EMEKLİLER DAYANIŞMA SENDİKASI’NDAN MAHİNUR ŞAHBAZ

Söyleşi: Siren İdemen
6 Kasım 2018
SATIRBAŞLARI
Emeklilikte yaşa takılanlar, yani emek verdikleri yıllar boyunca, emeklilik hakkı için her ay maaşlarından hatırı sayılır kesinti yapılan, çalışma süresi ve prim gerekliliklerini yerine getirdikleri halde yeterince “yaşlı” sayılmadıkları için emekli olup aylık alamayan binlerce çalışan. Kaç kişi oldukları tam bilinmiyor, 500 bin kadar oldukları tahmin ediliyor. Ekonomik krizin en çok vurduğu kesimlerden biri onlar. Sorunlarına çözüm getirmek için dernekleştiler. Her şeye rağmen seslerini duyurmayı başardılar da. EYT diye anılıyorlar artık. Erdoğan onlar için “Bir de bunlar türedi” dedi. Hızını alamadı, yaşa takılanların eğer emekli olurlarsa çalışmaya devam edeceklerini söyledi: “Yani çift dikiş. Böyle bir şey olamaz. Buna hak, adalet denmez.” Ortalama emekli maaşının resmi yoksulluk sınırının altında olduğu bir yerde buna “hak, adalet” denir mi denmez mi bir yana, bu sözlerinden birkaç saat sonra, 46 yaşından beri emekli maaşı aldığı ortaya döküldü. AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş ise EYT için “O konu kapanmıştır. Bugünkü şartlarda Türkiye’nin kaldırabileceği bir yük değil” diyerek kendince noktayı koydu. Ve yıllardır alâyıvâlâ ile pazarlanan Sosyal Güvenlik Reformu’nun özünü de aslında dile getirdi: Emekliler bir yük. Konunun aslını astarını, gelmişini geçmişini Emekliler Dayanışma Sendikası’nın kurucularından Mahinur Şahbaz’dan dinliyoruz.

Son günlerde emeklilikte yaşa takılanlar (EYT) gündemde. Ne oldu da emeklilikte yaş meselesi böyle gündeme geldi?

Mahinur Şahbaz: Konunun politik-ekonomik geçmişine bakmadan son günlerde EYT’nin niye konuşulur olduğunu anlamak zor. Bu insanlar aslında yaşa değil, Sosyal Güvenlik Reformu’na takıldı. Bu meseleyle ilgili sesini yükselten, dernek kurup mücadele eden, gasp edilen haklarını geri almaya çalışan arkadaşlarla sınırlı değil olay. Türkiye’deki tüm emeklilerin, hatta tüm toplumun mağdur olduğu bir Sosyal Güvenlik Reformu yapıldı.

Emekliler Dayanışma Sendikası GMYK üyesi Mahinur Şahbaz

2008’deki reformu mu kastediyorsunuz?

Evet. Ulusal Emeklilik Sistemi diyebileceğimiz kamu emekliliği sistemini yok eden reform. Sosyal Güvenlik Reformu’nun 1 Ekim 2008’de yasallaştığı ve yürürlüğe girdiği söyleniyor. Ama uygulamalar çok daha önce başladı. Başka alanlarda da olduğu gibi, kararlar alındı, yavaş yavaş uygulandı. Sonrasında da çıkarılan yönetmelikler, yasalar alt alta konup üzerine Sosyal Güvenlik Reformu yazılarak yasalaştırıldı. Emeklilikte yaşa takılmanın dışında, emeklilik hakkı sahiplerinin, yani dul ve yetimlerin yaşadığı hak kayıpları var. Tüm emekliler, emekli olacaklar ekonomik güvenceyi ve sağlık hakkını kaybetti. Tüm bunlar yine bir kriz döneminde, 1994’te, hükümetin IMF ve DB ile imzaladığı anlaşmaya uzanıyor. O anlaşmanın iki temel şartı vardı; biri sosyal güvenlik reformu, ikincisi tarım reformuydu.

O dönemde dünyanın çeşitli bölgelerinde IMF ve DB eliyle yürütülen Yapısal Uyum Programları’nın Türkiye ayağı değil mi bu?

Tabii. Sistemin küresel kapitalist politikalara uyumlu hale getirilmesi için kamu kurumları, sermaye kuruluşları ile iç içe geçirilerek işletildi ve sermayenin lehine dönüştürüldü, yeniden yapılandırıldı. Bu dönüşümün ve yapılandırmanın en önemli ayağı bence Sosyal Güvenlik Reformu’ydu. Çalışma yaşamı güvencesiz ve kuralsız hale getirilirken kamu emekliliği de esnek, kuralsız güvencesiz hale getirildi. Emeklilerin yaşamı piyasa koşullarına terk edildi. 5 Mayıs 1994’te, IMF ile imzalanan kredi anlaşması şartlarında, “Emeklilik ve sağlık özelleştirilecek” deniyordu: “Sosyal Güvenlik emeklilik ve sağlık diye ikiye ayrılacak ve piyasaya teslim edilecek.Sağlık Finansmanı Politika Seçenekleri çalışması Avustralya Sağlık Sigortası Komisyonu’na hazırlatıldı. Emeklilik ve Sosyal Yardım Sistemleri Reform Çalışması da ILO’ya ihale edildi. Sosyal güvenlik sistemi ve sağlık sistemi yeniden yapılandırıldı, kamu kazanımları sermayenin kullanımına sunuldu. “Sistemin finansmanı emekli ve çalışan üzerinden yürütülsün, devlet katkısı yapılmasın, emeklilik toplumsal değil, bireysel olsun” dediler. ‘99 yılında, 17 Ağustos depremi günlerinde, Meclis çalışanların, emeklilerin başına nasıl çorap örerim derdindeydi. 19 Ağustos’ta, insanlar daha enkaz altındayken, Yaşar Okuyan TBMM’ye SSK ve Bağ-Kur emekli aylıklarının hesaplama yöntemi değiştirilsin diye bir yasa önergesi sundu, kabul edildi. 4447 sayılı yasa taslağı hazırlandı, hızla yasalaştı. Emekli aylıkları azaltıldı. 19 Ekim 2007’de Agâh Kafkas’ın Meclis’e sunduğu “Emekli aylıklarına ülkenin büyüme oranının dahil edilmesi uygulamasının kaldırılması” kanun teklifi bir ayda yasalaştı. Bu uygulamayla emekliler milli gelirden pay alamaz oldu. Emeklilerin ekonomik güvencesini yok eden iki önemli değişiklik bunlar.

