SALGIN, HALK SAĞLIĞI VE MEDYA –I

Bülent Şık
9 Ocak 2022
SATIRBAŞLARI

Michio Kakutani, Hakikatin Ölümü –Trump Çağında Yalancılık Sanatı kitabında nesnellik, bir başka deyişle hakikatin var olan en doğru şekline ulaşma çabasının uzun yıllardan beri gözden düşmekte olduğunu belirtir. Kakutani bu durumu en iyi anlatan sözlerden birini Daniel Patrick Moynihan’dan aktarır: “Herkesin kendi görüşüne sahip olma hakkı vardır, ama herkesin kendi gerçeklerine sahip olma hakkı yoktur.”[1]

Kakutani nesnellik yitimini ya da nesnelliğin gözden düşmesini ele alırken Trump öncesi ve sonrası döneme odaklanıyor. Trump yönetimini uzun yıllardır süregelen nesnellik yitiminin ulaştığı nihai duraklardan biri olarak değerlendiriyor. Kitap boyunca toplumsal hayatı örseleyen, hakikati silikleştiren ya da görünmez kılan yalan yanlış bilgi sağanağında medyanın, sosyal medyanın, akademinin ve siyasal kurumların nerede konumlandıkları, ne gibi rol ve işlevler gördükleri ele alınıyor.

Hakikatin kişiselleşmesi

Bu yazıda Kakutani’nin “nesnellik yitimi” olarak adlandırdığı, ama üzerine düşündüğümde “hakikat kaybı” ya da belki de daha doğru bir ifadeyle “hakikatin kişiselleşmesi” olarak da niteleyebileceğimiz meseleye değinmeye, konuyu Covid-19 pandemisi odağında ele almaya çalışacağım.

Covid-19 pandemisi nesnellik yitimi, kanaat beyanlarının birer hakikatmiş gibi sunulması ya da hakikatin kişiselleşmesinin yol açtığı sorunlar açısından dikkate değer pek çok örnek olay içeriyor. Burada ana akım medyada yer alan bazı haberlere odaklandım, ancak meselenin sadece ana akım medyayla sınırlı olmadığını ve sosyal medyayı da kapsadığını belirtmeliyim. Sosyal medyanın hakikat savunusunda ya da eleştirel görüşlerin yaygınlaştırılmasında önemli ama sınırlı, ana akımda üretilen “yalan-yanlış-sahte” haber ve yorumların yaygınlaştırılmasında ise dikkate değer bir işlev gördüğünü düşünüyorum.   

Ele almaya çalışacağım meselenin kapsamının çok geniş olduğunun ve disiplinler arası bir nitelik arz ettiğinin farkındayım. Bu nedenle konuyu gıda güvenliği, beslenme ve ekoloji temaları üzerinden ele almaya çalışacağım. Bu bağlamda iki ana meseleye dikkat çekeceğim. Bu meselelerden ilki, gerek ana akım medyada, gerek sosyal medyada etken ve neden ayrımının kasıtlı ya da kasıtsız olarak yapılmaması, diğeri ise kamusal meselelerin bireyselleştirilmesi. Bu iki sorun birbiriyle ilintili olsa da, olabildiğince sade ve anlaşılır bir anlatım için her iki meseleyi iki ayrı yazıda ele alacağım. Dolayısıyla bu ilk yazıda medyanın (ve elbette sosyal medyanın) etken ve neden ayrımını dikkatle yapmasının kamusal hayatın devamlılığı, sorunların faillerinin görünür kılınması, kamusal tartışmalarda gerek kişisel, gerekse kurumsal sorumluluk alanlarının daha belirgin kılınması açısından taşıdığı öneme değineceğim. Ancak öncelikle halen içinde olduğumuz Covid-19 pandemisi hakkında kısa bir bilgilendirmeyle hafıza tazeleyelim.

Salgının geniş bağlamı

Koronavirüs ya da bilimsel adıyla SARS-CoV-2 virüsü mikrobiyolojide Coronaviridae olarak bilinen virüs ailesinin bir üyesi. SARS-CoV-2 virüsünün yol açtığı hastalığa Covid-19 adı verildi. Hastalık ilk olarak Aralık 2019’un sonunda Çin’in Hubei bölgesindeki Wuhan şehrinde nedeni bilinmeyen bir viral pnömoni (zatürre) olarak tanımlandı.

SARS-CoV-2 virüsü “şiddetli akut solunum yolu sendromu” hastalığına (Severe Acute Respiratory Syndrome –SARS) benzer bir hastalığa yol açıyor. Bu hastalık yeni değil. Koronavirüs 2003’te dünya çapında çeşitli ülkelerde SARS salgınına yol açan SARS-CoV virüsünün yeni bir türü olarak niteleniyor.

