SAĞLIK ÇALIŞANLARININ GÖZÜYLE PANDEMİ –II

Söyleşi: Saner Şen
29 Eylül 2020
SATIRBAŞLARI

Mart ayından bu yana resmi rakamlara göre 8 bine yakın yurttaşımızı kaybettiğimiz Covid 19 salgınında ilk dalga atlatılmadan estirilen “normalleşme” rüzgârının en ağır faturalarından biri Diyarbakır’da ödeniyor. Karantina uygulamasının erken kaldırıldığı büyükşehirlerden biri olan Diyarbakır’da düğün, cenaze, ibadet gibi toplu etkinliklerin serbest bırakılmasıyla birlikte vakalar hızla yükselişe geçti. TTB’nin, Sağlık Bakanlığı tarafından özellikle Güneydoğu illeriyle ilgili duyurulan rakamlarının gerçeği yansıtmadığı yönünde açıklamaları sonrası linç kampanyasıyla karşı karşıya kaldığı gergin ortamda, Covid 19 salgınında Diyarbakır ve bölge illerindeki vaziyeti, salgınla mücadelede tükenme noktasına gelen sağlık çalışanlarının yaşadıklarını, kayyum yönetimindeki yerel idarenin halk ile arasındaki mesafe nedeniyle salgınla mücadelede aksayan noktaları, sonbahar ve kış aylarında bizi bekleyen muhtemel tabloyu kendisi de pandemi servisinde hemşire olarak görev yapan SES Diyarbakır Şube Eş Başkanı Yıldız Ok Orak ile konuştuk.
Koronaya yakalanarak yaşamını yitiren sağlık emekçisi Abdülhalik Çiçek için düzenlenen anma töreni, (23 Eylül 2020)

Türkiye genelinde vakaların hızla yükseldiği bahar aylarında Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki vakalar azdı. O dönemde bölgedeki salgın önlemleri nasıldı? Tehlike yeterince anlatıldı mı? Yaz aylarında başgösteren vaka artışlarının nedenini nerede aramak lâzım?

Yıldız Ok Orak: Pandemi bir anda patlak verince tüm ülkede bir korku hali hâkim oldu. Bölgede yaşlılara verilen ayrı bir kıymet vardır. Herkes anne babasını korumak için izole etti. Kurallara uyuldu. Çocukları yaşlılardan uzak tutmaya çalıştılar. Evde kal çağrılarına herkes uyuyordu. Nisan ayında çalıştığım üniversite hastanesinde oluşturulan pandemi servisinde 60-70 hasta varken, 19 Mayıs’tan önceki hafta yatan hasta sayımız beşe düşmüştü. İl pandemi kurulu servisin kapatılması kararı almak üzereydi. 16-19 Mayıs tarihlerinde uygulanacak sokağa çıkma yasağı öncesinde, yasağın ve karantina koşullarının kaldırıldığı illerden biri de Diyarbakır oldu. Bazı illerde yasak devam ederken Diyarbakır’da kalkmasıyla, bir anda serbestliğin başlamasıyla insanlar hastalığın bittiği, Diyarbakır’da her şeyin yolunda olduğu duygusuna kapıldı. İpin ucu o zaman kaçtı. Rehavet ramazan bayramından sonra daha da arttı. Bu hızlı normale dönüş sonrasında hasta sayısında yükseliş başladı.

Bazı şehirlerde uygulanan karantina kararlarının kaldırılmasıyla başlayan insan trafiğinin virüsü büyükşehirlerden diğerlerine taşıdığı düşünülüyor. Diyarbakır’da karantinanın kaldırılmasının ardından şehre yoğun bir giriş oldu mu?

Özellikle bayram haftasında, marttan beri şehre giremeyenler, uzun zamandır ailesini göremeyenler ve öğrenciler nedeniyle şehirde yoğun bir giriş-çıkış yaşandı. Ramazan ayında insanlar çok isteseler de bir araya gelemiyorlardı. Kısıtlamaların kaldırılmasıyla birlikte bir anda toplu görüşmeler, ibadetler, taziyeler başladı. Düğün salonlarının kapalı olduğu dönemde bahçelerde, sokaklarda düğünler yapılmaya başlandı. Bu durumla ilgili herhangi bir tedbir, uyarı da olmayınca insanlar rehavete kapıldı. Zaten bayramdan bir hafta sonra hasta sayıları bir anda yükselmeye başladı. Temmuz ayıyla birlikte de hızlı bir tırmanışa geçti.