‘99 yılında, 17 Ağustos depremi günlerinde, Meclis çalışanların, emeklilerin başına nasıl çorap örerim derdindeydi. 19 Ağustos’ta, insanlar daha enkaz altındayken, Yaşar Okuyan TBMM’ye SSK ve Bağ-Kur emekli aylıklarının hesaplama yöntemi değiştirilsin diye yasa önergesi sundu. Kabul edildi, hızla yasalaştı. Emekli aylıkları azaltıldı.

Emekli aylıklarının belirlenmesindeki yöntem değişikliği nasıl bir sonuç doğurdu?

1978’den o güne dek, emekli aylığı hesaplamasında katsayı ve gösterge temel alınıyordu. Bu düzenlemeyle sadece TÜFE, enflasyon veri alınır oldu. Aynı sektörde, aynı süre çalışan iki kişiden 2000 yılı öncesi emekli olan ile 2000 sonrasında emekli olanın aylıkları arasında eşitsizlik yaratıldı. Emekliler hukuki yoldan hak aramaya başladı. Bu sefer de İntibak Yasası oyunu gündeme getirildi. 3600 primle emekli olanın aylığı 9000 primle emekli olanınkinden fazla olabildi. “Uygulamada hata oldu” dendi, ama düzeltilmedi. Emekliler bu “yanlış uygulamalarla” tek tek uğraşmak zorunda kaldı. Emekli aylıkları arasındaki eşitsizlikle ilgili bir emekli derneği Ankara 5. İş Mahkemesi’ne dava açtı. Mahkeme “Anayasanın 10. maddesi yurttaşlar arasında eşitliğe vurgu yapar, emekli aylığı dağıtımı ve hesaplamasında bu eşitliği göremiyoruz” dedi. Dernek Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak itiraz davası açtı. 23 Mart 2010’da Çalışma Bakanı Ömer Dinçer “Emekli maaşlarıyla ilgili Anayasa Mahkemesi nasıl karar verecek, onu bilemem. Bu, kuruma 8,1 milyar yük getirir, bunu kurumun kaldırması zor” dedi. Heyecanla bekledik Anayasa Mahkemesi bu açıklamadan etkilenecek mi diye, bir umut yani! Ama, 30 Haziran 2010’da Anayasa Mahkemesi’nin kararı emeklilerin aleyhine çıktı. İntibak Yasası oyunuyla emeklinin aslında alması gerekenin üçte biri oranında, aylıklara artış getiren düzenleme yaptılar. Emeklinin hukuk mücadelesinin önü kesildi. Artık emekli olmak güç, emekli yaşamak zor oldu. Bugün cumhurbaşkanının EYT ile ilgili söylemi bize yabancı değil. Geçmişten beri kapitalist sistem, hükümetler emeklileri yük olarak gördü.

1994 öncesine ve AB ülkelerine kıyasla emeklilerin bugünkü durumu nasıl?

Geçmişte emekli olunabiliyordu, artık emekli olamayan emeklilerin ülkesi olduk. Emeklilerin yüzde 43’ü çalışıyor. Tüm dünyada neoliberal sistem toplumsal kazanımları geri götürdü, ama insan haklarına daha saygılı ülkelerde emekliler ve işçiler örgütlü olduğu için bizim kadar mağdur değil, alım güçleri bizim kadar düşmedi. Mesela, Yunanistan’da 2011’den beri emekli aylıkları azaldı ama, ek emekli aylığı bağlandı, devlet desteğinden vazgeçilmedi. Bizde ara sıra yapılan destek zarar olarak görülüyor. 2005’te, IMF’ye, SGK’ya verilen devlet desteğinin yüzde 4,5’ten 1’e düşürülmesi sözü verildi ve yerine getirildi. Erdoğan’ın imzası var bunun altında. AB ülkelerinde sosyal güvenliğe destek ortalama yüzde 16. Avrupa’da yaşayan Türkiyeli emekliler “memleket hasretindeyiz ama, orada yaşama koşulları çok zor, dönemiyoruz” diyor. Bizde SGK sigorta şirketi gibi yönetiliyor. 2012’de emeklilerin aylıklarından 90 milyar lira kesildi. 2008’deki Sosyal Güvenlik Reformu’yla oldu bu kesinti. Ve her yıl artarak devam ediyor. Aylıklar da eriyor. Dünya Bankası’nın 1990 tarihli “yaşlılık krizinden kaçınma” raporunda Türkiye için “Toplum yaşlanıyor, sosyal güvenlik sistemi yaşlı toplumda bu emeklilik yükünü çekemez” deniyor. Emeklilik sisteminin değiştirilmesi gerektiğine karar veriliyor. Bunu kredi şartı yapıyor. Hükümetler koşulsuz uygulamaya koyuyor. Bugünkü bireysel emekliliğin temeli de oraya dayanıyor. DB ve IMF verdikleri krediler için dayattıkları şartlarla toplumsal ilişkileri sermaye lehine düzenliyor. Her defasında sermaye kendi krizini lehine çeviriyor. 1994’teki krizde kamu denetimindeki emekli fonları piyasaya aktarılarak yerli ve yabancı sigorta şirketlerinin kullanımına sunuldu. SGK yeniden düzenlendi. Emeklilik ve sağlık özelleştirildi, ticarileştirildi. Sermaye birikimi sağlandı. Krizin faturası emeklilere ödetildi, ödetilmeye de devam ediyor.

