Tencereyi kaynatmamız lâzım.

Sendika destek vermiyor mu?

Arslan: 700 lira desteği var. 1200 liraydı, ama tüzüklerine göre bu aydan itibaren 700’e düşürülecek.

İşsizlik parası da alamazsınız, işsiz de gözükmüyorsunuz.

Arslan: Bizi ne işten çıkarıyor ne de maaş veriyor. Sigorta aktif gözüküyor e-devlet üzerinde, ama primleri ödemiyor. Tam bir muallâktayız. Ne yapacağımızı bilmiyoruz.

En kötü sendika sendikasızlıktan iyidir. Başına bir şey geldiğinde hakkını arıyor, hakkını koruyor. Bunu içerideki arkadaşlara anlatamıyoruz. Kendi şartlarımdan biliyorum. Yedi ay yattım hastanede. O zaman sendikamız olsaydı bu kadar mağdur olmazdım.

Bu duruma sendika ne diyor?

Arslan: Patronla bir diyalog durumumuz yok. Sendika ne zaman konuşmak istese, patron ya yurtdışında ya da hasta oluyor. Kaymakam, vali de konuşturmak için devreye girse bahane uyduruyor. Durumun böyle uzaması da bizim için sıkıntı. Sonuçta asgari ücretle çalışıyoruz. Kenarda biriktirdiğimiz para yok. Günü kurtarmanın derdindeyiz.

Eserli: Adam “Paralarınızı da vermeyeceğim, çıkış da vermeyeceğim. Sizi süründüreceğim. Silivri’de yaşatmayacağım” diyor.

Gücü var mı bunu yapacak?

Turan: Yapıyor zaten.

Arslan: Direnişte dayanamayıp giden arkadaşlarımız, başvurdukları işlerde Kale Kayış dendiğinde iş başvurusu formunun geri alındığını söylüyor. Patron grubu işçi grubundan daha iyi bir şekilde bir araya gelip profesyonel şekilde olaylara müdahale edebiliyor. Ama işçiler yapamıyor. Burada fabrikada çalışan üç kardeş var. İkisi direnişte, biri içeride. İnsanları uyandırmak, ikna etmek zor.


Aileniz destek veriyor mu?

Eserli: Mutlaka, onlar olmasa burada duramayız.

Arslan: Direnişin üçüncü gününde “Eşimle ayrılma noktasına geldim” diyerek içeriye girmenin yollarını arayanlar oldu. Ben ihtiyaçlarımı kısabilirim, eşim kısabilir, ama çocuğun bez ihtiyacı, başka ihtiyacı olduğunda o iş büyük bir sıkıntı. Büyükleri bir şekilde halledebiliyorsunuz, ama çocuklara dert anlatamazsınız. Buraya çıktıktan bir-bir buçuk ay sonra pazara gittim. Çocuk yani, gördüğü her şeyi istiyor. Biz de çocuk olduk, biz de istedik. Gayemiz çocuklarımıza iyi bir gelecek bırakmak. Sonuçta patronumuz da bir baba, o çocuğuna trilyonlar bırakıyor. Ben çocuğuma bırakmayayım, ama hayatını birilerine muhtaç olmadan idame ettirmesi için çabalıyorum. Herkesin çabası kendine… Ancak sen benim hakkımı gasp edersen, benim hakkımı çalarsan… Bir tane fabrikan var, ikinciyi açma. Buradaki insanların hakkını ver.

Turan: Ailem zaten buradaki işimi bırakmamı istiyordu. Sürekli iş kazası oluyordu. Eşim, çocuklarım halimden hemen anlıyordu. Belki size ajitasyon gelebilir, ama çocuğumdan ya da hanımın aktarımından en az on defa, “Anne, babam iş kazası geçirecek mi? Babam sakat mı kalacak? İşyerinde ölecek mi?” diye duydum. Bunları çocuğundan duymak ağır geliyor. Arkadaş çevremden çok olumsuz şeyler aldım. “Haksız çıkarsınız. Bir şey elde edemezsiniz. Kaybedersiniz.” Ama biz kaybetsek de bizden sonraki nesil kazanacaktır bu işi, öyle diyeyim. Biz kaybetsek bile inşallah içerideki çalışma şartları daha düzenli olur. Havalandırmalar yapılır, iş kazaları olmaz.