Bölgede yaşayan halkın duyarsız ve bir rehavet içerisinde gibi görünüyor olmasının en önemli nedenlerinden biri kayyum yönetimleriyle halk arasında bir bağ olmaması. Geçen gün medyaya yansıdı, yedi dilde evde kal çağrısının yapıldığı bir panoda Kürtçe yok. Rusça bile var, ama bölge insanının okuyabileceği dil, Kürtçe yok.

Bölgede vakaların bu derece yüksek seyretmesi Sağlık Bakanlığı tarafından ne kadar ciddiye alınıyor? Bu kötü gidişatı değiştirmek için alınan ekstra tedbirler, uygulamalar var mı?

Yaz aylarında Antalya, İzmir gibi turistik bölgelerde vaka artışı olmaması için çok çaba sarf edildi. Diyarbakır’dan her gün vakaların çok yükseldiği açıklamaları yapılıyor. Sürekli en çok vaka olan ilk beş il arasındayız, ama neden böyle olduğunu araştırma ya da gidişatı düzeltme anlamında harcanan hiçbir çaba göremiyoruz. Böyle bir çaba olsa bunu zaten hissederiz.

Bölgede halka anadilinde uyarıların yapılmadığı ya da bunun eksik kaldığı yolunda şikâyetleri yükselen vakalarla ilişkilendirmek mümkün mü?

Bölgemizde yerel yönetimler çok önemli. Biliyorsunuz, HDP bu bölgede her yerel seçim döneminde yüzde 60’ın üzerinde oy alarak kazanıyor. Kayyum öncesindeki dönem bizim için pembe günlerdi. Halkla belediye iç içeydi, herkes birlikte çalışıyordu. Anadilde tabelalarımız asılı olurdu. Halkla yönetimin el ele olma duygusu insanlara çok iyi geliyordu. Şu yaşadığımız pandemi döneminde, bölgede yaşayan halkın duyarsız ve bir rehavet içerisinde gibi görünüyor olmasının en önemli nedenlerinden biri kayyum yönetimleriyle halk arasında bir bağ olmaması. Geçen gün medyaya yansıdı, yedi dilde evde kal çağrısının yapıldığı bir panoda Kürtçe yok. Rusça bile var, ama bölge insanının okuyabileceği dil, Kürtçe yok. Bunun olmayışı bu halkı rehavete sürükledi. Halkın gözünde yerel yönetim artık başka bir yerde duruyor. Halk için kendi oy verdiği yönetimden gelecek uyarı çok daha değerli.

Yıldız Ok Orak

Bu dönemde ‘’halk bu yerel yönetimi ciddiye almıyor, o zaman biz ulaşalım’’ niyetiyle içinde barosundan ticaret odalarına kadar Diyarbakır’daki bütün STK’ların temsilcilerinin olduğu bir il sivil pandemi kurulu oluşturmaya karar verdik. Tabelalarımızı, uyarı afişlerimizi hazırladık. Bakanlığın açıkladığı uyarıların aynısı. Hijyen, maske ve mesafe… Bu afişleri Kürtçe hazırladık ve panolara asmak istedik. Ama yerel yönetimler buna izin vermedi. Çalışmalarımız engellendiği için biz de bir şey yapamıyoruz. Bölgedeki vaka artışlarının en önemli nedenlerinden birinin halkın yerel yönetimlere mesafesi olduğunu düşünüyorum.

Şu andaki durumu nasıl tarif edersiniz?