Bugün cumhurbaşkanının EYT ile ilgili söylemi bize yabancı değil. Geçmişten beri kapitalist sistem, hükümetler emeklileri yük olarak gördü. 2005’te, IMF’ye SGK’ya verilen devlet desteğinin yüzde 4,5’ten 1’e düşürülmesi sözü verildi ve yerine getirildi. Erdoğan’ın imzası var bunun altında.

Son günlerde emekliliğin bu kadar gündeme gelmesinin nedeni ne?

Uygulanan politikaların en çok yoksullaştırdığı kesim emekliler, yaşlılar. Ekonomik krizlerin faturası her zaman çalışanların ve emeklilerin üzerine yıkıldı. Yine içine girdiğimiz kriz bazı kesimlerin işine gelen bir ortam yaratıyor. Tasarrufa sosyal yardımlardan başlanıyor. Silaha, güvenliğe, diyanete ayrılan bütçe sürekli artıyor. Sağlık, eğitim, sosyal güvenlik alanını hükümetler talan edip bıraktı. Sosyal Güvenlik Reformu bizleri yoksullaştırdı, Sağlık Reformu ise öldürüyor. 1 Ocak 2017’den itibaren 45 yaşın altındakilere BES (Bireysel Emeklilik Sistemi) zorunlu hale getirildi, emeklilik adı kullanılarak kaynak yaratılıyor. Çalışanların yüzde 60’ı BES’ten çıktı, artık güven duyulmuyor. “Üç yıl sistemde kalacaksınız” diye zorlayacaklar. Bu sorunları dile getirmek ve çözüm üretmeye çalışmak yaşama hakkına sahip çıkmak demek. Bunu yapmak zorundayız. Emekliliğin gündeme gelmesinin bir nedeni yaklaşan yerel seçimler olabilir. Bana göre, emekliler hızla oy veren nesneler olmaktan çıkmalı, kendi öz örgütlenmesini güçlü kılmaya uğraşmalıdır. Seçim yatırımı olarak yapılacak düzenlemeler asla hakları geri vermeyecektir.

Bugün çalışmaya başlayan bir kadın ve erkek kaç yaşında emeklilik hakkını elde ediyor?

Sosyal Güvenlik Reformu’na göre kadınlar 58, erkekler 60 yaşında emekli oluyor. Yeni düzenlemelerle bu yaşın 65’e çekileceği söyleniyor. Emeklileri yaşa takıyorlar. Ülkede yaş ortalaması 67. 75 yaşın üzerindekilerin yüzde 80’i bağımlı yaşamak zorunda. Bunların yüzde 50,2’si kadın, yüzde 26,5’i yalnız yaşıyor, yüzde 48’inin bir geliri yok. Yaşlılık kimin sorunu diye sorsanız, yanıtım kadının sorunu olurdu.

Ortalama emeklilik aylığı, en düşük ve en yüksek aylıklar ne kadar?

Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve SSK arasındaki statü farkı kaldırıldı deniyor ama, Emekli Sandığı’na bağlı olanlar ayrıcalıklarını koruyor. Eskisi gibi farklı birimlerde işlemler yapılmaya devam ediliyor. Emekli hakkı sahiplerinin aylıkları kesildi, aylık bağlama oranı aşağı çekildi. SSK ve Bağ-Kurlular mağdur edildi. 2000 yılından sonra uygulanan TÜFE bazlı enflasyona dayalı emekli aylığı hesabı aylıklarda büyük kayıplara neden oldu. Birleşik Metal-İş sendikasının tespiti: Eylül 2018 itibarıyla 5 bin 40 gün prim yatıran asgari ücretli bugün 718 lira emekli aylığı alıyor. Reform yapılmamış olsaydı, 1822 lira aylık alacaktı. Kayıp ayda 1044 lira.

2018 Ocak ayı itibarıyla en yüksek SSK ve Bağ-Kur emekli aylığı 4.420 lira. En düşük SSK emekli aylığı 1.448 lira. En düşük Bağ-Kur emekli aylığı 1.330 lira. Memur statüsünde 25 yıl çalışmış sağlık hizmetlerinden emekli olanların 2018 Ocak ayı itibarıyla, en yüksek emekli aylığı 2.064 lira, en düşük ise 1.977 lira. Yine birinci sınıf hakim-savcı emekli aylıkları Ocak 2018 itibarıyla en yüksek 6.576 lira, en düşük 4.357 lira. Maden işçisi, temizlik işçisi asgari ücretle ya da taşeron olarak çalışıyor. Emekli olma şansını yakalayabilirse, 718 lira emekli aylığı alacak. Türk-İş’in Eylül 2018 araştırmasına göre, dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 1.893 lira, yoksulluk sınırı 6.167 lira. Bu ekonomik koşullarda emekliler yoksulluk şiddetinin altında yaşatılmaya çalışıyor.