Covid-19 pandemisi nesnellik yitimi, kanaat beyanlarının birer hakikatmiş gibi sunulması ya da hakikatin kişiselleşmesinin yol açtığı sorunlar açısından dikkate değer pek çok örnek olay içeriyor. Bu durum sadece ana akım medya ile sınırlı kalmıyor, sosyal medyayı da kapsıyor.

Virüsler başka canlıların hücrelerine girerek çoğalan mikro-organizmalardır. İnsanlarda hastalık yapan virüsler çoğalmak için insan hücresine ihtiyaç duyar. Çok özetle söylemek gerekirse, virüslerin hastalık oluşturacağı organ ya da dokudaki vücut hücresine ulaşması, o hücrelere bağlanması, o hücrenin içine girmesi ve o hücrenin içinde çoğalmasıyla zaman içinde hastalık bulguları ortaya çıkar.

SARS-CoV-2 virüsünün yol açtığı, dünya ölçeğinde bir pandemiye dönüşen salgın bir süre daha devam edecek. Salgının ne kadar süreceğine yönelik bir öngörüde bulunmak epeyce zor. Yapılan tahminler toplumun yüzde 90-95’inin bağışıklık kazanması durumunda salgının büyük oranda sona ereceği yönünde. Bu yüksek orandaki bağışıklığın sağlanması için toplumun büyük bir çoğunluğunun hastalığı geçirerek iyileşmesi ya da aşılanması gerekiyor. Salgının en başından beri, hastalığa karşı bir aşı geliştirilmesi, sağlık hizmetlerinin yeterliliğinin sağlanması ve tıbbi tedavi protokollerinin oluşturulması tartışmaları gündemden hiç düşmedi. Bu bir ölçüde anlaşılır bir şey, ancak salgının çok daha geniş bir bağlama oturduğu, meselenin tıbbi tartışmaların ötesine geçen yanları olduğu da gözden kaçırılmamalı.

Covid-19 pandemisi, gıda üretim-tüketim süreçleri, ekolojik yıkım ve halk sağlığı ile yakından ilişkili bir sorun. Ancak pandeminin bu önemli sorunları tartışmaya ne ölçüde “vesile” olduğu sorusuna olumlu bir yanıt verebilmek zor. Pandeminin medyada nesnellikten uzak ve hakikat kaybına yol açacak şekilde ele alındığına dair epeyce örnek bulmak mümkün. Ancak ana akım medya sadece pandemiyi değil, gıda ve beslenmeyle ilgili meseleleri de ilkin etken ve neden ayrımı yapmadan ya da yapamadan ele alıyor. İkincisi, kamusal meseleleri bireyselleştiriyor ya da meselelerin faillerini belirsizleştiriyor. Etken ve neden ayrımı yapmama / yapamama sorununa eğilmeden öncelikle salgın, pandemi ve halk sağlığı kavramlarını kısaca tanımlamak gerekiyor.

Gerekli tanımlar

Ulusal İnfluenza Planı’nda salgın, “Belirli bir toplumda belirli bir zaman diliminde, bir enfeksiyon hastalığına yakalanan bireylerin sayısındaki beklenenden fazla artış durumu” olarak, pandemi ise “Dünyada birden fazla ülkede veya kıtada, çok geniş bir alanda yayılan ve etkisini gösteren salgın hastalıklara verilen genel isim” olarak tanımlanıyor.[2] Dolayısıyla Covid-19 salgınından söz ettiğimiz her durumda pandemiden de söz ediyoruz.

Halk sağlığı kavramını geniş çerçeveden ele alan bir tanım ise şöyle: ‘Halk Sağlığı’, bir uzmanlık alanının, bir disiplinin adı olmasının yanısıra, daha geniş kapsamlı olarak ‘toplum hekimliği’ anlamında, sağlığa bütüncül yaklaşan, sağlık hizmetinin sadece sağaltıcı değil, koruyucu, geliştirici ve esenlendirici bileşenlerinin de olduğunu, sağlık hizmetlerinin kamu tarafından finanse edilmesini, nüfus temelinde örgütlenmesini, ekip hizmetiyle, toplum katılımıyla ve gereksinime göre sunulmasını savunan tıp anlayışının adıdır.”[3]

Yukarıdaki tanımın da işaret ettiği gibi, halk sağlığı çalışmalarının çerçevesi çok geniş. İnsan sağlığını ve yaşamını tehlikeye sokan ya da hastalıklara yol açan çevresel, biyolojik, mesleki, sosyal ve ekonomik etkenler halk sağlığı disiplinin çalışma alanına girer. Yoksulluk, çevre kirliliği, savaş ve çatışmalar, beslenme, işçi sağlığı, gıda güvencesi ve gıda güvenliği gibi meseleler halk sağlığı çalışmalarının asli birer parçasını oluşturur. Bunlara ek olarak bir ülkede sağlıklı yaşam için tehdit oluşturan siyasal atmosfer, sağlık hizmetlerine erişimi güçleştiren idari-kurumsal yapılar da halk sağlığı çalışmalarının odağında yer alır.