Temmuz ayı boyunca yükselen eğri ağustos sonunda pik yaptı. Günlük pozitif tanı alan hasta sayısı bir-iki haftadır sabit gidiyormuş gibi duruyor, ama bunun nedeni hasta sayısının düşmesi değil, test sayısının azalması. Hasta sayısı hâlâ yüksek ve yükselmeye de devam ediyor. Eğri hâlâ yukarıya tırmanıyor, düzelme yok. Çember çok daraldı. Yakınımızdaki her binada üç-dört ev karantinada. Bu evlerde üç-beş kişi pozitif. Hepsine test yapılsa belki de hepsi pozitif çıkacak, ama sadece çok ciddi belirti gösterenlere test yapıldığından çan eğrisinde bir düzleşme var gibi görünüyor. Bu yanıltıcı bir sonuç.

Mart-nisan aylarında uygulanan test algoritmalarında değişikliğe gidilmesinin ardından test almanın daha da zorlaştığı yönünde şikâyetler var. Şu dönemde test kararı için hangi kriterler aranıyor?

Mart-nisan aylarında pozitif tanı alanlarla teması olanlar filyasyon çalışmasıyla tespit ediliyor ve test yapılıyordu. Şu an pozitifle aynı evde yaşayanlara dahi belirti göstermeden test yapılmıyor. Hatta hafif belirtiler gösterenlere dahi test yapılmıyor. Bakanlık tarafından bir algoritma oluşturulmuş. Sistem üzerinden şikâyetleri giriyorsunuz. Sistemden size “test yapın” yada “takibe alın” diye bir cevap geliyor. Test yapabilmek için gerekli kriterler artırılmış durumda. Sadece baş ağrısı, eklem ağrısı yetmiyor. Hastanın tam bir hastalık belirtisi göstermesi gerekiyor. Önceden, temaslılar karantinaya alınıyordu. Şimdi normal hayatlarına devam ediyorlar. Özellikle, kamu kurumunda çalışıyor ve herhangi bir belirtisi yoksa, “ben, temaslıyım, işe gitmek istemiyorum” deme şansı yok.

Mart-nisan aylarında pozitif tanı alanlarla teması olanlar filyasyon çalışmasıyla tespit ediliyor ve test yapılıyordu. Şu an pozitifle aynı evde yaşayanlara dahi belirti göstermeden test yapılmıyor. Hafif belirtiler gösterenlere dahi yapılmıyor.

Bakanlığın gerekli olan durumlarda dahi test yapmaktan kaçınma gayretini neye bağlıyorsunuz? Vaka sayısını belli bir seviyenin altında tutma çabası mı?

Bakanlık açısından da bakıp objektif düşünmeye çalışıyorum. Herkese test yapması masraflı ve zor bir iş. Ama test kriterlerinin zorlaştırılmasında vakaları yüksek göstermeme çabası ağır basıyor diye düşünüyorum.

Yeni algoritma nedeniyle test yapmak çok daha zor iken nisan başında 20 binler civarında açıklanan günlük test sayısı şu an 100 binin üzerinde açıklanıyor. Kamuoyuna açıklanan test rakamlarının gerçeği yansıttığını düşünüyor musunuz? Sağlama yapabilecek datalara ulaşma imkânınız var mı?

Hayır, yok. TTB (Türk Tabipleri Birliği ) ya da sendikalar pandemi kurullarına alınmıyor. Bu nedenle resmi verilere ulaşamıyoruz. Kendi çabalarımızla gerçek rakamlara ulaşmaya çalışıyoruz, ama bu rakamların kesinliğinden biz de emin olamıyoruz. Test rakamları üzerinden düşünürsek, şüpheli hastalara yapılan ilk test haricinde, bir de kontrol testleri var. Her pozitiften on gün sonra tekrar test alınıyor. Turizm amaçlı yurda girip çıkanlardan test alınıyor. Günlük test sayısına bu rakamlar da ekleniyor. Kendi çevremden örnek vereyim: Yakından tanıdığım bir ailede iki kişi pozitif çıktı. Yirmi kişi hafta sonunu beraber geçirmişler. Test yapılsa belki on kişi daha pozitif çıkacak. Belirtileri ağır olduğu için sadece ikisine test yapıldı, diğerlerine yapılmadı. Karı-koca pozitif olan iki sağlık çalışanı arkadaşımızın evinde iki çocukları var. “Çocuklara test yapmamıza gerek yok, onları da pozitif gibi düşünüp karantinada tutun” deniliyor ve test yapılmıyor. Yapılsa, o gün o ailedeki pozitif olan sayısı iki değil, dört olacak. Peki bu insanlara bile yapılmıyorken bu kadar test kime yapılıyor? Eğer gerçekten yapılıyorsa da belli ki bu kadar test yetmiyor. Daha fazlasını yapmak gerekiyor.