1994’teki krizde kamu denetimindeki emekli fonları piyasaya aktarılarak yerli ve yabancı sigorta şirketlerinin kullanımına sunuldu. SGK yeniden düzenlendi. Emeklilik ve sağlık özelleştirildi, ticarileştirildi. Sermaye birikimi sağlandı. Krizin faturası emeklilere ödetildi, ödetilmeye de devam ediyor.

Yaşlıların kaçta kaçı emeklilik hakkından yararlanabiliyor?

Nüfusumuzun yüzde 8,9’u 65 yaş üstü. Seçmen nüfusundaki oranları yüzde 13,7. Sayıları 6 milyon 400 bin. Bunların 3 milyonunun bakım hizmetine ihtiyacı var. Ancak binde 3’üne profesyonel hizmet verilebiliyor. 2017 verilerine göre, 12 milyon 400 bin emekli ve emekli hakkı sahibi var. Emeklilik hakkından yoksun, SGK’dan aylık alamayan iki milyona yakın yaşlı var. ASPB (Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı) açıklamasına göre, bu yıl 618 bin 162 kişiye 500 lira yaşlılık aylığı veriliyor. 258 bin 551 yalnız yaşayan kadına 250 lira aylık veriliyor. Bu aylıklar sosyal hak temelinde yasal bir statüye bağlı olarak değil, muhtaçlık belgesiyle veriliyor. Onur kırıcı oluyor. İhtiyacı olanı belirlemede objektif değerlendirme yapılmıyor. Haksızlıklar yaşanıyor. Sonuçta, yaşlılığın güvencesi olan emekliliğin güvencesiz hale getirilmesi, yaşlıların üçte birinin sosyal güvenceden yoksun bırakılmış olması toplum için çok ciddi bir problem.

Sağlıkta yapılan değişiklikler bu iktidarın en büyük övünç kaynağıydı; sağlık sistemi bu süreçten nasıl etkilendi?

Çalışmaya başladığınızda bir sözleşme imzalıyorsunuz, aylık prim ödüyorsunuz. Bunun karşılığı olarak, emekli olduğunuzda, yaşadığınız sürece geçinebileceğiniz bir aylık ve güvenli, ücretsiz, erişilebilir bir sağlık hizmeti alacaksınız. Devlet bunu taahhüt ediyor, siz de kabul ederek çalışmaya başlıyorsunuz. Sosyal Güvenlik Reformu’yla bu şartlar değiştiriliyor, hukuk geriye işletilerek kazanılmış haklar yok ediliyor. Geçmişteki sağlık hizmetlerini alamadığımız gibi, sağlık hizmetinin her aşamasında para ödüyoruz. Sağlıkta Dönüşüm Programı ile doktorlar insan vücudundan para kazanan tüccarlara dönüştürüldü. Sağlık hizmetinin yanısıra bakım hizmetinde de çok önemli sorunlarımız var. Bu konuda Türkiye’de resmi istatistikler doğruyu söylemiyor. O nedenle, broşürlerimizi hazırlarken hep “Gerçekler konuşulsun!” diyoruz. Biz aynı zamanda yaşlılarla dayanışma sendikasıyız. Türkiye’de Yaşlıların Durumu ve Yaşlanma Ulusal Eylem Planı hazırlandı. 2007’den beri uygulanıyor. 2011’de yaşlılarla ilgilenen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (ASPB) kuruldu. Ulusal eylem planı antidemokratik bir tarzda hazırlandı. Sadece kendi örgütledikleri, yönettikleri kurumlarla görüştüler. 1982’den bu yana dünyada yaşlı hakları var. Ülkemizde hiç dikkate alınmıyor, maalesef bilinmiyor, üzerinde durulmuyor. Halbuki küresel ekonomik-sosyal politikaların en ciddi mağdurlarından yaşlılar. 2002’de Madrid’de yapılan BM’nin 2. Yaşlanma Asamblesi’nde, Türkiye gibi ülkelere yaşlılıkta sağlık ve refahın sağlanması, yaşlı yoksulluğunun giderilmesi konularında önerilerde bulunuldu. Ulusal Eylem Planı’nın bunu temel alarak hazırlandığı söylendi, ama yaşlıların ne refahı sağlandı ne de yoksulluğu giderildi. Üstelik yaşlılık hastalık ve tıbbın konusu olarak görüldü. Devasa bir yaşlılık ekonomisi yaratılarak sermaye birikimi için kullanıldı.

Eylül 2018 itibarıyla 5 bin 40 gün prim yatıran asgari ücretli bugün 718 lira emekli aylığı alıyor. Reform yapılmamış olsaydı, 1822 lira aylık alacaktı. Kayıp ayda 1044 lira.

Yaşlılara verilen evde bakım parasının da çok reklamı yapılıyor; bu uygulamanın onur kırıcı biçimde yapıldığını söylediniz. Bakım hizmeti konusundaki eleştirileriniz neler?