Ana akım medya sadece pandemiyi değil, gıda ve beslenmeyle ilgili meseleleri de etken ve neden ayrımı yapmadan ya da yapamadan ele alıyor. Kamusal meseleleri bireyselleştiriyor ya da meselelerin faillerini belirsizleştiriyor.

Covid-19 pandemisi odağında, salgın hastalıklara yol açan toplumsal koşulları tespit edip düzeltmenin, bir salgını kontrol altına almanın halk sağlığı disiplininin sorumluluk alanına girdiği söylenebilir. Dolayısıyla halk sağlığı çalışmaları koruyucu-önleyici tıp bağlamında salgın öncesinde salgın esnasındakinden daha büyük önem taşır. Temel amaç bir salgına yol açabilecek toplumsal koşulların tespiti ve düzeltilmesi ise nedenler ve etkenler ayrımını doğru yapmak kritik önem taşır, çünkü kamusal tartışmaların doğru istikamette seyretmesini sağlamanın ön koşullarından biri bu ayrımdır. Dahası, bireyleri ve toplumu halk sağlığını tehdit eden sorunlar hakkında bilgilendirmek halk sağlığına yönelik çalışmaların asli parçalarından biridir.

İnsanların sağlık açısından sorun yaratan toplumsal koşullar hakkında yeterli ve doğru bilgi edinmelerini mümkün kılmadan sağlık hakkını ete kemiğe büründürecek kamusal tartışmaları başlatmak ya da canlandırmak olanaksızdır. Bu konuda en büyük rolün öncelikle halk sağlığı alanında çalışanlar, akademik kurumlar, ilgili meslek örgütleri ve medyaya düştüğü aşikârdır. Her ne kadar içinde olduğumuz siyasal ahvalde kulağa çok aykırı gelse de, kamu kurumlarının da yurttaşları bilgilendirme yükümlülüğü vardır. Şimdi bu kamusal sorumluluk ve zorunluluk çerçevesini aklımızda tutarak etken ve neden ayrımı yapmanın neden önemli olduğunu ele alalım.   

Etken ve neden ayrımı yapmamak / yapamamak

İnsanlarda zaman zaman salgınlar şeklinde seyreden bulaşıcı enfeksiyon hastalıklarına yol açan etkenlerin başında bakteriler ve virüsler gelir. Bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkması için genellikle üç bileşen gerekir: bir etken (patojen), bir konakçı (veya vektör) ve bulaşma ortamı (veya çevre koşulları). Bazı etkenler ya da sıklıkla kullanılan adıyla patojenler doğrudan bir konakçı ya da ara konakçı tarafından taşınır, onlar tarafından insana bulaştırılır. Örneğin sıtma hastalığına yol açan etken, sivrisinekler aracılığıyla insana bulaştırılır. Bazı hastalık etkenleri de beslenme yoluyla bünyemize girer.

Dünyada en önemli gıda kaynaklı enfeksiyon etkenlerinden biri Salmonella bakterisidir. Bu bakteri ile bulaşık gıdaların yenmesi veya içilmesi bağırsak enfeksiyonlarına yol açar. Ancak burada şunu atlamamalıyız: Bir hastalık etkenine maruz kalmak ile hasta olmak arasında bir ara basamak ya da bir ara yüzey vardır. O da somut toplumsal koşullardır. Bu yüzden meseleyi “bir hastalık etkenine maruz kalma – hastalanma” olarak değil, “bir hastalık etkenine maruz kalma – toplumsal koşullar – hastalanma” sırasıyla ele almak gerekir.

Bir hastalık etkeninin oluşturacağı hastalık tablosu bireylerin içinde yaşadığı çevre, gelir, beslenme, sağlık hizmetlerine erişim olanakları gibi etkenlere bağlı olarak çeşitlilik arz eder. Bir başka deyişle, bir hastalık etkeni toplumsal koşullara bağlı olarak çok hafif ya da ölümcül bir hastalık tablosu oluşturabilir.