Kendi çalıştığınız hastanede yapılan test rakamları, tespit edilen pozitif vakalar, Covid 19 nedeniyle hayatını kaybeden hasta sayıları sağlık çalışanlarıyla paylaşılıyor mu?

Hayır, bu rakamlar, hastane pandemi kurulları ve filyasyon ekiplerinin kendi aralarında paylaşıp valiliğin oluşturduğu pandemi kurulu aracılığıyla bakanlığa gönderdiği bilgilerdir. Bizimle resmi hiçbir bilgi paylaşılmıyor. Mart ayında TTB ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) olarak pandemi kurullarına alınmamız için il sağlık müdürlüklerine, hastanelerin pandemi kurullarına başvurularda bulunduk, resmi yazılar yazdık, ama maalesef hep olumsuz yanıt aldık. Kendi çalıştığımız hastanelerin pandemi kurullarına dahi alınmadık.

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), Türkiye genelinde eşzamanlı basın açıklaması yaparak pandemi sürecinde sağlık sektöründeki tüm çalışanlara ek ödeme yapılmasını talep etti. (15 Mayıs 2020)

Bölgede görev yapan sağlık çalışanları arasında bilgi alışverişi oluyor mu? Diğer şehirlerdeki durum hakkında bilgi alabiliyor musunuz?

Sendika başkanlarının oluşturduğu bir grubumuz var. Zoom üzerinden toplantılar yapıyoruz. Şu an Diyarbakır’da günlük pozitif vaka tanısı 600-700 civarında. Biz kendi şehrimizdeki vakaların çok yüksek olduğunu düşünüyorduk, ama bu toplantılarda gördük ki her yer aynı durumda. Van, Mardin, Batman da öyle… En son aldığımız bilgilere göre Mardin ve Batman’daki günlük vaka sayıları da 400 civarındaydı. Sadece bölgede bulunan üç-dört ilin rakamları toplamı Türkiye geneli için resmi olarak açıklanan vaka sayısına denk geliyor. Maalesef ortada böyle bir çelişki var.

Covid 19 nedeniyle ölen hasta sayılarında da buna benzer bir çelişki var mı?

Bugünlerde eğitim ve araştırma hastanesinde günde en az beş hasta Covid 19 nedeniyle hayatını kaybediyor. Hasta pandemi hastanesinde yatıyor, Covid tedavisi görüyor, ölüm işlemleri dahi Covid 19 prosedürüne uygun yapılıyor, ama ölüm nedeni olarak Covid 19 yazılmıyor. Bu nedenle bizim beş olarak gördüğümüz ölüm rakamı, bakanlık dosyalarına bir ya da iki olarak geçiyor. Bu çelişkinin nedenini resmi olarak da soruyoruz, ama bize herhangi bir açıklama yapılmıyor. Sendika yöneticisi olduğu için yakından tanıdığımız sağlık müdürlüğünde görevli arkadaşımız Cuma Kurt, pandemi hastanesinde yattı. Covid 19 tedavisi gördü. Hatta plazma tedavisi Diyarbakır’da ilk ona uygulandı, ama maalesef kaybettik. Cenazesine katılmak isteyenlere Covid 19 kuralları gereği izin verilmedi. Ailesi yanına yaklaştırılmadı. Aile mezarlığı yerine Covid 19’dan ölenler için ayrılmış mezarlığa gömüldü. Ama raporunda ölüm nedeni, “bulaşıcı hastalık, doğal ölüm” olarak geçti. Hatırlarsanız, Diyarbakır Tabip Odası, Türkiye genelinde 26 ölüm açıklanan 27 Ağustos 2020 tarihinde, sadece Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Covid 19’a bağlı 15 ölüm gerçekleştiğini açıkladı. Sonrasında ölen hastaların ölüm nedenlerini de gösteren bir liste basına sızdı. Ölen on beş hastanın ikisi ya da üçü Covid 19 nedeniyle ölmüş görünüyordu. Diğerlerinin ölüm nedenleri bulaşıcı hastalık, zatürre, doğal ölüm olarak belirtilmişti. Sanırım Türkiye genelinde de bilgiler raporlara bu şekilde işleniyor. Çelişki de buradan kaynaklanıyor.