Türkiye’de Yaşlanma ve Yaşlılık Ulusal Eylem Planı’nda yüz yılı aşkın süredir dünyada kabul gören gerontoloji biliminin esasları reddedilerek bakım hizmeti tanımı yapılmış. Yaşlılıkta bakım hastalık olarak görülmüş. Bu problemli bir bakış açısı. Yaşlılık yaşamın önemli ve doğal bir evresi. Toplumsal olarak geçmişi geleceğe bağlayan, birikim ve deneyimleriyle katkı sunan yaşlıları hasta olarak göremezsiniz. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaşlılık ve bakım tanımına göre, yaşlılıkta fiziksel aktiviteler yavaşlar, sosyal yaşam değişir, o nedenle bakıma ihtiyaç doğar. Mesela pazara gidemiyorsunuz, alışveriş hizmeti gerekiyor. Ya da görme kaybı yaşıyorsunuz, fiziksel olarak günlük ihtiyaçlarınızı karşılayamıyorsunuz. Bunların karşılanması yaşlılıkta bakım hizmetidir. Yerel yönetimlerin ve devletin bu konuda yasal sorumluluğu var. Ama yaşlının bakımı aileye havale ediliyor. Bakım hizmeti parası aileye veriliyor. Yaşlıya bakan kişi, bilgilendirme de dahil, çeşitli bakımlardan desteklenir. Ama aileye maddi desteği esas aldığınızda, verdiğiniz bakım parası aileye yardım olur, yaşlıya ulaşmaz. Pratik çalışmalarda bunları çok görüyoruz.

Bakım parası alabilmek için yaşlının “düşkün” mü olması gerekiyor?

Bakım parası alabilmenin koşulları ve formalitesi çok fazla. Koşulları sorgulama yöntemleri de onur kırıcı, muhtaçlık belgesi almak zorundasınız. Emekliler Sendikası olarak İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Araştırma Merkezi ile birlikte Avcılar ilçesinde 420 yaşlı ile görüşerek mevcut durum araştırması yaptık, Haziran 2018’de raporu kitap haline getirdik. Bu çalışmada durumun söz edilenden daha kötü olduğunu gördük. Zorunlu göçlerle büyük şehre gelenlerin durumu çok zor. Terk etmek zorunda kaldığı yerde arazisi ve evi var diyelim. Tapusu kendi üzerine ama, orada tarım yapamıyor, gelir elde etmiyor, o evde yaşayamıyor. Ama varlıklı göründüğü için yaşlılık aylığı da, bakım hizmeti için ekonomik yardım da alamıyor. Bir başka örnek; üzerine kayıtlı bir ev var, kirayı çocukları alıyor, yaşlıya küçük bir harçlık veriyorlar ya da vermiyorlar. Yaşlı bakım yardımı alamıyor. Çok iç acıtıcı durumlar var. Çoğu emeklinin evi yok. Özellikle SSK ve Bağ-Kur emeklilerinin aylıkları o kadar düşük ki, ev kirasını karşılamaları mümkün değil. Evi olmayanların oranı yüzde 70’i buluyor. Toplumun geneli yoksullaştığı için yaşlılar çocuklarından da yardım alamaz duruma geldi. Yaşlıya bakım hizmetinin aileye yardım hizmeti biçiminde uygulaması değişmeli. Yaşlıya bakım hizmeti başka, yoksul ailelere yardım başka bir şey. Yaşlıların ihmal, suistimal edilmesi, şiddete maruz kalması da durumun görünmeyen çok acı yanı. Bu koşullarda “yaşlıya ailesi baksın” demek “ölsün yaşlı” demek gibi bir şey. Artık eskisi gibi geniş aile yapısı yok, çekirdek aile yapısı çoğunlukta. Bu değişimi hesaba katmayıp ekonomik koşulları gözardı ederek yaşlılara ailesi baksın demenin karşılığı yok.

Çoğu emeklinin evi yok. Özellikle SSK ve Bağ-Kur emeklilerinin aylıkları o kadar düşük ki, ev kirasını karşılamaları mümkün değil. Evi olmayanların oranı yüzde 70’i buluyor. Toplumun geneli yoksullaştığı için yaşlılar çocuklarından da yardım alamaz duruma geldi.

Sözünü ettiğiniz çalışmada gözlemlediğiniz ev koşulları nasıl?

Yaşlıların büyük çoğunluğunun kendilerine ait odaları yok. Görüştüğümüz her 20 yaşlıdan 16’sı oturulan evin yaşanabilir hale getirilmesini çok önemli bulduğunu söyledi. Yine her 20 yaşlıdan 12’sinin mutfak alışverişini çocukları yapıyor ve kirayı ödemelerine yardımcı oluyor. Beslenme koşulları çok kötü. Cami ve kahve haricinde evin dışında gidebilecekleri yer, sosyal bir ortam yok. Bir mahallede, emeklilerin gittiği bodrum kattaki bir mekâna fosseptik kokusundan giremedik. Yerel yönetimlerin yaşlılar için sosyalleşebilecekleri temiz havalı, iyi ısınabilen, yazın bunaltıcı olmayan mekânlar yaratması hiç zor bir şey değil aslında. Sendika olarak belediyelerle bu konuda görüşmeler yapıyoruz. En ufak olumlu adım atanı gördüğümüzde teşekkür etmeye gidiyoruz. Bir arkadaşımla Antalya’da Konyaaltı Belediyesi’ne teşekküre gittim, yaşlılar kreşi yaptıkları için. Çalışan aileler gündüz saatlerinde, zaman ayırmakta güçlük çektikleri yaşlı anne babalarını Yaşlılar Kreşi’ne veriyor. Sabah servisle yaşlılar evden alınıyor, orada akşama kadar yaşıtlarıyla zaman geçiriyorlar. Kreşin bir doktoru, hemşiresi var. Akşam da yine servisle eve bırakıyorlar. Üstelik ücretsiz. Demek ki istenirse yapılabiliyor.

Yaşlılara yönelik kötü muamele ve şiddet yaygın mı?