Bu işin ucu bana dokunmasın da kime dokunursa dokunsun, zihniyet bu. İşçi sınıfında bu var. Doğru değil bu. Birlik olma zamanı. İşçi sınıfında herkes birlik olsa bu patronların hepsi yenilir. Hep işçi sınıfının dediği olur. Patronların dediği olmaz. Ama işte insanlara bunu anlatamıyorsun.

Eserli: Biz kendimize bir şey istemiyoruz. Bizden sonraki gelsin burada huzurlu çalışsın. Kaza geçirmesinler. Aileleri mağdur olmasın. Çocukları babasız, eşleri dul kalmasın. Sendikanın girmesini, rahat rahat güvenli ortamda iş yapılmasını istiyoruz. En kötü sendika sendikasızlıktan iyidir. Başına bir şey geldiğinde, hastaneye gittiğinde sendika ailene kadar bakıyor. Hakkını arıyor, hakkını koruyor. Biz bunu içerideki arkadaşlara anlatamıyoruz. Kendi şartlarımdan biliyorum. Yedi ay yattım hastanede. O zaman sendikamız olsaydı bu kadar mağdur olmazdım. Beni aynı bölümde çalışmaya zorlayamazlardı. Biraz kendini toparlayınca, “Hadi Satılmış, sana güle güle” diyemezler. “Sen benim işime yaramazsın, çalışırsan bu şartlarda” diyorlar. Gerekirse üç aşağı kazan, ama temiz kazan, sağlıklı yaşa… Kolun, bacağın kopmuş, yatalak olmuşsun burası yüzünden, çocuğun “Baba kalk, beni sahilde gezdir” dedikten sonra sen onu gezdiremezsen trilyonları önüne dökseler ne olur.

Sosyal medyayı kullanıyor musunuz? Ne kadar etkili oluyor?

Basatlı: Sosyal medyada bir profil resmi değiştirdiğin zaman 100 kişi beğenir, ama böyle bir şeyi Facebook’a ya da İnstagram’a attığınızda beğeni düşüyor. 

Turan: Sadece buradaki arkadaşlarımız beğeniyor. 

Basatlı: Bunu herkes beğenecek, paylaşacak, yayılacak ki duyulacak. Sonuçta sen burada hak arıyorsun. Burada hırsızlık yapılmıyor. Senden para da istenmiyor. Paylaş ki yayılsın. Haklarını öğren. Kötü bir şey değil ki. Ama işte insanlar çok farklı düşünüyorlar. Bu işin ucu bana dokunmasın da kime dokunursa dokunsun, zihniyet bu. İşçi sınıfında bu var. Ben alıyorum 4 milyar para, bana ne Ahmet, Mehmet ne yaptıysa. Doğru değil bu. Birlik olma zamanı. İşçi sınıfında herkes birlik olsa bu patronların hepsi yenilir. Hep işçi sınıfının dediği olur. Patronların dediği olmaz. Ama işte insanlara bunu anlatamıyorsun. İnsanlar bana dokunmasın da ne yaparsın yapsın diyor.

Arslan: Bizim dışarı çıkışımızı avantaja çevirenler var. İşi olduğu halde buraya gelip başvuruda bulunanlar oldu. Biz çıkınca maaşlar bir miktar yukarı çekildi çünkü. Sırf bunlardan yaralanmak için buraya gelen oldu. 

Turan: Sosyal medya üzerinden arkadaşlara iletiyoruz veya bir yerlere ulaşmaya çalışıyoruz, ama hiç olumlu geri dönüş alamıyoruz. 

Eserli: İnstagram üzerinden olsun, Facebook üzerinden olsun, ATV, Kanal D, Show TV’ye ulaştım. Beni takibe aldılar. Onlara mesaj atıyorum, “gelin destek verin, haber yapın” diyorum, ama bir tek Show TV geldi. ATV takip ediyor. Dönüp mesaj atıyor, “Sizin amacınız ne?” diye soruyor. “İşçi sağlığı” diye cevap veriyorum. Öyle deyince bizimle ilişkiyi kesiyorlar. “Seçim süreci var” diyorlar. Seçim insan hayatından daha mı önemli? 