Kendi çabalarınızla ulaştığınız rakamları kamuoyu ve basınla paylaşmamanız yönünde bir baskıya maruz kalıyor musunuz?

Evet. Henüz resmi bir soruşturma yaşamasak da il sağlık müdürlüklerinden, hastane idarecilerinden rakam açıklamamamız yönünde sözlü uyarılar alıyoruz.

En son aldığımız bilgilere göre Mardin ve Batman’daki günlük vaka sayıları da 400 civarındaydı. Sadece bölgede bulunan üç-dört ilin rakamları toplamı Türkiye geneli için resmi olarak açıklanan vaka sayısına denk geliyor.

TTB, Sağlık Bakanlığı’nın rakamlarının gerçek tabloyu yansıtmadığını açıkladığı için bir linç kampanyasıyla karşı karşıya kaldı. İktidar ortağı parti TTB kapatılsın, hatta yargılansın çağrısı yapıyor. Bu yaşananların sağlıkçılar üzerindeki etkisini nasıl tarif edersiniz?

Duyarlı olmak böyle şeyleri beraberinde getiriyor. Çalıştığınız kurumda yanımızdaki arkadaşımızın yaşadığı problem sizi incitiyorsa duyarlısınız demektir. SES’in de, TTB’nin de tavrı böyledir. Toplumsal hiçbir olaydan kendimizi uzak tutamayız. Yaşadığımız pandemi tamamen toplumsal bir olay. Hepimiz bu işin öznesiyiz. TTB de, SES de, diğer sağlık emekçileri de… Daha ilk günden “Bizi de kurulların içine alın, birlikte hareket edelim. Sağlık çalışanlarını temsilen biz de olalım” dedik. Almadılar. Şimdi eleştiriyorlar. Bu kurulların içinde olsak ve rakamlardaki çelişkilerle ilgili sorularımızı sorabilsek belki birbirinden farklı açıklamalar yapmayacağız. Bizi dışarıda tutanlar onlar. TTB de, SES de yalnız değiller. Tüm sağlıkçılar olarak birlikte mücadele ediyoruz. Her hafta bir hastanenin önünde bir basın açıklamamız, bir anmamız oluyor. Ayrım gözetmeksizin her sendikadan sağlıkçılar geliyor. TTB hepsine geliyor. Hepimiz biriz aslında. Bu pandemi bütün sağlıkçıları bir cephede birleştirdi ve kimse birbirinden ayrı hareket etmiyor.

Sağlık çalışanları arasında pozitif olan, hayatını kaybeden arkadaşlarınız da var. Kendi aranızda bir dayanışma ağınız var mı?

Kendi ilimizde oluşturduğumuz bir kriz grubumuz var. Her ilçeden, her hastaneden, sağlık kuruluşundan bilgi alabildiğimiz bir arkadaşımız var. Bu arkadaşlar kendi kurumundaki sayıları paylaşıyor. Pozitif olan arkadaşlarımıza ulaşıp ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyoruz. Maalesef bu gruba her gün 10-15 kişinin ismi ulaşıyor. Hayatını kaybedenler de var.

Sağlık çalışanları olarak gündelik yaşantınızda ailenizi nasıl koruyorsunuz? Evlerinize gidip geliyor musunuz?

Bahar aylarında pandemi servisinde çalışanlara öğrenci yurtlarında konaklama imkânı sağlanmıştı. O zamanki hasta sayısıyla şimdiki hasta sayısı arasında dağlar kadar fark var. Bizim asıl şu an böyle bir imkâna ihtiyacımız var, ama pozitif olan arkadaşlarımız dahi izolasyon için evine gönderiliyor, hiçbir imkân sağlanmıyor. SMA hastası çocuğu olan bir hemşire arkadaşım var. Çocuk iki yıldır evde makineye bağlı yaşıyor. Bu arkadaşımız geçenlerde Covid kaptı. Bakanlığın ya da hastane idaresinin hiçbir yardımı olmadı. Arkadaşımızı on beş gün karantinada kalması için bir otele yerleştirip masraflarını da sendika olarak biz karşıladık. Maalesef çalıştırılırken de hiçbir sağlık çalışanının ailesinün durumu göz önünde bulundurulmuyor.