Maalesef evet. İhmal edildiklerini, aylıklarını kendileri için kullanamadıklarını ifade edenler çok oldu. Aileler de çaresiz, onlar da yoksul. Ev içinde ihmal ve şiddet var. Huzurevlerinde de çok ciddi şiddet var. Hastanelerde şiddet var. Sokakta, otobüslerde şiddet var. “Ne işin var bu yaşta sokakta” diye azarlanıyorlar. İhtiyacı olan yaşlılara bakım kamu hizmeti olmalı ve profesyonel bakıcılar tarafından sağlanmalı. Çözüm önlemleri yerelden alınmalı. Yaşlı yoksulluğunu azaltacak önlemler de ihmal, istismar ve şiddeti azaltır. Emniyet görevlileri, sağlık çalışanları şiddet konusunda eğitilmeli. Şiddete maruz kalan yaşlının insan onuruna yaraşır koşullarda devlet koruması ve bakımına alınmasının sağlanmasına acil ihtiyaç var. Emekliler Dayanışma Sendikası olarak öncelikle yapmaya çalıştığımız farkındalık yaratmak. Yaşlılık sorun değil, yaşlıların sorunları var ve bu toplumsal bir sorun. 2002’den beri 15 Haziran dünyada Yaşlılara Şiddet, İhmal, Suistimal Farkındalık Günü. Biz de 2016’da sendika olarak farkındalık yaratmak için Kalkedon meydanında stant açtık, insanlarla buluştuk. Anlattıklarımızdan etkilenen 43 kişi bu konuda çalışmalara katılabileceklerini söyledi.

İhmal edildiklerini, aylıklarını kendileri için kullanamadıklarını ifade edenler çok oldu. Aileler de çaresiz, onlar da yoksul. Ev içinde ihmal ve şiddet var. Huzurevlerinde de çok ciddi şiddet var. Hastanelerde şiddet var. Sokakta, otobüslerde şiddet var. “Ne işin var bu yaşta sokakta” diye azarlanıyorlar.

Sendikayı ne zaman kurdunuz?

2013’te kurduk. Ama, emeklilerin sendikal mücadelesi bizimle başlamadı. SSK, ES ve Bağ-Kur emeklilerinin birlikte sendikal mücadelesi 1995’te DİSK Örgütlenme Dairesi’nin çalışmalarıyla kurulan Tüm Emekliler Sendikası’yla başlamıştı. Emeklilerin de işçi sınıfının bir parçası olduğu, haklarını korumak, geliştirmek için sendikalı olması gerektiği düşünülmüştü. DİSK’te bazı sendikalar emeklilerin sendikada biçiminde örgütlenmesini benimseyemediler. Emekli örgütlenmesi denince dernek modeli düşünülüyor. İşçiler 1946’da SSK’lı olmaya başladı. O zamanlar 25 yılda emekli olunuyordu. SSK’lılar 1970’te emekli olmaya başladı. Demirel kendine has üslûbuyla “Emekli işçilerin başını boş bırakmayalım” diyor ve Amele Cemiyeti adında bir dernek kurduruyor. Sonra Türkiye İşçi Emekliler Derneği oluyor. Sosyal Güvenlik Reformu’ndan sonra da adından işçi sözcüğünü çıkardı ve Türkiye Emekliler Derneği oldu. SSK’dan emekli olanlar derneğe doğrudan üye yapılıyordu. Emeklilerin sendikalı olması gerektiği fikri DİSK Örgütlenme Dairesi tarafından ortaya atıldı. O dönem DİSK’e bağlı Tüm Emekliler Sendikası’nda kurucu, merkez yönetim kurulu üyeliği, Örgütlenme Dairesi başkanlığı ve şube başkanlığı görevlerini yürüttüm. 2005’te, Yargıtay 10. Dairesi bir hukuki hata sonucu Emekli-Sen’in dernek statüsünde olduğu yönünde karar veriyor. Bunu 2009’da öğrendik. 2007’de sendikanın Kadıköy şube yönetimindeydim. Ve sendikanın dernek statüsünde değerlendirildiğinin genel merkez tarafından da kabul edildiğini tesadüfen öğrendik. Uzun süren bir dava sürecinden sonra, sendikamız Yargıtay 4. Hukuk Dairesi kararıyla kapatıldı. Sendikadan bir grup yönetici arkadaş “AKP hükümetinin DİSK Emekli-Sen’i kapatma kararı haksızdır, sendika fikrinde ısrarcı olalım, tekrar sendika başvurusu yapalım, AİHM’e de gidelim. Kazanırsak ismimizi geri alırız. Kazanamazsak da yeni sendika ile devam ederiz” dedik. Emekli-Sen’i kurduğumuz 1995’ten bugüne ekonomik, sosyal politikalar ve devletin işleyiş mekanizmasında değişiklikler oldu. Bu değişikliğe uygun olarak, toplumsal muhalefetin bir parçası olma ve işçi sınıfıyla birlikte mücadeleyi gözeten bir anlayışla tüzüğümüzü yeniden hazırlamayı, kapatma kararını boşa çıkartmayı önerdik. Kabul edilmedi. “AİHM’in sonucu beklensin” dendi. Bu, “örgütlenmeyelim” demekti. Biz de sendika fikrinde ısrarcı olup Ağustos 2013’te Emekliler Dayanışma Sendikası’nı kurduk. Şu anda 420 kadar üyemiz var. Üye olmak isteyenlere tüzüğümüzü anlatıyoruz, bakış açımızı benimseyen emeklilerle beraber yürüyoruz. Şimdilik bağımsız bir sendikayız. Sınıf mücadelesinin bir parçası olarak görüyoruz kendimizi. Bu ülkede bugüne kadar üretilen tüm değer ve hizmetler bizim emeğimizin ürünü. Mücadelemiz yok sayılmaya karşı, çünkü varız.