Enfeksiyon hastalıklarının ve salgınların yoksul, hijyenik şartlardan yoksun, sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanamayan, iyi beslenemeyen nüfus kesimleri üzerinde en büyük yıkımı yarattığı bilinen bir gerçektir. Örneğin 1918-19 yıllarındaki İspanyol gribi salgınında hayatını kaybeden 100 milyon insanın büyük bir çoğunluğu (sadece Hindistan’da yaklaşık 20 milyon kişi) yoksul ülkelerde yaşıyordu.[4] Dolayısıyla bir hastalık söz konusu olduğunda nedenler ile etkenler birbirinden dikkatle ayrılmalı ve aralarındaki ilişkiler doğru şekilde betimlenmelidir. Bu ayrımı ve betimlemeyi iyi yapabilmek hem toplumsal etkenleri hesaba katabilmemize hem de sorunun faillerine işaret edebilmemize olanak sağlar.

Analitik bir bakış açısı

İster mikrobiyolojik, isterse kimyasal etkenlerden kaynaklansın (enfeksiyon ya da zehirlenme gibi), bir hastalığa  yol açan şey “neden” değil, “etken”dir. Örneğin Salmonella bakterisi bir enfeksiyonun etkenidir. Gıdalarda bulunabilen karsinojen kimyasal madde kalıntıları akut ya da kronik sağlık sorunlarının etkenidir. Salmonella bakterisinin yol açtığı enfeksiyonun ya da gıdalardaki karsinojen kimyasalların yol açtığı sağlık sorunlarının nedenlerini anlamak için ise analitik bir bakış açısı gerekir. 

Bir hastalık etkenine maruz kalmak ile hasta olmak arasında bir “ara basamak” ya da bir “ara yüzey” vardır. O da somut toplumsal koşullardır. Bu yüzden meseleyi “bir hastalık etkenine maruz kalma – toplumsal koşullar – hastalanma” sırasıyla ele almak gerekir.

Etken ve neden ayrımı meselenin toplumsal bağlamını gözler önüne serer. Kasıtlı ya da kasıtsız, nedenlerden çok etkenlerin öne çıkarıldığı bir tartışma gerçek nedenlerin üzerinin örtülmesine hizmet eder. Bakışımızı ihmali olan kurumlardan, somut toplumsal şartlardan bir bakteriye, virüse ya da kimyasal maddeye kaydırır. Oysa bunlar neden değil, etkendir. Nedenleri tespit etmek için verili toplumsal koşullara, şirketlerin ve kamu kurumlarının faaliyetlerine, yasal mevzuata, siyasi kurumlara, kimi zaman da kişilerin karar ve icraatlarına bakmak gerekir.

Kuşku duymanın kıymeti

2017’de Manisa’da 1. Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığı Albay Arif Seyhun Kışlası’nda yaşanan gıda zehirlenmesi olayında binden fazla asker hastalanmış ve er Hüsnü Özel hayatını kaybetmişti. Olay üzerine başlatılan soruşturmanın ve yapılan incelemelerin sonucu 22 Haziran 2017 tarihinde CNNTürk’te şu başlıkla duyuruldu: “Son dakika… Askerlerin neden zehirlendiği belli oldu…

Haberin devamında olay şöyle betimlenmişti: “Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın talimatı üzerine, Halk Sağlığı Kurum Başkanı İrfan Şencan başkanlığındaki enfeksiyon hastalıklıları, epidemiyoloji, klinik toksikoloji ve mikrobiyoloji laboratuvar uzmanlarından oluşan 12 kişilik uzman ekip Manisa’ya giderek incelemelerde bulundu. Manisa 1. Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığı Albay Arif Seyhun Kışlası’nda 23 Mayıs ve 16-17 Haziran’da yaşanan gıda zehirlenmesi şüphesi üzerine harekete geçen sağlık ekibi, 23 Mayıs’taki olaya ilişkin inceleme raporunu tamamladı. Raporda, besin zehirlenmesinin nedeni olarak ‘salmonella’ mikrobu tespit edilirken, laboratuvar süreçleri tamamlanarak Manisa Valiliği’ne iletildi.”

Bundan ibaret habere göre gıda zehirlenmesinin nedeni Salmonella isimli bir bakteriydi. Haberde ne olayın nasıl gerçekleştiğine ne de sorumlulara dair bir ayrıntı vardı. Gıdalarda Salmonella bulunmasından gayet doğal bir hadise gibi bahsediliyordu.

Bu konuda az sayıda kurum haricinde diğer basın ve yayın organlarında da benzeri bir dille sunulmuş haberlere rastlamak mümkün. Oysa Salmonella bakterisi gıda zehirlenmesine yol açan binlerce mikrobiyolojik etkenden sadece biri. Gıda zehirlenmesi bu etkenlerin kontrol altına alınamadığı, yani gıda güvenliğiyle ilgili çalışmaların aksadığı durumlarda ortaya çıkar.  