Dicle Üniversite Hastanesi önünde performans adaletsizliğine karşı eylem. (11 Haziran 2020)

Eşim de sağlıkçı. İki çocuğum var. Pandemiden önce bir bakıcı ablamız vardı, evimizin bir bireyi gibiydi. Pandemi başladıktan sonra “sağlıkçısınız, size gelemem, ailem izin vermiyor” dedi, işi bıraktı. Bu nedenle bakıcı bulamayıp çocuklarını evde yalnız bırakmak zorunda kalan bir sürü sağlıkçı var. Evlerine hastalık götürme riski taşıyorlar. Bu emeğin maddi ya da manevi karşılığını da alamıyorlar. Bunların hepsi sağlıkçıları kamburlaştırıyor. Bir tükenmişliğe neden oluyor. Bakanlığın her gün “sağlıkçılara tavandan ödeme yapıyoruz” açıklamaları da ayrıca bize şiddet olarak geri dönüyor. Ziyarete gelen bir hasta yakınına “Neden hastaneye geliyorsunuz? Kendinizi düşünmüyorsanız bizi düşünün” dediğimde “Bir sürü para alıyorsunuz, niye şikâyet ediyorsunuz? Hasta olsanız da çalışacaksınız” cevabı aldım.

Bu tavandan ek ödeme meselesini kısaca anlatır mısınız? Sağlıkçılar gerçekten böyle yüksek gelirler elde edebiliyorlar mı?

Hemşireler en düşük maaşı alan devlet memurlarıdır. Bu düşük maaşın yanında memur kadrosunda çalışanlara döner sermayeden ödenen performans adı altında bir ek ödeme var. Performans ödemeleri hastanenin döner sermayesinden doktorlar ve hemşireler gibi memur kadrosunda bulunanlara maaş matrahına göre belirlenen oranlarda ödeniyor. Bu ödemelerin bir tavan değeri var, bunun üzerinde ödeme yapılamıyor. Ayrıca ek ödemeler emekliliğe de yansımıyor. Pandemi öncesinde düzenli olmasa da döner sermayeden ödeme alıyorduk. Ayrıca hastane idaresi “bu ay gelirlerimiz düşük, döner sermayeden ödeme yapamıyoruz” da diyebiliyor. Yasa buna izin veriyor. Ben normal zamanda döner sermayeden 1500 lira ödeme alırken pandemi servisinde çalıştığım için 300 lira ek ödeme aldım. Bu ödeme mart, nisan ve mayıs aylarında sürdü. Haziran, temmuz, ağustos aylarında ise pandemi nedeniyle normal hasta sayısı azaldığından, hastanenin gelirlerinin düştüğü gerekçesiyle hiç döner sermaye ödemesi yapılmadı. Sadece maaşlarımızı alabildik. Yani pandemi döneminde, normal zamanda aldığımız ücretlerimizi de alamaz olduk.

Hastanede görev yapan, hastabakıcı, temizlik personeli, güvenlik görevlisi gibi diğer sağlıkçılar herhangi bir ek ödeme alabiliyorlar mı?

Hayır, alamıyorlar. Bu kesim işçi kadrosunda çalışıyor. Hastanede çalışmak bir ekip işidir derler. Teoride bakanlık dahil herkes böyle anlatır, ama pratikte hak hukuk meselesine gelince hekimler bir tarafa, diğer sağlık çalışanları başka bir tarafa ayrılır. Bunun sorumlusu tabii ki hekimler değil, sistemin kendisidir. Biz “döner sermaye ödemeleri neden hekimlere veriliyor” demeyiz. Bu ödeme neden diğer sağlık çalışanlarına da verilmiyor diye sorarız. Hastayla en yoğun temasta olan meslek grubu hemşirelerdir. Ardından temizlik personeli ve hastabakıcılar gelir. Ama bu her zaman gözardı edilir. Pandemide de böyle oldu. Hem kişisel koruyucu malzeme, hem yapılan ödemelerle ilgili…

Hasta pandemi hastanesinde yatıyor, Covid tedavisi görüyor, ölüm işlemleri dahi Covid 19 prosedürüne uygun yapılıyor, ama ölüm nedeni olarak Covid 19 yazılmıyor. Bu nedenle, bizim beş olarak gördüğümüz ölüm rakamı, bakanlık dosyalarına bir ya da iki olarak geçiyor.