Arslan: Açık Radyo’da programa katıldık. Orada Ayşe hanım Twitter’ın büyük etkisi olduğunu, daha geniş kitleye hitap ettiğini, sosyal medyayı baskın şekilde kullanmamız gerektiğini, çoğu insanı eylemimizden böylelikle haberdar edebileceğimizi söyledi. Facebook’um, Whatsapp’ım daha önceden vardı da, bu yüzden Twitter’a dün kayıt oldum. Silivri piyasası biliyor da, etkili değil. Sesi İstanbul çevresine duyurmamız gerekiyor. Twitter’ın bunda etkili olacağını düşünüyorum.

Eserli: Ben İnstagram’dan etiket yaptım, ama haber yapan olmadı. 

Arslan: Bu tür direnişlerin mutlak kazanımla bitmesi için bütün işçi sınıfının bilinçlenmesi lâzım. Sosyal medyada değil, canlı olarak insanların görmesi daha çok bilinçlendirir. İnsanların at gözlüklerini çıkarıp sağda solda ne olduğuyla ilgilenmesi lâzım. Aslında sosyal medya büyük bir sıkıntı. Asosyal. Mesela Facebook’ta 600-700 arkadaşın vardır, yazışıyorsun, ama biriyle buluşmuyorsun. Hayali bir şey. Biz burada şu anda sadece ekmek davasını birbirimizle konuşuyoruz, ama yarın bu işimizi hallettiğimizde ülkenin geleceğini konuşabiliriz. Ülkemiz için, Silivri için ne gibi kazanımlar elde edilebiliriz tartışmasına girebiliriz.

Silivri’de belediye başkanlığı CHP’den MHP’ye geçti. Sizin eyleminize bu yerel yönetim değişikliğinin bir etkisi oldu mu?

Eserli: Yeni belediye başkanımız, sağolsun, patron sendikasında. Eski belediye başkanına gittik, o da “Sizin yüzünüzden 400-500 işadamını karşıma alamam” dedi. 

Turan: “Sizin yüzünüzden seçim kaybedemem” dedi.

Arslan: Ama kaybetti. 

Basatlı: Demek ki her şey patronda bitmiyormuş.

Arslan: Küçük bir farkla seçimi kaybetti. Biz ona ilk gittiğimizde buradaki mevcudumuz 150 kişiydi. Buradaki çoğu kişi evlidir, çok büyük oy potansiyeliydi. Bir de, siyaset açısından bakmamalı. Biz insanız sonuçta. Sonuçta Silivri sınırları içindeyiz. Belediye başkanının burada topa girmesi lâzım. Bir orta yol bulunması için çaba göstermeliydi. Yeni başkan da konuşacağını söyleyerek sürekli oyalıyor. Biz sadece ekmeğimizin derdindeyiz. Silivri’yi yakmanın, yıkmanın, birilerine zarar vermenin peşinde değiliz. Kimseye bir zararımız yok. Oy istemek için geldiğinizde güler yüzünüzü gösteriyorsunuz. Bir sıkıntımız, mağduriyetimiz olduğunda dişinizi gösteriyorsunuz. 

Turan: Kısacası, kim geldiyse başa, işçisini değil, cebini düşünüyor. 

İlçenin mülki amirinden bir engelleme var mı?

Basatlı: Talimat vermiş: “Bunlar belli bir alanda kalacak. Aşağıdaki fabrikanın önüne geçmeyecek.”

Eserli: Buraya jandarmaları koydular. Aşağıya işemeye bile gidemiyoruz.

Arslan: Sadece bulunduğumuz yolun kenarındaki bu alanda durmamıza müsaade ediyorlar. Kaymakam da işverenlerle karşı karşıya gelmemeye çalışıyor. 

Çalıştığınız bu yıllar içinde bir birikim yapabildiniz mi?

Basatlı: Krediyle ev aldım, başka bir şey yok. Patrona biz kazandırdık. Patron da bize versin. Biz aynı seviyede kaldık, sen büyüdün. Şu an üç tane fabrikan var. Benim arkamda bırakacağım bir tane evim var. 

Hepiniz ev alabildiniz mi?

Eserli: Benim ailemin üstüne evim var. Onun da kredi borcunun bitmesine daha beş sene var.

Arslan: Aile apartmanına imar affından yararlanarak çatı katı yaptım. 

Turan: Krediyle ben de ev aldım. Ödüyorum. 

Peki, sizin fikrinize göre işçilerin şartları nasıl düzelir?