Topraktan çatala

Gıda güvenliği topraktan çatala uzanan bir süreçtir. Sürecin her aşamasında uyulması gereken teknik ve hijyenik kurallar vardır. Kışladaki zehirlenme vakasında kimlerin hangi kurallara uymadığının peşine düşmek bile gerçek nedeni bulmaya yetebilirdi. Çoğu durumda gıda güvenliği konusunda ayrıntılı bir bilgiye gerek duyulmayabilir. Kuşku duymak ve basit soruların peşine düşmek yeterli olabilir. Bunların yetersiz kaldığı durumlarda ise kişi ya da kurumlardan görüş alınabilir.

Bunlar yapılabilseydi, zehirlenme vakasında gerçek nedenlerin toplu beslenme yapılan yurt, kışla ve yemekhane gibi kamu kurumlarındaki hizmetlerin özelleştirilmesi ile ilgili olduğu görülebilecekti. Toplu beslenme hizmeti veren özel şirketlerin kârlarını artırmak için yiyecek hazırlamada geçerli çok basit önlemlere bile uymaması, kamu sağlığını korumakla mükellef kamu kurumlarının asli görevlerini yerine getirmemesi gibi bir dizi sorunun varlığı tespit edilebilecekti.

Sorunun nedeni olarak bir bakteriyi işaret etmek kamuoyunu gerçek nedenler ve sorumlular üzerine düşünmekten, çözüm yolları aramaktan uzaklaştıran bir yaklaşımdır. Örneğin basındaki haber ve yazıların şu başlıklarla verildiğini düşünelim: “Tarım ve Orman Bakanlığı’nın hazır yemek şirketleriyle ilgili kontrol ve denetim yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle vuku bulan gıda zehirlenmesinde binden fazla er zehirlendi ve bir er hayatını yitirdi” ya da “Rota isimli hazır yemek şirketinin daha fazla kâr elde etmek için yiyecek hazırlama sürecindeki hijyen ve temizlik kurallarına uymaması nedeniyle yaşanan toplu zehirlenme vakasında bir er hayatını kaybetti” ya da “Milli Savunma Bakanlığı’nın teknik ve hijyenik şartnamelere uygun şekilde yiyecek üretilip üretilmediğini saptamaya dair kontrol ve izleme faaliyetlerini yapmaması nedeniyle toplu bir zehirlenme yaşandı”…

Enfeksiyon hastalıklar ve salgınlar yoksul, sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanamayan, iyi beslenemeyen kesimler üzerinde büyük yıkım yaratır. 1918-19’daki İspanyol gribinden ölen 100 milyon insanın büyük çoğunluğu yoksul ülkelerde yaşıyordu.

Bu örnekte Salmonella bakterisinin yol açtığı bir zehirlenme vakası üzerinden yapılan etken ve neden ayrımı virüsler için de geçerli. Bu çerçevede Covid-19 pandemisiyle ilgili medyada yer alan bazı haberlere bakalım.

Basit ama elzem sorular

Pandeminin medyanın gündemini hızla kapladığı dönemde, 4 Şubat 2020’de Milliyet gazetesinin internet portalındaKoronavirüs nedir? Nedeni belli oldu! Corona virüsü bulaşıcı mı? Coronavirüs yarasa çorbasından mı bulaşıyor? Koronavirüs insandan insana bulaşır mı?” başlıklı haberde koronavirüsün nedeni olarak yarasalar gösteriliyor.

Bilim dergisi Nature’da çıkan bir araştırmaya atıfla hazırlanan haberde yarasalar ve yarasa çorbasından başka bir konunun yer almadığı görülüyor. Oysa dergideki makale yaban hayatının tahribine ve yaban hayvanların avlanıp tüketilmesine karşı katı düzenlemeler yapılması gerektiği önerisi ile bitiyor.[5] Haberde yer alan bu önemli nokta üzerinde durulsaydı, koronavirüslerin doğal taşıyıcıları olan yarasaların salgının nedeni olmaktan ziyade salgına yol açan etkeni taşıyan canlılar olduklarını nitelemek mümkün olacaktı.

Elbette bu nitelemenin ardından şu soru da çok gerekli: Ne oldu da yarasalarda bulunan koronavirüsü insanlara geçme ve insanlarda hastalık yapma potansiyeli kazandı? Bu sorunun yanıtı epeyce kapsamlı olsa da, salgının nedenlerine ışık tutacak ve daha doğru bir kamuoyu algısı oluşmasını sağlayabilecekti. Örneğin verilecek yanıtın doğal yaşam alanlarının tahribi, başta kitlesel-endüstriyel tarımsal üretim ve hayvancılık olmak üzere biyoçeşitlilik kaybına yol açan iktisadi sektörler, aile çiftçiliğinin yıkıma uğratılması, yoksulluk, kaçak avlanma gibi önemli meselelere değinmesi kaçınılmazdır. Her biri başlı başına önem taşıyan bu meseleler yaşadığımız Covid-19 pandemisinin en önemli nedenlerini oluşturuyor. Ancak haber metninde bu önemli meselelere dair tek bir cümle dahi yer almıyor.