Nerede, nasıl yeni üye ediniyorsunuz, üyelerinize nasıl ulaşıyorsunuz?

Yüz yüze görüşmelerle. Bizi telefonla arıyorlar, görüşmelere gidiyoruz. Zaman zaman sendikaya ziyarete gelenler oluyor. Toplantılarla temas kuruyoruz. İşçi eylemlerine, direnişlere gidiyoruz. Çalışma gruplarımız üzerinden faaliyetlerimizi yürütüyoruz.

Genel olarak sendikal örgütlenmenin en temel sorunları sizce neler?

Bir kere, meslek haline getirilmiş sendikacılık. Sendika yönetiminde çalışırsınız, ama o sizin mesleğiniz değildir. Bir sendikanın 25 yıl mali sekreterliğini, başkanlığını yapan var. Sendikalar tamamen bürokratik yapılar gibi. Sendikaların işlevi üyelerinin hak ve çıkarlarını değişen ekonomik koşullarda korumak, geliştirmektir. Sendikanın erdemi buradan geliyor. Bunu yapmıyorsanız, bu örgütlerin soyluluğunu kaybettirirsiniz. Kolektif bir akılla yönetmelisiniz sendikayı. Üyelerin kararları yönetimin kararı olmalı. Yani, sendikalar işçilerin olmalı.

Meslek haline getirilmiş sendikacılık. Sendika yönetiminde çalışırsınız, ama o sizin mesleğiniz değildir. Bir sendikanın 25 yıl mali sekreterliğini, başkanlığını yapan var. Sendikalar tamamen bürokratik yapılar gibi. Kolektif bir akılla yönetmelisiniz sendikayı. Üyelerin kararları yönetimin kararı olmalı. Yani, sendikalar işçilerin olmalı.

DİSK’te sendikal örgütlenme alanında faaliyete başladığınızda hangi sektörde çalışıyordunuz?

Ziraat yüksek mühendisiyim. İstanbul Tarım İl Müdürlüğü’nden emekliyim. DİSK’te çalışmadan önce, Tarım-Sen’in kurucusu, merkez yöneticisiydim. Şimdi KESK’e bağlı Tarım Orkam-Sen. İşyerinde proje istatistik şubesi su ürünleri birimindeydim. Türkiye’de özelleştirmeler 1983’te yem fabrikalarının özelleştirilmesiyle başladı. Tarım hızla bitirildi. Halbuki tarım Türkiye’nin dışarıya hiç muhtaç olmadan yürütebileceği bir alandı. 1990-95 arası tarım bakanlığında ciddi bir kamu çalışanları mücadelesi yürüttük. Emekli olunca DİSK Emekli-Sen’de çalıştım.

Çalışanların üretimden gelen bir güçleri var, hakları için iş yavaşlatabilirler, grev yapabilirler, farklı direniş biçimlerine başvurabilirler. Emekliler artık üretimin dışında olduğu için, sendikanızın hareket alanı ve yaptırım gücü ne olabilir?

Bizim işyerimiz yok, yaşam alanlarında örgütleniyoruz. İşçi sınıfının bir parçasıyız diyoruz. İşçi sendikalarıyla birlikte ancak yeni kazanımlar edinebiliriz. Ücret sendikacılığı temelinde düşünülürse, emekliler sendikasının bir işlevi yok. Oysa sendikalı olmak bir yaşam biçimidir. Bundan uzak durulduğu için bugün sendikalar bu durumda. Sendikalı bir çalışanın örgütlülüğü bütün yaşamına yansımalıdır. İşçi sınıfının mücadele aracı sendikadır. Uygulanacak politikalar değişebilir, ama sınıf çıkarları çerçevesinde kendi yaşamınızı da örerek örgütlenmek zorundasınız. Biz sendika olarak bugün mahallelerde İşçi Meclisleri’nin parçası olmalıyız diyoruz. Yaşadığımız alanda, eğitimden sağlığa, mekânsal sorunlardan barınmaya kadar oradaki yaşamın bir parçasıyız. Orada oluşturulacak meclislerin emekliler ve yaşlılar alanını da biz oluşturuyoruz. Bu bakış açısıyla toplumsal mücadelenin içinde olmamız değerli bir katılımdır, ama bu değerlendirilmiyor. Sadece emeklilerin enflasyon yüzünden ekonomik kaybı, emeklilik gün hesabı gibi sorunlarla gündeme geliniyor. Mesele sadece aylığın miktarı değil ki. Barınma, beslenme, sağlık, faturalar, zamlar hepsi sorun ve toplumsallaşmış sorunlar. Yaşamsal temelde örgütlenecek toplumsal muhalefetin önemli bir tarafıyız. Seçmen nüfusunun yüzde 13,7’si emekliler ve yaşlılar. Bu kesimin politikleştiğini, kendisi için siyaset yaptığını düşünün; bu alandaki tüm uygulamaları bizim, yani toplumun, yani kamunun lehine çevirmek için ciddi bir güç oluşturur. Kendinizden yola çıkarak düşündüğünüzde, bağlı olduğunuz partiyi de sorgularsınız, Türkiye’nin siyasi rengini de değiştirirsiniz. Bugünkü baskı döneminde bile yapılacak çok şey var. Sorunun çözümü yine sorunun formülasyonunda.

Ücret sendikacılığı temelinde düşünülürse, emekliler sendikasının bir işlevi yok. Oysa sendikalı olmak bir yaşam biçimidir. Bundan uzak durulduğu için bugün sendikalar bu durumda. Sendikalı bir çalışanın örgütlülüğü bütün yaşamına yansımalıdır. İşçi sınıfının mücadele aracı sendikadır.