Pandemi döneminde sağlık çalışanlarının istifalarında göze çarpan bir artış söz konusu mu?

Özelde çalışma ya da kendi kliniğini açma şansları olduğu için hekimler arasında istifalarda ciddi bir artış var. Bir süre çocuklarıma bakacak kimseyi bulamadığımdan, ben bile “ücretsiz izne mi ayrılsam, istifa mı etsem” diye düşündüm. Hepimizin aklından geçiyor. Sonrasında yapacak başka bir iş, ek bir gelir olmayınca mecburen çalışmaya devam ediyoruz. Hemşirelerde istifalar, alternatifleri olmadığı için daha az.

Hastalığa dönersek, salgın başladığından bu yana Covid 19 tedavisinde edinilen tecrübenin tedavi sürecine olumlu bir etkisi var mı?

Hastalığın kesinleşmiş bir tedavisi yok. Kişinin uygulanan tedaviye verdiği yanıta göre değişiyor. Tedaviler daha çok deneme-yanılma yöntemiyle yapılıyor. Hastalanan insanların virüs yükü mü arttı, yoksa virüs mutasyona mı uğradı, bilemiyoruz, ama maalesef yoğun bakım hasta sayısı artıyor. Benim çalıştığım üniversite hastanesinde dördüncü yoğun bakım ünitesini açtık. Yoğun bakımda yatan hastaların yaş ortalaması da değişti. Bakıyoruz, gencecik hastalar var. Bir ay önce 97 yaşında böbrek yetmezliği olan, diyaliz hastası bir kadını taburcu ettik. Aynı gün 29 yaşında hiçbir kronik hastalığı olmayan gencecik bir kadını kaybettik. Virüsün kimi nasıl etkileyeceği de belli değil.

Sağlık Bakanlığı, TTB’nin aksine yoğun bakım yataklarının dolu olmadığı yönünde açıklamalar yapıyor. Pandemi hastanelerindeki yoğun bakım servislerinde doluluk oranı nasıl?

Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin yoğun bakım yatakları dolu. Ameliyathaneleri dahi yoğun bakıma dönüştürüldü. Üniversite hastanesinin bir binası pandemi için ayrıldı. Ayrılan bu binadaki yoğun bakım yatakları da dolu. Ana binadaki yoğun bakım servisinde boş yatak var. Zor durumda kalınırsa ana bina da pandemi servisine çevrilecek. Yani şu an için pandemiye ayrılmış yoğun bakım servisleri dolu durumda. Bakanlığın verdiği doluluk oranı pandemi hastaneleri haricindeki hastanelerin yoğun bakım yatakları da hesaba katılarak veriliyor.

Hastane yönetimleri, zorunlu olmadıkça Covid 19 tedavisi gören hastaların evlerine gönderilmesi yönünde doktorlara bir baskı uyguluyor mu?

Tabii ki. Çünkü doktorun yatırabileceği yatak sayısı belli. On tane boş yatak varsa doktorun o gün on tane hasta seçmesi gerekiyor. O on hastayı seçmek için hem tecrübesinden hem de bu konuda oluşturulmuş algoritmadan faydalanıyor. Hastane yönetimleri, hasta 65 yaş üzeri değilse, ekstra kronik bir hastalığı yoksa, solunum sıkıntısı yoksa evine gönderin diyor.

Daha ilk günden “Bizi de kurulların içine alın, sağlık çalışanlarını temsilen biz de olalım” dedik. Almadılar. Şimdi eleştiriyorlar. Tüm sağlıkçılar olarak birlikte mücadele ediyoruz. Bu pandemi bütün sağlıkçıları bir cephede birleştirdi ve kimse birbirinden ayrı hareket etmiyor.