Mutfakta ırkçı tonlar

Salgının nedeni olarak mutfak kültürünü göstermek de epeyce yaygın ve yanlış bir tutum. Üstelik yanlış olmanın ötesinde ayrımcı, hatta ırkçı tonlar taşıyan bir tutum. Örneğin 23 Ocak 2020 tarihli Sözcü gazetesinin internet sayfasındaYarasa çorbası nedir? Corona virüsü yarasa çorbasından mı çıktı?” başlıklı haberde şu ifadeler yer alıyor: “Pekin Üniversitesi’ndeki bilim adamları ölümcül corona virüsünün insanlara yarasalardan geçtiğini iddia ediyor. Ayrıca Wuhan’daki açık hava pazarlarında satılan yılanlar aracılığıyla da virüsün geçmiş olabileceği tartışılıyor. Peki yarasa çorbası nedir? Corona virüsü yarasa çorbasından mı insanlara bulaştı? İşte detaylar…

Benzeri bir haber 23 Ocak 2020’de TRT Haber sitesinde şu ifadelerle yer alıyor: “Çin’de ortaya çıkan ve 2019-nCoV olarak adlandırılan yeni bir virüs türü nedeniyle 17 kişi hayatını kaybetti. Virüsün Çin’de çok tüketilen yarasa çorbasından yayıldığı düşünülüyor. Peki yarasa çorbası nedir? Yarasa çorbasını tüketmek güvenli mi?”

2017’de Manisa’da askerler arasında yaşanan gıda zehirlenmesi vakasında etken ve neden ayrımı yapılabilseydi, zehirlenmenin gerçek nedenlerinin yurt, kışla ve yemekhane gibi kamu kurumlarındaki hizmetlerin özelleştirilmesiyle ilgili olduğu görülebilecekti.

Her iki haberin içeriğinin kulaktan dolma, yalan yanlış bilgilerle üretildiği, en küçük bir analitik sorgulama ya da muhakeme yapılmadan hazırlandığı söylenebilir. Haberi hazırlayanların, kontrol edenlerin aklına şu basit bilgi bile gelmemiş ya da getirilmemiş: Mutfak kültürü insanların yaşadıkları coğrafi bölgede yenilebilir bitki ve hayvan türleriyle kurdukları ilişkiler, gelenekler, inançlar, yasal mevzuat gibi çok faktöre göre şekillenir. Neyin “yenilebilir” ve neyin “yenilemez” olduğu toplumdan topluma değişiklik gösterir. Yarasa, pangolin, yılan, maymun gibi çeşitli yaban hayvanların yiyecek olarak tüketilmesi karmaşık bir konudur. Yaban hayvanlar Asya ve Afrika’da yaşayan yoksul insanlar için ucuz, ulaşılabilir besin anlamına geliyor. Dolayısıyla meseleyi egzotik çorba düşkünlüğü bağlamında tartışmak gerçekten çok sorunlu bir yaklaşım.

Gerçek nedenler, paralel coğrafyalar

Salgının nedenini yarasa ya da bir başka canlı türünde ya da “egzotik” yeme-içme alışkanlıklarımızda aramak salgının gerçek nedenlerinin gözden kaçmasına yol açar. Her şeyden önce doğada yaşayan canlı türleri çeşitli virüs ya da bakterilerin taşıyıcısıdır. Ancak bir canlı türünün taşıyıcısı olduğu bir patojen (virüs ya da bakteri) bir başka canlı türüne kolay kolay geçemez. Dolayısıyla bir canlı türünün taşıdığı virüs ya da bakterinin insanlara bulaşması ve bir hastalığa yol açması çok sayıda “kolaylaştırıcı” faktöre bağlıdır.

Yaban hayatın tahribi, avlanma, kitlesel-endüstriyel gıda üretim yöntemleri, yoksulluk, savaş ve çatışmalar ve göç bu faktörlerden bazılarıdır. Bu faktörlerin neredeyse tamamının toplumsal ve ekonomik sistemle, yeryüzündeki hayatı yok oluşun eşiğine getirmiş kapitalizmle ya da yıllardır uygulanan neoliberal politikaların yol açtığı tahribatla ilgili olduğunu söylemekse yanlış olmayacaktır. Örneğin yaban hayvanların legal ya da illegal yollardan avlanmasının yoksulluk, işsizlik, aile çiftçiliğinin tahribi ve göç meseleleri ile derin bir bağlantısı vardır.