Çalışanların örgütlenmesinde temel örgütlenme birimi sizce ne olmalı, iş kolu ve işyeri merkezli mi olmalı örgütlenme?

Çalışan arkadaşlar için işyerleri çok önemli. Bundan vazgeçilmemeli. İşyerinde varlığını kabul ettirmeyi, örgütlenme sürecini kamu çalışanı iken yaşadım. İşçilerin yaşadığı alanda örgütlenmek de önemli, ama işçi mahalleleri eskisi gibi değil. Üretim biçimi ve üretim ilişkileri de değişti. Eskiden devasa fabrikalarda işçilerle buluşup konuşabiliyordunuz. Bugün şehirden çok uzakta, erişilemez yerler fabrikalar. Direnişteki işçilere destek olabilmek bile çok zor. İşçiler fabrikanın içine kadar servisle gidiyor. Değişen koşullara göre örgütlenme modelini değiştirmek gerek. Değişmeyen şey sömürü. Sonuçta emeğinle geçiniyorsun. Bugün çalışanların çoğunun aklına sendika işten atılınca geliyor. Bulundukları sektörde işçiler aralarında komiteler oluşturmak, başka işyerleriyle, diğer sektörlerdeki işçilerle dayanışma içinde olmak, örgütlenmeyi ağ gibi örmek zorunda. Emek değerlidir diyen çevrelerin, siyasi yapıların da tutumu belirleyici sınıf mücadelesinde. Destek değil, bizzat örgütleyen olmalılar. Sendikalı olmayan tek işçi kalmamalı. İşçi meclisleri, komiteleri sendikaları işçilerin sendikası olmaları için zorlamalı. İşçilerle dayanışma çok önemli. Sendikaya üye olduğu için işten atılan, çeşitli gerekçelerle işi elinden alınan, bu kadar baskıya, şiddete rağmen cesaret ederek direnenlerle dayanışma içinde olmak insanlık görevi. Çoğu zaman sendikaları bile direnen işçilerin yanında değil.

İşçi meclisleri ne kadar örgütlenebildi, nasıl işliyor?

Durumunun farkına varan, kendi konumuna yabancı olmayan emekçilerin, sınıf mücadelesi diyen, samimi uğraşan insanların olduğu yerlerde meclisler yürüyor. Tabii ki çok zorlanıyorlar. Her şey zor bu dönemde, ama sistemin işi bu: zorlaştırmak. AKP’ye ya da iktidara “Neden böyle yapıyorsunuz?” diyerek hiçbir şeyi çözemezsiniz. O görevini yapıyor. Biz muhalif olanlar ne yapıyoruz? Bunu sorgulamamız lâzım. Biz doğru mu yapıyoruz, yaptığımız yeterli mi? Bence hayır. “Biz doğru yapıyoruz, ama olmuyor” deniyorsa, aklımızla dalga geçiyoruzdur. Bazı alışkanlıklardan vazgeçmemiz, bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor. Geçmişi geçmişte bırakmamız, yeni yöntemler denememiz gerekiyor. Emek alanını örgütlemek yerine, herkes arkamda bir kitle olsun diye örgütlenme çalışması yapıyor. Bu parçalıyor, bölüyor. “En kötü örgüt örgütsüzlükten iyidir” deniyor. Kötüden iyi olur mu? Bu, mevcut durumu yürütmek için söylenen bir laf! İçinde bulunduğumuz dönemi doğru okumak ve değerlendirmek, “karşı” olmakla yetinmemek zorundayız, alternatifi yaratmak için uğraşmalıyız. Bu anlamda mevcut sendikal yapılar eleştirilmeli, değişmeleri için zorlanmalı.

Biz sendika olarak mahallelerde İşçi Meclisleri’nin parçası olmalıyız diyoruz. Yaşadığımız alanda, eğitimden sağlığa, mekânsal sorunlardan barınmaya kadar oradaki yaşamın bir parçasıyız. Orada oluşturulacak meclislerin emekliler ve yaşlılar alanını da biz oluşturuyoruz.

DİSK yeni başkanla yeni bir örgütlenme anlayışı benimseyip bu alanda dönüştürücü bir rol üstlenebilir mi?

Tüm konfederasyonlar belli bir düşüncenin, bakış açısının ürünü. Arzu Çerkezoğlu başkanlığa tek başına gelmedi. Onu oraya taşıyan çevreler var. Sınıf mücadelesine daha doğru bir biçimde hizmet eden bir konfederasyon olmasını istiyor olabilir, ama bu sadece onun yapabileceği bir şey değil. ‘80 sonrası DİSK sınıf mücadelesiyle ilgilenmeyen, CHP’ye milletvekili yetiştiren bir örgüt oldu. DİSK’in tarihte önemli bir yeri var. Bugün 15-16 Haziran anmaları yapılıyor. Sanki 15-16 Haziran’da bir anda işçi kalkmış, şalteri indirmiş gibi anlatılıyor. O dönemde işyeri temsilcisinden yöneticisine kadar nasıl bir mücadele içindeydi? Bunu bilince çıkarmak gerekir. Tamam, bugün baskı var, ama 1980’den önce de vardı. Siz yönetici olarak işçilere sınıf bilinci temelinde bugün haklarının nasıl yok edildiğini ve sorunlarının ekonomik-politik boyutunu anlatın, işçiler bilir düşmanı kim, dostu kim. Kimden hesap soracağını, kiminle hesaplaşacağını bilir.

^