Vakalar bu şekilde yükselmeye devam ederse, hastaları hastaneye kabul edemeyeceğimiz bir yığılma yaşanması söz konusu olabilir mi?

Zaten hastaları evlerine göndermeye başladık. Gün geçtikçe de eve gönderilen kişi sayısı artıyor. Nisan ayında pandemi servisinde çalışmaya başladığımda bütün pozitif vakalar yatırılıyordu. O zaman hastanelerde yer vardı. Henüz yoğun bakıma alınacak hastalar arasında seçim yapmak zorunda kalacağımız bir aşamaya gelmedik, ama ileride yatak sıkıntısı artınca bunun yaşanma olasılığı da var tabii ki. Dünyanın hiçbir yerinde pozitif vakalar evlerine gönderilmiyor. Hastanelerde olmasa da, yurtlar oluşturulup tedavileri orada yapılıyor. “Sen iyi görünüyorsun, evine git” demek de bir elemedir aslında. Eve gönderildikten sonra kötüleşip kaybedilen hastalar da var. Bununla ilgili bir istatistik çalışma olsa muhtemelen o rakamlar da yüksektir. Hastanın eve gönderilmesi kararını veren doktor bunun baskısını yaşıyor. Bu seçimi yapmak zorunda kalmak zaten bir yük. O seçimi karşıdakine anlatmak ise ayrı bir yük.

Rakamların daha da yükselmesi durumunda yatak yetersizliği söz konusu olunca nasıl bir çözüm yolu planlanıyor?

Bilemiyoruz, herhalde sahra hastanesi falan açılacak. Pandemi kurulunun masasında bir B planı, C planı duruyordur diye düşünüyorum. Üniversite hastanesinin diğer binalarını da pandemi servisine çevirebilirler. Ama bu durumda diğer hastalar ne olacak? Pandemi döneminde normal hastalar gözden kaçırılıyor. Kanser vakalarının tespitleri gecikiyor. İnsanlar hastaneye gitmek istemedikleri için erken tanı olasılığını kaçırıyor. Bunların hepsi birkaç ay sonra karşımıza gelecek problemler aslında.

Şu an içinde bulunduğumuz durumdan yola çıkarsak kış aylarında bizi nasıl bir tablo bekliyor?

Gribal enfeksiyonların da artacağını düşündüğümüz bu dönemde bizi bir kaos bekliyor olacak. Kapalı ortamlara gireceğiz, hastalığın başkalarına bulaşması daha da kolaylaşacak. Şu an baş ağrısı, boğaz ağrısı, burun akıntısı gibi tipik gribal belirtiler nedeniyle hastaneye test yaptırmaya gidenler var. Bunların arasından pozitif çıkanlar da çok. Sağlık bakanlığı açısından bakarsak, kış aylarında her grip belirtisi gösteren test yaptırmaya gelecek. Covid mi, değil mi, ancak test yapılırsa ortaya çıkıyor. Günlük 100 bin değil, 500 bin test de yapılsa talebe cevap olmayacak. Bilim insanlarına göre hastada griple birlikte Covid de gelişebiliyor. Bu durum Covid tablosunu daha da ağırlaştırıyor. Buradan bakarsak ağır hasta sayısı da artacak. Hastanelere bir yığılma olacak. Bunun yanında, pozitif çıkan sağlık çalışanı izolasyona gönderiliyor. Bu durumda o iş diğer arkadaşının omzuna yükleniyor. Sonuçta hastalara bakılması lâzım. Arkadaşınız gidince iki kişilik çalışmak zorunda kalıyorsunuz. Sağlık çalışanlarının çoğu aylardır dinlenemedi, yükleri her gün ağırlaşıyor, daha da ağırlaşacak.. Nasıl üstesinden geleceğiz, inanın bilemiyoruz. Yaz aylarında virüsün etkinliği azalacak deniyordu, ama virüs bizi şaşırttı. Başımıza ne geleceği belli değil. Bizim de, bakanlığın da, ülkeyi yönetenlerin de en kötü tabloya hazır olması lâzım.

^