SARS-CoV-2 virüsünün aile çiftçiliğinin tahrip edilmesi nedeniyle yoğun göç alan, kitlesel-endüstriyel kümes hayvanları ve domuz yetiştiriciliğinin çok yaygın olduğu Wuhan kentinde çıkması bir tesadüf değil. Wuhan bu konuda tek de değil. Wuhan’da salgına yol açan sosyal ve ekonomik faktörleri dünyanın farklı ülkelerinde görmek mümkün. 1970’li yıllardan günümüze uzanan süreçte aile çiftçiliğinin tahrip edilmesi ile kitlesel-endüstriyel hayvancılığın yaygınlaştırılması süreci çeşitli coğrafyalarda birbirine paralel bir seyir izledi. Aile çiftçiliğinin tahribi insanların yoksullaşmasına, hayatlarının güvensizleşmesine yol açarak kentlere göçü tetikledi.  

Dünya genelinde giderek artan ve yaban hayatın tahribine yol açan avlanma faaliyetleri ve Çin’de olduğu gibi yaban hayvan etlerinin satışının yapıldığı pazarlardan “ucuz” yiyecek temin etmek virüslerle temasımızı artıran sorunlardan sadece bazılarıdır.[6] Tıpkı bunlar gibi yaban hayatın tarımsal ve endüstriyel faaliyetlerle tahrip edilmesi, ormansızlaştırma, göçmen kuşların barınma ve konaklama mekânları olan sulak alanların tahribi, legal-illegal yabani hayvan ticareti salgınlara yol açabilecek virütik etkenlerin toplumsal hayata sıçramasını kolaylaştırıyor.[7] Bu sorunlar yeni zoonotik hastalıkların ortaya çıkışına neden oluyor.

Çığ gibi artan zoonoz

Günümüze kadar 1600’den fazla insan patojeni tanımlandı. Her iki yılda bir ortalama üç yeni hastalık rapor ediliyor ve her hafta yeni bir enfeksiyon etkeni tespit ediliyor.[8]  Ekoloji ve biyoçeşitlilik kaybı alanında çalışmalar yapan bir bilim insanı olan Kate Jones, 1940-2004 arasında ortaya çıkan 335 bulaşıcı hastalığın yüzde 60’ının zoonoz olduğunu, yani hayvanlardan insanlara geçtiğini tespit etti. Bu hastalık etkenlerinin toplumsal hayata sıçramasının en önemli nedenlerinden birinin doğal yaşam alanlarının kaybı olduğu belirtiliyor.[9]

Koronavirüs ya da bilimsel adıyla SARS-CoV-2 virüsünün yol açtığı pandemi uzun süre gündemde kalacak gibi görünüyor. Henüz kesin bir ilaç tedavisi olmayan, aşısız ve risk grubunda yer alan kişilerde ölüme neden olabilen bir hastalığın tıbbi tedavi süreçleri odağa konularak tartışılması anlaşılabilir bir tutum olmakla birlikte, salgının bir anda açığa çıkan, beklenmedik, sürpriz bir durum gibi ele alınması doğru değil.

SARS-CoV-2 virüsünün aile çiftçiliğinin tahrip edilmesi nedeniyle yoğun göç alan, kitlesel-endüstriyel kümes hayvanları ve domuz yetiştiriciliğinin çok yaygın olduğu Wuhan kentinde çıkması bir tesadüf değil. Wuhan bu konuda tek de değil.

Salgına neden olan toplumsal ve ekonomik faktörlere hiç değinmemek, meseleyi doğada yaşayan bazı canlı türlerinin taşıdığı patojen etkenlerden ya da yeme-içme alışkanlıklarımızdan ibaret bir şey gibi ele almak ise enikonu yanlış bir tutum. Bu türden bir salgının ortaya çıkabileceği, bilimsel yayınlarda en azından son yirmi yıldır sıklıkla dile getiriliyordu.

Bu konuda sadece kuş gribi (avian influenza) salgınınıyla ilgili yayınlara göz atmak bile yeterli bir fikir verecektir. Örneğin Dünya Sağlık Örgütü’nün 2003-2014 yılları arasında insanlarda ve hayvanlarda tespit edilen Kuş Gribi (H5N1) vakalarının ayrıntılı bir dökümünü yayınladığı raporda her yıl dünyanın çeşitli ülkelerinde çok sayıda vaka tespit edildiği belirtiliyor.[10] Bu vakaların şimdi yaşadığımıza benzer bir pandemiye yol açmamış olması ise sadece bir şans.