Turan: Bu şekilde düzelmez. İnsanlar çok bilinçsiz. Biz buraya maddiyat için çıkmadık. Arkadaşlarımız kaza geçirmesin, insanlar ölmesin, insanların aileleri acı çekmesin diye dışarı çıktık. Biz buraya bunun için çıkmamışız sanki, diğer fabrikalarda çalışan arkadaşlarımıza, mahalledeki arkadaşlarımıza vatan haini olarak lanse ediliyoruz. Hainlik etmişiz gibi görülüyoruz. Halbuki biz onlardan bir şey istemiyoruz. 

Hainlik nereden çıktı?

Turan: “Sizin sendika ne işinize? Siz neden bırakıp çıkıyorsunuz? Ne güzel çalışıyordunuz” diyorlar. “E arkadaş, bu şartlarda çalışıyoruz işte” diyorsun, “kaza oluyor, havalandırmamız yok, sürekli karşımıza meslek hastalıkları çıkıyor” diyorsun. “Ya senin başına gelmez, niye çalışmıyorsun?” diyorlar. 

Eserli: Ya da “Dikkatli olsaydın, gözünün önüne baksaydın”.

Arslan: Gerçekten çevredeki arkadaşlarımız şevkimizi kırıyor. Silivri’de sendikal hareket yok, ondan kaynaklanıyor. Üç-dört yerde sendika var, onlar da sarı sendika, öyle mücadele verilmiş yerler değil. Bizim bu direnişimiz bölge için çok büyük önem arz ediyor. Biz kazanırsak diğerleri de bizden görüp direnecek. 

Eserli: Devlet destek verirse düzelir. Bizim bir taraftan sendikaya üyelik izni, sendika kurma izniyle önümüzü açıyor, diğer yandan patrona dönüyor, “Sendikaya üye olmasını engelleyeceksin” diyor. Devlet destek versin diye, sayın cumhurbaşkanına, Binali Yıldırım’a, bakanlara, Ekrem İmamoğlu’na Facebook’tan mesaj attım, bir kez olsun cevap gelmedi. “Her şey güzel olacak” diyor Ekrem İmamoğlu. Binali Yıldırım’a da, ona da soruyorum. Her şey nasıl güzel olacak? Biz mağdur kalırsak mı? İşçiyi düşünsen gelirsin. Dört aydan beri buradayız, herkes duydu, bir tek devlet duymadı. Binali Yıldırım geliyor buraya, biz yanına gidince yolunu değiştiriyor. Ya sen niye yolunu değiştiriyorsun? İşçiden kazanıyorsun, halkından kazanıyorsun. Senin diğerlerinden farkın yok. Gelsin yüzüne söyleyeyim. Ben halkım kardeşim. Ben işçiyim. Sen bana destek çıkmazsan, beni işimden edecek fırsatlar verirsen patrona… Sonra işsizlik artıyor diyorlar. 

Arslan: Adam “Herkes iş bulacak diye bir kaide yok” diyor. 

Basatlı: Silivri’de sendikanın ne olduğunu bilmiyorlar. Biz de bilmiyorduk. Tamam, sendika senden aidat alacak, ama sana kazandıracak da. İşçi sınıfına bunu anlatamıyorsun. Bu Silivri bölgesinde sendikadan kimse anlamıyor. Bilmiyor daha doğrusu. 

Arslan: Buraya bir sivil toplum örgütü geldi. Erzak falan dağıttılar, ama biz çalışmak istiyoruz. Kendi paramızı, kendi ekmeğimizi kazanmak istiyoruz. 

Eserli: Devlet varmış. Hani nerede devlet? Dört aydır buradayız, kimseyi görmedim. Valinin yanına gidiyoruz, “Bunlar niye geldi?” Jandarma, polis çeviriyor. Belediye başkanı geliyor. “Bunların yüzünü görmek istemiyorum!” Peki seni buraya seçen kim? 120 gündür burada mağdurum. İş kazası yüzünden de, maddi manevi yönden de perişan olmuş durumdayım. Burası Kale Kayış, Silivri, Çantaköy mevkii. Gelsin evlerimize tek tek baksın, nasıl yaşadığımızı görsün.

Turan: Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanı, milletvekilleri, içişleri bakanı, belediye başkanları, şunlar bunlar bir tane Faruk Dağlı’ya sözünü geçiremiyorsa daha diyecek bir şey yoktur.

^