Sağanağa karşı

Medyada ya da sosyal medyada yer alan onca sahte, yalan, özensiz, nefret dilini körükleyen haber ve yoruma rağmen salgının ülkeleri birbirinden ayıran sınırların anlamsızlığını bir parça hissettirebilmiş olmasını diliyorum. Yeryüzündeki hayatı bütünüyle tehdit eden bir krizin içindeyiz. Tek tek ülkeler değil, insan uygarlığı bazında bir krizle yüz yüzeyiz. Çizdiğimiz sınırlar biyoloji bilimi açısından birer kurgusal varlıktan ibaret. Ama elbette bunu bilmek ya da söylemek işbirliği ve dayanışmayı artıracak bir durum değişikliğine yol açmıyor. Çevre koşullarının ya da iklim rejimlerinin hızla değiştiği, açlık, yetersiz ve sağlıksız beslenme sorunlarının daha da ağırlaşacağı ve yeni pandemilerin beklendiği bir dünyaya doğru yol alıyoruz.

İnsan uygarlığının yıkıma uğraması olasılığının arttığı bir dünya bu. Hemen her ülke kendi sınırlarını kıskançlıkla korumanın derdine düşmüş durumda. Yine de her durumda sınırları aşan, ülkelerin, halkların kaderini birbirine bağlayan politika imkânlarını çoğaltmalıyız, çünkü işbirliği ve kolektif çalışma önünde engel oluşturan her şey yıkımı hızlandırmaktan öte bir anlam ihtiva etmeyecek.

Yaşadığımız sorunlar ve çözümleri hem yerel hem de yerel ötesi bir nitelik taşıyor. Gıda üretimi, beslenme, sağlık ve ekoloji başta olmak üzere toplumsal meseleleri sınırları aşan ve ülkelerin kaderini birbirine bağlayan bir çerçevede ele almak, bu meseleleri kamu refahını gözeterek çözmeye yönelik çaba göstermek elzem, vazgeçilmez. Dolayısıyla ayrımları iyi yapmak, kamusal tartışmaları daha başlamadan bitiren, silikleştiren, sahte, yalan, özensiz, asılsız, nefret duygularını körükleyen, ırkçı bilgi sağanağına karşı çıkmak ve olabildiğince sahih bilgi üretmek, hakikat savunusundan vazgeçmemek çok önemli. Etken ve neden ayrımını doğru yapmak hakikat savunusunun önemli zeminlerinden biri. Aynı zamanda bir etik sorumluluk.

Salgın, halk sağlığı ve medya, II. bölüm:
Bireyselleştirilmiş meseleler, belirsizleştirilmiş failler


[1] Michio Kakutani, Hakikatin Ölümü –Trump Çağında Yalancılık Sanatı, Çeviri: Cesi Mizrahi, Sayfa 17, Doğan Yayıncılık, 2019.

[2] Anonim, (2019). “Pandemik İnfluenza Ulusal Hazırlık Planı”, Sağlık Bakanlığı. https://www.grip.gov.tr/depo/saglik-calisanlari/ulusal_pandemi_plani.pdf

[3] Civaner M. Murat, (2015). Halk Sağlığı Disiplininin Ahlaki Değerleri ve İlkeleri, Turk J Public Health, 13 (2). https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/152910

[4] Mike Davis (2007). Kapımızdaki Canavar –Kuş Gribi, Çev. Aykut Tunç Kılıç, Osman Akınhay, İstanbul, Agora Yayınları.

[5] Zhou, P., Yang, XL., Wang, XG. et al. A pneumonia outbreak associated with a new coronavirus of probable bat origin. Nature 579270–273 (2020). https://www.nature.com/articles/s41586-020-2012-7

[6] Brashares J.S. v.d., (2004). Bushmeat hunting, wildlife declines, and fish supply in West Africa. Science, 306 (5699):1180-1183.

[7] May R. M., v.d., (2004) Animal origins of SARS coronavirus: possible links with the international trade in small carnivores, Phil. Trans. R. Soc. Lond. B359 1107–1114.

[8] Tomley, F. M., ve Shirley, M. W., (2009) Livestock infectious diseases and zoonoses. Philosophical transactions of the Royal Society of London. Series B, Biological sciences, 364 (1530), 2637–2642.

[9] Vidal, F. (2020). Destroyed Habitat Creates the Perfect Conditions for Coronavirus to Emerge. https://www.scientificamerican.com/article/destroyed-habitat-creates-the-perfect-conditions-for-coronavirus-to-emerge/

[10] WHO, 2020. H5N1 avian influenza: timeline of major events. https://www.who.int/influenza/human_animal_interface/en/

^